14 Haziran 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

14 Haziran 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 HAZİRAN — 1938 -—— — Dürdane fikrinde ısrar ediyordu: — Hayır, nafile Faruk. Ne söylese. niz beni inandıramuzsınız, Sizin gibi şık, zarif bir gı mavi taşlı, manasız, biçimsiz yüzüğü taşımaz. Yüzüğünüzün muhakkek bir hikâyesi olacak. Hem de bir aşk hikâ. yesi, Onu muhakkak bize anlatmalısın. Sen de bu fikirdesin değil mi Mür - vet. Mürvet Dürdanenin mütaleasına ig tirak etti ve: — Vallahi Faruk, dedi, bu hikâyeyi dinlemek isteriz. Kimbilir, ne ince, ne manalı bir hikâyedir. Faruk ellerini uzun saçlarının için- de dolaştırdı. Dudaklarmdan manasi, rengi belli olmıyan bir tebessüm geç: ti. Sonra: — Evet. dedi, yüzüğümün bir hikâ. el iz gibi ây Bilâkis beni asktan kurtaran bir hikâye. Biliyor - sunuz, bu yüzük tam dört aydır par- mağımda. Dört ay evvel ben hasta, bedbin bir gençtim. $i kadar basit ruhlu, bir göçebe kadar sağlam vücutlu bir adamım. Mazideki , Sneak pek nadir te larımda fena bir rüya - i başımda canlanıyor. ürriyetim esmer bir kadının siyah saçlarıyla bağlanmıştı. Onun, yıldızsız gecelerin gökleri kadı leri vardı, Tıpkı gözle- riniz gibi Mürvet, Faruk bir dakika sustu. Sonrâ du. daklarından istihzaya benzer acı bir tebessiim uçtu ve: — Kalbim, dedi, aşk sandığım bir hisle çarpıyordu. İşte o aşka inandı - ğim gürlerin birinde... Hiç unutmuyo- Tum, Talak yağmurlu bir günde, İs . tanbulg yeni gelmiş bir ecnebi ile be. raber Bedestenin, kapalı çarşmm bin bir çeşit eşya ile dolu dükkânlarının birinden çıkıyor, ötekine giriyorduk. İşle o dükânlardan birisinde bu yüzü. &il gördüm, Kocaman mavi taşı (ze- rinde bir hamamböceğinin siyah göl- gesi işlenmişti. Bir Mısır masalını ha- parmağında bu; göre insana saadet getirirmiş. Yüzüğü aldım, parmağıma geçirdim. Akşam eve geldim. Geniş koltuğum. da gözlerim yarı kapalı, odamın sıcak. lığını emerek düşünüyordum. Her ak- şamki gibi mavi abajurlu lâmbanin et- rafında gölgeden hayaller uçmaya başladı, Size demin de söylediğim gi. bi o vakit hasta, sinirli bir gençtim. r musiki kulaklarımı doldur. rım parmağımdaki yüzü- t. Orada yeni bir hayal can- lanıyor gibiydi. Bu hayal hemen he . men çıplaktı. Yalnız kalçalarında be. yaz bir bez parçası bağlı, Başında bembeyaz bir takke, İşte o kadar. Vü- cuduna baktım. Pazuları kuvvetli, O- | muzları, göğsü genişti. Tunç rengini andıracak kadar esmerleşen yüzünde tatlı bir tebessümün ibtizazları dola . şıyordu. Yüzüne, çok ıstırab çekmiş bir adamın çizgileri çizilmişti. Fakat iri siyah gözlerinde saadet ateşi yanı. yordu. Bana sağ elini uzattı. O vakit hi tle titredim. Bu elde de parma- ğımdaki yüzüğün tıpkısı vardı. İri ma- vi taş üzerinde hamamböceği, ayni vaziyette büzülmüş duruyordu. Hayal çok yakımımdaydı. Çöllerin rüzgürı kadar sıcak nefesi şakakları . m1 yakıyordu, Birdenbire bu nefes ku. Jaklarımda fısıldıyan bir rüzgâr oldu: “Sen, dedi ömrümlin birkaç saatin l de parmağımda taşıdığım bu yüzüğe | malik oldun. O halde hikâyemi dinle- | meye mecbursun. Bu yüzük bana fe. lâketlerin en kanlısı içersinde saadet, lerin en unutulmazımı getirdi. O sa- âdet dakikasmı tekrar yaşamak için, o Pelâketle karşılaşmaya razıyım. “Ben kızgın ve sıcak topraklari Üze- rinde tekerleksiz tahta sapanla çift sil ren bir Mısır köylüsüydüm. Sıcak bir günde tarlamda elimde orak, boyum GLAM! * Kşıyor, ekin biçiyordum. Uzaktan üç adam belirdi, Orları derhal tanıdım. Ortadaki, kâtipti. Uzun kamış Kale « mini kulağınm arkasına yerleştirmiş. Sağında, elinde kalım sopasıyla iriyarı bir herif vardı. Solunda da bir zenci, Elinde ince hurma dallarından örül . müş bir kırbaç tutan bir zenci, Yaklaş , tılar, kâtip sert sert: — Haydi, dedi, Firavunun emriyle bir kanal açılıyor, orada çalışacaksın! Yalvarmak istedim. Hurma dalları- nin ateşli temasını sırtımda duydum. Ilık bir mayi omuzlarımdan aktı. Yola koyulduk. Yolda sağdan sol . dan kafilemize iltihak edenler çok ol- du. Beynimizi eriten kızgın güneş al- tında günlerce yürüdük. Kalın sopalar omuzlarımızda kırıldı. İri kan pıhtı. lârr, sırtimizda dondu kaldı. Yürüdük, durmadan, dinlenmeden yürüdük. A- çılacak kanalın yanına geldik. İşe baş. ladık. Günler, haftalar etlerimizi eri- ten, kemiklerimizi kıran sıkı bir çalış ma İçersinde eridi. Bir gin ortalıkta yeni bir haber çalkandı. Firavun Açı- lan kanalı görmeye gelecekmiş... “Ertesi gin daha erken kalkıldı. Kamçılar sırtımızda daha canlı şak. Tadı, Sıcak kanlar, kızgın kumlar Üze- rine daha koyu aktı, Vücutlar yağir ve pis kokulu terler içersinde yıkan . dr. İşbaşılar vahşi hayvanlar gibi göğ- redi. Biz işi anladık. Firavun o gün gelecekti. “İkindiye doğru ihtiyar firavunun ihtişamlı alayı uzakta canlandı. On İ- ki esirin omuzları üzerinde duran bir taht revanda altın ve gümüş kakma. İi iskemlesi üzerinde oturan firavun, gözlerimizin önünden bir mabudun ha» yali gibi geçti. Önünde, arkasmda çıplak vücutları üzerinde iri ter dam. laları damlıyan iki esir uzun birer yel- Mavi yüzük M.E, gâr göndermek için yoruluyorlardı, A. Isyin etrafını alan rahibler ellerinde altm ve gümüş buhurdanlar tutuyor- lardır. Buhurdanlardan ince, mavi, ko. kulu bir duman yükseliyordu. “Biz gözlerimizi kaldırmadan çalı - şıyorduk. Firavunun taht revanırı karısmm taht revanı takib etti, Orada ay kadar güzel bir kadın vardı. Saçla. rından çikan sarhoş edici kokular ha- vayı doldurmuştu. Kendisine kadar yükselen ter kokumuzdan iğrenmiş, burun deliklerini tıkamstı. Fakat genç kadınım gözleri vücutlarımız üzerinde dolaşıyordu. Beni gördü. Bakışlarının sivri bir ok gibi etlerimin içine girdi. gini duydum. Ürperdim ve olduğum yerde mıhlandım kaldım, Kalın sopa omuzlarıma indi, kırbaç ateşten dille- riyle sırtımı yaladı. Ben işe koyuldum. İhtişamlı alay tatlı bir rüya gibi göz. den silindi. “Gece, ıslak ve çamurlu topraklar Üzerinde kırılan bel kemiklerimizin â- cısını dinlendiriyorduk, Her acıyı diren uyku, ağır bir gölge gibi vüc dumuza asılmıştı. Sabahleyin yüzle - rimizde şaklıyan kanlı kırbaçlarla u- yandık. Parmağımda mavi bir pırıltı gördüm ve şaşırdım. İşte senin par. mağında duran bu mavi yüzüğün Üze- rinde hamamböceği bana bakiyor ve gülüyor gibiydi. Daha fazla düşünme- ğe vaktim yoktu, İşe başladım. Öğle paydosunda yüksek bir kâtib olduğu, başımdaki kırmızı takkesinden anla . sılan bir adam geldi. Hepimizi dizdi ve sırayla parmaklarımızı yokladı. Par - mağımdaki yüzüğü görür görmez be- ni ayırdı. Sert kalın iplerle kollarımı arkadan bağladılar. Kırbaçlar çok in. safsızca sakladı. “Firavunun zevcesine ait mavi taş- )r yüzüğü çalmakla suçluydum. Beni l ık, ölümden soğuk bir yerde bekle . dim, Saatler biribirini kovaladı. Kim- e, hiç kimse gelmedi, Sonra, çok son- ra kalm kapı hafifçe açıldı. İçeriye bir adam ve bir kadın girdi. Erkeğin elin. de kırmızı alevlerle yanan bir meşale vardı. Duvarlarda aydınlık gölgeler sallandı. Bu kadm, yanlış görmüyor. dum. Bu kadın oydu, firavunun karı s1. Erkeğe işaret etti, Bağlarımı çöz « düler. Adam meşaleyi yere sapladı. izi yalnız bıraktı ve çıktı. Bu kadın, firavunun yatağından çıkan, buraya kadar koşan ve bu karanlık zindana giren bir kadındı.. Bu kadın, kuvvetli adaleleri; in pazuların, geniş © - muzların önünde kendinden geçen ka . dlardan biri.. Onunla tatlı, hiçbir insana nasib ol- mıyan tatlı saatler geçirdim. Güneş doğmadan ihtiyar tekrar geldi. Kolla. rımı ayaklarımı bağladı. Kadınla be. raber çıktılar. Hem de bir tek kelime söylemeden. Sabahın ilk ışığıyla beni cellâda verdiler. Başım ağır satırın tazyikı altında yere düşerken gözlerimde ve beynimde yalnız o vardr.,, Hayal bunları söyledi ve kayboldu. Faruk yerinden kalktı, Asabi adım- larla odada dolaştı ve Mürvetin önü- ne dikilerek; — Uyandıktan sonra düşündüm, de- di. Ben hangi kadın için bu Mısırlı gi- bi ölüme kadar gidebilirdim, Bu fe - dakârlığı hiçbir kadın için yapamaz . dim. Hattâ gözleri yıldızsız gecelerden daha siyah o kadın için bile. O halde kalbimde dolaşan hisse aşk demek bu kelimeyle eğlenmektir. İşte o dakika- da her şeyden kurtuldum. Faruk, ağır ağır iskemlesine oturup cigarasını yakarken Mürvet, odada Dürdanenin de olduğunu düşünmeden yerinden fırladı ve Faruğa doğru ko- şarak: — Faruk, dedi. Bu uğursuz yüzüğü at e sustular ve m tırladım *S Mısirlilara iisini kovmak istediğini zanne- rek, yalvarır bir tavırla, ellerini göğsünde bitiştirdi. Krebiyon büyük bir dikkatle onlara bakıyordu. Gayet sakin görünüyor, yalnız parmakları, gâyri ihtiyari tut. muş olduğu bir iskemlenin tahta yeri, me asabi hareketlerle mânalr darbeler indiriyordu. Bu aralık d'Assas ayağa kalkmış o. Jap, heyecanından konuşamıyacak bir hale gtlen genç kadının gözleri işine mest nazarlarla bakarak, taze ve ber- rak sesiyle ve tatlı bir tavırla şöyle di- yordu: — Madam, gelip beni hapisânede görmek şerelini bana bahşettiğiniz za- man, bir erkeğin bir kadına söylememe- si icap eden sözleri söyliyecek kadar kendimi unutmuş ve böylelikle her er. keğin kadına borçlu olduğu hürmete Aykırı harektt etmiştim. Bu nezaket - sizliğimden dolayı affınızı İstirham &- diyorum. Genç kadın, parlayan gözlerini cnun Şehresine doğru kaldırarak, duyup duymadığını, rüya görüp görmediğini kendi kendine sordu ve söyliyecek bir tek kelime bulamadan, hıçkırıklar için- de ağlayarak, dizleri üzerine yere yı. kıldı ve şövalye, bir tek hareket yapma. Bs vakit bulamadan, onun elin! tutarak öptü. D'Atsas, mahcubiyetinden © kıpkır- mızı kesilerek, onu süratle yerden kal - dirdr ve mırıldandı: — Ah"! Madam. Ne yapıyorsunuz? Ve şaşkın bir hale gelmiş olan za- vallı şövalye, ondan yardım istiyormuş Elbi, Krebiyona bakıyordu. Ayni derecede mütehassış olan şair 'U bakışın mânasını pekâlâ anladı. Genç ködina doğru bir koltuk çekti ve Jülyet bu k> İtuğun içine düşerek, baş: elleri #rasında gizli olduğu halde, hep ayni *üthiş hıçkırıklara sarsıldı. Şâir, şövalyeye susmasını ve bu sa- | er arasında Ç8- RKTZ DO POMPADUR miimi ısuraba hürmet etmesini işaret €den bir jest yaptı ve elini yavaşça genç kadınm başı üzerine koyarak, alaycı mizacından kat'iyen beklenmiyen nâ. mütenah! tatlılıkta bir sesle şöyle de. di: — Alayın, yavrum, ağlayın. Göz yaşları mukaddestir, çünkü kalbi saf- laştırır. Ağlaym.. .Çünkü göz yâşları- nızla beraber, ayni zamanda, kalbin'zi boğmuş olan bütün fena düşünceler de düşüyor. Ağlayın, çünkü bu göz yaş- ları kalbinizi yıkıyor. Ağlayın, yav. rum. Ve bu cidden iyi kalbli insan, çocu. ğunu beşikte sallıyan bir anne gibi, tatlı kelimelerle, şair kalbini söyletiyor ve genç kadının saflaşan kalbindeki 19- taraplarını uyutuyordü. Bu müddet zarfında d'Assas da, bu te- maşayı seyrediyor ve gizlemeğe lüzum görmediği büyük bir heyecan içinde dinliyordu. Nihayet, genç kadın, sakinleşir gibi oldu. Gözlerini sildi, mahzun ve tatlı bir tebessiimle : — Artık bitti. Dedi. Ve bu sözleri söylerken, göz- leri gayri ihtiyari d'Assasa dikildiği için, Krebiyon çekilmek üzere bir hare. ket yaptı ve şövalye bu hareketi endi- şeyle gördü. Çünkü kontesin neye gel- diğini kendi kendine soruyor ve haki- katen gidgide muammalı ve garip bir hal alan bu kadının vaziyeti onu kor. yordu, i Jülyet, bu endişeyi gözdü mü? D'As- «asın zihninden geçenleri anladı mı?. Bunu kat'iyetle söylememize imkân yok. Muhakkak olan bir şey varsa kapıya yaklaşmış bulunan Krebiyona şöyle de- diğidir: — Çok rica ederim, mösyö, kalın.: Mösyö d'Assasa söylemek Üzere geldi. dim sözleri duyabilirsiniz. vuna serin, tatlı bir rüz- taslı, geceden karan sev; vili devam MARKİZ Dö POMPADUR 375 tediğinizi yaparsınız, fakat ben intika- mın almak istiyorum ve korkunç bir şekilde alacağım. — Haydi, haydi, azizim kont, sakin. leşin ve madem ki muhakkak intikam almak isiyorsunuz, şu halde. bu d'As. sası size terkediyorum. Ona istediğinizi yaparsınız, Şimdi menun oldunuz mu? — Oh! teşekklir ederim, monsenyör! — Çabuk iyileşin, çünkü size ihtiya- cım olacak.. — Merak etmeyin, yatağımda kal- maktan, çok daha başka işlerim var... Ve kont korkunç bir tebessilmle ilâve etti: — Burada boşu boşuna vakit geçire- cek değilim, monsenyör.. — Pekâlâ. Fakat sırf menfaatiniz iktızası olarak, ibtiyatsızlıkta bulunma» yın.. Şimdi sizi brrakıyorum.. Verilecek âcil emirlerim var.. Mösyö Andre, bu ayyaşt size bir defa daha emanet edi- yorum. Bu hususta size verdiğim tali- matı, harfi harfine yerine getiren . 'Bu sözler üzerine, mösyö Jak, do- labın dibindeki gizli kapıya yürüyerek kayboldu. Bir çeyrek saat sonra, Noe, oldukça konforlu, pencere ve kapısı bulunmıyan bir odaya nakledilmişti. Bu odayı bir idare kandili, hafif bir ziyayla aydınlatıyordu. Sarhoş geniş bir koltuğa yerleştiril. miş, ve, küçük bir masanın üzerine, ây- yâşın nazarı dikkatini celbeden bir şe- kilde, bir çok şarap şişesi konmuştu. Bu şişeler, cidden mukavemet edilmez şeylerdi. XXV BEKLENİLMİYEN BİR ZİYARET D'Assasla Krebiyon gittikten son kontes dü Barri, uzun müddet kalbini vermiş olduğu insanın çıkıp gittiği ka. pının önünde, düşünceli bir halde kal- mıştı. Bu genç ve güzel kadının kafa- | sında ağır, fakat muannit bir mücade- le vuku buluyordu. Hiç bir zaman tanımadığı, hattâ mev- cudiyetlerinden dahi haberdar bulun « madığı bir çok düşünceler onun kafası- na nüfuz ediyor ve zihninde yeni ufuk- lar açıyordu. Yabancı, hicaplar, incelikler birden- bire onu sarıyor ve genç kadın, vaktiyle ne olduğu, ne yaptığını ve hâlâ ne va- ziyette bulunduğunu düşündükçe kıza- tıyordu, Bü ani hicaplar.. Onu hayrette bıra- kan ve ayni zamanda teshir eden bu yeni düşünceler nereden ve niçin geli- yordu?. Bunun sebebi neydi?, Işte sebep; Hiç bir zaman çarpmı- yan bu kalbde, saf ve samimi bir aşk hü- kümferma olmağa başlamıştı; ihtiras ve kin gibi yabancı ve çirkin hislerin aşkla yaptıkları korkunç mücadeleden aşk galip çıkıyordu; henliz bâkir olan bu kalbteki fenalıklar, aşk denen bu hâkimi mutlakın temasiyle eriyor, te- mizleniyordu. Ve genç kadın tamamiyle değişmiş, düşünceli bir halde, ilk defa olarak kon- tes dü Barri ismiyle meydana çıktığı büyük baloyu görür gibi oluyor ve ku- laklarında, kont dö Sen . Jermen'in ciddi ve tatlı bir sesle söylediği şu söz» leri duyuyordu, — Siz kontes dü Barri değilsiniz ve hiç bir zaman olmuıyacaksımız.. Henüz geç değildir.. Doğduğunuz memlekete Veokulöre gidin. Orada mütevazi, fa kat namuslu bir hayat sürün ve emin ölün ki, saadeti ancak böyle bulacak - sız... Şimdi de.. Garip şeyl. d'Assasa re- fakat eden bu alaycı tavırlı, müstehzi bakışlı, tiyatro aktoruymuş gibi, biraz mübalâğalı jestler yapan şair, ona, ayni tatlı tavır, ayni tatl; bakışlar ve hemen hemen ayni kelimelerle, ayni sözleri

Bu sayıdan diğer sayfalar: