27 Şubat 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

27 Şubat 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hiç de müteassıp bir aile değillerdi. Fakat çok eskiden kalmış garip bir adetleri vardı, Uzun yıllardanberi bü- yük bir konakta otururlardı. Kendile- rine çok misafir gelirdi. Misafirler ka- dınlı, erkekli ayrı ayrı otururlardı. Evin babası bay Nahid kalender, boşsohbet bir adamdı. Sofrası daima Derkese açıktı, En büyük zevki ak- şamları arkadaşlarını, tanıdıklarını, toplamak onlarla öteden beriden ko- nuşmaktı. Misafirler kadınlı erkekli konağa gelirlerdi. Kadınlar da Nahidin karı- sının bâyan Haticenin etrafında top- lanırlar, Tatlı tatlı konuşurlardı. Bir akşam Nahid kadınların top. landıkları salonun önünden geçerken içeride konuşulan bazı sözlere kulak misafiri oldu. Hararetli bir dediko- du bahsi ayuka çıktı. Nahid durdu. Onları bir müddet dinledi. Sonra gülümsedi. Kendi ken- dine: «Yine dedikodu, yine dedikodu!..» diye murıldandı, O akşam misafirler dağıldıktan son- ra Nahid karısı Haticeye: — Yahu, dedi, bir saat evvel sizin oturduğunuz salonun önünden ge çiyordum. İçeride konuştuklarınız küs Jağıma çalındı. Mütemadiyen dediko- du yapıyorsunuz. Kuzum siz dediko- dudan başka bir şey bilmez misiniz? Bir araya gelince hep dedikoduya dair şeyler mi konuşursunuz? Hatice gülümsiyerek kocasına sor- p Peki... Başka ne konuşalım? Nahid karısının bu sözlerine şaşmış gibi Haticenin yüzüne baktı: — Canım, dedi, lâkırdı kıtlığına kı- zan mı girdi? Söz mevzuu tükenmedi — Sanki siz erkekler bir araya top- Jandığınız zaman neler konuşur, ne lerden bahsedersiniz? Nahid dudak büktü: — Çovok... Birçok fikir sanat mese- elerinden obahsederiz. Edebiyattan bahsederiz. Yüksek musiki meselele. #inden bahsederiz. Derin felsefelerden bahsederiz, İçtimai, iktasadi işlerden bahsederiz. Politika üzerine konuşu» ruz. Dünya siyâsetinden uzun uzun 'bahsederiz. Derken efendim içimiz- den biri büyük bir şairin bir mısraı söyler... Hemen bir başkası ona muka- bele eder. Böylelikle ortaya bir «Ziya- feti edebiye» çıkar. Bir aralık birisi meclise bir felsefe suali sorar. Bunun hakkında herkes fikrini söyler. Niçe- den «Hayyam» a, Mevlâna Celâleddini Rumiye kadar bahis derinleşir. Bizim toplantılarımız adeta bir akademi mâ- hiyetindedir. Biz de böyle yapsanıza... Fikirden, sanâttan, felsefeden, iktısadiyattan, edebiyattan bahsetsenize... Kocasını dinlerken bayan Hatice- min uykusu gelmişti. Esneye esmeye yatak odasının yolunu tuttu. . Aradan bir müddet geçmişti. Vazi- yette hiçbir değişiklik yoktu. Yine her akşam erkekler bir taraf- ta, kadınlar öteki tarafta toplanıyor- Jardı. Lâkin her dedikodu faslı açıldıkça bayan Haticenin aklına kocasının kendisine söyledikleri geliyor, Nahi- din: — Siz de bizim gibi yapsanıza... Biz birçok fikir, sanat, edebiyat, felsefe, musiki meseleleri etrafında konuşuyo- Tuz. Toplantılarımız adeta bir akade- mi mahiyetindedir... sözleri kulağın- da çınlıyordu. Bir akşam arkadaşları yeni ve taze bir dedikodu ile meşgullerken Hatice bir şey almak için salondan dışarı çıkmıştı, Bir aralık kocasile arkadaş- larının oturdukları salonun önünden geçiyordu. Birdenbire Haticenin ak- hna kocasının ve arkadaşlarının ko- nuştuklarını dinlemek geldi. Zaten ne zamandanberi onların konuşmala. rini merak edip duruyordu. Yüksek fikir ve sanat işlerinden, derin felse. fe meselelerinden, yüksek politika- dan, karışık dünya siyasetinden, İnce ©debiyat ve herkesi meşgul eden içti- mai mevzulardan kim bilir nasıl bah- #ediyorlardı... Adeta bir akademi ma- hiyetinde olan bu toplantıda konuşu- lan şeyler herhalde meraka değerdi. Salonda toplananlar hep yaşlı başlı Insanlardı, Hatice salonun kapısına kulağım » dayadı. İçeride konuşulan şeyleri din- lemeğe başladı. İçeriden bir ses: — Aman efendim.. diyordu. Çocuk» Tuğumda en büyük zevkim ne idi bilir misinz? Gündeliğimle bir ayva alırdım. Köprüye kadar inerdim. Ayvayı köp- rünün demirlerine vurup kırar, yiye yiye, etraftaki vapurlara bakına ba- kına giderdim. Büyüdükten sonra ay- vaya karşı eski meylim kalmadı. Ge- çenlerde birdenbire canım çekti. 'Tut- tum bir ayva yedim.. Sen misin efen- dim perhiz harici bir şey yiyen.. Bu bir tek ayva midemi bir sıksın... Bir sıksın.. Ertesi güne kadar dayandım. Nihayet baktım ki olmayacak... Bizim tenkiyeye müracaat etmekten başka çare kalmadı... Bu sözleri işiten Hatice hayretler içinde kalmıştı, Bunların derin sanat, felsefe, edebiyat, içtimaiyat ve siya- setle ne alâkası vardı?.. Maamafih kendi kendine: «Belki arada böyle bir söz de geçmiştir. Şim- di o yüksek fikir meselelerinden bah- sederler.» dedi. Beklemeğe başladı. Şimdi içeride bir sakal bahsi açıl mıştı. İhtiyar sakallı bir misafir: — Efendim, diyordu. Dün gece dik. kat ettim. Bu hakikaten hir mesele... Sakah yorgan dahilinde mi bırakmak lâzımdır? Yoksa yorgan haricinde mi? Dün gece düşündüm düşündüm. Bir karar veremedim. Hakikaten mü- him bir mesele: Odadakilerden bazıları: — Sakalı yorgan dahilinde bırak- mak lâzımdır... fikrini ileri sürdüler. Bir kısmı İse: — Hayır yorgan haricinde bırak- mak daha rahattır... diyordu. Nihayet sakalından bahsedilen zat: — Eskiden Mahmut paşa çarşısında sabit sakulı boyaları satılırdı. Şimdi- ki boyalar pek fena... Bundan sonra boğazını pek ziyade seven misafirlerden biri bir yemek bahsi açtı. Bu bahis hemen dallandı, budaklandı. Meşhur lokantalardan, İstanbulun meşhur lokantacılarından konuşmağa başladılar. Biri; — Efendim, diyordu, ben bundan 10-15 sene evvel çarşının Nurosmani- ye cihetinde bir yoğurtlu kebap ye- mşitim. Emin olunuz hâlâ tadı da- mağımdadır, O'ne lezzet, o ne Jeta- tetti., Başka biri atıldı: - Çarşıdan ve lokantadan bahse- dilince aklıma meşhur Mıgırdıç geldi.. Çarşı içinde lokantası olan Mıgırdıçı bilirdiniz değil mi efendim? Birçokla» m bu damın yemeğinden ziyade söz- lerine meftundu. Mıgırdıç da ömür adamdı ya... Hani bazan müşterileri. ni paylardı da... Fakat yemek mese lesine gelince ben vaktile Yemiş ci- hetlerinde bir lokantada bir pilâv ye- miştim... Domatesli pilâr.. Katiyen bunun lezzetini unutamam... Adam ahçı değil adeta pilâv kralı efendim, pilâv kralı... Biri itiraz etti: — Ben pilâvda katiyen domates bulunmasına taraftar değilim. Bu söz mecliste derin akisler uyan. dırdı: — Yooo.. Pilâvın lezzetini veren domatestir.. — Hayır... soğandır!.. ; Pilâva lezzet veren şeyin domates mi, yoksa soğan ım olduğu hararet. li bir münakaşa şeklini almıştı, Bayan Hatice kapımın önünden ay- rıbrken gülümsüyor, kendi kendine: — Ne derin felsefi bahisler amma., diye mırıldanıyordu. Hikmet Feridun Es Pilâvın lezzetini veren m mke İŞ Ğİ mmm a Türkiye Radyodifüzyon Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. 153 Kes 120 Kw. TAG 19714m Isi Kes. 20 Kw. T.A P. 3i70m. MES Kc 20 Kw. ANKARA RADYOSU Pazartesi 27/2/939 TÜRKİYE SAATİLE 12,30: Program, 1235: Türk müziği -Pİ,, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve metso- roloji haberleri, 14,15: Müzik (Neşeli plâklar), 1345 - 14: Konuşma (Kedin saa! Program, 1835: Konuşma (Ce- 18) plâklarla misaller, 19: (Doktorun saati), 19,15; Türk müziği: Fasıl heyeti (enskâr faslı) Celâl Tok- ses, Hakkı Derman, Eşref Kadri, Hasan Gür, Hamdi Tokay, Basri Üfler, 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat borsası (fi- At), 20,15: Türk müziği: 1 - Hicaz peşre- - Bekir ağa - Hicaz beste, 4 - Dede - Hicaz şarkı - Seyri gülşen edelim, 4 » Şevki - Hicaz şarkı - Firakınla zalim ha- rab oldu, 5 - Şevki - Hicaz şarkı - Niçin bülbül figan eyler, 6 - Sadullah ağa - Hicaz semai - Nideyim sahnı çemen, 7 - Ruşen Kam - Taksim, 5 - Rahmi bey - Gül hazin sünbül perişan, 9 - Şevki bey - Ol gonce dihen, 10 - Tanburi âşık Mustafa - Bayati şarkı - Sebeb ne bakmı- yor yârim, 11 - Tanburi âşık Mustafa - Neva şarkı - Muntazır teşrifine . Küme Okuyucuları: oÇülanlar: Vecihe, Reşad Erer, Refik Fersan, Fahire Fersan, Cev- det Çağla, Ruğen Kam, Cevdet Kozan, Kemal Niyazi Seyhun. İdare öden Mesud Cemjl, 21: Memleket saat ayan, 21: Ko- muşma, 21,15; Esham, tahvilât, kabmiyo - nukud borsası (flat), 2130: Müzik (Kü- çük orkestra - Şef: Necip Aşkın) 1 - Paul Lineke - Yeşil vadilerde bir randevu, 2 - Brahms - Macar dansı No, 1-2, 3 - Lui- gini « Mısır balesi, 4 - İtalo Azzoni - Me- lodi, 5 - Löhr - Hülya gecesi (Vals), 6 - Künişehdier - Tirol Entermezzosu, 7 - Hanns Sehmidit - İnciler - Vals, 8 - Rio Gebhardt - Romans - Vlolonsel ve or- kestra için, 9 - Mendelssohn - Sözsüz Romans, 2230: Müzik (Opera aryaları - Pi) , 23: Müzik (Casband - Pl), 2346 » 74: Son ajans haberleri ve yarınki prog- ram, .BULMACAMIZ 5 — Tersi masdar edatıdır - Vakit gös- teren, âlet, 6 — Su - Bir saz âleti - Karadeniz 2 — Fransun Jozefin karisi. 3 — Put - Sonuna «ğe» gelirse ceyaz olur. 4 — Başına «T» gelirse operanın yük- sek sesli erkeği olur - Bir nevi kılıç. 6 — Plân, Canan, Aya, 9 — Çarık, Çıta, 10 — Eken, LAf, Yukardan aşağı: 1 — Paramparça, 2 a rl Re, eni — Leke, 6 — Yalancı, 7 — Eyan, Anaç, 3 — Lan- ne, Yı, 9 — İda, Ata, 10 — Kirlant, Af. RADYOLIN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız TARİHİ TURAKINA Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ ROMAN Tetrika No, 67 —İ Sihirbaz Mi-Ma-Mo, Olgayı saraydan kaçırmağa söz vermişti. Samo bu güzel kadından “ayrılamıyordu — Ne diyorsun? Çato, amcamın âk- rTabasından bir kudınmış öyle mi? — Evet, Onun Çagatay hana men sup olduğunu Timuç'un ağzından da duymuştum. — Babamın ölümünden sonra am- cam da çok yaşamadı, öldü. Babam- dan sonra hanlık sırası onundu. Za- vallı amcam Moğol tahtına oturma» dan gözlerini kapadı. Şimdi Çagatay ilinde onun çocukları at sürüyorlar. Çato oraya sığındıysa, onu amcamın Oğullarından kolayca istiyebilirim. seye anlatma, dedi, Birinden duyaı- sam, öteki gözünü de ben oyarm... anladın m1? * Saray bekçisi gidince, Sungu per- de arkasından çıktı. Keyük, gözdesi- nin gösterdiği bu sadakate karşılık kendisine bir kese allın vererek: — Bana her gün sarayımda olup bitenleri haber vereceksin! dedi. Bu geceden itibaren sen de yanıma ser- bes girip çıkabilirsin! Sungu, efendisinin ayaklarına ka pandı: — Bu vazife ile beni ölümün kucâ- ğına atmış oluyorsunuz! — Niçin?... — Çünkü, haremdeki kadınlar be- ni kıskanacaklar: «Hanın yamnâa serbesçe girip çıkan bu kadını ge bertelim!s diyecekler ve günün birin- de ben de 'Timuç gibi, esrarengiz bir şekilde ölüp gideceğim. — Hakkın yâr... Ben kadınlardan her şey umarım, Sungu! O halde yalnız kapı nöbetçilerime tembih ede- yim. Sen geldikçe, bana sormadan içeri braksınlar. Ve bunu kimseye söylemesinler, Prens Keyük o gece gözdesinin di- zinde uyumuştu. Pi Timuç'un karısı nerede? Keyük han ertesi gün güvendiği zabitlerden birini hâzırlattı. Kendisi- ne Çagatayın oğullarına verilmek üzere bir mektup verdi. Keyük bu mektubunda Çâto'nun Rusyaya gön- derilmesini istiyordu. Bu mektubu alan zabit hemen yo- la çıktı. Çagatay İline gitti. Şi - Ting, Timuçun karısı tarafın- dan öldürüldüğüne inanmıyordu. Ke- yük, ihtiyar komutanına bu haberi kimden öğrendiğini söylemedi. İhtiyar komutan, prenses Mariden çok çekindiği için, Timuçun onun tarafından öldürüldüğüne inanmıştı. Prenses Marinin zekâsını ve çevirdiği entrikaları tanıyan ve bilenlerin onun hakkında bu bükmü vermekte gecikmiyecekleri tabii idi. Şi - Ting: — Timuçun karısı sakin, becerik- siz, kocasına. boyun eğmiş bir kadın- dır, O bu işleri beceremez, diyordu. Oysaki, Çato hiç te ihtiyar komu- tanın tanıdığı gibi sakin, beceriksiz di. Bir çok meselelerde kocasına yar- dım ettiği gibi, çok defa da kocâsile ata binerek dağ, tepe aşmış, yorulk mamış ve yılmamıştı. Keyük, ihtiyar komutanın sözleri- ne sadece şu cevabı verdi: — Çato, Taygut kabilesine men- submuş. Taygut kızları dağda ayıları kendi ellerile vurur ve postlarını kendi ellerile yüzerler ölümden yıl mazlar. $i -'Ting gülerek: — Ben onun Taygutlara mensub olduğunu bilmiyorum, dedi, bu ha. ber gerçek ise, Çato, 'Timuçun postu yüzülecek bir mahlük olmadığını bik Şi « 'Ting, Timuçun karısının Tay- gutlara mensub olduğuna da inana- mwyordu. İhtiyar komutan vaktile Çagataya da hizmet etmiş, Taygut- Jarı, Sarı Oğuz sülâlesini ve Kır At- ları çok yakından tanımıştı. 'Tay- gut kadınları, kocaları için canlarını vermekle tereddüd etmezlerdi. Bir erkek on kadın da alsa, ilk karısı ona gene sadık Kalır, ağzını âçamaz- dı. 'Timuç esasen kadın düşkünü bir erkek değildi... Karısını çok sevdiği de muhakkaktı. Gönül bu ya, Dimit- riyel “şehrinde prenses Mari gibi fet- tan bir Rus kadıniyle karşılaşınca, onu sevmişti.» Çato bunu duyunca kocasını öldürmek için (Saray) şeh- rinden Dimitriyefe nasıl ve niçin git- sindi? O güne kadar ne Uygur, ne Tatar, ne Taygut kadınlarından hiç birinin böyle kıskançlık yüzünden kocasını boğduğu işitilmemişli. Şi - Ting bu hadisede prenses Ma- rinin parmağı olduğuna inanıyordu. — Benim öâdamlarım Dimitriyef civarında Marinin izini arıyorlar; hele biraz daha bekliyelim, diyordu. Zaten araştırmaların sonunu bek- Jemekten başka yapılacak ne vardı? Zindan kapısında bir konuşma... Gece yarısı... Prenses Olganın yat- tığı zindanın nöbetçisi biraz ileride dolaşan bir gölgeye doğru yürüdü: Hayı Herkes uyuyor. EVemi koltuğuma alarâk bu gecede sana sevgilinle konuşmak fırsatını veriyo- rum. Fakat, bü sonuncu olacak. Bu geceden sonra beni nöbete çikarmı- yacaklar. Başı örtülü, sırtına tüylü bir go- cuk giymiş bir Moğol zabiti duvarın dibinden sinerek yürüdü. zindanın kapısına yaklaştı. Nöbetçiye sordu: — Senden de şüphelendiler mi? Hayır, Beni yarın Dimitriyefe gönderiyorlar. — Yerine kim gelecek? — Bilmiyorum. — Ziyan yok. Ben onu da avlamâ- snı bilirim. Sen yolun ağzında do- Jaş. Bir ayak sesi duyarsan, hızhea öksür, İşte o kadar. Nöbetçi ilerledi. Moğol zabiti zindanın demir kapı- sı önünde durdu. * Başını kapının küçük deliğine da- yadı: — Olga.. Olga... Uyuyor musun. Prenses Olga birden yerinden fır- Jadı. Kapıya koştu: — Uyanıklım, Samo! Seni bekli- yordum. Dün gece neden gelme- — Nöbetçi değişmişti. Firsat bu- lamadım. Nasılsın? — Bana cevab vermiyen duvarlar- la konuşmaktan usandım, Samo! Beni ne zaman kurtaracaksın bu me- zardan? — Merak etme “yavrum! Hürriyete kavuşacağın gün yaklaştı. — Mi - Ma - Moyu gördün mü? — Gördüm ve kendisine yalvar- dım. Üç zaman: bekliyeceğimizi söy- ledi, Ya üç gün, yâhut üç hafta... — Bu 2aman-ya üç ay, ya üç yıl ise?... — Hayır, hayır... Belki de üç gün- dür, dedi. Ve dün gece işe başlamıs. Keyükün odasmda bir hayalet şek- Mnde görünmüş. Onu tehdid etmiş. Han, onun gölgesinden çok kork- muş. — Mi - Ma - Monun seni aldatma- sından korkuyorum, Samo! Hanın odasına nasıl girebilmiş?... — Bu sırrı ben bilseydim, Mi - Ma - Mo'ya ihtiyaç kalır mıydı? O yalan söylemez, Olga! Senin zümrüd taşlı bileziğin onun gözlerini kamaş- tırdı. Kendisine: «Olgayı #indandan kurtarırsan, belindeki kemeri altına dolduracağım!» dedim. WVadetti. Se- mi buradan o kurtaracak... — Mi - Ma - Moyu tekrar gör. Ona burada bir gün bile kalmağa taham- mülüm olmadığını söyle, — Onu her gün görüyorum. Fe kat, Mi - Ma - Mo, seni buradan kur- tarırsa, nereye gideceksin, Olga? Ben artık sensiz yaşayamam. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: