16 Mayıs 1947 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

16 Mayıs 1947 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Efendimiz , Müjdecimiz . Kurtarıcımız Mukaddes Şekil Ma yüzüğünün te- mel elması olan Mu- kaddes vücudun mübarek göğüslerinden . göbeklerine kadar dosdoğru bir çizgi halinde son derece lâtif ve rakik kıllar uzanmıştı. Gö- ğüslerinde bundan başka * kıl yoktu. İşte bu çizgi, Efendimize ait meşhur (Şak- kı sadır - göğüs yarılması ) hâdisesini: anlatır. (Şakkı sadır) hâdisesi iki Abdullah koşa koşa geldi. Bana ve babasına, heyecan içinde seslendi: « Beyaz elbiseli iki adam, Mekkeli ve Kureyş kardeşimin kar- nını yariyorlar!» çocuğu- muzun bu çığlığı üzerine koşa koşa bulundukları yere attılar.» Biz de kendini alıp ihtimam ve itina ile eve götürdük, İşte Saad kabilesinden Halime'nin, yani Peygam- berler Peygamberini emzir- miş olmak gibi misilsiz bir şeref kazanan muhterem parça uyuşmuş kan parça- sını çıkarmış ve ona hitap etmiştir : — Allahın Resulü! Şey- tanın sendeki bütün nasibi işte bu kadardı! O da gitti! Ve o kan parçasını at- mıştır. O günden itibaren Hakikat Vatanının Büyük Sultanı, kalblerinde devamlı bir inşirah duymuşlardır. Bu vakadan sonra kalb. leri, bir kerecik olsun sı- gittik. Nur yüzlü çocuğu bir kenarda ve ayakta bulduk, Nur saçan yüzü hafifçe solmuştu, Sorduk: «Ne oldu, oğlum ?» Cevap verdi: «Beyazlar giyinmiş iki adam geldi, birisi beni öbürüne gösterip bu mu diye sordu. O'da, evet bu, onlar gündüzleri koyunları. O diye cevap verdi. Beni ya- mızı güdüyorlar; onun için. ( tırdılar, Karnımı yardılar, göremiyorsun.» diye cevap (o Göğsümden, ne olduğunu verdim. «Ben de beraber ( bilmediğim bir şeyi çıkarıp r. Kurtarıcılar Kurtarıcısının süt annesi şöyle. hikâye ediyor : — nur yüzlü çocuk, bir gün bana sordu: «Kar- deşlerim Abdullah ile Şem- ma'yı gündüzleri burada göremiyorum. Nereye gi- diyorlar? Ben de « Oğlum, kılmamıştır, ve muazzez kadının ağzın- Ve dan ve en derin saffet eda- siyle dinlediğimiz birinci (Şakkı sadır) hâdisesi.. İkinci (Şakkı sadır) hâdi. sesi, Peygamberler *Pey- gamberinin nübüvvet ve risaletinden sonra Mirac yolunda Cebrail tarafından meydana getirilmiştir. Ceb- O kâinatın bütün esrarını ışıl. rail, Allahın emriyle gelmiş datacak ilâhi nura ve Allah Resülünün sadrını - olm yararak kalblerinden bir , o göğüslerin- den aşağıya doğru inen o harikulâde, rakik çizgiyi göz önüne getirip bu nur izinin ne muhteşem bir mu- cizeye remz olduğunu dü- şünelim : Bu çizginin işaret ettiği sonsuz deruni âlemdir ki, gitsem olmaz mı?» tarzın- daki arzusu üzerine «Peki» dedim. Bir gün hep beraber gittiler, Bu gezinti hoş- larına gidiyordu. Bir gün, agi kudsi Kulumun bence en sevgili ibadeti, yolumda halka öğüd vermesidir. Şeytani vesvese hedef teşkil edici noktalardan temizlenm Abdürrahim ZAPSU — Devam edecek — mealli tb A Aİ İLİY4 Kur'anın eski muarızları Kur'an, nazil olduğu günden bu güne kadar geçen 14 asırlık bir zamandır ki, mucizeliğini muhafaza ediyor; ve gün geçtikçe Kur'anın azâmeti kendisini biraz daha açık gösteriyor. Nazil olduğu zaman Arap edebiyatı pek parlak bir devir. yaşıyordu. Edipler, şairler, hatipler fesa- hat ve belâgat müsabakaları tertip ediyor; en parlak kelâm oyunları Kâbeye asılıyordu. Kur'anın fesahati kar- en büyük edebi zevk sahibi olan şairlerden birisinin kızı, babasının yazısını dıvardan indirmiş «Kur'anın gü- zelliği karşısında bu parçalarla övünmeğe yer yoktur!» demiştir, O zamanın en büyük edibi ve-Kureyşin büyüklerin. den Velid bin Mugeyre Kur'ani dinlemeğe gidiyor; dinledikten sonra ayrılıyor. Bakınız bu sahneyi Kur'anı Kerim nasıl tasvir buyurmuştur «O derince düşündü, takdir etti. Kahrolası nasıl tak- dir etti; yine kahrolası nasıl takdir etti; yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı, döndü, gururlandı, bu ancak tesirli bir sihirden, insan sözünden başka birşey değildir dedi,» Kur'anı Kerimin bu tasviriyle Arabın en büyük Şairi Kur'anın mucize olduğunu takdir etmiş fakat inadi küfrü yüzünden iman etmemiş (sihir ) demek mecburi- yetinde kalmıştır. Bu şair; kavminin içine düşünce şu sözü söylemiştir: — «Ben Muhammed'den demin bir kelâm dinledim. Ne insan kelâmında, ne cin kelâmında bundaki 'halâvet bulunamaz; onda öyle bir halâvet vardıki, âlâsı meyva verir, ednası akıcı ve feyizli bır zemin teşkil eder, Bu kelâm her halde üste çıkacaktır; bunun üstüne çıkacak bulunmayacaktır. » Bunu işiden Ebu Cehil; hemen koşmuş ve ona bu kelâmın lehinde söz söylemenin aşireti arasında mevki- inin düşmesine sebep olacağını hatırlatmış ve bu kelâ- ma bir isim veriniz diye yaptığı ısrarlara karşı da: — «Ne diyeyim; içinizde şiiri, nazmı, kasideyi, cin şiirlerini benden daha iyi bilen yoktur. Onun söylediği bunların hiçbirisine benzemez » demiştir. Ve son cevabı : — Siz ona mecnun diyorsunuz; fakat hiç kimseyi boğazlarken gördünüz mü? Kâhin diyorsunuz; kehanetle uğraştığını gördünüz mü? Şair diyorsunuz; Şiire elini sürdüğünü gördünüz mü? Yalancı diyorsunuz; doğru- dan başka birşev söylediğini duydunuz mu? Bunların hiçbiri de onu tarif edemez! Öyleyse ?» Abdürrahim ZAPSU İbu

Bu sayıdan diğer sayfalar: