13 Nisan 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

13 Nisan 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

13 Nisan 1959 Bulgaristanda Halk musikisi Yazan; Selim Sırrı Tarcan | > — Baba dikkat ettiniz mi, hokkabaz beş lira. Irk kâğıdı ipek mendil yaptı. — Bu bir şey mi oğlum, senin annen elli liralik kâ- — Ahçınız fevkalâde yemek yapıyor. — Bunun sebebi var, böyle fevkalâde yemek yemek istediğimiz zaman nişanlısını davet ediyoruz. ğıdı şapka yapıyor! Kavgasız Evlendiklerinin yetmiş beşinci yılı- ni kutladılar, Bir aralık eş dost ihti- yar kocaya sordu: — Bu yetmiş beş yıl içinde karınla hiç kavga:etmedin mi? f — Hiç etmedim. — Ayda yüz elli lira kazançla on da çocuk büyüttünüz değil mi? — Aman susunuz, Yavaş söyleyiniz karım duymasın, çünkü ona dalmâ yüz kırk beş lira dedim, Nutuk Büro arkadaşlarının düğün sofrs- sında daire müdürü şu nutku verdi: Aziz meslekdaşlarım, büroda- ki arkadaşlar bir olub size düğün he- diyesi olarak bir elekirikli süpürge aldık. Sabahları süprüntüleri süpü- Türken bizi hatırlarsınız!.. İ Kurnaz Ahmedle Mehmed aynı kızı sevi- yorlardı. Bir gün Ahmed Mehmede dedi ki: Sakın o kızla evleneyim deme, sana lâyık bir kız değil. İki erkekle öpüştüğünü gördüm. Kızdan vazgeçti, Ahmed kızla gö rüştü. Bunu duyan Mehmed pek şaştı: İki kişi ile öpüştüğünü gördük- ten sonra onunla nasıl evlendin? — Öpüştüğü babasile kardeşiydi. Sarhoşluğu Bayan oğlunuz çok çalışkan, dikkat ediyorum, çalışırken ödeta sarhoş oluyor, Her halde ailesine çek- miş olacak, — Evet, sarhoşluğu babasından, çalışmağı benden aldi... — Demek sinemadaki filimi beğenmediniz? Berekte versin herkes sizin fikrinizde değil, — Amma durunuz... Filimin mevzuu kötü amma musikisi çok güzel — Teşekkür ederim, senaryoyu ben yaptım!. Tembel Onun oturduğunu gören yoktu, her zaman otururdu amma, uzun. otururdu. Molierâ hâk verenlerdendi. «İnsan çalışmak için yaradilmamış- tır, isbatı: Yorgunluk!. > Bir gün sordular: — Senin yorgun olmadığın zaman yok mudur — Vardır. — Ne zaman? — Uyuduğum zaman! Yemek Evlendiklerinin haftasında karsı elle bir hindi pişirdi. Kocasının önü- ne koydu. Kocası sordu: — Güzel, neyle doldurdun?., — Doldurmadım, içi boş değil di ki.. Hasis Salamonla * karısı öğle üslü acıklı- lar, bir lokantaya girdiler. Salamon garsona: — Bir sandviç getir! dedi İ Garson getirdi ve gitti. Biraz son- ra dikkat etti, Salaman sandviçin yarısını yiyor, kadın öbür yarısına dokunmuyordu. — Hoşunuza gitmedi mi bayan? — Onun için değil, kocam takma dişleri versin diye bekliyorum Mantık — Anne neden güneş bizi isıtmi- yor? — Kış da ondan. — Eğer güneşin aklı olsaydı, kış ol- duğl için bizi ıstırdı ya... Hasta — Yatağımı doktora verdim, üstüne fenalık 1 i | Cığırtma sesine ayak uydurup horo tepen Bulgar köylüleri Bulgaristan deyince akla köylü ge- | Tir.“ Çalışkan, toprağına, mülliyetine Ve -ananesine çok bağlı bir köylü! Osmanlı padişahlarının idaresinde yaşamış olan Bulgarlar istiklâllerini elde edince ilk yaptıkları şey benlik* lerine kayuşmak için ananelerini ihya etmek olmuştur. Daha bir vilâ- yet balindelerken 1,200 kadar halk türküsü toplamışlar. 1890 da ise ilk neşrettikleri risalelerde 3,000 halk türküsü varmış, Bugün basılan türkü mecmualarındaki halk türkülerinin adedi 10,000 dir! Bulgaristanda kadın, erkek hattâ ço0- Cuklar iş görürken, eğlenirken, tarlâ- da çalışırken, mahsul toplarken mut- lak türkü çağırırlar. Dördü beşi bir araya geldi mi birisinin hafif sesle bir nağmeyi mırnl'danması hepsini çabucak coşturur ve bir türküdür başlar, çok kere galeyana gelen his- ler milli rakıslarla tezahür eder. Bir kaç vakittenberi Bulgar rad- yo istasyonu da faaliyete başladı. Ek- seriya bize kavallarla, gaydalarla bu canlı, neşeli halk türkülerini dinle- tiyorlar. Bizdeki saz şairleri gibi Bul- garistanda da halk türkücüleri var- Gr. Bu türkülerin bir kısmı sadece gınadır, bir kısını da dansla birlikte el çırparak söylenir Bulgar türkülerinin gütteleri çok basit ve çok masumanedir. Bunlar- dan bir ikisinin tercemesini işte ya- zıyorum: 1 Dafinka bir ırmak kenarında çamaşır yıkarken ağlıyor. Nasıl ağ- lamasın ki dışarıya giden sevdiğin- den henüz hiç bir haber yok 2 — Biliana su kenarında bezleri- ni yıkıyor. Tarlaya giden bir alay bekâr yanmdan geçerlerken içlerin- den biri bir kadeh şarap ikram edi- yor «— Ben o şarabı değil, kafilenin başında giden, bana yan gözle ba- kan ve kuzu derisi kalpağını kaşının üstüne yıkan delikanlıyı istiyorum» diyor. Halk rakısları içinde en çok revaç bulan (horo )dür. Beş on delikanlı | bir o kadar kızla elele verdiler mi, derhal halka teşkil ederler. Halka- nın başında Olan delikanlı elindeki mendili savura savura sıçrayarak, te- pinerek hepsini galeyana getirir Halk sazları arasında en çok çal- dıkları gayda, tanbura, çığırtma ve kavaldır. Hemen her Bulgar köyün- de güzel gayda ve çığırtma çalan bir kaç delikanlı bulunur. Bazı köy dü- günlerinde çığırtmalardan, kavallar- dan, gaydalardan ve davullardan âdeta bir orkestra teşkil ederler. On kadar çığırtma bir o kadar kaval ve gaydaya dört beş davul da ilâve edin- ce kulakların zarını patlatacak bir şiddetli ahenk meydana geliyor. O zaman elele veren delikanlılarla genç kızlar mahalli kıyafetlerile saatlerce coşup söylüyor, gülüyor, neşelenip tepiniyorlar. Hiç mübalâğa etmeden diyebilirim ki Bulgaristanda türkü çağırmasır horo tepmesini bilmiyen bir kanlı veya genç kıza rasgelmek mü- kün değildir. Sofyada doktorlardari, mühöndis- lerden, tüccarlardan, sanatkârlardan, muailimlerden müteşekkil amatör müteaddid (koro) teşekkülleri var- dır. Bunlardan en tanınmış olanları Sofya kız muallimler korosu, muhte- lit (Rodna Pessöne) korosu, (Chris- tine Morfova) kadınlar korosu biri de erkeklerden: müteşekkil (Gousla) korosudur, Bugün Bulgaristanda sehirler ve kasabalardan başka bir çok Köylerin mahalli amatör koro heyetleri va dır ve bütün bu müzik merakhıla nın programlarının başında türküleri yer tutmaktadır. Bu artis lerin hepsi de büyük bir aşkla bağlı oldukları musikiden maddi hiç bir menfaat beklemiyorlar. Musikiyi se- viyor ve onun ilmi bir şekilde te mürüne çalışıyorlar. ik Akşamüstü işinden çıkan, fa kadan dönen, kışlada vazifesini bi- tiren, mektebini tatil eden hör ses meraklısı doğruca gına salonuna geliyor ve usul tahtında türkü çağır masını talim ediyor. Böylece kırk elli muhlelif sesin ahengi bütün vatan- daşlar arasında aranan ahengin n vesi oluyor. Bulgar koro heyetleri içinde en meş- butu (Gonsla) dır. Muhtelif meslek ve sanat erbabından teşekkül &den bu ses orkestrası 1920 de kurulduğu- na göre on dokuz Senelik bir mevcu- diyeti vardir. Hakikaten ses ve kır lakları mükemmel olan bu sanatkâr- lar milli varlıklarını dünyaya türit- mak emelile müteaddid turneler yap- mışlar ve bilhassa İtalyada, Sirbi- yede, Macaristanda çok büyük mu- vaffakıyetler elde etmişler ve çök be- genilmişlerdir. Bizim tertib ettiğimiz festivallere iştirak eden Bulgar gehğleri de gerek $es müzikasında, gerek milli rakisia- rında bü işlerden anlayanlârin yak nız takdirini değil, hayranlığını cel- betmişlerdir. (Gowsla) koro heyeti milli ve ma halli türkülerdeki muvaffakıyetlerin- den başka başka garb musikisinde de ayni yüksek mehareti göstermiş lerdir. Sofya Opera sahnesinde olduğu gi bi musiki diyarı sayılan Polonya sah» nelerinde de meselâ (Beethoven) in Dokuzuncu senfonisini, (Lohengrin)id bazı parçalarını, (M. Godounov) ve sairenin neşidelerini hayrete şayan bir muvaffakıyetle terennüm etmiş" lerdir. Ses musikisi! İşle bütün mekteple rimizde büyük bir itina ile Türk ç€ cuklarına ve gençlerine esaslı ve m” todik bir surette talim edilmesi 28 ruri olan bir ders. Bu sön senelerde Avrupaya tedkik seyahati için giden üniversite gen leri bu noksanın “acı, acı hicabini duymuşlar ve «balığı koydum tatatâ" vaya sıçradı çıktı hahahavayal» tüf küsünden başka birlikte söyliyece$ bir şeyleri olmadığından sıkın” lardır. Selim Sırrı Tarcan

Bu sayıdan diğer sayfalar: