5 Aralık 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

5 Aralık 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

$ Kânunuevvel 1938 ANKARA AKŞAM Refik Halld gre: Hünkâr beğendi bahsi — Suriyeden gelen agel ve kefiye, Suriyeye giden altın ve gümüş — Mevsimin ilk yağmuru Yeni evim eskisinden çok ferah, | çok temiz, mükemmel döşeli bir ko- nak yavrusuydu. Fakat su ile yiye- cek te bulunsa. Eski evdeki pansi- yon sahibi kadından uzak düşüş be- nim için yerine konmaz bir yoksul- Yuk oluyordu. Ona âşık mıydım? Akça pakça bir madama mıydı? Oda- ma girip çıkarken arkadan yuvar. Jak kalçalarının ahengini, önden t0- Parlak göğsünün mimarisini seyir. den mi zevk duyuyor, gözlerinden mi fham alıyordum? N Karakuru, yaşlıbaşlı bir kadındı. O halde ben, marazi aşka düşmüş, perversion, ehli olmalıydım, çirkin. den, ellilikten heyecana geliyordum... Bilemediniz, hemen şerre yorma- yırız: Bu kadın emsalsiz yemek pişi- 'riyordu. İlle bir hünkâr beğendi ya- pardı... Bunu hatıralarım bir s8- “hifesine (az dahâ, eski dil alışıklığı, altın hurufla... diyecektim!) sena ile kaydetmek borcumdur, Patlıcanı «ze döğe kaymak beyazlığına ve lez- zetine getiren, ete misli bulunmaz bir çeşmi verebilen bu duduyu rahmetle anmağa mecburum. Biçarenin oğlu sürgünde idi, gelini ve dört torunile ne zorluklar içinde yaşıyofdu; zan- nederim kendi yedikleri de ekmekle kavundan ibaretti. Onların hesabına tamtakır olan: mutfaklarında bize hünkâr beğendi pişirmeleri loikmamı boğazımda bıraktıracak kadar hüz- nüme dokunurdu. Fakat kâfir ahçı kadın © derece ilik gibi pişirirdi ki lokmanın bo- gazda kalmasına imkân bırakmazdı; teessür, falan dinlemez, kayar, gi- derdi! Se Cemal paşanm Anadoluya, Suriye ve Lübnanlıları tehcir etmesi de ay- ni seneye rasgelir. Allah rahmet et- sin, paşa elimizdeki avucumuzdaki altınları Arab illerine çeker, yerine dili dilimize, huyu huyumuza uy- maz, bürneslu maşlahlı sıcak iklib mahlükatı yollardı. Bu, çok acayip bir politika tüccar- ığıydı, top attıracak bir Kesabsız ti- caret... Hacılar, hocalar, şeyhler ve kefiyeli beyler, nihayet yurdlarına döndüler, altınlarımız ise orada kaldı, bir müddet için ikamet tezkeresi al- dılar, Suriyeye misilsiz bir refah ver- diler. Son senelere kadar, biz, Halebde altın Jlralarımızla, gümüş mecidiye ve çeyreklerimizle alışveriş ederdik. Sonunda madeni Osmanlı sikkesi pi- yasadan çekildi; Fransız tabiiyetine girip (Fransa bankası) na yerleşti. Metropol Fransa onları da sömürü» vermişti! Altınlarımıza karşı Anadoluya yol- lanan yabancı adamlar, Ankarada çarşı pazar, afal afal dolaşırlar, çet- refil Türkçeleriyle meram anlatmağa çabalarlardı. İnsan alnının kara ya- zısım bilir mi hiç? Ben de bir gün gelip onların içine düşeceğimi ak- hmdan geçirmezdim. Yangından sonra hükümet bu 20- raki misafirleri kafile kafile kazala- ra dağıtıyordu. Keskin'e yollanacak insan katarı arasında Fransuva Huri adında Lübnanlı bir gazete muhabi- ri de varmış; meslekdaş olduğumu Işitmiş, gelip beni buldu. Hoş, beş et- tik. Zavalı korkudan boğuluyor, Keskin'e gönderilmeklen kesilmeğe gidecekmiş gibi ürküyordu. (Sonra- dan öğrendim, Arabcada bıçağa sek- kin derlermiş... Keskin'e çok benzi- yen bir kelime! Nasıl ürkmesin?) TTesellide kusur etmedim. Fakat sadece kuru teselli bir yar- dım sayılmazdı. Kezki; Jandarma kumandanını Çorum'dan tanıdığım #çin mösyö Huri'nin eline parlak bir tavsiye mektubu verdim, tesirine Inanmamakla beraber... Aldı, ferah- İndi, gitti. Gel zaman, git zaman talih beni Beyrut'a düşürmesin mi? Göliştmi gazetelerden öğrenen - sabık muhacir otelime xoşup geldi, sevincine hudud Ya bey, “dedi - fburadaki bey'i, Arab şivesile, beyk gibi okuyabilirsi- niz) verdiğiniz tavsiye sayesinde Keskin'de gül gibi yaşadım. Kuman- dan mektubunuzu okur okumaz yâl- nız beni değil, benimle gelenleri de tevkifhane * avlusundan kendi odası- na aldı, kahveler ikrâm etti, evler buldu. Size minnettarlığımı bildir. meğe geldim. Yazık ki Lübnan cebellerinde otur- duğumuz köyler birbirine çok uzaktı, sık konuşamadık. Öyle olmakla be- raber adamcağız arar, sorardı. Bir kaç kere de gelmiş, evde bulamamış, bir defasında da aylarca yendiği hâlde (o bitiremediğimiz &o mikdarda Bahsali adındaki meşhur Beyrut tat- lısından bol fıstıklı baklavalar geti- rip bırakmıştı. Yaşarsak Suriye ahbablariyle de bakalım, yarın, nerelerde ve şekiller- de buluşacağız? Şeytan kulağına kurşun! Bir gün, pencerenin önünde du- ran toprak testinin suyunu, yazdan- beri ilk defâ olarak, serin buldum; kumlu, kireçli olmasına aldırmıyarak kana kana, lezzetle içtim ve düşün- düm: Sonbahara girmiştik, kış geli- yordu. Toprak testiler yaz mevsiminin geçtiğini en evvel duyarlar. Güneş gökte daha yakıcı, hava bunaltıcı, hattâ geceler bile sıcak iken bir gün, bir saat gelir ki testilerde sular 8€- rinleşir. Bunu bulutlar, ilk sağanak- lar, derken yağmurlar, rüzgârlarla, güz ve kış takib eder. Bir mevsimden diğerine girdiğimiz © günlerde İstanbulu sık hatırlama- ğa başlamıştım. Gurbette böyle olur, mevsimleri atlarken insan memleke- tini fazla düşünür, fazla özler. Hu- suüsile yazdan kışa girerken ilk dö. külen yağmurun yurd dışında pek hüzünlü bir tesiri vardır: Alıştığınız &v, oda, sokak; sevdiğiniz kadın, ç0- | cuk, dost için birdenbire yüreği yö» kan bir sızı, bir hasret duyarsınız. Hattâ bunlar arasında çoktanberi hiç düşünmedikleriniz bile hatıra- nızda canlanır ve kendilerini size Öz- letir: İhtiyar dadınız, emekdar bir uşak, her sabah kapınızı çalan süt- çü, her gün cigaranızı aldığınız tü- tüncü... Başınızı o gurbet diyarında, alışamadığınız odanın penceresine dayar, dişanya bakarsınız. Alnınız sıcaktır, cam soğuktur; halbuki se- dece alnınız ılık, cam serindir. Mevsimin İlk yağmuru iri, badem biçiminde yabancı bir halkın üzeri- ne ağır ağır dökülürken yaşınız kaç olursa olsun ruhunuzu bir öksüz çocuk melâli kaplar; yalnızlığınızı açıkta, dağda, çıplak kalmış kadar duyarsınız. Islarian damlar ve yol- larla beraber sizde de, ruhunuzda ve şeklinizde de bir 1s) hali var- dır: Kış gecesini ilk defa, dışarıda, açıkta, mıyavlıyarak geçirmiş kedi yavrusu kadar benliğiniz yaş, titrek, yorgun ve şansızdır, Maamafih ilk yağmurlar, kendi memleketinizde de olsa, gene hüzün verir: Candan alâkalı olduğunuz bir mezar varsa, bir ana, evlâd, seygili mezarı, derhal mermerin veya top- rağın üzerine dökülen ilk damlaları düşünür, damlaların toprakta emili- şini, mermerde kırılışını görürsünüz. İlk yağmurların acı hatırası ben- de gece yatısı mektebiyle başlamış- tır: Yaz tatilinden sonra mekteb açi- kırdı, günlük güneşlik bir günde... Bir kaç hafta geçer geçmez hava bu- lutlanır, mevsimin birinci yağmuru hazin hazin serpilir, koca mektebi yaş ve loşluk basardı. O zaman mi- nimini ruhum evimin, anamın has- retinden füturla dolar, başımı sıraya dayar, köşkteki havuzun üstüne bu iik damlaların nasıl düştüğünü, na- sıl kabarçıklar yaptığını düşünür, | Koğamma bir hıçkırığın tıkandığını duyardım. Ben çok içli bir çocuktum. Sonra da içli bir adam olarak kaldım. Fa- kat hüznümü neşe yaldızına sarma- ğı bir haysiyet meselesi bilmiş, bu- En bü yük iptilâ: Tütün Para ile tedarik edilemiyen birçok şeyler tütünle elde ediliyor Barselona giden bir Fransız gazeteci: “ Bir paket sigara ile bütün Barselonu satın alabilirsiniz,, diyor Keyifli bir sigara içiş Tütün tiryakiliği başka hiçbir şeye benzemez. Günde kırk elli sigara iç- meğe alışmış olanlar birdenbire tü- tübden mahrum kalırlarsa dünya göz- lerine zindan kesilir. Yemek içmek, aramazlar, tütünün derdile defi diva- ne olurlar. hal tütün bulunmadığı zaman- larda çok görülmüştür. Muhâsara al- tında bulunan bir kalede tütün bula- mayan askerlerin çabuk kuvvetten düştükleri, şevklerini, neşelerini, mu- kavemet kuvvetlerini kaybettikleri bir çok defalar kaydedilmiştir. Fazla tir. yaki olanlar ağaç yapraklarını kuru. tarak tütün gibi içmek ve kendilerini aldatmak suretile ancak ayakta dura- bilmişlerdir. Umumi harpte, tütün azlığı yüzün- den, birçok memleketler büyük sıkın- tılar çekmişlerdir. Bu sıkıntı bilhassa Avusturyada çok şiddetli idi. O za- manlar Viyanada en adi cinsten gün- de iki sigara alabilmek için sabah ka- ranlığında tevzi mahalli önüne gele- rek saatlerce sıra beklemek Jâzımdı. Viyanada tütün, bilhassa iyi cins tü- tün ekmekten kıymetli idi. Tütünle her şeyi tedarik etmek kabildi. Umu- mi harbin sonlarına doğru bir müd- det Viyanada kalan bir zat şu iki ga- rip vakayı anlatmıştır: — İstanbuldan Viyanaya giderken yanımâ fazlaca sigara almıştım. Bu sigaralar, o zamanın en iyi tütünü olan Aliyülâlâ cinsindendi. Bir gün ağzımda bir sigara olduğu halde soka- ğa çıkım. Bir müddet meşhur Ring caddesiride yürüdüm. Bir aralık ar- kamdan birçok kimselerin geldiğine dikkat ettim. Acaba her nedense şüp- helenerek beni takip mi ediyorlardı?.. Merakla bir mağazanın önünde dur- dum. Arkadan gelen kalabalık da durdu. Şöyle bir baktım; içlerinde bir çok kadınlar da bulunduğunu gör- düm. Takip filân gibi bir şeyin mev. zuubahs olmadığını anladım. Şu hal de bu kalabalık benden ne istiyor. | du. EKER EEE EEE) nu da yapabilmişimdir. İçliliğimi ga- kal gibi yüzümde uzatmağı sevmem, Bu işte de neşe (Jilet) ine müracaat bir terbiye kaldesidir! p (Arkası var) Düşünürken en büyük dost Bunu düşünürken sigaramın üçte ikisini içtiğimi gördüm ve kalan kısmı yere attım. Derhal o temiz kıyafetli insanlardan birkaçı izmarite hücum etti. O zaman bunların sigara tirya- kileri olduğunu anladım. Si çıkan dumanların kokusunu kokla- mak için beni takip etmişler... Kendi- lerine acıdım, yanımdaki sigaraları - hepsine yetişmiyeceği için - ortadan ikiye bölerek dağittım. Görseniz ne memnun oldular, ne kadar sevindi. ler... Şık kadınlar, kendilerine sanki tek taş birer yüzük, yahut kıymetli bir elmas hediye etmişim gibi mem- nun oldular, birçok teşekkür ettiler!.. Yiyanadan İslanbula geleceğim za- man yer tutmak için yataklı vagon “ idaresine gitmiştim. Bana bilet vere- cek olan gişenin memuru içeriye Ami. rinin yanına gitmiş: «Bir iki dakika bekleyin» dediler. Bir sigara yaktım, gişenin önünde durdum. PFilhakika iki dakika geçmeden memur geldi. Benimle konuşmağa başladı. İlk sözü şu oldu: — Balkan treninde beş müttefik devlet (Türkiye, Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan) için altışar yatak ayrılmıştır. Bu yatakları her memleketin sefaretindeki ataşemili- terler tevzi ederler. Biz, onların işan İ | i üzerine parasını alır, bileti veririz. — Şu halde ben de bizim ataşemi- litire müracaat edeyim... — Evet, fakat bir dakika durunuz. Durdum. Memur, derin bir nefes çe kerek sigaramdan çikan dumanı kok- ladıktan sonra: — Sigaranız ne güzel kokuyor.. de di. — Evet.. Halis Türk tütünüdür. — Belli, belli... — Müsaade ederseniz size birkaç tane takdim edeyim. — Yoo, sisi bu güzel tütünden mah- rum etmek istemedim. z — Zararı yok, ben esasen tiryaki değilim. Sonra memlekete gidiyorum. İstanbulda tütün boldur. Bunu söylerken cebimdeki kutuyu çıkardım, içinde kalmış olan sekiz si- garayı uzattım. Memur kısa bir tered- düt geçirdi: — Nasıl olur?... dedi. — Ahn canım alın. bir şey değil Israrım üzerine adeta elleri titriye- rek aldı, ihtimamla cebine yerleştirdi. Selâm verip gişenin önünden avrila- cağım sırada: — Durunuz, dutünüz.. dedi ve def- ter çıkardı. Deftere baktıktan sonra şu sözleri ilâve etti: — Sefarete kadar zahmet etmenize hacet yok. Sizin ataşemiliter birkaç gün için Galiçyaya gitti. Bütün yerler evvelceden tutuldu. Şimdi, yataklı vagon istiyenler hep bekliyorlar.. Ben başka bir yol buldum. Beş müttefik için ayrılan altaşar yerden başka çok hatırı sayılanlara verilmek Üzere yâ- taklı vagon idaresine iki yer birak'l. mıştır. Bunları size vereceğim. Siz- den daha ziyade hatırı sayılır kimse mi bulacağız... - Adamcağıza teşekkür ettim, iki ya- taklı vagon biletini aldım. Sekiz siga- ra beni büyük bir külfetten kurtardı, birçok paranın göremiyeceği İşi gör- dü. Ehemmiyetli “. Paris Soir gazetesi son nüshaların- dan birinde buna benzer bir iki vaka yazıyor. Gazetenin Barselona gönder diği muharrir diyor ki: — Barselonda yiyecek azdır. Fakat balk şikâyetçi değildir, Verilen bir parça siyah ekmek, biraz patatesle karnını doyuruyor. En çok şikâyet tü- tünsüzlüktendir. Barselonda hemen biç tütün kalmamıştır. Sigara, ancak hariçten gelenlerde bulunuyor. İspanya hududundan içeri girdik- ten sonra bindiğim otobüste bir siga- ra yaktım. Bütün yolcuların çehresi değişti. Kimisi gözlerini kapayarak, başımı arkaya dayatarak (kendinden geçti. Kimisi ağzını burunu oynat. mağa, garip garip hareketler yapma- ğa başladı. - Bu manzara karşısında ayaklarım suya erdi. Herkese bir siga- ra verdim. Ancak o sayede sigaramı rahatça içebildim. Barselona gelince, tiryakileri tütün- şüzlükten ne yapacaklarını bilmez bir halde buldum. Tütün altından kıy- metli bir vasıtası olmuş. Yumun. ta, , tavuk, ayakkabı gibi şeyler ortalıkta tütün bunları gizlendikleri yerlerden çıkarı. yor. Altınla bulunmayan şeyler tü. tün le tedarik ediliyor. Barlarda İspanyol senorli evvelce çiçek atılırdı. Şimdi en iltifat bir tek sigara atmaktır, bunu tehaltikle alıyor ve göğsünde “saklıyor!. Bir gece bir İngiliz sahneye yirmi sigaralık bir paket atınca herkes he- yecandan ayağa kalktı. Bu tomar İngiliz Wrası atılsa bu kadar büyük tesir yapamazdı... İlk gün görüştüklerim: Bir paket sigara ile bü Barselonu satın âlâ bilirsiniz« demişlerdi. Birkaç gün kal. dıktan sonra bunun doğru olduğuna ben de kanaat getirdim.»

Bu sayıdan diğer sayfalar: