18 Ağustos 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 16

18 Ağustos 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 16
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

192 SERVETİFÜNUN Hulâsa, yine benim dediğim oldu. Çamlıcada hir ev tuttuk. İkiay bu evde tıpkı bir harem hayatı yaşadık. Gözlerim yalnız Sireti görüyor, kulaklarım onun sesinden başkasını işitmeye taham- mül edemiyordu. Tam iki ay, tükenmez bir hırsla onu sevdim, bir deli gibi, düşüncesiz, iradesiz peşinden koştum, onu bekledim, onu düşündüm. Baatlerce dizinin dibinden ayrılmadım. Günlerce onu göğsümden ayırmadım. Ve bizim bu aşkımız bütüu muhitimizi her kesi şaşırttı, benim bu çılğın- hğımdan Siret de şaşkına döndü. Fakat bu aşk bizim değil benim aşkımdı. Ben seviyordum, Bende bir sevmek illeti başlamıştı. Ben Şiretimi seviyordum, yoksa Sires benim bu sevmek hastalığıma mevzu mu olmuştu? Çünki işte üç ay oldu, Sireti geviyorum. Bu kız- da beni sevdi, bn muhakkak, çünkü ben bir deli gibi idim. Öyle mür'iç öyle insanı azaba sokan ha- reketlerim vardıki bevi sevmeyen bir insan buna güç- ama pek hüç tahammül ederdi. Siret benim her ârzuma râm oldu. : v1 Artık nisbeten muntazam bir hayat takip etmeye başladık. Her gün mektebe gidiyor, ve akşamları erkenden eve dönüforum. Sanki büyük bir fırtınadan gonra hasıl olan sükün gibi evin içinde bir sessizlik var. Ne kadar değiştim, Ben o kadar şen, o kadar neşeli olan, her yerde sesi işitilen ben şimdi jtapkı bir kuzu gibi sessiz, sedasız duruyorum. Ne sabah giderken bir gürültü, ne de akşam geldiğim zaman sesim duyuluyor, bazan günlerce ağzımdan tek bir kelime çıkmıyor, kimse ile konuşmak istemiyorum. Bazı akşamlar, hava güzel olduğu zaman oturdu- gumuz odanm pencerelerini açıyoruz, karşı karşıya oturuyoruz. Ay soluk ışıgile bahçeleri ve uzak tepe- leri aydınlatıyor. Uzaktan bazan bir gramofou sesi bazan bir köpek havlaması işitiliyor. Ay ışığında yaprakların hafeketlerile yüzünde gölgeler dolaşan Birete bakıyorum. Cansız, ruhsuz bir bakışla onu seyrediyorum. — Düşündüklerini bana da söylemez misin Fikret diyor. Bir tedai, eski günlerin birisinde söylenmiş olan bu cümle bana ilk heyecanlarımı hatırlatıyor. Gülü- yorum, fakat manasız bir gülüş, gayri ihtiyari dudak- larımın ucuna kadar gelen bir kahkaha parçası. İşte şimdi içimi dökebilsem, yâni şimdi her aklım- dan geçeni yapabilsem tam bir deli nümunesi ola- bilirim. Çünkü: Şimdi bol bol gülmek istiyorum, haykıra haykıra gülmek, Siretiv saçlarından yakalamak, bir kısmını bir koluma diğerini öbür koluma sararak onu sürük- lemek, bahçe kapısından çıkarak tepelere doğru koşa koşa gitmek istiyorum. Sonra yine koşa koşa tepelerden kırlara ineceğim, vâdilerden geçeceğim, dağlara tırmanacağım, ellerim, ayaklarım kanayacak, onun da saçları kopacak, yüzü kanayacak, Gideceğiz, gideceğiz günlerce gecelerce yürüyeceğiz ve bihayet... nihayet daha yüksek bir No.1879—194 tepeye, bütün dünyanın, bütün insanların görülebile- ceği hâkim bir noktaya çıkacağız. Onu bihuş bir kayanın üzerine yatıracağım, dizimle göğsüne bastı- racağım. O hâkim tepeden, o insanlara en uzak mahalden, onu benim elimden kimsenin almayaca- ğına kat'iyen emin olduktan sonra yavaş yavaş acı- madan gözlerini oymak ve boğazını sıkmak... Siret tekrar goruyor: — Fikret neye düşündüklerini bana göylemiyorsun? Başımı tâ nzaklara, &lçak bulutların arasından ay ışığının zaman, zaman gösterdiği yüksek bir tepeye çevirmişim, Ellerile başımı kendi yüzüne döndürüyor, yavağ- çacık kafasını benimkine yaklaştırıyor, yanağını dayayor: — Söyle Fikret diyor. Sana ne olduf niçin böy- lesin Ellerimi esçlarına götürüyorum, yavaş yavaş örgülerini çözüyorum, saçlarını dağıtıyorum, gözümü saçlarının arasına sokuyorum, burnum eski bir koku- yu arıyor soruyorum : — Siret o kokudan, ogünkü o eski menekşe ko- kusundan bir parça var mı! Kalkıyor, saçlarıva ondan sürdükten sonra yanıma geliyor, başını göğsüme dayiyor. O saçlar, o keku ve yakından bakıyorum o yüz. — Biraz gözlerimden öper misin Fikret, Eğiliyorum, sâkin ve heyecanız gözlerine dudak- larımı koyuyorum, uzun, uzun öpüyorum Fakat birden çok fena oldum, Siretin gözleri yaşlı idi, Siret ağlıyordu. Hemen başını kaldırdım, yüzünü ellerimle tuttam, yüzüme yaklaştırdım. Ayın perıltasında iki ınci tanesi gibi duran iki damla yaş suratıma bir kırbaç tesiri yaptı. — Siret! ağlıyorsun ha! diye sordum... Peki buna sebep ne? niçin ağılyorsun?: ve daha buna bevzer bir takım suallerin zamanı.. Hayır ben hiç bir şey soramadım. Onu tetelli bile edemedim. Çünkü, ağlamasının sebebini her halde iyi biliyorum. Esasea o da benim gibi, sorsam da söylemez. Tekrar başımı uzak dağlara çevirdim. Bu defa şöyle düşünüyordum: Ölsek. Siretle ikimiz gayet rahat bir ölümle ölüyoruz. Meselâ bir şey içerek. Fakat bu öyle bir içki omalı ki yüzümüzde kat'iyen bir şikâyet izi çizmesin. Memnun, rahat, inşirah duyarak ölelim, Birbirimize sarılmış bir vaziyette, melekler kolla- rında ikimizi yatıranlar, yavaş yavaş bulutların arasına doğru yüktelelim. Çıkalım, çıkalım ve bizim bu yükselişimizle birlikte güzel bir ses bir şarkı söylesin. Kulağıma bir ses geliyor, birisi bir şarkı söylü- yordu. Sese de, şarkıya da yabancı değildim. Lâkin bir türlü kestiremiyorum, kimin sesi ve hangi şarkı! Kendimizi bulutların arasından başka bir yere götüremedim, hayalim orada durdu. — Devamı var — AHMET İHSAN Matbaası Limited e e

Bu sayıdan diğer sayfalar: