20 Mart 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

20 Mart 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

20 Mart 1939 remnii KARACA OĞLAN I Yazan : Refik Halid J bl. yp Kadın bahsinde hususi zevkleri; Karaca Oğlanın kadın bahsinde kendine mahsus zevkleri, meyilleri vardır. Meselâ ben sever, şiirlerinde çok övdüğü şey bendir; kadına bunu pek yakıştırır; esayılmaz benleri bin- den ziyadel> diye mübalâğaya varır. Bir beni var kaşla göz arasında Bir beni de ak göğsünü bendetmiş! Münasip yerde mekân tutmuş ka- ra bir bene baha biçemez. Bu «bir beni var...» manzumesinde öyle bir Ak göğsünün üzerinde Sana bir ben gerek idi! dileğinde bulunur. Şişman sevmez; dolgun kadına rağbet edildiği © devirde, bir köylü için bu, ince bir sevke delâlet etmektedir. Onun be- gendiği vücudler hep ince, endam- hdır; Severim güzel, ince olursa; Boyu uzun, beli ince olursa. <İnce belli, şal kuşaklı gelin» lere daima meftunluğundan bâhsetmek- #edir, Dişlerden bahsederken de bun- Barın yalnız beyaz, sedef gibi olma- sile kanmaz. Dişlerin ufak, ince, siv- ri olmasını da şart koşar. İnci mercan gibi ufak dişinde Tatlı tatlı söyler dili Zeynebin! Yürüyüş güzelliğine, ahengine de | ehemmiyet verir. «Salma salına yü- | rüyen ve keklik gibi seken» dilberler, seyrine doyamadığı hoş şekillerdir. Şair şekil güzelliğine çok düşkündür, Göllerde dolaşak kuguları, havada uçan turnaları, suna ve söğüd gibi narin ve endamlı ağaçları çok çok kul- lanır, bol bol medheder. Şiirlerinde ufak ufak, şirin, canlı porterler, güzel çekil almış resimler vardır. Elinde -tas, kırıta kıta gezinen, oturup halı dokuyan, sabah vakti penceresinin önünde Kuran okuyap, çiçek koklaya koklaya yalaya çıkan, saçlarını ören, şalvarmı sürüyen bir sürü kadın ve kız portreleri... Karaca Oğlanın en güzel ciheti bülün bunlardan bahsederken man- zaraya gül, sümbül, menekşe gibi rayihalar karıştırarak, bal, turunc, şerbet gibi hoş kokulu yiyecek ve içe- çekler sayarak şiirin havasını çiçek- lendirmesi, nazeninleştirmesidir. O, maddi güzelliği gayet iyi anla- mış bir zevk ehlidir. Gözlere sürme- yi yakıştırır; kadın, tuvaletini yap- | mış olmalıdır; şık giyinmelidir; saç- larının taranışına, örülüşüne dikkaf etmelidir. Çiçek takmalıdır ve güzel kokmalıdır. Tatli konuşması da lâ- zımdır. Bunlardan anlıyoruz ki Karaca Oğ- lan önüme çikan rasgele her kadı- na, kadındır diye imrenen, tutulan, Badece dişi arayan bayağı çapkınlar- dan, zendostlardan sayılamaz. Hat tâ şununla, bununla düşüp kalkmağı Adet edinmiş hoppa kadınlardan nef- ret duyar. Onun göze batan bir hususiyeti yars& bu da küçük, körpecik kızlar. dan fazla bahsetmesi, hazzetmesidir: Zeyneb pek küçüktür, halden bilmiyor, Ön eyledim, hiç yanıma gelmiyor. Diye âdeta öfkelendiği sezilen ço- buğu şöyle tarif eder; Bahçesinde mor menekşe bitmemişi Görülüyor ki Zeyneb'in daha göğ- sü dolmamıştır; gönlüne sevgi ve sevdalı konmamıştır; tüyü tüsü bile çıkmamıştır. Türküleri hep böyle körpelerin medhlle doludur, On birinde bir yâr sevdim, Taze açmış güle benzer, On ikide şeker, şerbet, Oğul vermiş bala benzer,» Şairin bu merakını, ille, şehvef- le tefsir etmeyebiliriz o Genç kız lar onun nazarında birer çiçekitr. ve bu cici mahlöklara meftunluğu bir kaç sene sonra kadınlaşacak ol malarındandır. Kız çocukları birer to- murcuk addediyor; onlardan, ya- rın, kadın denen güller açacaktır; Varıp bir kız on yaşına girince, Açılmadık bir tomurcuk gül olur! Kendi tasvirince ve tasavvurunca <on birinde mah yüzüne bakılır, on kızın kahri çekilir; on üçün- ak gül olur, açılır; on beşinde da düşer başına; on altıda yarlar düşüne ..> Bu manzumesini heves etmeyin kocamış kıza» nasihatile bitiriyor, Ufak yaşta bir güzel kızın evlen mek üzere olduğunu işiten şair, tah- ribe uğrayacak bu demetin âdeta yasını tutar, «Yavru kanatlanmış, uçmanın çağıl» diye hayıflandığı bü vakadan: deE il Yavru, turuncun düşüyor | Koynundan haberin var mı? Feryadile sanki dilhundur. Karaca Oğlan daima bekâret, tazelik, temiz- Mik âşığıdır: Bir yayla isterim ill göçmedik, Lüâlesi, #ümbülü, gülü geçmedik, Bir güzel isterim eller değmedik, Koldan kola sarılmış neyleyim? Daima derdi budur: «Hiç el diğ- medik yâr ister özüm!; Baudelaire ve Verlaine gibi düşünmüyordu. Fisku fücur havasını sevmiyordu, ba: | harlı biberli acayip kokuları, yarı | vahşi, yarı lâşe kadmları istemiyor. | du. Şehir batakhanelerinde sürtme- | diğinden - bir bakışa göre - kaba, hö- İ dük kalmıştı; köylü, dağlı gibi düşü- | müyor, duyuyor, öyle yaşıyordu. Fa | kat Karaca Oğlanda hoşa giden şey | bu tabillik, halka benzeyiş, «pastoral» | oluş değil midir? İ Zira bu şair her vasıflan önce köy hayatını, köylü zevkini, köy âdetleri» ni, çobanı ve kırları terennüm et- miş bir sanatikârdır. Kiz ve gelin bahsi: Karaca Oğlan bir manzumesinde bir kız ile bir taze gelini karşı karşı. ! ya koyuyor, evvelâ ikisinin de güzel olduklarını haber verdikten sonra, bunları söyletmeğe başlıyor; kaz: El değmedik bir tanecik arıyım, | Peteklerim mühürlüdür bal ile diye öğnünce gelin buna cevab ve riyor: Gelin der ki kalk gidelim pazara, Uğratalım usul boyu nazara, Baş, on türlü yemiş gelir oraya, Yetkin mi alırlar, yoksa hami mı? O zaman kız bir sürü öğünmeler. de daha bulunuyor ve «yorma gelin, yorma, oğlan benimdir!» diyor. An- laşılıyor ki kavga bir delikanlı, belki de şair üstünedir, Gelin kızıyor: Hey kız senin bir gececik işin var. İkincisi sen de bana dönersin! diyor. Bir başka türküde bu son musra «ikincisi kervan aşar yol olur şeklindedir. Kızm buna cevahı hoştur; Bir gecem de bin geceye değme. mi? Bunu okurken Karaca Oğlanın can ve gönülden edeğeri» dediğini işitir gibi oluyorum. Şair kız ve gelin düetosunu ustaca bir hükümle biti- Biri gül, biri gül menekşesi Karcâ Oğlan ikinize kul olur! (Devam edecek) İş bulmak için e AKŞAM Amerikada iki torununa pürüzsüz Türkçe öğreten Niğdeli büyük anne iğdeli şöför Mehmet Necati, Pariste yurd hesabına saygı topluyor Yurd harici türklük alâkalariyle daha fazla meşgul olmalıyız Nevyork, mart Herkes doğduğu yeri sever ve medheder, Bunda hiç şaşılacak bir şey yok. Fakat Niğdelilerin yurdları- na bağlılığı herkesten çok başka... Bunu evvelce yalnız Kütahya mebu- su Niğdeli bay Faikle konuşmala- rımda nânlıyordum, Fakat bu defaki seyahatlerimde Pariste ve Nevyorkta yeni canlı delillerini gördüm. Bay Faikla Kütahyada, garp cep- hesi defterdar olduğu sıralarda Ak- şehirde, İzmirde, sonra Ankarada karşılaştım. Dönüp dolaşıp lâkırdıyı her vakit Niğdeye getirir, burasının dünyanın en güzel yeri olduğu fik- rini muhatabına mutlaka telkin eb meğe uğraşırdı. Beraberinde de daj- ma canlı bir delil diye bir kaç elma bulundururdu. Niğdenin üstünlüğü- nü kulak yolile duyuramazsa, elma- nın güzel kırmızı rengile gözünüzü, lezzetile zevkinizi harekete getirme- Ze uğraşırdı. Bir kaç ay evvel Paristen geçer- ken Amerikalı dostum mister Klark, Niğdeli Mehmed Necati adında bir Türk şoförü olduğunu söyledi. Sonra şoförün dürüstlüğü, meziyetleri hak- kında bir çok şeyler anlattı, Bu me- ziyetier dolayısile kendisine şoför. Yükten başka büroda vazifeler veril miş, bankalarla olan bütün muâme- Jeler kendisine bırakılmış. Bay Mehmed Necatiyi iyi tanıma- mız için mister Klark otomobilini bü- tün bir gün bize verdi, Niğdeli şoför bizi Versay ve Fontainbleau taraf- larında gezdirecekti. O günkü konuşmalarımdan anla- dım ki Mehmed Necati Niğdenin İl- yasağa mahallesinden B. İbrahim Baranın oğludur. Tesadüflerin sev- kile Pariste ecnebiler arasında iş bulmuş, fakat yurda karşı olan vazi- fe ve mesuliyetlerini hiç unutmamış- tır. Bu maksadia tuttuğu yol, iddia- &ız, sade bir yoldur. Fakat misis Klark'ın anlattıklarına göre bütün bir muhitte derin tesirler uyandır. Muştr. B. Necatinin düşüncesi şudur: na düşünce, Türklüğünü şerefle, hay- #iyetle temsil etmek ve yanlış anla. yışları düzeltmeğe çalışmak vaziye- tindedir. Bunun da usulü, vazifesini Tu, itimada JAyık, vazifesine düşkün insanlarmış» sözünü herkese söylet- mektir. B. Necati, bu basit progra- mile yalnız kendi hesabıma değil, yurdu hesabına da saygı uyandırma- ğk muvafak olmuş ve bir Türk ve tandaşının bele hariçte memleketi temsil vazifesini nasl görmesi lâzım- Ortada büyük ana bayan Mariya, büyük kız Fibi, küçük kız Mari Büyük ana ve torunları geleceğine dair ortaya güzel bir nü- mune . B. Necati çok haklı olarak şöyle diyor; «Ecnebiler, Türkleri hiç tami- j ( Yazan Ahmed Emin Yalman )

Bu sayıdan diğer sayfalar: