13 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

13 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ii ŞE Te m Bu mâcera Cevadın son on dört senelik baystındaki ilk aşk kaçamağı idi, On dört senedenberi Nedi ile yaşıyor» du. Vani aralarında res ir bağ yoktu. Lâkin Neclâ Cevada güz açtırmıyordu. Son derece kıskanç bir kadındı. Senelerce ev- vel uzun zaman sevişmişler, sonra hayat- Jarını bi Son zamanlarda Neclâsın hiç durmıyan genesinden, bu biribirine benziyen gün- lerden Cevad bıkmıştı. Fukat bu on dört sene süren mazeradan kendisini çekip ala- pagan. İç ay evvel Cevadın karşısına Şayeste Bu her balile, her tavrı, her hareketile herşeyile Cevadın son derece hoşuna giden bir kadındı. Cevad anu bir gün tramvayla işine gider- ken görmüştü. Ayni sırada yanyana otur- Mmuşlardı. Cevad aramra yan gözle omuz başmda oturan bu genç kadına bakıyor, derin derin nefes alarak onun kokusunu giğerlerine kadar çekiyor, içinden: Ne güzel kadın!.. diyordu. Tramvay Cevadın ineceği istasyona ge- Mnce genç kadın da kalkmıştı. Tramvay- dan beraber inmişler, bir müddet ayni isti- kamete doğru yürümüşlerdi. Sonra yolları ayrılmıştı. Birkaç gün sonra hemen bemen gene ay- Bİ saatte ayni tramvayda karşılaştılar. Bu #eler bakışlarında biribirlerine karşı pek O Kadar yabancılık yoktu. İkisinin de gözlerinde: «Bir iki gün evvel sizi tramvayda görmüştüm. Yanyana olur. muştuk. Hatırladım.» gibi bir mânâ var- w Gene ayni istasyonda tramvaydan indi- Jer, Cevad bu seler genç kadını uzun müd- det takip etti, Arkadan onun yürüyüşünü seyrediyordu. İçinden: «Adım atışlarında, bile bir güzellik var> diyordu. Genç kadın büyük bir hana girince Ce- vad da geriye gi O günü yazıhanesin- ii zaman zaman bu güzel kadın: düşün- di Günler böylece geçip gitti. 'Tramvayda sik $ık birbirlerine rasladılar. Nihayet dü- »ıştılar, Ahbap oldular. Birlikte gezip taz- mağa başladılar. Cevad, bu iş ön dört se- nelik metresinin kulağına gitmesin diye son derece ihtiyatkârane hareket ediyordu. Şa- yeste ile hep tenha yerlerde buluşuyorlar- di..Fakat bu güsel, fettan kadın Cevad; pek ziyade üzüyordu. Üç aydanberi devam eden arkadaşhıklarında Cevadın bu aşk macera- snda en büyük muvaffakıyeti arasmra sev- gilisipin küçük beyaz cilerini tutup sıkızak- tan ibaret kalıyordu. Nihayet bir gün Şayesteden söz almıştı, Boğazda, denize karşı bir otelin terasında başbaşa güzel bir yemek yiyecekler, içecek- Yer, eğleneceklerei, Son ön dört sene içinde bu Cevağın ha- yatındaki en büyük kaçanağı olacaktı. Şa- yeste İle buluşacakları günün daha saba- Yanda Boğardaki şalrane otele gitmişti. De- Dize karşı uzânan güzel balkonda bir sofra m için otel sahibine talimat vermiş- © Daha Şayestenin gelmesine bir saatten fazla zaman olduğu halde balkonda nefis bir sofra hazırlanmıştı, Oteldeki baş gar- #on tâ gençlik senelerinden Cevad tanırdı. Onun etrafında pervaneler gibi dönüyor: — Çoktanbeti, senelerdenberi görünmü- diyordu. “ oyorsumuz efendim... Cevad sofrayı çiçeklerle süsletmişti. Bu- gün felekten bir gün çalacaktı. Herşey) ha- aarlanıp tamam olduktan sonra masanın ba- “üs nerede ise gelecekti. Şimdi Cevad için dakikalar daha ağır geçmeğe başlam; Boat bir türlü Herlemek bilmiyordu. eyi Şayesle ona «beş buçukla, altıya çeyrek kala arasında geleceğim...» demişti, Oteli biliyordu. Lâkin saat altı olduğu hal- de'hâlâ Şayeste meydanda yoktu. Acaba nerede kalmıştı? Bir işi mi çıkmışlı? Saat altı buçuk oldu, yedi oldu lükin Şayeste gö- Tühmedi. Cevad mörakten çildıracaktı. Üstelik ikide hir terasaya gelip kendisine en: — Bir emriniz var mı? diye soran baş garsondan de ntanıyordu. Kırk yılda bir iş yapmıştı. Ondan da birşey çıkmamıştı. Bu kadar hazırlandıktan sonra şu nefis sofra karşısında, iki Kişilik takımın önünde tek başına duruşu kimbilir civarındaki garson- ları ne kadar güldürüyordu. Onunla nasıl alay ediyorlardı. Saat yedi buçuk olunca artık Şayesteden ümidini kesti, Aklına bir fikir gelmişti. Kalktı. Telefon odasına geç- v. ee telefon etti: , dedi, sana bu akşam bir MM yaptım. Çoktanberi birlikte gezme- diğimizden şikâyet ediyordun ya... Gimdi ben seni Boğazda bir otelde bekliyorum. Otelin adresini şimdi söyliyeceğim. Bir oto- mobile atla gel... Neclâ: — Peki, Cevad bulduğu fikirden memnundu. Bu suretle hem #layından kurtu- garsonların lacaktı. Sanki beklediği kadın Neclâ imiş gibi bir vaziyet alacaktı, Hem de yaptığı bu kadar masraf, hazırlattığı bu nefis sof- ra boşa gitmiyecekti. Bu suretle Nedlânn da gönlünü yi . Yarım saat sonra o otele gelmişti. Bu güzel sofra karşı- NARS — Aferin Cevad... dedi, Bu sürpriz! yap- makla hakikaten beni sevdiğini, beni dü- şündüğünü anladım Cevad baş garsonun yüzüne: «İşte bekle- diğim geldi» gibi bakıyordu. Neclâ ile karşılıklı soğuk biraları içmeğe başladılar. Bir aralık Cevadm dışarı çık- ması icap etmişti. Koridorda Şayeste İle bu- run bufuna geldi, Genç kadın Cevada: — Ah, diyordu, çok geç kaldım. Affeder- sin... Kurd gibi de acıktım. Hani hanrlat- tağın sofra nerede?... Hikmet Feridun Es MM 2 — Moşafı yapılan kuru bir meyva, 3 — İnsan başı 4 — Pek az mikdar - Ahzeyle, $ — Yad ederek - Taharri et. 8 — Kanadı yok. 7 — Sonuna «Z> gelirse dananın baba- sxbr - Bir kadın ismi, 8 — Tersi sarsıntı demektir. — Eski bir musiki âleti - Bir erkek ismi, Yukandan aşağı: 1 — Gösleri siyah. 2 — Zencilerin memleketi - Ayakta duran. 3 — 'Tabarri etmek üzere. 4 — Sayı, 5 — Küçük mağaza - Tersi arkadır. Üye - rn olur - Gemi personel, SEVİLEN KADIN — Girebilirim öyleyse? — Tabii değil mi? Kadri Ahmed, içeri girdi. Kumlu yolu hışırdatarak yürümeğe başladı, Kapıcı da arkası sıra yürümek istiyor- du. — İstemez, oğlum... Sen işine bak... Ben kimseyi rahatsiz etmeğe gelme- dim... Gideceğim yere kendim gide- rim. Hakikaten de evin İçini, usul ve âdet- derini gayet iyi biliyordu. İki. tarafa kucak gibi açılan saltanat merdivenin- ren çıktı. Tüylü halılara ayakları gö- mülüyordu. Pek de şık giyinmişti doktor ce- napları. Basamaklarda adımını attık- ça, kahve rengi pardesüsünün kenar- Nakleden Vâ -Nü la doluydu. Keyfi yerindeydi. O eski çekingen, münzevi köy doktoru şimdi âdamakıllı bir salon beyi haline gel- mişti. Kendi malikânesinde yürür gibi, evin içinde emniyetle gidiyordu. Bir iki salon geçti. Karşısında yaşı epey ilerlemiş bir kalfa çıktı. Temen- na ederek; — Safa gelâiliniz efendim! - dedi, Kapıcı, dahili telefonile, Kadri Ah- mez geldiğini ona haber vermiş ola» e yavrum... Nasılsın bakayım? - diye, doktor, güya pede. ane bir muhabbetle kalfanın çenesi- ni okşadı. - İyisin ya inşallah... Ma- den âlâ gördüm! — Allah ömürler versin beyefendi- ciğim. Necile hanımefendinin dairesine giden kapıyı gösterdi: Ne yapıyor? Kalfa, konağın eski eme'tarı, bü- yükanne yadigârı mahud Suzinak'ti. — Hep öyle, hep, doktor beyi - dedi, Türkiye Radyosu T.A.G. 1974 m. 15105 Ke/5. 20Ew. Ankara Radyosu T.A. P. 31.70 m. 9468 Ke./5.20 K.G TÜRKİYE SAATİLE 039 Çarşamba 120: Program, 12,35: Türk müziği (Pi), 13: Memlekei saat ayarı, ajans ve metco- roloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Riye- seticümhur bandosu) Şef: İhsan Künçer, 1 — R. Weber - Marş, 2 — Saint - Saens - 1 er Mazurka, 3 — Verdi - Nabucodono- 19: Program, 19,05: Müzik «Dans müzi- Bi Pİ), 1930: Türk müziği (İncesaz faslı), 20,15: Konuşma, 2030: Memleket saat âyarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050: Türk müziği: Okuyanlar: Radife Neydik, Melek Tokgöz. Çalanlar: Cevdet Kozan, Cevdet Çağla, Refik Fersan, Kemal Niyazi Beyhun. i — Uşşak peğrevi, 2 — Falz Ka- pancı - Uşşak şarkı (Hayalin çıkmıyor), 3 — Şemseddin Ziya - Uşşak şarkı (Şu salkım söğüdün allı dalma), 4 — Faize - Uşşak şarkı (Niçin nalendesini, 5 — Şük- rü - Uşşak şarkı (Geçti muhabbet demi), 6 — Uşşak türkü (Sarardım ben sarar- dm), 7 — Kemal Niyazi Seyhun - Ke- mençe taksimi, 8 — Dellâlznde - şarkı (Etmedin bir lahza ihya), 9 — Udi Mehmed - Şehmaz şarkı (Suphu bulsam sinel safında), 10 — Şemseddin Ziya - Şehnaz şarkı (Hem sldandım hem üldat- tum), 2130: Haftalık posta kutusu, 2148: Müzik (Opera aryaları), 22: Müsik (Kü- Çük orkestra) Şef: Necip Aşkın: 1 — Hans Thaler - Kukuk - Polka, 2 — Avbert - Göbekliler resmi geçidi, 3 — Robert Btolz - Praterde ağaçlar tekrar çiçek açi- yor, 4 — Emmerieh Kalman - Cambazha- ne prensesi öperelinden Potpuri, $ — Gangiberger - Benim küçük “Teddi Ayı'm Saksifon parçası, $ — Emmerich Kek man - Ah sen, sen (Vals), 7 — Brussel- mans - Yelemenk suiti No. 3 Karlı man- zara, $ — Leopold - Karisbad hatırası, 9 — Jae Grit “Marş, 23: Sen ajans ha- berieri, ziraat, esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 7820: Müzik (Caz- band Pİ), 23,55 - de: Yarınki program, 12 Eylül 939 Esham ve Tabvilât 1933 $ ikramiyeli 19— 19— Sıvas - Erzurum TE 19:20 Sıvas - Erzurum IV 1920 Sıvas - Erzurum V 192$ PARA ve ÇEKLER (Kapanış fiatleri) Londra 1 Sterlin 524 Now-York 100 Dolar 130 3415 Paris 100 Prank 20715 Müüno 109 Liret — Cenevre 100 İsviçre Pr. o 2052 Amsterdam (100 Florin 6022 Berlin 100 Rayşmark mi Brüksel 100 Belgâ 220015 Atina 160 Drahmi — Botya 100 Teva Prag 100 Çekoslovak Kr — Madrid 10 Pezeta > Varşova 100 Ze — Budapeşte 100 Pengo — Bükreş 100 Ley sy Belgrad 100 Dinar — Yokohama 100 Yen — Btokholm 100 İsveç Pr. 31.025 Moskova Ruble > Kiralık daireler Cihangir asfalt cadde Deniz apar- tıman, otobüs kapı önünde durur, Ka- lorifer!i küçük ve büyük dalreler Kira” lıktır. Kapıcıya müracaat, Telefon: 2264 Yukarıdan aşağı: 1 — Canlıbatık, 2 — Ucu, Âlâ, 3 — Nasturiler, 4 — Nirenk, Eşk, 5 — İbad, La, 6 — Tabaklar, 7 —.Gi, Vantuz, a — Hadi, Möble, 9 — Adu, Nar, Iz, 10 — Mer- tek, İka. Kadri Ahmed, sesini büsbütün ya- vaşlatarak; — Ne karı koca, değil mi?... rndaki kaynaşma tahtessifır! Ve sordu: Bıhhati ne sularda? —İyi, efendiciğim... Hanımefendi. nin halinden bir şikâyeti yok. — Bari 6 tesellimiz olsun... Haydi Arala, yavrum, git de kendisini görmeğe geldiğimi söyle. — Hacet bile yok... İçeriye doğru- dan doğruya girebilirsiniz, beyefen- di... Hanımımız yalnızdır. Sizi pek sever, Teşritinize memnun olacaktır, Suzinak bir kapı perdesi açlı. Ra- Dadı itti. Aralıktan; — Doktor bey teşrif ettiler, Girsin- der mi? - diye sordu. İçerden tatlı bir cevap geldi: — Tabii, tabii... Doktor, Necile hanımefendinin hu- meşi gibi çarpıcı idi. Zindeliğinin, gençliğinin, kuvvetinin tam inkişaf halinde bulunuyordu. Tefrika No. 59 Yazan: İskender Fahreddin Bekçinin hançeri heykelin gözünde takılı kaldı adamcağız birdenbire neye uğradığını bilemedi Orman bekçisi elindeki meşaleyi sallıya- rak yedi basamak indikten sonra, kayanın içindeki mağaranın ağzında durdu. Bura- 81 on adım kadar genişliğinde ve otuz adım kadar uzunluğunda bir yerdi. İşinde bir- Çok sandıklar. heykeller ve yığın yığın e$- yalar vardı. Sandıkların hepsinin ağızları açıktı. Orman bekçisi bunlardan birinin yanına. sokuldu: — Bütün sandıklar para ve mücevher do- Ju, seydi! Neredeyse aklımı oynatacağım... Diye bağınmağa başladı. Gebiz: — Acaba kartal nereye gitti? Diye söyleniyordu. Orman bekçisi: — Seydi, dedi, kartalı düşünecek sıra de- Bil. O bize hazinenin yolunu gösterdi. geçip giiti. Haydi, içeriye gir de (Tılsımlı tagiı aramağa başla, Ben de torbama altın ve mücevher doldurayım. yavaş yavaş kokuya slışmaştı. Merdivenlerden indi, Bekçinin yanma yaklaştı. — Esrar Dağinm tepesinde böyle bir ha- zine bulunduğunu bilseydim, şimdiye kadar çoktan boşultımışlım burasını. Orman bekçisi sevincinden neredeyse çıl- dıracaktı, Her şeyden önce torbasını dol- duruyordu... Koynunu da doldurdu. Ve Ömer paradan ziyade (Tılsımlı tag) 1 8r8- si için, orman bekçisile meşgul olmu- Kale vi beykelin önünde durdu. Bu, eski Sümer kralı (Gudea) nın oğlu- nun e eliyd. Yanıbaşında da babasının heykeli vardı. İkisi de, diri gibi, ayakta duruyordu. Gudea'ın gözleari canlı gibi bakıyordu Lâgaş (1) m muhteşem salonlarından bu küçük mağaraya getirilen ve binlerce s8- nedenberi bursada dut'an Sümer kralının az mu aramışlardı? Herkes bu heykelleri Ninova (2) da sanıyordu. Meğer Gudea oğ- Ju ile burada karşı karşıya duruyormuş. Ömer arkadaşına: — Guden'ya bak, diye seslendi, Seninle konuşmak istiyor gibi, âdeta gözlerini aç- mış, sana bakıyor. Bekçi birdenbire irkildi: — Kralın gözleri ışıldamağa başladı, sa- , hi a alay eder gibi konuşuyordu: — Korkuyor musun, budula? Taşların gö- 20 ışıldar mu hiç?! Bekçi birdenbire kralın heykeli önünden iki adım geriye fırladı; — Dikkat et, sahip! Kralın gözlerinden kırmızı dumanlar çıkıyor. Ömer heykele dikkatle — Evet.. kral diriliyor. Aman Allahım, sen koru bizi cinlerin, perilerin şerrinden. Diye bağırarak merdivenlere doğru yürü- yüp kaçmak istedi. Orman bekçisi, Esrar dağındaki €Tılsımlı taşlın Gudea'nın gözleri içinde yapışık ol- duğunu duymuştu. Bu, Arapların ağzında yüzlerce senedenberi dolaşan bir efsane ha- Mini almıştı. Hattâ Pirat boylarındaki ço- cuklar, birbirlerini korkutmak için: «— Guden diriliyor. gözleri ışıldamağa başladı! » Derlerdi, Bekçi .Ömere seslendi: — Nereye kaçıyorsun sahip? Insan taş- tan, topraktan korkar mı? İşte, aradığın (Tılsamhı taşlı buldun! Onları burada bı- rakıp.gidecek misin? Ömer itidal ve muhakemesini toplıyarak. tekrar başını heykele çevirdi. Ürkek bir ia“ vırla baktı: — Bu taşları onun gözlerinden nasıl ala- cağız? — Sen merak etme... Ben bu işi yaparım. Hele biraz daha bekle... Şu ceplerimi iyice doldurayım. Doktor içeri girince ona döndü. Şimşek gibi bem beyaz dişlerini gös- terek gülümsedi. Ona doğru tehalük- 1e yürüdü. Her halde bu ziyaretten memnun kalmış olacaktı. Doktor: — İşte ben, gene ben, daima ben... Fakat sizi sıkmıyorum ya?... diye sordu. — Aman efendim? O nasi söz? Doğrusunu isterseniz sıkıcı, tiraşçı olmaktan pek tirkerim. Şayed zarif kadın odasına çepeçevre bir na- zar aklı, — Aman hanımefendciğim. ne gü- Kil vermişsiniz... Bu çiçekler, bu vazo- Jar bu biblolar... Her yerde tazelik, refah, saadet gözü okşuyor. Genç kadın hüzünle içni çekti. — Evet efendim.., - diye doktor sö- sünde devam etti, - Saadetinizin de farkında değilsiniz... Kendinizi bed. Ömer bu sırada birdenbire korkunç bir sahneye daha şabid olmuştu. — Eralın oğlu diriliyor. gördün mü? Diye haykırdı. Bekçi heykellere şöyle biz gözattı. Hepsi yerli yerinde "Yalnız onun da gözleri birdenbire ışıldama- başlamıştı. korkunç mauzara daha. Ömerin dayandığı bir mermer sanduke içinde mumyalanmış olan bir ©Ğ, bugün yatırılmış gibi, kirpikler! bile dökülmeden. canlı bir insan bakışile Ömeri süzüyondu. Örner sandukanın yanımdan sendeliyerek çekildi: — Buradan kaçalım. haydi, koluma gir... kapıdan dışarıya çikar beni! Orman bekçisi: — Bak, sahip! Şurada ne güzel bir diz inci var. Banları almadan gidilir mi bura- dan? Diyerek, duvardaki gözde duran tabulür. kenarında asılı inci dizisine elini uzat, O ne” Müthiş bir tokat.. meg bekçisi birden- bire öyle se » Neredeyse ye- re yuvarlanacaktı. Ö ekol güçtükl tuttu. Bekçi birdenbire bu tokatı Ömerin vur- duğunu sanmıştı. Pakat, Ömerin: — Ne oluyorsun. neden sersemledin. Diye bağırması bekçiyi de korknimuştu. — Bu tokadı bana kim vurdu? Diye söylenirken, duvardaki tabutun ya- vaş yavaş yerinden oynadığı görüldü. Bek- gi inciyi almaktan vaz geçince, tabur ta es kisi gibi hareketsiz kaldı. Orman bekçisi güçlükle kendini toplaya bild:, Fakat o öyle metin bir adamdı ki. Yularca dağlarda sabahlara kadar yanı dolaşmış, canayarlarla boğuşmuş.. başında! neler geçmişti. Bekçinin gözü inci dizlaknin üzerinde ka' di. Ömer: — Haydi bakalım, dedi, bir tokat dal yemeği göze alıyorsan şu (Tılsımlı taş) > yerinden çıkar.. çabuk gidelim buradan, Ki Yatasım, yıldının çarpmış gibi neredeym çatlıyacak, Orman bekçisi son gayretini göstermek ze. Belindeki hançerini xınından sıyır. —Onü, krulın gözünü oyar gibi, hançerk çekip çıkaracağım. Diyerek, heykelin yanına sokuldu. Gözlerini Oudea'nın gözlerine dikti: — Bu taşlara malik olan Insan. dünya. ya sahip olabilir. Diye murıldanarak elini uzattı. hançeri- nin ucunu Gudea'nın gözlerine soktu. Ömer dikkatle bekçiyi takip ediyordu. — “Tilsımh taşı Leylâya götürünce kim- bilir ne kadar sevinecek. Ona kendimi br tılsımlı taşla sevdireceğim. Diyordu. Fakat evdeki hesap çarşıya uy: mu hiç? Bekçinin hançeri kralın gözünde takib kaldı... Adamcağız birdenbire neye uğra- dığını bilmedi.. ensesine öyle müthiş bir yumruk imdi ki.. Orman bekçisi bir Kaç adı. geriye devrilerek. yerde pestil gibi serilij kaldı. Bir müddet nefes bile alamadı. Ömer şaşırmıştı: — Ne oldu? Uyku uyunacak sıra değil, Haydi kalk yerden. Diyerek bekçinin kolundan çekti. (Arkası var! (1) Sümer kralı (Gudea) nın sarayı. (2) İlkönce Sümer Türklerinin, daha sor Ta Asurilerin merkexi olan Fırat boyların- &n eski bir şehir. baht telâkki etmekte haksızsınız Başkalarının ne inkisarları, ne sela. Jetleri var... Kendinizi onlarla muka. yese ediniz. Yalnız bü tasavvur bile saadet getirmeğe küfidir. — Dektor! — Bırakın Ga fikirlerimi istediğim gibi söyliyeyim. Hayatta ik! hasletim vardır: Dostluk ve samimiyet! İşte si- ze söylüyorum: Ne kadınlar bilirim!

Bu sayıdan diğer sayfalar: