18 Ekim 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

18 Ekim 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika, No: 15 Hâlis efendi artık oğlunun odasına sığma- yan ve sorgusuz sualsiz evin en saygı gös- terilmesi mutad olan köşelerine kadar tu- şan bu küstah kalabalıktan çok korkuyor- du. İşte şimdi de onun için yavaş yava; merdivenlerden indi. Taşlığı geçerken, kaynanasının odasında esen gençlik rüz - ” gârı duvarlara kadar savruluyor, anlaşıi- mıyan sesler yeniden havalanmak istercesi ne tepinen yağmur taneleri imiş gibi, baş- lı başına yükselip sonunda bir gürültü se- line karışıyordu. Hâlis efendi ihtiyar kadinın odasında bu kadar gencin nasil böyle eğlenip zevk edebileceklerinden hayret içinde, kayna - nasına karşı bellibelirsiz bir hisle âdetâ çekemeğlik duyuyordu. Vakıa Pembe ha- nım eskiden dirayetli, akıllı, hoşsöhbet, makul bir insandır. Fakal Hâlisefendi, şim di yarı bunak sayılan bu kadının cazip hiç bir tarafı kalmadığına kaniydi. Eskiden o kadar parlak olan bu zihin, şimdi bir tara- fı çökmüş harap evler gibi, yıkılmış, top- rakla bir olmak üzere İse de sağlam kalan tek köşesinin anahtarı hâlâ elinde bulunu yordu, Demek ki Pembe hanım, vakit va- kit önünde nümayişçilerin biriktiği bu ka- pıyı onlara yine açıyor ve içindeki hama- si coşkunluklardan, istiyenlere istedikleri kadar dağıtıyordu. Eskiden de bu buydu, MEL LASANI 61 İN 5 pol | MEYE. vw and) ver olduğunu da bilmez ii Fakat ar- tık bu yıkılan izan çatısının ankazı altin- da hâlâ bir ateşin yanıp tüttüğüne akıl erdiremiyordu. Hâlis efendi ayağının -esini duyurmak- tan korkan bir hırsız gibi, yavaş yavaş taşlığı geçti, acele acele kunduralarını giy- di, ama tam eli zembereğe uzanırken, birdenbire Pembe hanımın oda kapısı a - çılarak oğlunun arkadaşları arasında he - men tek hoşlandığı bir gencin başı görün- dü. Bu, Abdullahın evde olmadığı bir gün kapıda rastlayıp üç beş cümlesiyle Hâlis efendinin gönlünü kendine kaydıran Ce- mil isminde bir gençti. Üstelik Mesihpaşa imamının, nadir kimselere karşı duyduğu bir emniyet hissiyle hoşuna giden bu ço- cuk, memleketin daima itibarda yaşamış eski ailelerinden birine mensuptu. Cemil, bir eli kapıda, suç üstünde ya: kalanmış gibi “duran Hâlis efendiye gü- lümsiyerek: — İmam efendi, buraya gelir misiniz; Pembe hanım tey- ze bize ne güzel hikâyeler anlatıyor. dedi. iHâlis efendi kaçmayı iyice aklına koy- muştu, Ağlamadan beter bir sesle: işiniz acele değilse — Biraz işim var oğlum, başka sefe- re... dedi ve bir iki söz daha söyliyerek Kendisine tatlı tatlı bakan bu çocuğu kır- mamak istedi. Fakat aıkadaşlarının Abdul lahın babasile konuştuğunu duyan üç genç ve o, kaynanasının ne ateşli bir vatanse- X Ne v ŞARKI OPAMAZ: e i a Bitmesin Allahım tılsımlı rüya, BAYAT Mesafeler boyu uzasm w Nekahetten duvak örtünsün dünya, “Hayat, Yükselsin cenuptan bal rengi şarkı. 'Ne bir: virgül; ne bir hat; ” Bird kuyacağız. Gebe kalem fecir yeni günlere, iel ö Bir bayram sabahı in çocukluk, bi m sonsuz sefere; Sonuna mezar denen, Bir nokta koyacağız. - Ali $, ŞIRIN BULBUL Bir dalcıkta iki bülbül, Öte gelmiş, öte gider: . iri güler, biri melâl; Öte gelmiş, öte gider: Ferhat düşer gurbet ile, Dilsiz Mecnun gelir dile, Aşık Kerem düşer yola, a gelmiş, yete gider. “ani der ki: yoktur Bek. Haksızlık var şimden “Vefanm da en son varı, Bite ' yelmin, bite gider; Po BAYRAKTAR he Sıla koksun iklim; açsm tomurcuk. SABİH ŞENDİL HEP BOYLE DEGİL MI BU DERT? Yıldızlar gökte yerde Su: Bütün bir arzu, Bir gün bitmiyecekte. Aksetti suya yüzüm, Çakmak, çakmak oldu gözüm; Geceye döndü gündüzüm: Bazan dalarım da maviliklere Aktığını görürüm . sırtından ihl Evet, yerine gelmiyecekte, Esiriyiz arzuların. Suat YEŞİLYURT apt Om AM 5 SAMIM E- £ AYVERD baş daha oda .kapısından görünmüştü Bunlar da kendisini Pembe hanımın oda- sina davet ediyorlardı. Bir özür bulup kaçmak işten bile değildi; lâkin buna oğ- lundan korkmaktan başka ne mâna veri- lebilirdi? Şüphesiz ki Abdulah içerden arkadaşlarının dâvetini duyuyor ve baba- sının, kendi bulunduğu bir meclise işti - rakten çekinmekte olduğuna için için gü- lüyordu. Hâlis efendi, tereddütle geçtcek tek dakikanın bile ne derece aleyhine o- lacağını tahmin etmişti. Hemen: kararını verdi ve kunduralarını çıkararak gençle - rin önü sıra cesaretle ilerleyip odadan çeri girdi. Kaynanasının sıla hasreti tü - ten hikâyelerini, maceralarını, iyi ve kö- tü günlerin çeşitli sergüzeştlerini bilmez değildi. Hem öylesine bilirdi ki şayet Pembe hanim birinin sırasını şaşiracak ol- sa,derhal tashih edebilecek kadar her biri hafızasının malı olmuştu. Gençler Hâlis: efendiyi Pembe hanı- köşesine oturttular. bakıyor ve min minderinin bir Her birine gülümsiyerek böyle bir gençlik tufanının ortasına atıl- maktan korkmadığını anlatmak için ce - sur ve tabii görünmekteki maharetini bü- tün ustalığı ile kullanmağa gayret ediyor- du. Esaseh o, şü çatı altında sürüp giden hâkimiyeti sarsılalıberi, şimdiye kadar çocuklarının kendi karşısında büründük- leri hesablı, sinsi tavırları aynen benin- semeğe (gayret eder olmuştu. Öyle ki, bir sözü yutkunmadan söylemiyor ve süy- ledikten sonra da muhataplarının kabul tarzına dikkat ediyor; alışık olmadığı yap- ma hareketlerden kendine siper kurmağa çalışıyordu. Bir zamanlar istediğini ya - pan, istediğini söyliyen ve istediği gibi hareket edip aslâ hesap vermiyen Hâlis efendiye gerçi şimdi de, yap, yapma, di- yen yoktu. Fakat görünmez bir keman - keş sanki okunu yayına geçirmiş, nışan almak için tetikte nöbet bekliyordu. Kü- çük bir hatası olsa derhal o korkunç ten- kit oku kalbine saplanacaktı. İşte Bur 1 is çin kendisinin de tetikte bulunması, ço- cukları kızdırmaması lâzımdı. Fakat mu - , hakkak ki bu çok yorucu bir işti. Hele, alışık olmayan kimse için, bezginlik vere- cek kadar âsabı tahrip edici bir gayrete mal oluyordu. i Odadan içeri girdiği zaman Pembe ha- nımı, gençlere (Eski Zagra) nın düğün - lerini anlatır buldu.Halbuki onu asıl coş- turan, cenk k Ailieeieye (Arkası var) A AŞ ŞA

Bu sayıdan diğer sayfalar: