18 Ekim 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

18 Ekim 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

maria” bir gece Babahat, yeni tuttuğu köşkten pek ! merdiven başından seslenmeğe mecbur / memnundu. Buraya taşınalı henüz bir- kaç gün olmuştu. Bu müddet içinde | Ancak yerleşebimişlerdi. Fakat bir ak. | Şam üzeri hizmetçisi Ayşe telâş içinde çıktı: — Efendim... Annem hastalanmış. Haber göndermiş, beni görmek istiyor- muş... Bu gece bana müsaade eder mi- &iniz? Eğer annemin hastalığı ehemmi- yetli değilse yarın sabah erkenden, ilk vapurla gelirim... dedi, Babahat bu dört beş gün evvel ta- gındığı koca köşkte yalnız kalmak iste- miyordu. Fakat hizmetçisi Ayşeye bu gece izin vermekten başka çare yoktu. Kızcağızın annesi hasta idi. Bunun için genç kadın: — Peki kızım... dedi, git... Ayşe hazırlandı. Çıktı, gitti. Yavaş yavaş akşam oluyordu. Hafiften hafife bir rüzgâr çıkmış, hava bulutlarımıştı. Bir aralık ince bir yağmur başladı. Sabahat kalktı, Elektriği yaktı. Şim- diye kadar bir evde hiç böyle yapayal- müz bir gece geçirmemişti. Sonra yeni tuttuğu köşk o kadar tenha ve o de. rece 1ssız bir yerde idi ki... Şiddetlenen yağmur pencerelere çarpıyordu. Genç kadın, kendi kendine: — Adam sen de, diyordu, erkenden yatarım... Uyurum, sabahleyin nasıl olsa Ayşe erkenden gelecek... Yemeğini isteksiz isteksiz yedi. Er. 'kenden yatak odasına çekildi. Süslü, yumuşak yatağına girdi. Bir müddet yattığı yerden odayı sey- retti, Aklına kendisinden evvel bu İ köşkte oturan Sacide geldi. Saelde dün- yanın en şık kadınlarından biri idi, Fevkalâde güzelliğile meşhurdu. Son- Tâ gayet ince bir zevki vardı. Birçok- ları onun giyinişini, evini süsleyişini taklid ederlerdi, Sabahat bunları düşünürken dışarı- da fırtına büsbütün ziyadeleşmişti. Kalktı. Biraz meşgul olmak maksadile bir kitap aldı. Tekrar yatağına girdi. Kitabı açtı. Bu dehşetli korkunç bir ro- | müândı. Okudukça genç kadını dehşet alıyordu. Dışarıdaki yağmurun şakırtısı pek fazlalaşmıştı. Rüzgâr pancurları sarsi- yordu. Sabahat: — Aman ne korkunç şey!... diyerek kitabı yatağının yanındaki küçük ma- sanın üzerine bıraktı. Karşısındaki sa- ate şöyle bir göz attı. Daha erkendi. Maamfih uyumağa karar vermişti. Bü, yük elektriği söndürdü. Mavi, hafif ışıklı gece lâmbasını yaktı. Yatağının çinde büzüldü. Gözlerini kapadı. Fa. kat uyumak kabil mi? Yağmur iyiden iyiye hafiflemişti. Faka rüzgâr devam ediyordu. Böylece belki bir saat kadar geçti, Genç kadın birdenbire aşağt katta bir gürültü işitti. Yatağında doğruldu. Ya- nılmıyordu. Sokak kapısı açılır gibi ol- muştu. Sabahat baştan aşağı kulak kesilmiş aşağı katı dinliyordu. İşte taşı ikta âyak sesleri... Şimdi ne yapacak» ta? Evde en küçük bir silâh bile yoktu. Henüz telefonu yaptırmamıştı. Eğer telefon olsaydı kolaydı. “Pencereyi açıp bağırmak!... Yeni ta- şandığı bu semtte ne rezaletti. Hem öy. le yakında köşk filân da yoktu. Bütün cesaretini toplıyarak karyola. dan kalktı. Yavaşça kapıyı açarak dı- şarı çıktı, Ayaklarının ucuna basarak merdiven başına kadar geldi. Aaa!... Hayret... Aşağının elektriği yanmıştı. Merdiven başından aşağı taşlık iyice görünüyordu. Taşlıkta gayet iyi giyin- miş bir adem vardı. Fakat üstübaşı 18- Tanmıştı. Arkası dönük olduğu için Sabahat onun yüzünü göremiyardu. Fakat dimdik, gayet yakışıklı bir vücü; dü vardı. Fakat hayret bu adam burâya na- sil girmişti. Sonra bu beklenilmiyen gece misafiri sanki kendi evinde imiş gibi başındaki ıslak şapkasını çıkarıp kapının yanındaki port mantoya astı, Babahat şaşkınlıktan merdiven başın» da dura kalmıştı. Acaba bu adam evi. ni şaşırmış bir sarhoş mu idi? Şimdi tanımadığı adam pardesüsünü de çı. karıyordu. Hem de bir taraftan bir par, desüsünü port mantoya assrken, bir yandan: «—Kokol... Cici... Kokol... gibi acaip acaip seslerle bağırıyordu. gabahat heyecan içinde olmasına Tâğmen gülmemek için kendisini zor gaptediyordu Ninhayet genç kadın oldu: — Baksanıza buraya... Ne arıyorsu- nuz burads?... Adam hızla arkasını döndü. O za- man yüzyüze geldiler. İkisi de şaşırdı. lar. Çünkü biribirlerini tanıyorlardı. Gecenin bu saatinde Sabahatın evine gelen genç ve yakışıklı adam İrfandı. Fakat Sabahatın bu eski bir Yunan heykeli kadar güzel delikanlı ile böyle gece yarısı kendisini ziyaret edecek kadar büyük bir samimiyeti yoktu. Güzel dul, genç adamla uzun bir vapur yolculuğunda tanışmıştı. Vapurun ba- rinda beraber dansetmişler, güzel yaz gecelerinde güvertede mehtabı seyret- mişler, vapurun uğradığı evleri bembe- yaz, sokakları dapdaracık Afrika şehir. lerinde beraber dolaşmışlardı. * Vakın İrfan Sabahale çok şiirli ke- Bimeler söylemişti, Genç Kadın onu din. erken başının döndüğünü hissetmişti, Sabahat kendisini büyük çılgınlıklara « sürükliyecek yeni bir maceraya sürük- lenmemeğe karar vermişti, Seyahatin #on günlerinde İrfandan dalma kaçmış, İstanbula döndükten sonra da artik onu hiç görmemişti. Bu vakanın üs- tünden tamam iki sene geçmişti. Şimdi nasıl oluyordu da İrfan böyle elini ko- Tunu sallıya sallıya, hem de gecenin bu saatinde onun evine geliyordu? İçeri. ye nasıl girmişti? İrfan aşağı taşlıkta şaşkın şaşkın: — Siz... Siz ha... Burada?... diyor- du. Sabahat merdivenin üstünde: — Ya siz... Siz burada nasıl bulunu- yorsunuz? İrfan sordu: — Sacide yok mu? Sabahat evvelâ anlamadı. Sonra ak- ına geldi. İrfan kendisinden evvel bu köşkte oturan güzelliği ve şıklığı ile meşhur Sacideyi soruyordu. Merdiven. den yavaş yavaş aşağı inerken cevap veriyordu: — Sacide buradan çıkalı bir hafta ölüyor... Ben de buranın yeni kiracısı. Yam. İrfan elinde köşkün bir anahtarı hâ- 1â şaşkın bir vaziyette duruyordu. Ni- hayet delikanlı: -— Affedersiniz, ded!, size vaziyeti izah etmek mecburiyetindeyim. Öyle ya bu saatte evinize giren bir adamın bu hareketini izah etmesi lâzımdır, Sa- cide ile samimi bir arkadaşlığımız var- dı. Hattâ şu, köşkün anahtarını da ba- na kendisi vermişti. Her zaman onu zi- yaret ederdim. Ben bir müddet evvel seyahate çıktım. Mütemadiyen dolaş. tığım, hiç bir yerde durmadığım için muayyen bir adresim yoktu. Ondan mektup alamıyordum. Bunun İçin bu- Tadan çıktığını bilmiyorum. Bugün İs- tanbula geldim, Ona bir sürpriz yap- mak için vapura atladım buraya gel- dim. Seyahate çıkarken yanımda ka- lan bu anahtarla kapıyı açtım... Fa- kat... — Sacide yerine karşınızda beni bul- dunuz değil mi? — Affedersiniz, sizi rahatsız ettim. Müsaadenizi rica ederim. Maamafih si- zi bir kere daha gördüğüme çok mem- nunum İrfan ıslak pardesüsünü aldı. Kapıyı açtı. Yağmur müthiş surette yağıyordu. — Ne yağmur!... dedi, affedersiniz İstanbula vapur var mı acaba... Sabahat: — Hayır... dedi, son vapur gitti... İrfan şaşkın: — Peki buralarda otel var mı?,. Ben burada kimseyi tanımıyorum. — Burada otel filân yoktur. Açık kapının önünde, şakır şakır ya- Zan yağmura bakarak susuyorlardı. Şimdi ne olacaktı? Son vapur gitmiş!.. Otel yok!... Tanıdık yok!... Şakır şakir yağan müthiş bir yağmur ve fırtına... Üstelik İrfan yağmurdan Islanmış ök- mağazasıdır. sürüyor... man AAA AARA ARAR AAA RARA A Nihayet Sabahat: — Canım, dedi, bu kadar zaman ar» kadaşlığımız var. Hattâ birbirimizi «İrfan», «Sabahat» diye sadece isim. lerimizle çağırdığımız bile oldu. Sokak» ta yağmurun altında yatacak değilsi- niz ya... Hem bakınız pek öksürüyor- sunuz... Fena ıslanmışsınız... Köşk bü- yük... Geceyi burada geçirirsiniz... Ben de zaten korkuyordum. Bana bekçilik edersiniz... Yukarıya çıkarlarken İrfan teşek- kür ediyor, Sabahat alaycı bir tavırla: — Ne çare ki Sacide yok... diyordu. Bir müddet karşılıklı oturdular. Isın- sın diye Sabahat İrfana bir konyak ik- ram etti, Beraber yaptıkları tatlı seya- hatten bahsettiler. «Lâf lâfı açar» der- ler, saatler de biribirini kovaladı. Ara- arındaki eski samimiyet eskisinden dâ- ha kuvvetli bir tarzda tekrar döndü... Dışarıda perde perde gün ağarırken Sabahat İrfana: — Doğru söyle yezid... Sacideyi çok mu seviyordun? Eğer sevmeseydin bu yağmurda buralara kadar gelir miy- din?... diyordu... Hikmet Feridun Es | BULMACAMIZ di 10 “6 Boldan sağa? 1 — Bir memleketin eşrafından olan. 2 — Şimnedifer. 3 — Kuvvetli kanaat besliyen. 4 — Tersi değe olur - Fazla, 5 — Takım - İhtiyar, 8 — Samsun havalisinde bir kasaba - Dansıl gece eğlentisi. 7 — Ayının meskeni - En az. 8 — İstikbal - Sonuna «L, konursa ta- mamlama Olur. 9 — Mecnun - Akıl, 10 — Köpek yavrusu - Büyük. Yukarıdan aşağı: 1 — Sık sik. 2 — Yersiz yurdsux - Genişli, 3 — Uydurma sözler - Yüksek. 4 — Tersi bir meyva olur - Ameli. 5 — Bir nevi at sineği - İsyan eden. 6 — Haksızlık - Ümid et, 7 — Fazlaca - Sebeb. 8 — Büyükadada bir kır gazinosu. 9 — Asker - Tulani kesilmiş parça, 10 — Rakam, - Bayağı Geçen bulmacamızım halli Soldan sağa: 1 — Boyluboslu, 2 — Ey, Aliye, 3 — Ram, Alarga, 4 — İlim, Atl, 5 — Ahm, Apra, & — Âh, Aanı, 7 — Natamam, Na, 8 — Üs, Limon, 9 — Çalı, Adak, 10 — Ni- çe, Asli, Yukardan aşağı: 1 — Beri, Onüç, 2 — Oyala, Asan, 3 — Milât, Li, 4 — La, Mibalıç, 5 — Ula, Mi, 6 — Bili, Kama, 7 — Oya, Moda, 8 — Serapa, Nas, 9 — Giran, KI, 10 — Ufa- lamak. KÜÇÜK İLÂN : okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! * İZMİR ve mülhakatı için AKŞAM gaze tesinin tevzi yeri münhasıran İz- mirde İkinci Beyler sokak 52 nu- marada Hamdi Bekir Gürsoylar * NEVROZIN Baş, Diş, Nezle, Grip Komatizma Nevralji, kırıklık ve bütünağrılarınızı derhal keser. HAJAI NASS icabında günde 3 kaşe alınabilir. MARAŞ MAYAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli 'Tefrika No. 148 Hacer gölün kıyısında konakladı ve gece yarısı karşı sahildeki düşman karargâhına bir casus gönderdi Kiveli, korsan Halilin bu kadar kolay mağlüb olacağını sanmıyordu. O, Halilin yaralandığını Selimden öğ- Tenmişti. Selim, çoktanberi peşinden koştü- ğu Bizans dilberini bu kadar kolay elde edeceğini ummuyordu. Şimdi, kendisinin çekindiği bir nokta var. dı: Yarm Hacer dönerse, ve relsler bir araya toplanıp ta kendisinden Halilin hesabını sorarlarsa, ne cevab verecekti? Yol kısa iken yelkenleri şişirip kaç- mak ta mümkündü. Fakat, Selimin henüz tatmin edilmemiş başka emel- leri de verdı: Selim Karvan, Haceri de ortadan kaldırıp, birleşik korsan donanmasına baş olmak istiyordu. Ve bunun için - ne pahasına olursa ol- sun - Bizans önlerinde kalmağa ka- Tar vermişti, Selim (Şeytan) ı Hacerin yanına bu maksadla gönderdiği için, bu eme- linin tahakkuku edeceğinden de emin bulunuyordu. — Şeytan, abdalın biridir. Sözün- de durur, Haceri gebertir.. diyordu. Şeytanın bir yılan tarafından bo- ğulup öldürüldüğünden Selimin he- nüz haberi yoktu. a * Kiveli, o akşam, talihine boyun eğerek, (Ugurlu gemi) den kaçırıı. dığında hiç te kederlenmemişti — Talihim beni nereye sürükler- se, oraya gideceğim. Diyordu. Selim, kamarasında uzanmış ve sevgilisinin başını göğsüne dayıyarak şarab içmeğe başlamıştı. Kiveli bir aralık korsana sordu: — Siz neden Romanos kapısına gitmediniz? Selim dişlerini göstererek güldü: — Senin için, yavrum! Seni kaçır- mak için fırsat beklemiştim. — Benl seviyor muydunuz? Yok- sa öleki korsanlara kaptırmamak için mi aldınız? — Seviyorum... Ve senin başkala- rının koynunda yattığına tahammül edemiyordum. — Ben, Necib öldükten sonra, hiç kimsenin koynunda yatmadım. — Bugün yatmıyordun. Fakat, ya- rm yatacaktın! Halil seni kaçırsay- dı, onun koynuna girecek değil miy- din? — Belki de girmezdim. — Elinde değildi. Sen korsanlarla uğraşabilir misin? Hele bak şu in- cecik bileklerine, Kiveli şarab kadehini Selimin ağ- zına uzatlı: — Sizin dininizde şarab içmek gü- nah değil mi? Selim gülerek şarab kadehini aldı: — İnsanların işlediği günahlar yâ- nında, şarab içmek âdeta seveb olu- yor. Allah affetsin bizi... O gece gemide derin bir sessizlik vardı. Korsanlar uykuya dalmışlar- dı. Güvertede palalı nöbetçiler dolâ- şıyordu. Deniz üstünde dolaşan bir şalüpe, belliydi ki, Hacerden yeni bir ha- ber getirmişti... Bu küçük kayık her gemiye yanaşıp biraz durduktan son- ra tekrar ayrılıyordu. Gecenin korkunç karanlığı ortalı- ğı sardığı zaman, Kivlel hem şarab içiyor, hem de Selimin âkibetini dü- şünüyordu. Bizahıslı falcnm dedikleri birer birer tahakkuk ediyor. Acaba Selim nasıl ve ne zaman ölecek? Ben kimin eline düşeceğim? Arab korsanları beni Arabistana kadar götürebilecek- ler mi? Yoksa ben de (İris) gibi, kor- sanların elinden yakamı kurtaracak- mıyım? cer, uzaktan gelen düş- manı herkesten önce gördü. Mücahidler yola düzüldükten son- ra, dört saat hiç durmadan yürü- düler. Santiros (şimdiki Çekmece gö- Jü) civarına geldikleri zaman gü- neş batmak üzere idi. Gemel burada konaklıyalım (demişti. Mücahidlere dur emri verildi. Herkes yiyecekleri. ni yiyip istirahate çekildi. i Geceyi bu güzel ve şirin gölün etrafında geçireceklerdi. Hacer, Gemel ile konuşurken, gö- Jün karşı kıyısında bir takım gölge- ler gördü. — Düşmanın baskınına uğramak- | tan korkuyorum, Gemel! Dedi. Mü- cahidlerin uyanık bulunması daha hayırlı olacak. Gemel, Hâcerin sözlerine gülmek- le cevab verdi: — Mücahidler bu gece istirahat etmezlerse, yarın yola devam cde- meyiz. Hacer karşi sahildeki - mütemadi hareket halinde bulunan - gölgeleri gösterdi: — Düşmanın bize pusu kurduğu- hu sanıyorum. — Hangi düşman, Sili? Gecenin zulmeti içinde hiç kimsenin güöreme- diği düşmanı yalnız senin gözlerin mi görebiliyor? Hacer hiddetlendi: — Sizin gözleriniz, benim gisi lerimi göremiyorsa, kabahat de mi, siz de mi? j — Yanılıyorsun, Sitti! Muharib- i leri birakalım da uyusunlar... Zaten aramızda koskoca bir göl var. Ka- ranlıklar ortalığı sarmış. Ne biz ora- ya gidebiliriz, nede onlar bizim tarafa geçebilir. Telâşa lüzum yok- tur. Nöbetçilerimiz bile uyusalar, ufak bir tehlike düşünmek mâna sızdır. Hacerin gözleri uzağı görüyordu. | Gölün kaşık sapına benziyen dar kısmı sığlık olduğundan, düşmanın buradan yürüyerek geçmesi ihtimali Hacerin uykusunu kaçırıyordu. Korsanlar: — Düşman göklen inecek değil ya. Rahatımızı bözmayın da şu 86 rin sahilde uyuyalım ve dinlenelim. Diyorlardı. Hacer sahile nöbetçiler ti... Mücahidler uykuya daldılar. Nöbetçiler de nöbetle dolaşıp, iki saat sonra onlar da uyuyacaklar, yerle. rini başkalarına bırakacaklardı. Hacer bir gece öce uyuduğu için, O gece uyanık kalmağa azmetmişti. Gerçekten gülün karşı yakasında | kimseler var mıydı? Trakyadan hareket eden yardımcı kuvetler acaba orada mı konakia- 1? Hacer, çok iyi yüzmek bilen kor- sanlardan birini oraya göndermeğe . kara verdi, korsanı çağırdı: — Sana, babamın biricik halırası olan kolumdaki şu altın bileziği ve- receğim, dedi, gölde yüzerek karşı” yakaya gidebilir misin? Korsan, Hacerin dizlerine kapandı: — Altın bileziğe lüzum yok, Sitti! dedi. Siz emredin, ben ateşe atik. maktan çekinmedim, Fakat, gölün öte tarafında ne yapacağım? — Benim göstereceğim doğruluk- tan yüzerek gideceksin ve karşı ya- kada düşmanın konaklayıp konuk. Jamadığını, öğreneceksin! İ — Bundan kolay ne var, S'tti? Hava zaten çok sıcak... Suda vücu- düm de biraz serinlemiş olur. He. men şimdi soyunup suya atlıyayım m? — Hayır. Önce şu hediyemi al, on- dan sonra suya atla! Hacer, bileğindeki altın bileziği | çıkarıp uzattı. Korsan tekrar Hacerin önünde ye- Te kapandı ve dizlerini öperek yals vardı: — Babanızın son ve biricik hatıra” sını kolunuzda saklayın, Sitti! Ben, © gözü tok bir insanım. Bu cihada iş tirak ederken, hiç bir şey bekleme. Arab derizcisinin. sözleri Haceri müteessir etti. Korsanı omuzların»! dan tutup kaldırdı. — Allah bizimle beraberdir. Yur». duna muzafler olarak döneceksin! dedi. (Arkası viii 1

Bu sayıdan diğer sayfalar: