19 Mart 1936 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10

19 Mart 1936 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

202 HİKÂYE DEĞİRMEN: 'NAHİD - NAİL Onun nereden geldiğini, kimin nesi oldu- gunu bilen yoktu. Yalnız yakın kazalardan bi- rinin kaymakamından bir tavsiye mektubu ile nahiye müdürüne müracaat etmişti. Müdürlüğe gitmek için çarşının bozuk, taşlı yolundan kırıtarak geçerken, tavanı basık kah- vede oturanların hepsinde ani bir hareket olmuş, sonra bunu bir mırıltı takibetmişti. Üstünde, güzel vücudünü siki sıkı saran açikrenk bir manto, başında kısa saçlarını örtmeğe çalışan benekli bir başörtü vardı. Bu başörtünün altın- dan taşan sarı saçlarından bir bukle, daima gü- lümsiyen mavi gözlerinin üstüne düşmüştü. Biçimli vücudü, dolgun göğsü, geniş kalçaları ve serbest yürüyüşüyle daha kasabaya girdiği ande çarşıda bir dedikodu dalgası canlandırmıştı. Nahiye müdütünün yanına çıktığı vakit, masasının başında oturan müdür, tatlı gülüm- seyişile bu güzel mahlüku karşısında görünce, kocaman göbeğile koltuğunun üstünde şöyle bir doğrulmuş, sonra bıyıklarını burarak ona: — Tavsiye edilen sizsiniz, değil mi? Diye sormuştu. O da gülerek elindeki tav- siye mektubunu uzatmış : — Evet! diye cevab vermişti. Ve o günden itibaren Gülsüm, bilhassa müdürün hizmetine alındı. Her gün sabah ak- şam çeşmeye suya gidiyor, bu ara yolda ve çeş- me başında ona lâfatan köyün delikanlılarile oynaşıyordu. Onun dedikodusu bütün köyde al- mış yürümüştü. Köyün bütün delikanlıları ona tutkun, kızlarıysa düşmandı. İktiyarlara gelince, başta imam olmak üzere bir taraftan biyik bu- ruyorlar, diğer taraftan da: «Hdebsiz aşifte, geldi de köyümüzün tahatını bozdu!» diye de- dikodu. ediyorlardı. Gene bir akşam, omzunda testisi, dalgın dalgın suya gidiyordu. Birden yanıbaşında bir dal ve yaprak hışırtısı, bir ayak sesi işitti: başını çevirince karşısında zayıf, uzun boylu, siyah saçlı bir delikanlı gördü. Fakat bu O kadar ani olmuştu ki, Gülsüm ürktü ve sevki- UYANIŞ No. 2065-—380 tabilsine tabi olarak testiyi düşürüp kırdı. De- likanlı kıpkırmızı olmuştu; hiç bir şey söyle- yemedi. Güslüm gülerek: — Birdenbire çok korktum, dedi. tiyi kırdım. Neyse... Sen kimsin? Delikanlı tutuk tutuk : —Ben değirmenin sahibi Ahmedim, diyebildi. — Haa.. anladım. Hani şu herkesten uzak yaşıyan, değil mi? diyerek bir kahkahaattı ve beraberce yürümeye başladılar. Ahmed, köyden on dakika ötede bulunan değirmeninde yalnız başına yatar, kalkar, köye çok seyrek iner, kimseyle görüşmezdi. Yirmi. iki, yirmi-üç yaşlarında, kimsesiz mahçup bir çocuktu. Gözlerinde öyle munis bir ifade vardı ki Gülsüm daha ilk ande onun diğerlerine ben- zemediğini anlamıştı. O günden sonra sık sık buluşuyorlardı. Ahmed onu görmek arzusunu yenemiyor, sık sık kasabaya iniyordu. Köylü- ler evvelâ, eskiden kasabaya ancak ayda bir uğ- rayan değirmen sahibinin böyle iki günde bir köye inişine hayret ettiler. Fakat sonra mesele anlaşıldı. Artık çarşıdaki kahvede yalnız bunun dedikodusu yapılıyordu. Gülsüme tutulanların arasında köyün eşra- fından ve en belâlı delikanlılarından Zeytinci Zade de vardı. Zeytinci Zade kara biyıklı, iri- yarı, haydut gibi bir adamdı. Bir gün Gülsümü suya giderken ağaclıklar arasında sıkıştırmış, elini beline dolayarak onu öpmek istemiş, fakat Gülsüm bundan kendini kurtararak gülüp kaç- mıştı. Bundan sonra Zeytinci Zade Gülsüme büsbütün tutuldu. O da bu yağlı parçayı ka- çırmk istemiyor, fakat kiymetini arttırmak için kendini naza çekiyordu. Zeytinci Zade artık hiç bir şeyin fayda ver- miyeceğini anlamıştı. Daha fazla dayanamadı ve Gülsümü kendine nikâhladı. Evlendikten sonra Zeytinci Zade onu kıskançlığının âciz bir esiri yapmak istedi. Fakat Gülsüm gene suya gidi- yor ve Ahmedle buluşuyordu. Onunla pınat ba- şında uzun zaman oturuyor, konuşuyor ve Ah- med Gülsümün daima gülümsiyen mavi gözle- rinin derinliklerine dalıyor, dalıyordu. Zeytinci Zade bu buluşmaları ve onun doğurduğu dedi- koduları duydukça çılgına dönüyor, Gülsümün üstüne yürüyerek onu ölümle tehdid ediyordu. Fakat ne bu tehdidler, ne de köydeki dediko- dular Gülsümün Ahmedle buluşmasına mâni o- lamadı. Bir sabah ağaçlıklar arasından yavaş yavaş gene pınar başına gidiyor. Serin bir sabah rüzgârı esiyor, Gülsümün yanık tenini okşuyot, Bak tes-

Bu sayıdan diğer sayfalar: