28 Şubat 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

28 Şubat 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—i Enspektör Niyazinin son bir resmi (Bağştarafı 1 inen yüzde) den edinilebilen hakikate en yakın tleri büyük bir dikkatle tas - Bif ettik. Aşağıda bunlarla, tahkikatı ida - Te eden arkadaşımızın şayanı dik - müşahedelerini okuyacaksınız. * Tramvay, — bankalar yokuşunu ihtiyar bir kadıncağız hı'Öllıııı sahanlığa dar attı ve vat- Manın iki koluna sarıldı: — Aman evlâdım! Şişhaneye ge- . Yavaşlat. Yahut ta durdur Te ea ineyim? sahne, son kazanın uyandır - dığı dehşetin yediden yetmişe ka - * bütün yürekleri sardığını gös - yor. T'lııvıydı. ne Habeş - İtalyan h"Iııuıdın, ne Japonyadaki kan- | isyandan bahseden bile yok. Bi - '_'Çi. sorgulara cevap vermekten işini görmeye vakit bulamıyor: M Kıııyı yapan vatmanı tanır Misin sen? — Kabahat kimdeymiş? — Vatman canından bıkmiş ta Mahsus yapmış bu işi diyorlar... 8ru mv? Bütün yolcular ayni hararet ve a- lüka ile ayni şeyi konuşuyorlar. So- lar var, Cevap verenler var. Mü- talea yürütenler var. çlerinden birisi: — Bereket, diyor. Bu iş gündüz “hl—ı,. Maazallah, öyle olsaydı Taralı dehşeti; osi midli urtardı. Felâketin doğurduğu merak ve Slâka kaza mahallinin etrafını ber- t mahşere çevirmiş. Facia yerinde Her gün çalıştırılmanın intikamı- İ Müthiş bir cinayetle alan mahut Mabanın üstünü, bir maktul gibi Srtmüşler. T“'İıdıiı apartmanın yıkık du - “Arma da bir perde çekilmiş. tiki ğin meşru imtiyazından it- 'ade ile kaldırttığım örtüden gö - Tünen Manzara müthiş. İnsan, tram- Niy arabasının, kırık cam gibi par- Parça olmuş kanapelerini görün- Yaralıların sağ kurtulabilişlerine 'or, H:dilln. arabanın halini görmek L'kbirbirleriııi çiğniyen meraklı - Uğraşıyorlar, Ve belediyenin fen heyeti azala - b.,"'"'“" müfettişleri, bütün dik - Ve gayretlerile istediklerini bir Ööğrenmeğe çabalıyorlar. Ben, bu adına «keşif» denilen ::; tetkikatın neticesini sonra al - .—i.:'"lc. evvelâ Sen Jorj hasta - tü yatırılan yaralıların ziyareti- "u"ll)'oruıu. * Yaralılarla beraber k. "lıı ilk girdiğim yaralı Bayan Üriye kendisini: «Üniversite ar- Mibit i Âsıman apartmanının sa- Y'» diye takdim ediyor. Üzü sargılar içinde: a) Aman, diyor, bu berbat ha - Tesmimi almayın? En |hakkındaki | Facianın kadınlık insiyakının ayakta oldu - ğunu gösteren bu endişe, sıhhati ümidi sağlamlaştırı - İyor. | Kaza hakkında: — Hiç, diyor; hiç bir şey bilmi - yorum. Tramvay hızlandı. Elektrik- ler söndü, feryatlar koptu. Ve ben gözlerimi burada açtım! Ve ilâve ediyor: — Eğer sargılar açılımca yüzüm eski halinde çıkmazsa bir dava açacağım! — Noden? — Tabü ya... Ben tramvaya ahrete değil, evime gitmek için bindim! — Ahbaplarınız duydular mı başınıza geleni? — Çağu geldiler... — Sedye ile mi? O gülüyor: — Evet. Çünkü hepsi de tramvaydaydı- lar! Eltim, kayin biraderim, kayın vali - dem,.. Hepsi. Yani tramvayda bizden başka,kimse yoktu gibi bir şey!... Ona: — Geçmiş olsun! Diyerek aşağıya ini - yorum: Aşağıda yatan eltisi Bayan Sabi - ha hiç bir şey söylemiyor. Fakat onun ya- raları da tehlikeli değil. Kayın biraderile kaynanasını da yatak- ta değil ayakta gördük: Hele Hukuk Fakültesinin ikinci sınıfın « da okuyan Abdullah Ruhinin serçe parma- ğt bile incinmemiş. Bunu kendisi söylü - yor. Bent — Ya, diyorum, baş parmağınızdaki bu sargı? O gülüyor! — © evvelden vardı! — Nasil oldu kaza? Bu sorguma evvelâ kolundan — hafifçe yaralanan annesi Bayan — Hasibe cevap verdi: — Kazada, bizim — kurtuluşumuz Al - kahırı işi oğlum! Ben o kıyametlen sağ kurtulduğuma hâ- lâ inanamıyorum. Arada sırada kendimi Fakat sedye ile,.. SON, POSTA çıkardı! Ve ilâve ediyor: Yıldırım gibi gidiyorduk — Kababat bende değil ya, elbette vat- manda! Bir kere mübarek evine geç mi kalmıştı. Nedir? Arabayı — otomobil gibi sörüyordu. — Altınbakkalda — istasyon bile yapmadık. Biraz sonra önümüzdeki tram- vaya çarptık. Va nihayet Altıncı dairenin önündeki virajı doli gibi döndük. Hele iniş başlayınca, öyle hızlanmıştık ki, arkamızdan Kampelin otomobili bile ye - tişemezdi! O halde giden araba fren mi tutar? Bu vabhşi hayvanı, patiska gemle durdurmak istemeye benzer!, Tramvay hattan ayrı - Hnca elektrikler söndü. Ben arkaya koş- tam, Fakat sahanlığa varmadan kıyamet koptu! Uzatılan suyu yudumlıyarak ilâve edi - yor: — Evine erken dönmeye bu kadar me- raklı ise bir bususi otomobil alsın. Tram - vay arabası tayyare gibi uçmaz ki? * |Birbirine karışan sevinçle gözyaşı!. Facianın en bedbaht kurbanları Beyoğ- lu Zükür hastancsinde. Biçare kırtasiyeci Zühtünün, iki ayağı kesilen Niyazinin dost- ları ağlaşıyorlar. Fakat onlaşın arasında, — sevdiklerinin bu ölümlü kazayı çok hafif atlattıkları - nı görenlerin düğünleri de var: Hülâsa Hasltane avlusunda, sevinçle göz yaşı birbirine karışmış. Kontrol memuru Hüseyin İsmail, vat- man Fahrettin, kahveci Hasan bir arada - lar. Kontrol memurunun yaraları ne fazlin hafif, ne de fazla tehlikelidir. Vatmanla karşı karşıya Vatman Fahrettinin kanı bir türlü ke - silmiyen burnuna tıkanan pamuklar kıp - kırmızı. Doktorlar onun müddeiumumile — ko - nuşmasına bile müsaade etmemişler. Fa - kat bu memnuiyete rağmen gazetecilerden bazıları, mesleki tecessüslerini — insafsızlık derecesine vardırıyorlar. Ve ona ha bwe sual soruyorlar: — Kaç senelik vatmansın? Parça parça olan tramı çimdiklemesem, korkulu bir rüya gördüm diyeceğim! Kazada Bir Mucize!.. Oğlu anlatıyor: — Tramvay epeyce hızlarınca işin kö- tüye varacağını anladım. Fakat —anneme, yengeme bakıncaya kadar iş işten geçti: Tramvay zindan gibi oldu. Ve az sonra ben kendimi iki kişinin ortasında buldum. Altımda kalan kayıkçı Mehmetmiş. Biça - renin ayağını kesmişler. Üstümde de bir kontrol memuru varmış. Onun yaralanmadık yeri kalmamış, Fa- kat benim burnum bile kanamadı. Ve annesinin koluna girip uzaklaşırken, elindeki ilâç kutusunu gösterenek gülü - yor: — Yalnız çıkarırken biraz ayağımı sı - yırmışlar. $Şimdi Tetanoxz aşisi yaptırmaya zgidiyorum: Ne olur ne aolmaz? Ben biraz fazla titizimdir bu işlerde! * Dava açacağım!.. Sen Jorja yatırılan kazazedelerden İs - kon Nazarın elindeki yara 'da ağır değil. Fakat 0: — Dava açacağım! Diyor. Tazminat da- yası, Siz benim elime bakmayın, sinirle - perişan etti. Şimdi beş dakika yalnız kal - — Kazada vatmanın kabahati var m? vayın yakından görünüşü — Beş! — Hiç kaza yapmadın mı? — Hayır! — Nasıl oldu bu iş? — Harbiyeden " kalktıktan — sonra Al - tınbakkala geldik. Orada araba kızak yap- tı. Frenlerden şüphelendim. Galatasaray- da ispektör Niyaziye frenlerin — tutmadığını söyledim, O da muayene etti. Fakat şey - tanın işine bakın, 6 muayene ederken, az evvel işe yaramayan frenler nasılsa tuttu. Yolumuza devam ediyorduk. İspektör de yanımda idi. Şişhane yokuşuna gelince a- raba yine kızak yapmaya başladı. Elek - trik, kum, el frenlerini sıktık. Hiç biri tut- madı. Arabayı geri yürütmek istedim. O hiç olmadı. Yoldan çıkışımızdan sonra ne- ler geçtiğini hiç bilmiyorum! * Kontrol memuru ne diyor? Kontrol memuru Hüseyin İsmail: — Ben, diyar, hiç bir şeyin farkında değildim. Biletleri yokluyordum. Ortahk İbir karıştı. Gözlerimi sedyede açtım | Kahveci Hasan iyiş ve mütevekkil: | — Kaza bul Diyor. Ve ilâve ediyor: — Bazılan dava edeceklermiş. Onlar 'bastaneden çıkar çıkmaz, mahkemeye is - tida vereceklerine, fukaraya sadaka ver - Ayağı kesilen gemici F Mes'ulü Kim? İraille mi uğraşacağırı sizinle mi? Akşam- dan beri adımı sormayan kalmadı. Bana Çisim taktığı için anama — küfür - ettirmeyin beni! Gidin başımdan! | Hasta bakıcıdan sordum: Meğer, bu, tulmak için bir araba lükırdı söyliyen bi - çare stırap kaynağı, meğer, ırıkl-md-nw biri kesilen yelkenci Mehmetmiş! Gazeteciler isminli — öğrenmektda — vaz | zeçtiler. Fakat o devam ediyor: | — Ayağımı çıkarın bu ateşten de, size adımı değil, yedi silsilemi söyliyeyim: Ya- mnıyor ayağım! Hasta bakıcı kulağıma fıslıyor; — Zavallı, ayağının kesildiğini bülmi « yor! Akşam hayli sarhoşmuş... ©O bunu duyuyor ve: — Söyleme onal diyor. Söyleme ona sarhaş olduğumu... Ben dava edeceğim şirketi. Duyarlarsa; «kazaya sarhoşluk yü- zunden uğradı!» derler. On para vermez- ler!.. * Zavallı Niyazi! Zavallı Niyazi: Ölümden beter bu.., Ailesi (20) kira tutan pahalı bir ilâç al- maya gitlmiş. Yanındaki akrabalarından — Acaba, diyor, şirket verir mi bu pa- halı ilâcın parasını! Niyazi inliyor, ve çocuğunun adım anı- yor! — Doğanım! Doğanım... Getirin onu bana, Sonra ilâve ediyor: — Vaz geçin... Bu halimde görmesin beni! Fena olur yavrum! İfadesinde söylediklerini az sonra ilâcı getiren zevcesinden dinliyorum: — Arabaya Galatasaraydan — bimmiş, Vatman — frenin — tutmadığın) — söylemiş. Kendisi muayene etmiş. Frenlerin tuttu - ğunu görmüş. Şişhane yokuşunun başında araba — hızlanımış. — Vatman — freni — sik- mış, — tutmamış. — Niyazi de — diğer frenlere — sarılmış. — Onlar da — faide etmemiş. Niyazi pardesüsünü akarıp ta tekerlekler arasına atmayı düşünmüş. Dü - şünmüş ki, pardesli fren papucile tekerlek arasına girer, sıkıştırır da, arabayı durdu- rur diye. Fakat kolunun birini çıkarmış. Ö- yoldan fırlamış. Azıcık sonra da bu hale gelmiş!.., sadece bir ad söylemek zahmetinden kur - | ! 4ramvayın frenleri muayene edilirken olur, olmaz, tam 23 ü yirmi beş geçe, ve kalbile beraber durmuş! «Tramvayda 50 kişi idik, gerisi ne oldu? Hastaneden, kazayı çok hafif bir yara ile atlatan mezbaha memuru — Mehmetla baraber çıktık. Yolda onu da dinledim. Kazanın- oluş tarzı hakkında yeni bir şey söylemedi. Fakat: Hayret! Dedi. Gaze « telerde (20) kişiden bahis var. Halbuki biz tramvayda hiç olmazsa (50) kişiydik, Gerisi ne oldu? Ve gülerek ilâve ediyor: — Geriye kalanları bulamamış olacak- lar, çünkü arabanın enkazı arasındaki ö « lüleri kibrit çakarak arıyorlardı. Hem ben şükrediyorum ki, araba yokuşa doğru git« medi. Yoksa soluğu Kasımpaşa iskelesin- de aldığımızın resmiydi. Yanındaki akrabası da söze karışıyor: — Yaralılardan birisinin eli, bir baş » kasının cebinde çıkmış... Anlapıhyor ki biçarenin sade canı değil cüzdanı da teh - likede imiş! * Tehlikeyi evvelinden sezmeyen kalmamıştı Yarahlardan ikisi de Fransız hastane - sinde, Onlardan biri, Hilâl sineması sahibi Ahmet Şükrü. Yüzü sargılardan görün - müyor. Doktorlar konuşturulmasına — izin vermiyorlar. Diğeri de meşhur bestekâr Dramalı Hasan. O: Ben, diyor, hayatmı, tramvayların şu daima şikâyet ettiğimiz kalabalığına borç- luyum, Çünkü eğer tramvay tenha olsay- dı, içeri girecek, sahanlıkta kalmıyacak « tım. Ve içeri girseydim, atlayamayacak, parça parça olacaktım. Tehlikeyi sezer sezmez derhal kendimi kaldırıma attım. Zaten tramvay daha ray- lardan çıkmadan bile tehlikeyi sezmiyen kalmamıştı. Tramvay, batacağı anlaşılmış bir gemiye dönmüştü. Herkes kendisini karaya atmaya bakıyordu. Düşünün tramvayın hızını ki, ben, trame vaydan atlamasını gayet iyi bildiğim hal Hastane doktorları ne diyorlar? — On ikiye çeytek kaladanberi daha bi- rer çeyrek uyuyamadık ! diyorlar. Ve anlatıyorlar: — Poliklinik yaralılarla doluydu. Her — Kurtarın bizi! diye yalvarıyorlar, E - teklerimize sarılıyorlardı. En sonra getirilen iki bacağına kıymak mecburiyetinde kal - dık. Evvelâ kan vermeyi düşündük. Hemşire Saniye damarlarını sebil gibi uzatmak bü - yüklüğünü gösterdi. Fakat sonra buna lüzüm kalmadı... Bu sabah, gazetelerde ona kan verecek kimse çıkmadığını okuyanlardan — tam altı kişi geldi. Hepsi de bir hayat kurtarmak için bir kaç gram kan vermekten kaçınanlara lânet ediyorlar, ve: — Bizim kanımızı alın! Terkos gibi, sa- kınmadan kaçmayın! diyorlardı. Onların bu asil heyecanlarını ömrümüz oldukça unutamıyacağız! Doktor Zeki: — Şu kaderin ne garip cilveleri var! di - yor. Ve ilâve ediyor: — Kazaya uğriyanlar içinde vücutları parça parça kırılan ve kan içinde kalanlar rime bakın! Çünkü bu kaza asıl sinirlerimi | sinler ve sağ kurtulduklarına şükretsinler! | yaşıyorlar da, meselâ burnu bile kanamıyan biçare Zühtü derhal ölüyor. Onların bulunduğu yerde mütemadiyen c—ühmhıkıdıdhihı» inliyen bir biçare daba var. Adımı soru - yorlar. -— Gidin be! diyor. İşiniz mi yok! Az - Operatör Sadri: — Zavallının, diyor, altın saati, kaza de, fena balde düştüm. Ve yaralandım. Arkadaşlardan birisi ondan ne iş yap « Uığını sordu: — Ben, dedi, meşhur bestekâr Drama- b Hasanım. Hani şu, cünbüş çalan « Alevn tangosunu yapan, «Kadın nedir — senin adın?» şarkısını besteliyen Hasan! * Tramvay şirketinin işletme erkânı ne diyorlar? Yaralılarla acı lâkırdıyı — çarkıya, — yani tatlıya bağladıktan sonra, tramyvay şirke- tinin işletme erkânına da baş vurdum, l0:>ıılıı,c.hlıiı—ıııııı—ıhını*ıd»nıiın.eiıııı vermediğini söylediler. Kazaya —uğryan Niyazi hakkındaki düşüncelerini sordum: | — Niyazi, dediler, çok çalışkan ve te- /miz bir memurumuzdu. | Kendisine bittabi hem tazminat verile « cek, hem maaş bağlanacaktır. Diğer yaralıların da, zararlarına mukabil para alacakları muhakkaktır. Bu husus bittabi mahkemece tayin edi. lecektir. Muhataplarımın — bu — cevaplarından anlaşılıyor ki, bu kazada — sağır yara alanlarn arasında, tramvay — şiriketinin bütçesi de vardır! Selim Tevfik Kaza kurbanı Zühtü kimdir? Kazanın en elemli tarafı kırtasiyeci Züh- İtü Kınalının ölümü olmuştur. ; Bu zavallı adam, geride tam 6 nüfut - luk bir anile bırakmıştır. Karısı, dört kızı ve âhliyar anası.. En büyük kızı Neriman; İstanbul kız li sesi dokuzuntu — sanıfında — bulunmaktadır. Diğer kızların ikisi, Perihan — ile Sevim ilk mektepte okumaktadırlar. Zühtü Kınalı 927 de hukuk tahsilini bi tirmiş, Erzurumda Sıvasta hâkimlik etmiş “harbı ümümüde de milis teşkilâtının iyi bir puzvu olarak çalışmış, beş yıl önce İstan - (bula gelmiştir. — > ada ticaret havatına a- | (Lütfen sayfayı çevuuz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: