7 Ekim 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

7 Ekim 1934 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Muharrizi 4 . Korkusuz Adaml!.. Ibrahim Paşa, Şöval);enin Sözlerine Karşı: “Bu Adam Eceline Susamış Bir Mecnundur,, Diyordu.. İbrahim Paşa, yerinden sıç- radı: — Efendil!... Diye bağardı. Şövalye, sağ elini uzattı. Adetâ, tahakküm eder gibi bir tavır aldı: — Yocook.. Ben sizi dinle- dim. Şimdi de siz benim cevabımı dinlemelisiniz. Madem ki, büyük- lükten dem vuruyorsunuz.. Büyük adamlara yakışan en doğru ha- reket, söylenen sözleri dinlemek, ona göre hüküm — vermektir... Gelelim, o iki zavallıyı kur- tarmak meselesine.. Şu — güzel memleketi zevkle temaşa etmek için bir kayığa binmiş, gezmeye çıkmıştım. Beni © hâdiseye sevke- den, ancak bir tesadüf olmuştur. Saray önlerinde gösteriş yaparak külâh kapmak isteyecek kadar âdi bir ruha malik olmadığımı anlıya- madınızsa şaşarım, sizin büyüklü- ğgünüze... Sizin bu husustaki tered- düdünüzü izale etmek için size bir teklifte bulunuyorum. İşte, görüyorsunuz ki, silâhsızım... Şu- rada, sarayınızda, bütün ©o İddia ettiğiniz kudret ve azamet maka- mında size pervasızca söylüyorum. Bir şarlatan olup olmadığımı imti- han etmek ister misiniz?.. İbrahim Paşa, şaşırmıştı. Kar- şısındaki Şövalyenin dikkatle yü- züne bakıyor: — Bu adam, eceline susamış. Mutlaka bir mecnundur. Diye düşünüyordu. Bu son sözler üzerine hayret ve taaccüple sordu: — Nasıl ? — Isterseniz şurada, kapınızın önünde bekliyen yüzlerce kılıçlı, mızraklı adamlarınızı çağırınız, onların önünde size güzel bir ders vereyim.. Hatta İisterseniz, kim olduğumu onların huzurunda söyliyeyim.. Eğer bunları isteme- yip te mutlaka benden intikam almak fikrinde iseniz, beni tev- kif ettirmeye teşebbüs ediniz... Efendi!,. Yalnız vicdanımdan ilham alarak kurtardığım o iki zavallı için efendinizin vermek istediği Ahsanı, reddediyorum ve.. tehli- kede olan insanları kurtarmak için de her nerede olursa olsun ayni fedakârlığı göstermiye hazır olduğumu size bir daha İspat edeceğimi zanneyliyorum, Şimdilik “bu kadar görüştük ya, bu kâfi.. Ümit ederim ki tekrar görlişürüz. Şövalye, sert bir hareketle topuklarının Üzerinde döndü. Ka- pıya doğru bir adım attı. O za- man İbrahim Paşa — yerinden fırladı: — Kim var, orada?.. Tez gelin.. Diye bağırdı. O anda, o kü- çük odanın içinde kılıçlar ve mız- raklar parladı. Korkunç bir kala- balık, şövalyenin etrafını sardı. Meş'um bir haber Madrit şehri, (Senjan) yortusu- nun şenliklerile meşguldü. Öğle vaktine kadar killseleri dolduran halk; akşama doğru bol bol şarap İçiyor; şehrin meydanlarında top- lanarak rakıslarla vakit geçiri- yordu. Bindiği at, kan terlere batmış olan bir süvari yıldırım gibi gelerek saray kapısının önünde yere atla- dı. Bitap ve mecalsiz kalan atını bağlamıya — bile vakti - olmadığı için, başıboş bıraktı. Üne çı- kan nöbetçileri birer dirsek dar- besile sağa sola fırlatarak saray avlusunda koşmıya başladı. İm- parator Şarikenin daliresine çı- kan merdivenleri, üçer beşer tır- mandı. Başmabeyincinin odasına girerek koynundan bir mektup çıkardı. Başmabeyinciye uzattı: — Paristen.. fevkalâde müs- tacel.. İmperator Hazretlerine... Diye mırıldandı. Va sonra, yorgunluktan bitkin bir halde oradaki bir koltuğun üstüne yu- varlandı. Başmabenci, elindeki mektu- ba baktı. Küçük bir bohça gibi kat kat bükülmüş olan bu ince ve bembeyaz derinin Üzerinde, büyük kırmızı balmumu Üzerine basılmış bir mühür vardı. Bu mührü tanıdı. Derhal yerinden kalktı. Imperatorun — bulunduğu salona giderek hörmetle Şarlke- ne uzattı. Şarlken, dua odasından henliz gelmişti. Hazreti Isanın gerilmiş olduğu çarmıhın ağacından yapıl- mış tesbihini çekmekle meşgul oluyor; dudaklarının arasından da hafif bir daa okumakla meşgul bulunuyordu. Başmabeyinci, mek- tubu uzatırken : — Haşmetmeapl!.. Gayet müstacelmiş... Demesi üzerine tesbihi masa- nn üstüne bıraktı. Kırmızı bak mumuyu kopararak mektubu açtı. Fakat daha ilk satırları — okur okumaz, rengi sarardı. Mektupta şu satırlar vardı: Haşmetpenahıml!., Bu arizamla size meş'um bir haber vereceğim. Valde — kıraliçe — tarafından Lstanbula gönderilen sefaret hey- etini, malüm olan akibete uğrat- tıktan — sonra, — artık böyle bir teşebbüsün tekrar edileceğine hiç ihtimal vermiyordum. Nitekim, o hâdiseden şonra Macar asılrade- lerinden ve kıraliçenin gözdelerin- den Kont Jan Frank Pani'nin pek gizli bir surette ve ayni vazife ile Istanbula gönderildiğini haber aldığım zaman — buna inanmak istememiştim. Fakat şimdi Luvr sarayından — aldığım — malümat, inanmak istemediğim bu haberin maalesef doğru olduğunu ıspat ettl. Mesele bundan ibaret kalsa idi, belki o derecede ehemmiyeti haiz değildi. Daha büytük bir esefle arzederim ki, önüne geçe- mediğimiz bu ikinci teşebbüs, aleyhimize olarak pek dikkate şayan bir netice verdi. Şu anda; Osmanlı İmparatoru Sultan — Süleymanın, — ordusunu hazırlamakla — meşgul - olduğunu zati haşmetinize arzetmekle mü- teossirim... Bu ordunun hedefi, neresi olacaktır?.. Bunu düşün- miye bile lüzum yoktur. Çünktü Istanbuldan avdet eden Kont Fank Pani'nin, Luvr sarayına ayak bastığı dakikadan itibaren bu koca saray, büyük bir meser- rete garkolmuştur. Başta, ihtiyar Kıraliçe olduğu halde bütün saray halkı, saray kilisesinde toplanmışlar ve (şükran duası ) okumuşlardır. Zati haşmetinize büyük bir esefle takcim ettiğim şu arizayı yazarken, Luvr sarayında yalnız şu sözler İşitiliyor: yArkası var ) Paristen.. SON POSTA İzdivacın ederler. 1 — Benim meleğim, benim tosunum. 2 — Sevgili karıcığım, sevgili kocacığım. 3 — azizim, azizem. 4 — Zevcim, zevcem, 5 — Beyefendi, hanımefendi. Dünya İktisat Haberleri Brezilyanın Pamuk İhracatı Çok Fazla Brezilya bhükümeti istatistik dairesi tarafından yapılan bir istatis- tike göre 1934 yılı ilk yedi ayı içinde Brezilyadan muhtelif ecnebi — memlekatlere 48,368 ton pamuk Ihraç edilmiş- tir. Bu miktar geçen 1933 yılı ihracatile kıyas kabul etmeyecek kadar fazladır. Bir yıl evvel ayni aylar zarfında Brerzilyanın pamuk ihracatı yalnız 884 tondu. Böyle- likle pamuk, Brezilyanın harict ticaretinde, kahveden sonra en mühim ihracat maddesi halini almış oluyor. * istatistiklerine göre ——melcika |bu — memlekette BAD 1934 yılı sekiz a kömür * istihsalâtı ;îl:d.m:;f:ı'îö_ mürü çıkarılmıştır. Bir yıl evvelki istihsalât 16.726. 630 ton idi. Bu iki rakam mukayese edilirse bu sene Belçika maden kömürü ocaklarının daha verimli bir ça- lışmada bulundukları anlaşılır. * Varşovadan yazıyorlar: Lehis- E tan hükümeti iktı- ı:;:.':;“::_ sadi anlaşmalara varmak Üzere İn- Taşmaları | giltere ve Alman- Bepıyor ya ile konuşma- larda bulunuyor. Haber verildiği- ne göre Polonya hükümeti ayni maksatla Avusturya, İspanya ve Italya ile de yakında müzakerata girişecektir. Birkaç gün İçinde iktısadi — bir heyetin Viyansya hareket etmesi beklenmektedir. * Moskovadan — yazılıyor: Yaz ıyluııı(ııidâ Alman- aya külliyetli mik- ya altın zırydı ıl:ın ön- gönderiyor | deren Sovyet Rus- ya hükümeti, poliçelerinin öden- mesi için yeniden altın göndere mek üzere hazırlanmaktadır. Yedi ayda 48 bin ton Belçika yovyet Rus- Teşrinisani içinde Almanyaya vadesi gelmiş poliçelerin karşılığı olarak bir buçuk ton altın gön- derilecektir. Ayni tarihte diğer Avrupa memleketlerine de altın sevkedileceği söylenmektedir. Birinci teşrin 7 HİKÂYE Bu Sütunda İtalyancadan Nakleden: H. Rauf BU Gündüzleri yorulmuyorum da onun İçin midir; hiç bir gece fası- lasız bir uyku uyuduğumu bilmem. Ögece yine saatüçe çeyrek kala gözlerimi açtım ve mutat gerinti- mi yapmak için sokağa çıktım. Etrafta kimseler yoktu, yalnız ara sıra işitilen bekçi düdüğü, ta derinlerden gelen ve gecenin muazzam sessizliğini bozan teker- lek gürültülerinden başka hiç bir ses duyulmuyordu. Her geceki gibi zihnimi kurcalıyan sebepsiz düşüncelerle caddenin iki tarafını takip eden hava gazı fenerleri- ni sayarak, bazan sessiz ve ba- zan da yüksek sesle kendi kendi- me konuşarak karşıdaki fenere kadar yürüdüm. Karanlık bir vitrinin önünde durdum. Uykumun basdırdığını — hissederek — evin yolunu tuttum. Hemen yirmi metra kadar önümde, burnunu görmiyecek derecede sarhoş bir adam, elile birtakım işaretler yaparak yük- sek sesle konuşuyordu. Havagazı direklerinden birine dayanmış ba- şını havaya kaldırmış ya yıldız- lara, ya aya, yahut ta kendi ken- dine bağrıyordu: — “Ben dünyanın en büyük kunduracısıyım.. Ben bir bey ola- bilirim., Fakat müşteriler.. Ah o borçlarımı ödeseler.. Fakat ben her zaman için bir beyim.. Gerek tavur, ve gerekse para cihelin- den... Ben... (Aya bakarak) sen beni bir ahmak zannediyorsan yanılıyorsun!.. Ben içiyorsam ken- di paramla içiyorum.,, Direkten ayrılmak için dav- randı. Kendini zaptedemedi, can- sız bir vücut gibi kaldırımın ke- narına yıkıldı. Hemen yardımına koştum. Küçlükle yerden kaldır- dım. Kırk yaşlarında kadar bir adamdı. Halinden her ne kadar işçi olduğu anlaşılıyorsa da giyi- niş tarzı muntazamdı. Sarhoşlara mahsus aptal bir bakışla beni tepeden tırnağa kadar süzdü. Ağzının içinde bir şeyler mırıl- dandı. Belki bana teşekkür etti. koluna girerek nerede oturduğunu sordum, Serbest kalan bir kilola havada bir nısıf daire çizerek: Caddenin — nihayetindeki sokağın içinde soldaki ev... Gösterdiği tarafa doğru yürü- dük. Arkamızdan vuran ayın ış- ğgile önümüze akseden gölgeleri- mizin hareketlerine bakarak içim- den gülüyordum. Ne ise. Göster- diği sokağa saptık. Muziplik olsun diye kaç numarada oturduğunu sordum. — Ben numarasını ne bileyim? Amma kapıyı — biliyorum... Ben hepsini ve herkesl bilirim.. İçersem de kendi paramla içerim. Ceva- bını verdi. — Anladım. Biraz hızlı yürü... Vakit çok geç.. Kim bilir karın... O zaman yabancı adam içini çekerek: — Ah o evliya gibi kadın! Dedi ve bütün kuvvetile bir dire- ğe yaslandı. Serbest bıraktım sonra yine koluna girerek yolu- muza devam ettik, bir aralık du- rarak; — İşte evim, dedi, azizim yirmi senedir bu evde otururum kirasını her zaman veririm. Biliyor musun? Her zaman... — Tabil inanıyorum. Zili çal- dım. Biraz sonra pencerelerden biri aydınlandı. Sahanlıkta karısı vahşi bir hayvan gibi gürlemeğe başladı. Söylediklerini tekrar et- meğe hiç lüzum yok. Çünkü bu gibi sahnelere şahit olan herke- sin işittiği ve bileceği beylik lâf- lardılar.. Ne ise içeri girdik. Mer- divenleri çıkmak için yalnız yarım saat çabaladık. Yukarı çıktığımız ADAM KİM? zaman zavallı kadın herhalde benden utanmıştı ki sesini keserek bizi bir odaya soktu. Sarhoş adam rastgeldiği bir sandalyeye yığıldı dudaklarının arasında bir şeyler fısıldadı sonra karısına dönerek beni takdim etti. — Ben nasıl dünyanın en eyi kunduracısı İsem işte bu gördü- ğgün efendi de dünyanın en nazik adamlarındandır. Âlık alık gü meye başladı. Zavallı kadın ko- câaşının bu gülmesi üzerine çileden çıktı. Asabi nazarlarla kocasını süzerek: — Hınzır herif, dedi ve sonra bana dönerek: — Affedersiniz efendim fakat bilseniz... Adam karısının yapmış oldu- gu iltifata Jâyık olduğunu İsbat etmek İster gibi elinde tuttuğu şişeyi gülerek ağrzına götürdü... Yüzünü ekşitti. Birar sonra kol- larını masaya uzatmış başı önlüne düşmüş bir halde horlamıya baş- ladı. Zavallı kadın hâlâ bana teşekkür etmekten kendini alamı- yordu. Kahve pişirdi beraberce İçtik. Öteden beriden konuşurken şafak söktü. Herif hâlâ horul horul uyuyordu. Kadın — bana, her zaman içen ve dehşetli kıs- kanç olan bu adamla sürdüğü hayatın günden güne tahammül edilmez bir şekil aldığını anlata- rak dert yanıyordu: — Ah efendim iki çocuğumuz var. Çok şükür işimiz de İyi. rahat yaşıyabiliriz. Fakat böyle bir hayvanla — mevcudiyetimiz hergün daha feci bir şekil alıyor. Alleye yardım için ben de bazı işler yapıyorum. F O.. beş lira kazanırsa on liralık içiyor. — Ne yaparsınız hanımefendil Cesaretinizi — kırmayınız - sabırlı olunuz. Her ailenin kendine göre bir. derdi vardır. Dertsiz bir Allah derler... Kalkma için hazır- lanmıştım. O sırada kunduracı kımıldadı esnedi gerindi sonra başını kaldırarak etrafına bakındı. Beni görünce hayret ve merakla karışık bir nazarla tuhaf tuhaf yüzüme baktı. Sarhoşluğu geç- mişti. Yumruğu ile masaya vurdu ve beni göstererek — karısına bağırdı: — Bu adam kim? Benim evimde ne İşi var, ne İstiyor? söylel — Canım efendim ben... — Fakat bu bey seni getiren. — Ne? Sen sus.. sen... Şimdi anlıyorum. Şimdi herşeyi açıkça görüyorum. Bana doğru yürlüye- ceği sırada karısı asabiyetle ara- mıza girdi. Komik olduğu kadar da tehli- keli olan bu sahnede ne yapmalı idi? Yabancı bir adamla evin- de mücadeleye mi girişmeliydi? Yahut ta vak'ayı anlatıp şüphe- sini mi zall etmeliydi? Fakat ba- ma kim inanırdı? Hiçbir şahldim yoktu ki... Sabahın saat beşinde yabancı bir adamın hiçbirşey hatırlamıyan artık sarhoş olmıyan, düşünemi- yen ve alkolize bir adamın evinde ne yıpıbilirdiın? Karı ile koca arasına girip bütün kuvvetimle herifi dövmeli miydim ? Nibayeti ne olurdu? Şüphesiz bir facia... Hastane, İstintak kadının sevgilisi olması... O zaman? Zihnim bu gibi düşüncelerle altüst olmuş, beynim uğuldarken gözlerim bir- denbire ardına kadar açık duran kapıya İlişti ve yayından çıkan bir ok hızile yerimden fırlayarak sanki bir cürüm işlemişim gibi kaçtım... Kaçtım.. Geride bırak- tığım sahneden bittabi 6 gün bugün haberdar değilim,

Bu sayıdan diğer sayfalar: