20 Şubat 1948 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

20 Şubat 1948 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON ÇEYREK ASRIN MUHASEBESİ Yazan: Mabil Âdem PELİSTER Zevatı âliye... B* yaz akşamıydı Birinci Dünya Harbinde, Sivasta, jandarma oyüzbaşısı iken tanrdığım emekli jandarma Miralayı, dostumuz Salih Zeki ile karşılaştık. Hatıralarda Sivas dostluğu da vardı..Moda gazi. nosunda oturduk. (Spiritüel) bir adamdı. Her zamanki devrin simala- rını, sözleriyle, rıyla nakletmesini sever, bir resmi ng akıt lar ki, çizme. arı da çıkm piş beş saat sübeni ye lâtifeler arasında, firari Sinyüsoğlunun Arslan Çimentodaki bhisselerinden mi, monti Fabrikasındaki alâkasından mı, Serbest Fırkanın meydana çıkmasına sebebiyet vermiş olan meşhur Barut İnhisarı işlerinden mi söz geçmişti, pek hatırlayamyorum. Fakat, o za- manki mecmualardan birinde neşro- lunan bu gibi işlerden biriydi... Bir gün somra, Salih Zekiye Köp: rüde rastladım o «— Haberi olsun, beni, çağır- dılar, Münker . Nekir sualleri sor- dular: Ne söyledi bunu da söyledi mi, buna da söyledi mi, gibi sözler. lede yok,yere başına belâ getirt mek istediler. Fakat, olandan, biten- den başka bir şey söyletemediler, Yalnız. sana «hakaret etmek» ihti. malleri var, ona göre hareket et! Dedi ve bir daha da görünmez, oldu. «Hakaret etmek» kelimesinin mâ- nasımı bilmeyenlerden değildim, Bu gibi «dost irşat> ları, günlük iş'er. dendi. Hakkımda kime ne söyleseler, ne sorsalar, bu zatlar, bana gelip söylüyorlardı. Yalnız. esmayı başa sıçratmamak için. münasebeti kesi- yorlardı. Görünmez hak, hukuk or- dusu, benimle, benim gibilerle, bü- tün digerperest insanlarla beraberdi. Vadiyeti, dostum Avukat Halil Ya- ver'e anlatmış, mukabil bir müdafaa cephesi almıştık ! Çünkü, yine bir şeyler hazırlıyorlardı ! i gün n geçmedi, yolumu kesti : — Polis Müdürü Fehmi bey, seni istiyor ! İ dediler. Beraberce müdüriyete git. tik. Sarayda imiş. Telefon edildi. Beni Birinci Şube şeflerinden Sadul. lah ve Kemalin bulundukları bir oda- ya aldılar. Kemali, tanırdım : — Ne var? iki sivil memur — Bizde bir evrakın yok! Cevabını verdi ve gülümsedi. Bu şiveleriyle, tavırla. * evraksız derdest ve bu gülümseme, iyi alâmetlerden değildi. Fakat, vazi- yeti düşünmeğe vakit kalmadan — Müdür, seni istiyor! Dediler: Yine bir polis önde, bir polis arkada huzura girdik ve yalnız kaldık : — Otur! edi. Sonra, vere geçti: — Sen, «zevatı ri hakkında söz söylüyormuşsun ! Bu gibi şeyleri, burada müna- kaşa ersağ istemem. Zaten edilemez! — Sana, bu kadar söylüyorum: Bir daha karşılaşmıyalım, Hem senin Için, hem de benim için iyi elmaz. Sen, benim burada ne yaptığımı bi- liyor musun ? — Hiç bilmez olur muyum! Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, «Eti senin, kemiği benim!» misali, İstan- bulluları, bazı polis müdürlerine tes- lim ettikten sonra, neler yapılmazdı ? Bazan da, polis müdürleri, sözde sa- mimi görünen arkadaşları tarafından iğfal olunur, haberleri olmaksızın, kendileri için, hiç de arzu etmedik- leri vaziyetlerle karşılaşırlardı : Büyük Yeni Han Odabaşısı Salih Baba fa- ciası gibi! Bu polis müdürü, vaziyeti kavrı yacak iktidar ve kabiliyetteydi. Hiç olmazsa, «ben istersem kanun çıkar- tır, şöyle yaparım, böyle yaparım!» diyecek kadar kendisinde Büyük Mil- let Meclisi, Devlet Reisi gibi kanun vazı selâhiyetleri bulunduğuna ina. nanlardan, gey adamları hiçe sayarak, bu ık bir haksızlığa âlet olmak ateyenliiden değildi. Bu ihtar, bu kadarla geçmişti. Ben de <«zevatı âliye» nin kimlere ait bir asalet unvanı olduğunun far kına varmış, gibiydim, Çünkü, polis müdürünün harimindeki «zevatı âli. ye» sözlerinin Siyasi Şube Şefinin li- sanında, başka, müdürünün lisanında başka mânalar taşımaması,başka başka şahıslara münhasır bulunmalarını im- kân haricinde bırakıyordu. Yalnız, Dahiliye Vekilinin haberi olmaksızın, bu «zevatı âliye>, nasıl oluyordu da siyasi zabıta teşkilâtına emirler verebiliyordu * Evet, düşünüyorum : Sahte din- darların, sahte dinsizlerin, gizli hura- fecilerin, ogizli Bolşeviklerin elele vererek, jurnallar düzdüklerini, bu jurnallan da oraya, buraya gönder. diklerini, bunların da fırsatcü «zevatı âliye» tarafından tedhiş vasıtası olarak kullanıldığını bilmiyor, değildim, An- cak, bu jurnalcı müfteriler, bu «zevatı Gi aramızda şu muha âliye»nin kimler olduklarını, en yüksek siyasi emniyet âmirlerine emir vere- cek kadar nüfuz sahibi olduklarım, nasıl bilirler, nasıl böyle bir hüküm verebilirlerdi ? Bir iki müsbet vaka ile sabittir ki, ne devlet reisi böyle diliyordu, ne de kabine reisi böyle istiyordu. Nadi, bugünlerde eski döst- ları tarafından, kendilerine komünist. lik, siyonistlik isnad olunan o zaman- ki dostlariyle, aleyhime malüm dâva- sını açmaktan başka birşey yapamı- yacağını öğrendikten önce, hükümet reisine müracâat etmiş, kimbilir han- gi zaviyeden sebepler göstererek, ka- rakuşi bir darbe ile hakkımdan' gel. mek istemişti, Fakat, kendisine mah- ii kapısı gösterilmişti. Necip Ali- n tüccardan Kohenka'ya, onun da börlieie söylediği : — Biz, ona neler yapacağız, gö- * recektir ! Lâfı malümdur. Ve İhsan bey plânı, Birinci Ceza- nın çelikten ahlâk perdesini deleme- mişti Dâvaları; onların in değil, benim lehime neticele nmişt «Nereye gidiyorsun, Eni ?> kitabının neşrinden sonra, Tevfik Rüş- tü'nün ve Şükrü Kaya'nin Devlet Re- isine vaki teklifleri ise, kökünden reddolunmuş, dâva bile açamamışlar- dı. Filhakika, Tevfik Rüştü'nün plâm mucibince. Balkanlardaki sefirlerden bir takım beyyinesiz raporlar getirte- rek, siyasi bir hadise çıkartmak iste- mişlerdi. Fakat, hadiseler, beni teyid, onları tekzip ediyordu. Şüphesiz ki, bunlar da gönüllü düşmanlar kafile. sine katılıyorlardı. «Ankara ve Av. rupa siyaseti» kitabının müellifine, İn- giliz casusu, «Mustafa Kemallerin ki- tabı» müellifine, «Suikasdcı» damga- sını yapıştırmak ve bazı hüsnüniyet sahiplerini kandırabilmek için. «zeva- tı âliye» nin da ' tabaka tabaka yük- seklere dayanması lâzımdı ! Bu düşmanlığın yegâne mucip sekebi ise, haset, liyakatsizlik, kül. türsüzlük, tarihi hiyanet vazifesine devam hırsı, ve nihayet, sebebiyet verdikleri hafiyeciliğin fasit bir daire halinde işlemesiydi. Bugünkü Büyük Millet Meclisi Reisi Fuat Cebesoy : m Vi ettiriyorlardı.» dediği zaman; onu tâkip ettirenle vekâleten çekildikten sonra kendileri, tâkip veya kontrol ettirenin de aynı zihniyet olduğunu anlamamazlıktan gelmemeliyiz. Onlar için, zaman, az geldi, zararsız geçti. Benim için ise, yirmi senelik belâ oldu. 13 Sk KARAN mk A saca

Bu sayıdan diğer sayfalar: