22 Haziran 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7

22 Haziran 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

22 HAZİRAN —- 1925 Kartal Oğullarının ülkesi A[âNAVUTLU IKTA H. ARER Akşam Postası — Orta Arnavutlukta bayram Türkçeye çeviren: 4. EKREM Usta Teodorun kellesi kesildi, fakat sandıklarında kurşun harflerden başka bir şey çıkmadı | | insan yetiştirir. ovalar da başka | | çeşit... | yaya doğru işte bu yoldan yürü - | bir de büyük lâkabı cilerin, Toskalar da ikincilerin torunlarıdır dersek pek yanılma- mış olacağız. Her ülkenin şimallilerile cenup lularının konuşma ve karakteris - tiklerinde az çok aykırılıklar ve | farklar vardır. Dağ!ar bir çeşit| Strabo, Toskalılarla Kegaların arasındaki sınıra Via Egnetia adı- nı vermektedir. Romalılar da As- müşlerdi. Biz Elhasandan Roma- lıların ihtişamlı günlerinde Dir- rahyum adını vermiş — oldukları Draç limanına işte bu yoldan sürüp gittik. Roma lejiyonlarının — Asyaya doğru yürüyüşünü gözetlemiş - lirya çocuklarının bir çoğu, bü- yüyünce Roma ordularının hiz- metine girmişti. Bu yerli çocuklardan Diyok - leşyan günün birinde imparator - luğun erguvani harmaniyesini kendi sırtına geçirdiğini aklına bile getirmemisti. Uliryalı küçük çocuklardan o- lup ta sonra adınım ön tarafına takılmış o- lan Kostantin de bu Roma alay- p Tarı, şimdiki Yugoslavyanın Niçl yeri | Bu iptidai salıncağa ne diye dudak büktünüz. Viyanada gördüğünüz elektrikle işliyen ? Arnavut çocuklarını eğlendiren te Şikagoda yapılmadı mı? Amma ektrikle işlermiş! kimin umrunda? Arnavutlukta derebeylik siste -; mini ortadan kaldırmak oldukça zordur. Orta Arnavutluğun zen - gin ve verimli ovaları hâlâ bir ta- kım derebeylerin — el'erindedir. Serbest arazi ise, hiç te makbul olmıyan bölge (mıntaka) lerde - dir. Berat şehri, yaz ortasında bile tepesi karlı olan Tomori dağının altında ve bir kaç tepe üstünde -| dir. Elhasan ise iska ve irva e-| dilmiş meyva bahçeleri arasına dağılmış bir şehirdir. Arnavutluk şehirlerinin göklerine doğru fab- rika bacaları değil, — minareler yükselir. | Arnavutlar esas itibarile ekin- ci bir ulustur. Yapak, keten hattâ derisini ellerile işler. Arnavutlukta taassup öteye be-| riye heykel dikilmesine manidir. l kocaman asri dönme dolabın dedesi bu değil mi bu salıncaktan bir tanesi de 1893 Şikagodaki bin kişi alırmış ve el larda ne olabilirdi?. — Katırcılar buna “altın,, sözlerile cevap ve- riyorlardı. geçerken diye ba-| şehri sokaklarından belki “işte — geliyorlar,, ğırmıştır. Nişli Kostantin günün birinde Roma imparatoru büyük Kostan- tin olmuştu. Arnavutluğun hemen her tara- fında Gjinokastra, Himara, Poja- ni ve Saranda yakınlarında Yu - Kimisi de “Venedik | ! dükası,, diyordu. |B Bunun üzerine usta Teodorun kellesi kesildi. ve sanJ.klar kı - rıldı. Ancak altın yerine, sandık- lardan âdi madenden daha doğ- rusu kurşundan, sayısız küçük parçalar çıktı. | Lânet olsun! Hele dur bakalım şu küçük parçaların ucundaki kargacık burgacık çizgiler ne ola| ki? Hiç şüphesiz fesat ve mel-| amet! | Seytanın öz işleri' heriflerin hepsi kelles: kesik Teo- doruü İtalyadan getirmiş - olduğu matbaa hurufatile orada bırakıp | kaçtılar ve Arnavutluğa matbaa | hurufatı ilk önce işte böyle kanlı bir biçimde girmiş oldu! Fakat günün birinde burada da Bir ırmak Arnavut- heykel dikilecek olurs» Elhasan- ı Teodorun heykeli birinci ol - malıdır. Arnavutlar bir yazı ıçin uzun yıllar çalışıp didinmişlerdir. Usta Teodor kalkıp — Venediğe git - mişti. Uzun zaman oralarda bir işler gördü. Arnavutluğa döndü- ÜGü zaman bütün eşyası küçük bir takım sandıklardan ibaretti. Büyük bir kıskançlıkla muha - faza etmek istediği bu sandık - luğu iki ulusa ayırmaktadır Elhasandan Daraça giderken Şkumbini ırmağını — takip ettik. Bu ırmak şimalde olan Kegalar- la cenubun Toskalarını birbirin - den ayıran tabii sınırdır. Eski Helen tarihçcisi — Etraho, şimdiki Şkumbini ırmağının şi - malinde yaşıyan İlliryalı ile ce- nupta yaşıyan Epirlilerden bah - seder, Demek ki Kegaları birin - Mutaassıp $ j ” | rahat vakti kazanmak kuı;ukW e| Eşek inadı nedir bilir. misiniz? Arnavutlar mahmuzsuz ayakları- nt hayvanın karnına sık sık vur- makla bu inadın önüne geçmek isterler amma bazan muvaffak olamazlar. Arnavutlukta motör- ler pek çok ve çabuk artmakta olmasına rağmen, fakir ahalinin hâlâ eşek başlıca yük taşıyıcımdır. nan ve Roma eserleri meydana çıkarıldı. Roma Senatörleri yazı- larını gelip Dirrahyum adını ver- dikleri deniz kıyısı şehirde geçi - rirlerdi, * (Devamı 1ar) | Yaşlısını değil; gencini!.. | nız değil mi?.. | rıl Macar hikâyesi: Haynutlar arasında —1 Arakadaşlar, kontes Setefi Re-| pei tanıyor musunuz? Hayır... Şu be- nim kara gözlü meleğist olan mini| cik prensimi?.. Şunu da söyliye - yim ki kendisi benim değildir... Hani, söz misali, benim diyorum.. Onu hepiniz tanırsınız... Benim gibi, sen de, o da, hetimiz arka- sından iç çekmiştik! Yalnız hicbi- riniz, benim gibi bütün bir gece onunla bir arabada yo!culuk yap- mak bahtiyarlığında bulunmadı - Ha, bakın; yanında yolcu'uk arkadaşı bir de matmazel va:'dı. Böyle olmakla beraber, bu da ele geçmez bir şanstı, doğrusu!.. Bu şansa ne kadar teşekkür edilse az. dır. Ancak bu iş bana göre değil- di.. Bir gün Kerekvardaki şatosun da otururken, gece geç vakit. er-| tesi günü Arad gazinosunda bir balo verilmekte olduğunu ve bu- taya muhakkak gitmek lâzım - geldiğini hatırlamış; — arabanın koşulmasının emretmişti. Yanır. - da benden başka kimse olmadı - ğgından: — Benim sevimli — Baronum; Arada kadar bana yoldaşlık et - mek lütfünü esirgemezsiniz de - ğil mi? Diye sordu.. Zaten “benim Baronum,, demesi kâfi idi! Ona ne cevap ver.bi - lirdim? — Kontes, benim - tapındığım Tanrım; gece zifiri karan!ık, ara- bamız devrilebilir. Bacağımız kı- a yarın nasıl dansedebiliriz? Ös ırmağının üç tane kolunu geçmek lâzım. Bunlardan birisi- nin köprüsü çürük çarik; buz ııbi' sularda boğulmak da, var.. Sza - lontanın yakınlarında kerkurnç bir mnmağa dalacağız... Burası eşkiya dolu!.. Sizi tek başıma nasıl koru- yabilirim? Hem bu geceden yola çıkmak neye yarar xi? Yarın sa bah çaydan sonra, arabaya bin - mek için bol bol — vaktim'7 var..| Öğleyen sonra Arada ulaşırız ve akşama kadar da tuveletlerimizi rahat rahat yaparız! Ancak sözlerim hep boşa gitti. Kendisini iyi tanırsınız. Onu kan dırmak için ne söynlense, inadına aksini yapar! Hayır hızlı hızlı yol| alarak yorulmak istemiyordu Yol yorgunluğunu çıkarmak için isti - istiyordu. Arabadan iner inmez böyle yor -| guün argın, her — tarafı kırgın ve bitkin bir halde baloya gide"ilir miydi hiç? Hele yolcu'uğu o ka - dar seviyordu ki: Karanlıklarda dere tepe ve ormandan geçmek ne esrarlı, ne ideal bir şeydi? Yılelız- lar, kurbalar daha neler de, ne - ler!.. Görülüyor ya: Şe — mir?cik sevimli kızcağızı da bir kapris doğ| muştu. Yerle gök biribirine karış- sa bile istediğini yapmak lâzım dı.. Dediği, dedikti... Bana yapılacak bir *« kalmıştı. Siz söyleyin bakalım: Ben ne yı pabilirdim? Ya onunla — birlikte gidecektim, yahut şatoda tek başı ma, yapayalnız kalma': idim. Ta bil gidecektim. Buna mükâfat o larak da beni arabada karşısına oturtmak lütfunu esirgemedi. Hoş görünmek için Kontes be- ni boyuna taltif ediyordu. Evvelâ | dizlerimin üstüne koskocaman bir şapka kutusu koydu, — sonra da manşonunu... Kucağımı yolculuk için almış olduğu paketlerle dol -| durdu. Bütün bunları yapıp bi » tirdikten sonra da uykuya daldı. Ona söz söyliyemiyordum. Fakat arabanın her sarsıntısırda gözle rini açtı mı bitmez tükenmez sor- gulariyle karşılaşıyordum: Bir şey kaybetmedin ya? Seyahat çanta - sı nerede? Elçantası yanımda mı? Sakın şapka kutusuna başı- mı dayayıp uyumamalı! Ben te - minat verince gülerek hemen yine uykuya dalıyor. Bunldan sonra yanındaki matmazel baş ağrısını bahane ederek ah vah etmeğe baş ladı. Şimdi sıra bana gelmişti. Ben de uyur gibi göründüm. Arabanın dehşetli sarsıntısı ve sonra bir yana yatmasile birden- bire uyandık. Sânki bir hendeğe saplanmış gibi araba durmuştu. Benim kontesim de gözlerini açtı. Hâlâ yarı uykuda, ne oluyoz diye sordu. Uşak arabacının ya - nmdan yere atlıyarak kaprya yak laştı. — Madam la kontes galiba vo- lumuzu şaşırdık! Kontes kızarak: — Bundan sana ne? Durmak için yol şaşırmak bir sebep midir? Önümüzde yol oldukça her halde bir yere varırız. Dedi. — Evet kontes.. Ancak bir şey — Ne var? Bu yol biçbir yere gitimiyor mu? — Evet bir yere gidiyor amma, korkarım ki burası pek de iyi bir yer değil.. — Haydi sen de deli' Fena yer- de ne demek? Böyle bir yer bilmi- yorum. Neredeyiz? t — Kontes cenaplârini müsââ - desile Szalonta ormanındayız... — Peki, bu orman geçilmemiş bir yer değil ki.. Bizden önce bu- rasını yüz binlerce kişi enine boyu na dolaşmıştır. — Hiç şüphesiz, madam.. Fakat arabacı korkuyor.. — Arabacı mı? Fakat onun kontratında korkacağına dair bir madde var mı? — Şüphesiz madam. Ancak si- ze bir fenalık gelmesinden korku- yor.. — Hele bak.. Ona ne oluyor? Benim işime nediye karışıyor? — Hem atlar için de korkuyor. — Ha bak buna diyeceğim yok. Atlara karışmak işi ona ait.. — Sanki demek istiyor ki bu ormanda yoksul bir takım kişiler oturuyor. — Şu arabacı olacak herif am- ma da sersem şey: Sanki kendisi de yoksul kişi değil mi? — Şüphesiz kontes cenapları.. Ancak yoksul kişilerin atlarımızı almaları ihtimalinden ürküyor. Bunun üzerine ben de söze ka- rıştım: — Kontes, söylediği sözler sa- dece gevezelik değil.. Görüyor- sunuz ya, gece yolculuğu neye mal oluyor? Artık gece ormanda ge - çirmekten başka yapacak iş kal madı. Şimdi atlarımızla birlikte malımızı da canımızı da alabilir- ler. Yanımda tabancam da yok! Küçük kontes yaramaz bir gülü cük atarak: — Onu da almasınlar diye getir medin galiba!.. Dedikten sonra benim davran- mamı beklemeden kapıyı açtığı gibi dışarıya fırladı. “Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: