28 Mayıs 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

28 Mayıs 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

a £ © “so “Posr “ Cenup Denizlerinde Bir Seyahat Macerası Altın Peşi şinde.. Muharriri Stakpool Üç Serseri. Üç Milyoner la Makar yalniz kaldığı zaman sırtını büyük bir ağaca verdi ve ni de gemiye verdi. Zu- ür edebilecek herhangi bir hâ- diseyi gözden kaçırmamıya karar © vermişti. ii: Bakarken ve dinlerken bir- denbire kulaklarına başka bir ses geldi. Bu bir gürültü idi, bir © tabak ve çanak kırılmasından mütevellit bir şangırtıyı andırr yordu ve yine gemiden geliyor- du. İlk defa olduğu gibi bu çi “rültü de çok sürmedi, derin bir pi yer verdi. arın endişesi ve korkusu büsbütün artmıştı. Bununla bera- ber vaziyeti mümkün olduğu ka- dar soğukkanlılıkla muhakeme- den geri kalmıyordu. Bu, bilhassa gürültü ne idi? ger geminin içinde tabakları çanakları kırmı başlıyan © birisi varsa bu, yerli birisi olm © yacaklı. O halde kim olabilirdi? Dikenli çalılıkta kalan arkadaş- nda tabakları kırmakta bir menfaatleri yoktu. Farzedelim ki yerliler veya beyazlar Cekiyi o öldürmüşlerdi, şu veya bu sebeple tabakları da — kirmışlardı, şimdi neden sessiz duruyorlardı? Neye herhangi bir harekete teşebbüs etmiyorlardı? Makar düşündükçe düşünüyordu. 5 Gemide bulunanlar tarafından © kendisinin © görülmemiş olması mümkün değildi. O halde neden —— her hangi bir taarruza uğrama mıştı? Alelhusus yalnız bulunu- yordu, silâhı da yoktul © © Makar kendi kendine bütün bu sualleri rat ediyor. Fakat cevaplarını bir türlü bulamıyordu. — Bereket versin Viyar çok geç- meden gelmişti. Tüfeği de elin- “deydi. © Makar alçak sesle ikinci hâ- © Odiseyi arkadaşına anlattı: — Gemide mutlaka birisi dedi. Siz gittikten sowra © bir tabak çanak © yığınının kırılmasını oandırır o bir gü o rültü çıktı. Sonra yine sessizlik başladı. İçimizden birinin gidip delikten bakması, bu esnada da öbürümüzün elde tüfek ile ateş © Getmiye hazır bulunması lâzımdır! Belki yapılacak şey hakikaten bu idi. Fakat Viyarın işine gel- — medi: b — O halde sizin gidip bakma- nızı tercih ederim, dedi. Korkak — değilim amma, bütün kanımın © damarlarımda odonduğunu itiraf — ederim. Tabii bir hâdise karşısın a © bulunmuyoruz. Bu, bana adeta © bir ein peri hikâyesi gibi geliyor. Gemiye gidip bakmayı Ma- kar da (tehlikeli (o buluyordu. © Arkadaşına: Vallahi, ister cin peri İşi, ister insan işi olsun, kaybe- dilecek bir dakika bile vaktimiz — yoktur. Altını gemiye götürmek, üst tarafını da gidip buraya ge, — tirmek lâzım. Zamanınız cidden © kıymetlidir. Ne dersiniz, bir kur'a “ çeksek?... Yerden bir ot kopardı. Bunu biri uzun diğeri kısa iki par- © oçaya ayırdı, bu iki parçayı da avucunun içinde kapattı, 5 — Büyük parçayı çeken ge- miye gidecektir, dedi. Viyan otların uçlarından bir anesini Otularak çekti, o geri ile mukayese ettiler. Uzun (Viyar) a düşmüştü. j var, Geli Girmiye Makar Da Tehlikeli Buluyordu, Kur'a Çektiler. Kur'a Viyara Düştü Kur'a neticesinde gen gemiye git- me işi Viyarın hissesine düşünce adam bu işin peşinden takarrür etmiş olmasına rağmen bir saniye tereddüt etti. Sonra bülün cesare- tini toplıyarak tüfeğini arkada" şına bıraktıktan sonra gemiye doğru yürümiye başladı. Artık tereddüdü tamamen bıramıştı, geminin yanma gelince bir hamlede güverteye atladı ve er salona İ merdivenin itti. tiyatla aşa reng esi m nerek Makar'ı gözlerile aradı ve işaretle hiçbir şey görmediğini anlattı, Fakat bu, nasıl olabilirdi? Güneşlik gibi sağ elini alnının üzerinde tutarak aşağıya baktı, yine bir şey göremedi. ven vi nasıl olabilirdi ? ” Bulunduğu yerden ayrılarak salona ışık verip güverte camının bulunduğu noktaya gitti. Maale- sef bu cam buzlu ve çok kalın olduğu için aşağısının görülmesi mümkün değildi. Viyar bu ışık veren camı açmak istedi. Fakat maalesef cam ancak aşağıdan açılabilecek şekilde yapılmıştı. O zaman ha- tırma geldi: Camın güverte tah- tasma yerleştiği noktada biraz aralık vardı. Bu aralığa bir de- mir çubuk sokmak mümkün olursa cam zorlanabilirdi. Viyar ayağa kalkarak ei fına bakındı, ne iyi tesadüf, kü- peştenin kenarında bir demir manivelâ vardı. Koşarak demir manivelâyı aldı, camın arasına soktu ve demirin dışarda kalan ucuna basarak camı zorlamıya başladı. ( Arkası varj Caz Örkestrasına Kadin- lar Rağbet Gösteriyor Cazbant, filen alâkadar kadınların olmak istemedik- hiç te anlaşılmasın : Kadınlar, danset- mek hususunda cazbanda bayı- lırlar. Fakat filen caz orkestra- larında çalışmayı sevmezler, Son zamanda, birçok saha- larda olduğu gibi, kadınların caz da — çalıştıkları görülmiye başlamıştır. Hele bazı ! yerlerde, azası münhasıran kadın olan caz orkestraları bile göze it mia başlamıştır. orkestralarında leri bir çalgı nevidir. Tabir yanlış “Yüksek Mektep ler Mu- bayaat a Yüksek Muallim mektebi, Mektebi Mükiye ve Üsküdar Valdeba- ğında perevantoryom müessesesinin haziran 932 ayınaait olmak üzere “et, ekmek, sebze ve kuru, ihtiyacı 31 mayis salı günü öğ- leden evvel saat 11 de pazarlıkla mubayaa olunacaktır. Talip olan- ların pey akçalarile birlikte; Fındıklıda Yüksek Mektepler Mubayaat Komiyonuna müracaat eylemeleri. BüYüK TAYYARE PİYANGOSU 12 inci Tertip 5. inci keşide 11 Büyük e 50.000 Liradır. Ayrıca: 15.000, 710.000 Liralık büyük ikramiyeler ve 20.000 Liralık bir mükâfat vardır. ÂYE Bu Sütunda Hergün “ YAZAN: İsmet Hulâsi ŞAKA DERKEN Köprü başında tesadüf ettim, çirkin bir kadın değildi; hatta güzl de denilebilir; eğer müşkül pesent olmasaydım çok güzel diyecektim.. Muntazam bir vücudu, ince bir beli, beyaz bir yüzü, kıvırcık sarı saçları. Bütün bunlardan başka daima gülen iri yeşil gözleri vardı. İşte ben bu göz“ lere meftundum. Bilmem vasıl kendimde bir cesaret buldum, azarlar diye korkmadan, sokak ortasında re- zil olmaktan çekinmeden. bir- denbire hitap ettim: — Hanımefendi. Hanımefendi dedim amma, işte bu hanımefendi sözünün arkasını getiremedim.. Bir şeyler söylemek istiyor fakat ne söyliyeceğimi bil miyordum.. Yüzüme baktı: — Beyefendi. Tatlı tatlı, bakarken tatlı tat- h gülmiye başladı: — Beyefendi, bir şey mi söyliyecektiniz ? Ne âlâ sual! demindenberi ben de kendime ayni suali soru- yor, fakat bir türlü cevabını bulamıyordum. — Beyefendi diliniz mi yek, yoksa şaka mı yapıyorsunuz ?. — Şaka efendim, şaka Ha- nımefendi, ben şakacı insanım dal, Kahkahayla güldü, ben de kahkahayla güldüm. Ne iyi şey.. Şakadan ahbap oluvermiştik. Bu şaka imdadıma yetişti, şa- kadan beraber yürüdük, şakadan koluna girdim, şakadan bir lokan- tada karşılıklı yemek yedik; ve yine şakadan ertesi günü buluş- mak üzere biribirimize söz verdik.. Ve söz verdiğimiz saat şaka- dan buluşuverdik. Bir şaka daha yapayım dedim, şakadan: — Otomobille gezeliml.. Diye bir teklifte bulundum.. Şaka bu, ciddi değil ki: oda şakadan kabul etti. Bindik oto- mobile.. Otomobil açıktı; bir ba- har günü açık bir otomobilde insan yanında güzel bir kadınla kalabalık bir caddeden geçerken ne hissederse ben de onu hisse- diyordum.. Güzel giyinmiş, güzel bir kadınla yanyanayız, eğer şa- kadan bu kadına: — Benim ol. Desem emindimdi ki, şakadan; — Hayırl.. Yok, okuyucularım okadar korkmayınız! , — Hayır. Demiyecek; mubakkak, fakat şakadan; — Pekil.. Diyecekti. o Otomobil altıncı dairenin yokuşunu çıkıyordu. — Hanımefendi!.. Dedim. Yüzüme baktı, ah o bakışı, sanki insanın kalbile şa- kalaşmak istiyen bir hali vardı. — Yine mi, şaka!. — Evet, sizinle şakadan Da- irenin önünde otomobilden insek, ve nikâh memuruna gitsek.. — Ciddi olmamak şartile peki!. — Tabii tabii ciddi değil, şakal,. Şaka ile şoförü durdurduk, oda indik fn üç kat merdivem- lerini çıktık; Nikâh Memurunun odasına girdik.. — Neye geldiniz? Nikâh Memuru da nasıl sual soruyordu? Ben cevap verdim; — Neye geldiniz var mı? Şa- kalaşmıya geldik.. — Yani ne demek İstiyorsu- nuz?. — Ne demek istiyeceğiz nk kâhlanacağız! — Yal... — Yal.. — Yal. Üçümüzün hayret — Yalıs kocaman bir — Yaaaaaaaaa !.. Oldu. Ben yanımdaki — Şaka değil mi? — Şakal.. Oda kalabalıktı, birçok insan vardı; şakanın bu tarzına hepsi hayret ettiler, hayretten ağızları açık kaldı. Üşenmedim, açık ka- lan ağızlarını birer birer ka- pattım.. Memur, deftere bir şeyler yazdı, şakadan bir imza atıp çık- tık.. Merdiveni inerken, genç odacı arkamızdan — Voyvel, Diye bağırdı, fakat kızmadık. Her halde şaka idi. Şaka, şaka, şaka derken kâğıtlarımız asılmış, bir gün tayin edilmiş, bir masanın bir yanma iki koltuk konulmuş bizi bu koltuklara oturttular; sordular: — Siz evlenmiye mi geldiniz! Şakadan; — Evet Dedik.. Ve şakadan evlendik. * Şimdi artık beraber yaşıyoruz, ben çok mes'udum, iyi ve uysal hir karım var, ne desem. — Pekil., Diyor, ben de sadık bir ko- ca; işimden çıkınca evime gidi- yorum.. Şakalaşa, şakalaşa çok güzel vakit geçiriyoruz.. Fakat arada sırada karim şa- kadan birşey söylüyor. — Seninle şakadan bir kavga edip mahkemeye gitsek, şakadan ayrılıversenk ne dersin?.. * Ben bu söze şakadan: — Evet! Yok, okuyucularım o okadar korkmayın, — Evet! Demedim, Fakat şakadan: — Hayır! Dedim. — Hayır, hayır, hayır!., Size de sorayım, karım güzel, iyi, aramızda kalsın, sakın başka- larına söylemeyin, parası da çok- muş; artık şakadan da olsa bu söze hiçbir zaman: — Evet!,. Diyebilir miyim? ağzından çıkan ları bir araya geldi güzel kadına

Bu sayıdan diğer sayfalar: