7 Ağustos 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

7 Ağustos 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM BİR HİKÂYE Ahmed Rahminin garip bir huyu vardı, Meselâ sokakta çoraplarının Girişi biraz yana kaçmış bir kadın görse âdeta sinirlenirdi. Bu dikişi ya. na kaçmış çorabın manzarası önü rahatsız ederdi. Hattâ önünde yü- rüyen kadına yaklaşıp: — Rica ederim şu çoraplarınızı dü- zeltsenize... demek fsterdi. © böyle intizamsız, çarpık şeyler karşısında kendinden geçer, bunları düzeltmek ihtiyacını duyardı. Hele yanlış işliyen saatler onu çileden çi- karırdı. Bilhassa sokaklardaki umu- mi saatlerden birinin doğru işleme- diğini görürse deli divane olurdu. Böyle yanlış birisaati düzeltemeyin- ce âdeta hastalanırdı. Birbirimiz- den çok uzak semtlerde oturduğumuz için Ahmed Rahmi ile pek sik gö- rüşemiyorduk. Kendisine geçen haf- İs rasgeldim. Ben Boğaza kadar bir gezinti yapmak niyetinde idim. O da kderede bir ahbabını gör- mek istiyormuş... Bunun için ayni vapurla Boğaziçine kadar uzanabilir- dik. Daha vaktimiz vardı. Ağır ağır Köprüye doğru ilerliyorduk. Bir ara- lk bir binanın üstündeki kocaman, bozuk bir saat gözüme ilişti, Bunu gülerek Rahmiye gösterdim: — Bak Rahmi!.. Bozuk bir saat!... Sabahın onunda beş buçuğu gös teren bu saat karşısında Rahminin sinirleneceğini tahmin ediyordum. Fakat o omuzlarını silkti; — Adam sen de... dedi. Şimdi ben hayret içinde kalmıştım. Sordum: — Ne 0? Eski huyundan vaz m geçtin?... a Çoktan... O kör olasıca tabiatim yüzünden başıma neler geldi. Bunun için ben de artık öyle olur olmaz sey- lere aldırış etmiyorum... Bak başi- ma gelenleri anlatayım da bana hak Bundan aşağı yukarı bir buçuk se- ne oldu. Artık evlenmeğe karar ver- miştim. Genç, güzel, zengin bir kızla tanışmıştım. Adı Lütfiye idi. Yalnız oldukça aksi bir annesi vardı. Onların — evine gidip geliyordum. Evvelâ hafiften Lütfiyenin fikirlerini aldım. Baktım. Evlenmek niyetinde... Münasip bir fırsatını bulup işi kızın babasına ve annesine de açmak Üze- re idim. Babası çok iyi adamdı. Beni de sön derece seviyordu. Ondan iyi bir cevap alacağım muhakkaktı. Fa kat annesinin bir aksilik çıkarmasın- dan korkuyordum. Çünkü evde en ziyade sözü geçen de annesi idi. Bir akşam onları ziyarete gtimiş- tim. Yemeğe bırakmadılar. Tam git- mek zamanı gelince de bardaklardan boşanıncasına, müthiş bir yağmur başladı. Lütfiyenin babası: — Bu yağmurda koğulanlar bile gitmez... Bu gece bizde kalın... dedi. Sevgilimin annesi de: — Evet... Kalınız!. deyince ben Yatağıma yatlım. Lâkin bir türlü gözlerimi yanlış saatten âyıramıyor- dum. Onun yelkovanile akrebi san- ki başımın, beynimin içinde dönü- Yor gibi idi. Sağa döndüm, olmadı, #ola döndüm olmadı. Saat tıkırda- uyumama imkân yoktu. Bak- olmıyacak, bu saati düzeltinez. gözlerime uyku girmiyecek.. verdikten sonra yatağım- Duvarın pek yüksek bir yerine asık Miş olan saate yetişmek için bazı SAAT fife salanıyordu. Bunun üzerine çık- mek âdeta bir cesaret meselesi idi. Pakat aldırış etmedim. Evvelâ masa- hin, ondan sonra da iskemlenin fÜre- rine çıktım. Oh artık saat tam kar- şımda idi. Onu istediğim gibi düzel- | tebilirdim. Derhal kapağını açtım. Saatin akrebi ile yelkovanını hafifçe oynattım, çevirdim. Fakat bu sırada saat durdu. Onu işletmek lAzımdı. Kendi ken- dâime: «Belki kurulması bitmiştir; dedim, baktım, Saatin tam üstünde sarı anahtarı duruyor. Hemen aldım. Evet yanılmamış- tım. Saatin kurulması bitmişti. Bu- nun için de kurmağa başladım. Lâ- kin fazla mı kurmuşum nedir? Bir aralık önünden küçük bir kapak açıldı.Bu kapağın içinden küçük, tahtadan bir kuş dışarı fırladı: şemişti ne idi? Bilmiyorum. Saatin önündeki kapak mütemadiyen açi- hp kapanıyor, tahtadan küçük kuş hiç durmadan kafasını dışarıya uza- tap, içeriye çekerek: © — Güguk!... Guguk!.:: Guguk!... Guguk!... diye bağırıyordu. Gecenin bu vaktinde bu guguk sesleri haki katen pek tuhaftı. Sonra kör olasıca ei kuş o kadar hızlı bağırıyordu BNN eyl çabaladığım halde gugukların arkasını kesemiyor- dum. Kanter içinde kalmıştım. Sr kıntıdan (o bayılacaktım. Dışarıdan gelen bir takım ayak sesleri işitiyor- dum. Her halde bütün ev bu avaz avaz bağıran tahta kuşun sesinden rahatsız olmuştu. Nihayet kapımı açtım. Dışardan Lütfiyenin babasının sesi: Bütün mütehassıs diş tabibleri RADYOLİN Diş macununu tavsiye ediyorlar? Çünkü: RADYOLIN Dişleri beyazlatır. Diş etlerini Sabah, öğle ve akşam her yemek- ten sonra günde 3 defa dişlerinizi Dalga uzunluğu Mim. 18iKe/B1MEw. Radyosu TAG 1974m. 15196 Ko./a 30Kw. Ankara Radyosu TAP. Tom, MSKe/a BOKO. TÜRKİYE SAATİLE Pazartesi 71/8/899 1230: Program, 1235: Türk müziği -Pi, 13: Memelket saat ayarı, ajans ve metso- roloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik Beetho- ven'n Do minör piyano könsertosu op, 37 - PL). 19: Program, 10,05: Müzik (Dans müzi- #i - PL), 1930: Türk müziği Cincesez faslı), 20,15: Konuşma (OMİZİ musikilere dair - w müsikisi - Hali) Bed! Yönetken), 2035: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050: Türk müziği (Saz eserleri ve şarkıları): 1 — Numan ağanın - Şevkefya peşrevi, 2 — Bald Dede - Şevkefza saz semaisi, $ — Keman! Riza - Tahirpuselik peşrevi, 4 — Sebuhun - Hicazkâr sirtosu, $ — Arif be- beyi meğe, 7 — Muhayyer Kürdi şarkı - Efem şimdi eller sözüne, 8 — Muhayyer kürdi şarkı - Evlerimin önü handır, 9 — Halk türküsü - Esmer bugün ağlamış, 10 — Halk türküsü - Karanfll oylum oylum, 2130: Konuşma (Doktorun saati), 2148: Neşeli plâklar - R., 2150: Müzik (Opera aryaları - Pi), 22: Müzik (Küçük or- kestrn » Şef: Necip Aşkın): 1 — Emile Waldieufel - İki kere Mları - Potpuri, 23: San ajans haberleri, ziraat, esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 2320: Müsik (Cazband — PL), 2355 - kesite sin ezmsnssünoase0ensaneasn se sad0a9 guguk demek için yuvasından kafa- sını uzattığı bir dakikada tahtadan kuşu yakalayınca yerinden kopar- dım, Bir köşeye fırlattım. Bu esnada odadan içeri giren Lüt- #iyenin babası bernini halime hâyret- ler içinde kalmıştı. Ertesi günü bütün ev halkında bir surat... Hele Lütfiyenin annesinin burnundan düşen bin bir parça ola- çak... Bir aralık benim için; — Yüz kızım olsa böyle her şeye burnunu sokan herife birini bile ver- mem... Gecenin o vaktinde saat ka- rıştırılır mı? Deli mi nedir?... demiş. Hakikaten de dediğini yaptı, Kızi- Baskül alınacak Ziraat Vekâletinden Zirai kombinalar kurumu ihtiyacı için açık eksiltme usulile beşer yüz kilo tartar on üç adet baskül satın alınacaktır. 1 — Baskülün beherine iki yü” Jira, on üçüne iki bin altı yüz lira kiymet tahmin edilmiştir. 2 — İhale 8 Ağustos 989 tarihine müsadif Salı günü #sat onda Vekâlet binasında müteşekkil satınalma komisyonunda yapılacaktır. 3 — Şartnamesi Zirai komhinalar kurumu müdürlüğünden parası? ola- Tak verilir. 4 — Muvakkat teminaia 195 (yüz doksan beş) liradır. 5 — İstekillerin bu baptaki vesikalarile birlikte eksiltme günü ve saatin. (6339) ii azli ek 'Tefrika No. 24 LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Allah şahidim olsun, ben de seni ondan ayıracağım Leylâl Sen onun değil benim olacaksın — Bütün çöl ve bütün Fırat halkı- | rin duyduğu bir haberi onun duyma» masına inikân var mıdir? Elbette duy- muş... Fakat, benimle evlendiğini bil. miyordu. Hayvanımı sulamak için ye- re atladığım zaman beni uzaktan gör. dü: «Ömer.. Ömer.» diye çağırdı. Dİ- sinde yattığı kadının yanından kalk- ti... Yanıma geldi: «Leylâ evlenmiş di- yorlar, doğru mu?» dedi, Can beyin haline çok acımıştım. Doğrudur, de- dim, fakat kiminle evlendiğini söyle- medim. Zaten o da bunu sormuyor, sadece Leylânın, gerçekten evlenip ev- lenmediğini anlamak istiyordu. Sö- züme inandı. «Kahbel» diye bağırdı. Sonra birden yanımdan aynldı, ağacın dibine koştu: «Leylâ başka bir erkekle evlenmşi, dedi, gel biz de seninle evlenelim, Gülsüm!» Leylâ bir yığın et ve kemik halinde hareketsiz duruyordu, Ömerin bü- tün bu yalanlarına inanmıştı. Öyle ya... Kendisi, hiç kimse ile evlenmi- yeceğine söz verdiği halde, mademki Ömerle evlenmişti. (Can bey) bir başka kadınla neden evlenmesindi. — Demekki, Can, Gülsümle evlen- miş.. öyle mi? Diyerek elini şakağına götürdü. Gözlerini yere dikti, Odanın içini korkunç bir sessizlik sarmıştı. O artık konuşmuyordu. Ömer bir müddet sustuktan sonra: — Atıma binerken, şöyle bir göz- attım, dedi, senin yamp tutuştuğun bu adam, yeni sevgilisinin boynuna sarılmıştı... Dönerken: «Can bey, Allaha ısmarladık.» diye bağırdığım halde sesimi bile duymadı. Gerçek, ie sevişirken, dört tarafını duvar sanır, gözü kimseyi görmezmiş. O sevdiği kadını böyle aldatıyor. mahir bir kalb hırsızı. (Can) ı bu adar becerikli zannetmezdim da h ii seven bu serseri Aşığı hâlâ düşüne- cek ve sevecek misin? Leylâ dalgındı. O kadar dalgındı ki. kocasının bütün bu söylediklerin hakikatse, içimdeki ateşin derhal sönüp küllen- mesi gerektir. Halbuki, gönlümde hâlâ onun sevgisi var. İçim hâlâ ya- niyor... O, Gülsümü sevemez. Ben her zaman benim hayalim dolaşıyor. Daha dün gece rüyama girmişti. (Yı- kık kale) önlerinde dolaşırken, gök- ten inen bir nur parçası birden İkiye bölünerek başımıza kondu. 'Tann bizi birbirimizden. ayırmıyacak, Ömer! Ayınsra, büyük bir adaletsizlik olur. Çünkü, o beni seviyor. Bende onu seviyorum. İşte, gene bayali gözü- mün önüne geldi. Ve kulağıma gür sesile: «Her şey yalan, Ley! Sana — Beni neden aldatıyorsun? Bu hilelere neden lüzum görüyorsun? Bu suretle ondan ayrılıp seni sevebilece- gimi mi sanıyorsun? Ömer birdenbire elini hançerinin kabzasına attı, Gözlerini yere in- dirdi: — Ben, çok temiz yürekli bir adammışım. Şimdi, budalaca, hare- ket ettiğimi anlıyorum. — Ona rasladığın doğrudur, Ömeri Fakat, Gülsümle onu başbaşa gör- düğüne İnanmıyorum. Beni aldata- rak ondan soğutmak İstiyorsun! Ömer çok hiddetliydi. — Büyük bir fırsat kaçırdım. Fa- kat, bu fırsatı yarın, öbürgün tekrar ele geçirebilirim. Artık bu rezalete nihayet vermek sırası gelmiştir. Diye söylendi. Leylâ o kadar te- miz yürekli bir kızdı ki, Ömerin (Can) beyi vurmak istediğini aklın- dan bile geçirmiyordu. Ömer ayağa kalktı: — Bu gece de ayrı mi yatacağız? Ömer yumruklarıni sıkarak kapi ya doğru yürüdü: — Allah şahidim olsun... Ben de «eni ondan ayıracağım, Leyiâi Ve sen, onun değil, benim ölacaksın| © Yalnız benim... O serseri, kendine bir eş bulmuş. Fakat, benim karımın ” gözü hâlâ onda. Bu rezalete taham- mül edilmez artık. . Bilenen bıçak bakalım kimi vuracak? Ertesi sabah. Hatice çarşıdan ge- çerken, bıçak bileyicisi Cuan'ın dük- kânı önünde durdu. İhtiyara yavaş- ça sordu: — Ömer sana bugünlerde hançe- rini biletti mi? Cuan saklamadı: — Evet, ded, üç gün evvel bile dim. Neden soruyorsun? Hatice de hakikati gizliyemedi: — Leylâ soruyor. Beni o gönderdi. — Öyleyse Leylâya söyle.. kocasın- dan kendisini korusun. Çünkü Ömer bu hançeri kuş değil, insan boynu DU vuracağı benziyor. Hatice koşarak döndü. Leylâya Cuan'ın söylediklerini anlattı. 1eylâ: — Ömer beni vuramaz. Boşuna zehmet etmiş te hançerini biletmiş. O isterse, hançere ne lüzum var? Ben onun iki parmağı arasında da can verebilirim. Cenklerde yüzlerce adam öldürmüş bir muharip, beni öldür mek için hânçerini biletmekten utan- miıyor mu? Diye söyleniyordu. Hatice arkada gını uyandırdı: — Leylâ! *Sen bunu kendin için düşünme! Ömer kaç gündür Sümer dağlarında dolaşıyor. Orada Can be- ye belki rashyacağını hiç düşünmü- yor musun? leylâ birdenbire gözlerini açtı: di, hemen babamu koş. Hakikati an- lat: «Ömer, hançerini biletmşi.. Can beyi öldürcekmiş. eğer © elini (Can) ın kanile boyarsa, ben de ken- dimi bahçedeki hurma ağacına asıp © öldürürüm.» diyor de. Babam da Ömeri bu fikrinden vazgeçirmezse, ben yapacağımı bilirim. Hatice, şeyhin yanına gittiği za- man, Ömer de atını hazırlatıyordu. O gün gene kimbilir nereye gidecek- 4? Fakat, Leylâ: — O, bugün (Can) ın başını ye meğe gidecek, diyordu. Zavallı kız cağızın içine doğmuştu. Ömer de bu işi yapmadığına piş man olmamış değildi. — Merhametim galip geldi, hisle- rime kapıldım, acıdım. Halbuki, o serseri, merhamele lâyık bir adam mıdır? O yaşadıkça, be bedbaht olu- diyordu. Cuan'ın bilediği biçak bakalım &i- mi vuracaktı? Ömer bu sefer de Ur dağına gider ve orada Can beyle karşılaşırsa, ar. tık, (Can) m hayatına kasdetmekte tereddüd etmiyecekti, Zaten o gece Leylâdan ayrılırken de and içmişti. — Onu gebertmeden rahat edemi- Demişti. Hatice, şeyhin yanına girince, diz- lerine kapandı: — Size mahrem diyeceklerim var, dedi, Beni Leylâ gönderdi. Kendisi gelecekti... rahatsızdı. o Kalkamadı. Ben geldim. Ve hemen söze başladı: — Leylâ haber almış... Ömer, Can beyi öldürecekmiş... Dedi. Şeyh Mehdi gözlerini açarak, uzandığı yerden doğrulup kalktı, — Ömer nerede şimdi? — Odasında... — Ömerin Can beyi öldürmesi, aslanın pire De boğuşması kadar gü- Tünç olur. Ben bu mânasız sözlere inanmam. Kim söyledi sana bun Yarı? ii | | li i i

Bu sayıdan diğer sayfalar: