16 Eylül 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

16 Eylül 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Dünya Hü İspanyol Dilencilerinin Yeni Levhaları Dünyanın gidişatı değiştikçe insanların mantıkında da garip tahavvüller — oluyor. — İspanyol dilencilerinin verdikleri bir ka- rar, zihniyetlerdeki tuhaflaşmanın parlak bir nümunesidir: İspanyol dilencileri, alınlarının teri (!) ila geçinen iş adamları gibi, son zamanda, buhrandan mülecssir başlamışlar. Aldıkları — sadakaların — yekünu, gündelik — ihtiyaçlarına — muka- bele etmekten uzak kalıyor- muş. Karar vermişler ki bu ka- zançlarını fazlalaştırsınlar. Göğüs- lerine şöyle şöyle levha asmıya karar vermişler: *Hayır sahibi kimselerden be- her sadakayı on santimden aşağı yermemelerini rica ederiz. Biz biçârelerin balimiz harap oldu, Merhametinize iltica ederiz.,, Bu levhayı okuduktan sonra olmıya bilmeyiz ilâve edecek bir şey | var midır? Bir Japon Diplomatının Cinayeti Tokyodan — yazılıyor: Japon hariciyesinin genç memurlarından biri tarafından büyük bir akis | yapan feci bir cinayet işlenmiş- tir. Bu diplomat, çok sevdiği ka- rısını, hususi masasının - içindeki kâğıtları karıştırırken görmüş ve derbal Üzerine — atılarak boğ- muştur. Japon diplomatı, bu kadını, hariçte memur iken bir Kafeşan- tanda görmüştür. Kadın, mülesse- sede artistlik yapıyordu. Kendi- sini çok sevdiği için evlenmişti. Fakat karısının bir ecnebi devlet besabına casusluk yaptığına ka- naat getirdiği için öldürmüştür. Temyiz mahkemesi matın cezasını iki' seneye indir- miştir. Hayvan Himayecileri Dişçilik âlemi, bir müddet- tenberi mühim bir tecrübe ile meşgüldür. Bu tecrübenin wmahi- yeti şudur: İasan dişinin iltihapları köpek- lerde no tesir yapıyor ve bu ilti- hapları, yeni ve böyle bir esasa müstenit bir serumla tedavi et- mek mümkün olur mu? Bu tecrübeler için köpeklerin diş etlerinde sun't yara yapılmak- ta ve İnsan diş etlerinden alınan mikroplu ifrazat hayvanın yara- sına nakledilmektedir. Bu ameliye köpeklerde pek büyük ıstıraplar doğurmaktadır. Birçok dişçiler, bu ameliyenin netice vermiyeceğine, binacnaleyh biçare köpeklerin boş yere İş- kenceye konulduklarma kanidir- ler. Fakat bu hususta iyi netice alacak diş doktoruna 1000 dolâr ikramiye vadedilmiş olduğu için tecrübelerin ardı, arası kesilme- mektedir. Beynelmilel Himayei Hayvanat Cemiyeti erkânından Ledi Ha- milton, ahiren aktolunan cemiyet kongresinde bu İözumsuz tecrü- belere bir nihayet verilmesini temin edecek tedbirler alınmasını istemiştir. Bu cümleden olarak kendisi, bu tecrübelerin ilânihaye neticesiz kalacağımı fennen ispat eden diş doktoruna verilmek üzere de 1200 dolârlık bir mü- kâfat koymuştur. Şu halde, hi- mayei hayvanatçılarla diş doktor- ları arasında bir nevi iddialı bahis tutulmuş oluyor, demektir. genç diplo- | | olun da AKSARAY PAZARIND. REKLÂM USULÜ Arılar Balı Bundan Alıyor Efendi! Arnavut Şekeri Bu! — Arılar, balı bundan alıyor | efendiüi... — Arnavut şekeri - satıyoruz, okkası beş kürüşa — arnavut | şekeri... — Rumeli kebabı... m..-6.«li kebabı... Kemer amma ne kemer... Be- line sar da öyle gez... — Çavuş ye... Çavuş ye.... — Vidos çayırınn bunlar... Vidos çayırının... — Haminnemin — dişleri, ha- minnemin dişleri... — Ha yağ...lı.. yağlı, yağlı, yağlı... Yukarıya sıraladığım — sözler, uydurma değildir. Eğer, bir ak- şam, yolunuz düşer de Aksaray pazarına uğrarsanız, satıcı ede- biyalının daha buna benzer ve buna benzemez, nice — şaheser nümunelerini kendi kulaklarınızla işitebilirsiniz. Şu bizim ayak satıcıları, ya- man adamlardır. vesselâm... Malını satamadığından şikâyet edenler, reklâm nasıl yapılırmış, gelsinler de şu pazar yerlerindeki sergicilerden — öğrensinler! — Siz meselâ kavun yerine sarfettikleri şu tekerlemeyi be- U...Ru..- ğenmeyin: — Anrlar, balı bundan alıyor efendil!.. Ya, şu Arnavut şekerine ne buyrular? Malüm ya, Arnavutlar, acı bibere bayılırlar. Biber, onlar için şeker yerine geçer. O halde gelsin Arnavut şekeri... Urumeli kebabı ne — olduğunu mümkün değil, — keşfedemezsiniz. — Ben sordum da öyle öğrendim. Efen- dim; üzüm, biraz olgunlaşınca *“kebap, adını alırmış: Kavrul- muşluğundan kinaye... Tabit böyle bir cibre gibi üzüme yaldızlı unvan İlâzım.. Dü- şüne düşüne, Rumeli kebabmı bulmuşlar, fena mı?.. Pat'ıcanın uzunluğunu — ifade için “ beline sar da öyle git ,, tabirinden daha kuvetlisini ne- reden bulursunuz? Bamye! Bamyel. dese, kimse aldırmıyacak. En iyi bamye yetiştirmekle şöhrer alan Vidos çayırını işin içine karıştır-f dığı gibi bamyesini derhal çeşni- lendiriyor. Haminnemin dişleri nedi mi dediniz? O da kartlaşmış mısırın ta kendisi.. Amma, haminneler dişsiz olurmuş.. Iyi ya, işte.. O da bunu söylemekle küçük bir | imada bulunuyor. Vakit akşamdı. Hü Cemaevvek 1831 | Öğü | icel Sular karar« l k mıya yüz tutmuştu. Aksarayda, tramvaydan indim. Lâlelide baş- layıp Aksaray karakolunda ni- hayet bulan bir insan kalabalığ- nn - arasındayım. Kaldırımları i satıcıların nâraları, tikametten gârlar gibi ses veriyor. Arka arkaya zincirleme di- zilmiş kavun karpuz arabaları.. Yalandan tutturulmuş çardaklar altında mevsimin bütün sebze ve yemişleri.. Herifin biri, elinde bir salkım Özüm; yanındakine dert yanıyor: — Kopar ortağım kopar.. Kısmet - bizimmiş!.. Bu akşam siftahı biz açlık. Siftah bizden, bereket Allahtan.. Karşılıklı üzüm yerken şem- siyeli bir hanım, yaklaştı: — Evlâdım.. Üzümler senin mi ? Ikisl birden koştular: — Allah — bağışlarsa — bizim hanım anne... — Kaçtan kayım... — On iki buçuğa.. aralı kaplıyan muhtelif is- veriyorsun — ba- “Hanım anne dört elif miktarı | bir “ Aaaa...,, satıcıya çattı: — Ben sahici — müşteriyim “Sor geçl, mi sandın be- çektikten sonra, G E NMNTT T ğğ * -— TAKVİM —— CUMA ! 8 Gün - 16 EYLÜL- 932 Mmar 133 Azabi Ruml 3- Eylül -saxas 1348 bi ik —| 18 19 1 8| 19 53 © 239|3 60f diği |3 ti fasşam 5. Sö|1Z 00 ) Yaraı 8. 2105 40 Güneş İaasalı esen — uğultulu . rüz- | Ben Sahici M&terîyim Sroirgeçn Değilim — Ayol! | ni.. Üzüm alacağım evlâdım... X — — İyi ya valdeciğim.. biz de bunu üzüm diye satıyoruz... — Düş öyle ise... Düş, düş... Gülmiye başladı: — Nereye düşeyim anne! Öteki bir fısıltı geçti: — Peşime düş diyor ulan... Satıcı, bu İâubaliliğe kızdı. — Sus be... Sırası değil! Sonra —yüksek — sesle yar kadına döndü: — Size ona bırakayım anne.. — A, On da çok.. Dokuz da çok.. Sekiz de çok... Artık kızdı: — Bedava verdik desem alır mıisin?... — Niye bedava verecekmip ihti- sin. Bak hele şuna... Kala kala senin — kokmuş — Üzümüne mi kaldıml!.. | — Yürüdü. İncir tablasının başında başka bir âlem: — Bir okka ver amma, sen elini sürmiyeceksin! Benimkisi seçmece pazarlık... Satıcı razı olmadı:: — Mostra yok... Altı üstü bir. — Mademki — öyledir. Bırak ben seçeyim... Olurdu, olmazdı derken müş- teri inciri almadan gitti. Bir baş- ka müşteri de incirin cinsi hak- kında uzun tetkikat yapmıya Küzum gördü : — Tergömlek deşem - değil, Kırcaali azmanı mı yoksa... — Vallahi anlamam efendi.. Bahçeden şimdi koparıp indirdik, halis çiçek inciri... — Keh keh keh.. Çiçek Hnciri böyle mi olur ? Halis ablat İnciri | bu... | Tablayı hiddetle yerden kak dırıp, başına yerleştirdi : —- Biz de seni müşteri sandık, Bahçıvan olduğunu evvelden ha- ber versene... Domates, patlıcan, biber, fa- sulye sergilerinde hararet daha fazla... Belli ki, yemiş gitgide Jüks bir matah haline gelmiye başladı. | Elleri ceviz — kabuklarından | gimsiyah kesilmiş bir genç, pa- | zarda durduğum bir saat zarfın- da yüz dirhem ceviz satamamıştı: Evvelâ, “otuza bu mal... , diye bağırırken. — sesini perde perde indirdi: — Yirmiye veriyoruz. Yahu... Yirmi kuruşa... Duyduk duymas I Kari Mektupları . Sultanselimde . a v Bir Lâğım Mecrası Sultanselimde Hatip Muslâ- hattin mahallesinde esaslı bir lâğım yoktur. Bu gayrisıhhi vaziyeti vilâyete bir istida ile bildirdik. Mazbatamız Fatih ka- zası kaymakamlığına havale edi- di. Lüâğim — mecrasının — inşası hakkında sermühendislik kalemi- me emir verildi. Fakat bir türlü Yapeı yor. — Perşembe — günü Sermühendis Beyi ziyaret ettik ve derdimizi anlattık. Fakat her nedense Sermühendis Bey bizi lâzım olduğu veçhile kabul et- medi, hatta biraz da bize sert muamelede bulundu. Bu hareket doğru mudur? Hulüsi Fatihte A. R. Beye: Tam manasile müstakil müslüman devlet vardır. 1 — Türkiye — Cümhuriyeti. Mesahai sathiyesi 750,000 - kilo- metre murabbadır. 2 — Merkezi Tahran olan İran hükümeti. Mesahai sathiyesi 820,000 kilometre murabbaidır. 3 — Efgan Kırallığı. Merkea Kâbil, mesahai sathiyesi 436,000 bilometre murabbaıdır.| * Aklılsardan imzasız mektup yazan bir ailo babasına; Çocuklarınızı, İzmir veya İs- tanbuldaki leyli — mekteplerden birine ücretli leyli veriniz. Bura- lardaki hususi mekteplerden de istifade edebilirsiniz. Mekteplerin gazetelerdeki ilânlarını takip edk niz. Bugünlerde müracaat etme- niz İâzımdır. Üç * Kırkağaçta — müallim R. Beyel Hikâyenizi okuduk. Umumiyet itibarile güzel bulduk. Yalnız bir müddet daha çalışmanız lâzımdır. Maalesef dercedemiyeceğiz. Cengiz dık demeyin! Yaşlı bir erkek, önünden ge- çerken — cevizlere hazin hazin baktı; sonra yanındakine dönerek: — Ah, kadayıf sarması... Ner« desin? dedi, efendim şöylecene döşe yatak gibi cevizi.. Bol tere- yağında kızartıp geç karşısına... Pazarın son ziyaretçileri, yan- gin yeri sürtükleri oldu. Çavdar ekmeği satan genç bir çocuğun yanına sokuldular, Birisi, hemen arsız arsız çocuğun yanağını okşadı, sonra yamnda- kinin kulağına iğilerek mınk- dandı: — Aman, kız... Böylesini hiç görmemiştim. — Ne şeker şey- miş bu.. — Sorma... Ben de - bitiyo- rum amma... Belki karınları acıkmış olma- dığı halde, çocuğun yanında bi- raz daha kalmak için çavdar ekmeği almağa karar verdiler, Bir tanesi, parası yetişmemiş gibi yaparak göz kırptı: — Sonra gel, vereyim... Nah şu tarafta oturuyoruz... Çocuk, böyle ağızlara gek medi: — Para peşin! Ekmeğin parasını verip çekik diler amma, gözleri de çocukta kaldı. İşte size Aksaray pazarından birkaç sahne... W 4

Bu sayıdan diğer sayfalar: