16 Temmuz 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

16 Temmuz 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Kahramanlık, aşk, heyecan ve macera KORSANIN KIZI Yazan : Kadircan Kaflı Son Posta'nın tarihi tefrikası Numara ; 18 Kısa boylu tıknaz bir levent birden- bire: yumuşak otlar üzerine yatırır, f — Ne oldu? vücutlarını güzel kokulu çiçek- Diye Yunusa sordu. Onun biraz ile- | risinde duran Eyüp: Yunus bunları sevinçle karşılamış-i tı, Fakat birdenbire mana verememiş- i i İt. Çünkü Mansurun kim olduğunu, belki eye A SL nasıl kurtarabileceğini bilmiyor- Ni < kenara çekilelim de, ne olur- Dedi, du. ,, |savolsunt, İlyas. Şözüne baktı ve küçükl İlyas ona yavaş yavaş ve kesik kesik| © Diyor ayni zamanda elinde tuttuğu e bu sözlerile ne demek |anlatmağa başladı... #ekiz on parmak uzunluğundaki bir istediğini anlatan hiç bir şey bulamadı.) Lâkin tam bu sırada üç kulaç uzun-| çakı sapını yere atarken ilâve ediyordu: — Ne demek istiyorsun Yunus? İluğundaki kocaman tunç topu sürükle-| — Orta yerinden kırıldı ve içinde Diye sordu. yen mandalardan en irisi birdenbire a kaldı, fakat iyi oldu, Bunu düşünme - — Şu topları bir uçuruma veya bir İc acı bağırarak tepinmeye, çifte atma- | miştim. bataklığa yuvarlardık. ya başlamıştı. Eyüp bütün gardiyan ve askerlerin — Biberle mi? Diğer mandalar da ürkmüşlerdi. kafileye baktığı bir sırada mandaların | — Elbet... Azgın manda bir kaç saniye içindelen azgınına sokulabilmiş ve dikenli, Başka biri söze karıştı” koşumlardan birini koparmış, sağında) sert bir çalı sapını onun kuyruğunun — Ben anladım ne demek istediği: |ve solundaki diğer mandaları boynuz-İ altına bütün kuvvetile sokmuştu. ni... Mandaların kuyruklarının altına İlıyarak dışarı fırlamak istemişti. İlyasın yüzünde taşkın bir aydınlık e. sür lar, Gardiyanlar ve askerler koşuştular. | görüldü ve topu sürükleyip giden man- ; ml rastgele sürükleyerek | — Tutun!... ş dalara bakarak: Yüzünde er ufak bir delilik alâmeti yok- erin gönüllerini birleştirmekte o kadar mas i sözlü — 1 — Aferin Erim. a tu. Gözlerinin içi tatlı renklerle parlıyor, | birdir. e 1 e Mei bu laf da yaparım. | — Yi Dedi ALEMİ goal ai ve göğsünü dalma dik tutuyordu.) (Deli, küçülüp izmarit haline gelen si 4 ağ yi Gene İS Ölen ce 4 ... (Hiç bir gayri tabiilik göstermeden ve se - | garasını iki parmağı arasında tutarak pa « heh amc ol Ey söylemi. Diye bağlar ve sindi ven ny ada aümayonii ili gezi bir enn çini, va mii e âbü 3 NU i yy rp smnız okurdu, Onları Kırbaç bu sefer EM iemim Azgın mandayı tutmak isteyen bir| LE ek, ASE ikimiz ayni ka: |küçük yaşlarında aşka ve zevke doymuş şakladı ve konuşmalar biç LL gardiyan karnına yediği bir boynuz z napede oturuyorduk. Elile hasta kovuşlar| olanı doldurduğu büyük tan bahçes | sildi. İlyas homurdandı ve için için darbesile yolun beş altı adım ötesine SULTANIN KIZI... e göiemke iie vin kapumdan İüezi burakizdıkk Soda für etti. Eyüp tasarladığını yapmağa karar vermişti. Bunun için fırsat bekliyordu. Çünkü görünmemek gerekti. Eğer gö” rülürse hemen boynu vurulur ve bun- dan onu kimse kurtaramazdı. Bu sırada bir kaç gün önce Mansur- la birlikte Orana giden arap atlıları rahvanla geçtiler. İçlerinden birisi — Yol verin, sultanın haremi geli - yor. Diye bağırdı. İlyas onları tanıdı. Kervan yaklaşıyordu. En önde ve Mansurun kumandasında otuz kişilik bi p müfrezesi geliyordu. Onların ardında on yaşlarında bir arap çocuğu ile genç bir kız iki ata Da- ha sonra önden ve arkadan iki kuvvetli katırın taşıdığı bir tahtürevan ge- liyordu. Atlara binmiş olan uşaklar, katır sırtındaki iki hizmetçi kadın da-! ha geride bulunuyorlardı. Kafilenin ge- risinde Kapiten Garsiya'nın kuman - dasındaki altmış kadar zırhlı İspanyol! süvarisi üyordu. İlyas gözlerini bir an Mansurdan a - yırmıyor, bakışlarının o karşılaşmasını | İ fırladı. İkincisi de onun yanma atılın- ca artık kimse sokulamıyordu. O gün tali iyi gidiyordu. Güçlükle yerinden kımıldayan top| Korkunç sesler, tepinmeler, çifte at- şimdi kolaylıkla sürükleniyor, yolun|malar ve bu aradaki koşuşmalar ara - kenarında bir sağa bir sola zikzaklarİsında e ge i idiyordu. tiren kafile irbirine karışmıştı. alar 4 (Arkası var) Ecnebi memleketlere talebe gönderilecektir SÜMER BANK Umumi Müdürlüğünden: Bankamızca tayin edilecek muhtelif ihtisas şubelerinde yetiş- tirilmek üzere imtihan ile 15 Jise mezunu seçilerek ecnebi mem- İ leketlerde tahsil ettirilecektir. İ Namzetlerin, aşağıda yazılı şartları haiz olmaları lâzımdır. UMUMİ ŞARTLAR: | i | 1 — Türk olmak; | 2 — Tamüssıhha olmak; 3 — 18 Yaşından aşağı 25 yaşından yukarı olmamak; 4 — Liselerin riyaziye kısmından mezunolmuş bulunmak; HUSUSİ ŞARTLAR: 1 — 1932 - 1938 Seneleri arasında liselerin fen kısmından mezun olmuş bulunmak; riyaziye, fizik, kimya derslerile yabancı dilden iyi not almış olmak; ü İ 2 — Tahsile gitmeğe ve avdette Banka hizmetinde çalışmağa Çi! mâni resmi veya hususi bir taahhüdü olmamak; İ Taliplerin nihayet 20 Temmuz 1936 tarihine kadar aşağıdaki vesaiki “M, E.,, remziyle Ankara'da Sümer Bank Umum Müdür- İstanbul'da Sümer Bank İstanbul Şubesine gönder- meleri lâzımdır. İ | — Hal terciimesi; 2 — Mektep şahadetnamesi ve imtihan notları cetveli; 3 — Resmi mz almmış ve yukarıda yazılı sıhhat Mansur, İlyasin işaretini e ve ve a ee muhtevi bulunmuş bir sıhhat raporu; memi i, hiç oralarda değilmiş | içi 'otoğra! ği Yi bn Tam önle -| : > PE makine ile yazılmış üçer nüsba olarak gön- i i kendine: erilecektir. eme bera e be? Artık İmtihan 31 Temmuz 1936 saat 9da İstanbul ve Ankarada kendimizden şüphe edeceğim geliyor. ği aynı zamanda yapılacaktır. 1607, 3780, Diye söylenen İlyasa yeniden bak- | tı, elini ağzına götürdü ve: / — Sus1... Demek istedi. © zaman İlyasın içi rahat etti: — Az daha günahını alıyordum. Dedi istiyordu . Mansur da oraya yaklaştığı zaman | gelişi güzel etrafa göz atıyor gibi Türk &sirlerinin bulunduğu tarafa başını çe- virmişti. İlyas elini kaldırdı ve ona işaret et- ti. » — Yahu, bizi ne çabuk unuttun? Demek istiyordu. Halbuki ondan çok şeyler umuyor - du. Çünkü sultan İbni Hamun kendi harem halkının Oran'dan getirilmesi i-/ sin gönderdiği müfrezeys onu kuman-| dan yaptığına göre sz zamanda derhal ; gözüne girdiği anlaşılıyordu. Her hal-! de Türkleri yakından ve pek iyi tanı - Yan bu gençten istifade etmek istemiş- ti, . . : i.e e Riyaziye - Lisan - Fizik - Kimya ve olgusluk dersleri : 'Türkçe, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Rusça « edebi, tarihi, mesleki her türü tercümeler » gramer, tahrir, ticaret mektapleri; bankacılık, ve muhassbe dersleri : Kıyast ve gayrikiyast fillerin tasrifatı ve tatbikatile cümle teşkili ve esaslı konuşmalar: Kuvvetinize göre 16 büyük tablo üzerinde sonsuz mükülemeler: 5 lisanla ihtiyacınız olan ders- lerden her mektebin imtibanlarını da hazırlıyoruz, 1914 senesinden beri usulü tedris ve muyaffakiyetile turının (Çemberlitaş karşımdaki Yabancı Diller ve riyaziye kız- erkek okulu) ecnebi mekteplerini aratmaz, birkaç derste sınıfta kalmak korkusu da bırakmaz. Dersler hususi tek veya nı sınıf ve kuvvette olan 1,2,3,4,5, 6 kişile gündüz akşam gece de verili- Hak verdi; bu kadar kalabalığın, he- “© bü İspanyolların yanında hiç bir se bep yokken öyle dostca görüşemezdi Ma; p İlyas soluna döndü. Yunusun kula- 8ına doğru uzanarak: ay tn Lg ) > ile dersi 30 kuruş - 6 kişilik grupla dersi 25 kuruştur. Bilenler ve vE Yakında kurtulacağız. - Mansur yor. Glen her zaman kabül olunur. Haftada kaç ders lâzımsa verilir. İsü- Mae yenler bülün sene devam ediyorlar, Direktör Ziya Çetinkaya Güle İN di öznenin, ŞAŞMA — Görüyorsunuz ya, benim bu deliler arasında kalmam kadar beni müteessir e- den hiç bir şey yok. Mantığımın mahvol - muş olduğuna inanmıyorum, sizin gibi ko- Duşmasını, yemesini, içmesini | biliyorum. Fakat bütün iddialarıma rağmen dektorlar beni burada tutmak lüzumunu gösteriyor- lar. Neden?. Çünkü benim söylediklerime inanmıyorlar. Çünkü ben bu dünyada doğ- madım. Çünkü ben başka bir dünyadan buraya geldim. Yer yüzünde benim ne a- nam, ne de babam var. Söylüyorum, inan- mıyorlar, Bakın, size de anlatayım: Durdu, cebinden bir sigara çıkararak yaktı ve derin bir nefes çektikten dumanlarını uzun uzun savurdu. sonra | — Bizim dünyamıza siz nasıl bir isim veriyorsunuz, bilmiyoum, dedi. Geniş e- vaları, yabani ormanları, bağları ve bah- geleri ile bizim dünyamız aşkın ve saadetin kaynağıdır. Hiç bir yerinde para denilen İmenfur şeye rastgelmezsiniz. İstikbal kav- gusu, açlık, sefalet, işsizlik, mali buhran yoktur. İnsanlar, çırılçıplak dolaşırlar. A- yıp, ancak âşık olmamakta, sevişmemekte, saadeti tatmamaktadır. Kadınlar daima vücutlarını sünbül çi » çeklerile, gül yapraklarile oğarlar. Baş - larında papatyadan çelenkler, bellerinde leylâktan kemerler, ayak ve kol bilekleri de karanfilden bilezikler vardır. Aşk ge - celerimizde sevdiklerimizle saatlerce yak nız, başbaşa, tenha köşelerde yaşarız, o1- manlar, vadiler, dereler bizim aşk yuvala- rmızdır. Geceleri yüksek ağaçların tepe- İerinde yumuşak yapraklardan yatakları « mıza yatarız, aşağıda sevişen insan ve hay- yan çiftlerini seyreder, şarkılarını dinler, birbirimizden bıkmadan, usanmadan, kol- İarımızı birbirimizin vücuduna kenetliye- rek rüyalı uykularımıza dalarız. Çünkü, rüzgâr çikar ve yahut biz, aşkın ezeliyeti içinde kaybolur da müvazenemizi kaybe - dip düşersek, beraber ölmeğe ahdermişiz- dir. Aşk ve zevk saatlerinde tek başıma ös lüm yoktur. Mutlaka iki çift, iki âşık bir arada ölecektir. Bu bizim dünyamızın en sağlam kanunlarıdır. Her sabah güneş doğarken, vadinin de- veleri kenarına incriz. Evvelâ kadınlar sw- lara girer. Çıplak, esmer vücutları, sulari parla - dıkça çiçekler açılır. Kuşlar, kavak dak larında, çalılıklarda ve fundalıklarda güzel seslerile öterler, Biz erkekler, sahile toplanır, kadınları- mızın yuvarlak kalçalar, düzgün bacak - lan, güzel göğüslerile sular okşamalarını seyrederiz. Hepimiz, o sabah bir kadına gönül ve- rir, hepimiz sulardan, islak mermesler gi bi çıkan sevgililerimizi, yumuşak otlat ü - zerine yatını, vücutlannı güzel kokulu çiz çeklerle oğar, sonra kucaklarımıza alarak, ormanlara, vadilere, bağlara, bahçelere doğru uzaklaşırız. Amma, diyeceksiniz ki, iki erkek bu aşk seçiminde ayni zamanda bir kadına gönül veremez mi?. Hayır, zaten bülün saadeti - miz de burada yal.. Tanrımız bizi ii bir kadim sevmemiştir, Tanrı, dişi ve er- Şe e a A MANN re |, etmesini bilir. Hiç bir gün iki erkek, tek | çökmüştü. Sivri kaya parçasi radan seneler geçer, onlar aşk ve zevk çâs ğına geldikleri gün, kapıdan çıkarak içi « mize karışırlardı. Senede bir, gök yüzünden büyük, çok bif« yük Tavus kuşları inerdi. Parlak tüylerini arasına, çifter çifter oturur, birbirimizin tas dına doyarak, sevişerek, ve kollarımız vü cutlanımızı sararak uçardık. Tavuslar bizi yüksek bir dağın tepesine deki altın suları olan bir göl kenarına bi « rakırlardı. Orada, hepimiz bu suya girer, kanımızın kuvvetini arttırır, aşkımıza hiğ alırdık. Biz bu göle: «Hayat gölün der « dik. Çünkü bizim hayatımız yalnız aşkta, Hbaretti. vi Bir yıl gök yüzünden büyük, çek büyük Tavuslar inecekti: Gözlerimiz de göklere de, yorgun ve bitap bekliyorduk. Hayat gölüne girmek, yeniden canlanmak, yenis den en büyük bir aşkla sevişmek, zevkin” ve sevginin namütenahiliğinde ( kayboluğ' yaşamak istiyorduk. Bir gece gökyüzü birdenbire aydınlans dı. Çok uzaklardan parlıyan bir şey ginikçe büyüdü, gittikçe yaklaştı, gittikçe dünya « iza doğru inmeğe başladı. İ Biz bunu tanrımız sandık. Dizlerimizğ toprağa bırakarak bekledik. Bu parlak, bür yük, heybetli şey, tıpkı sivri bir kaya gibi vızlıyarak ve korkunç gürültüler kopara « rak geldi ve birdenbire toprağa saplandı, Sanki dünyamız bir yerinden çatlamıştı, Ses o kadar müthiş ve kulak paralayıcı idi ki, korku medir bilmiyen güzel kadışları « miz, aci acı haykırarak yüzü koyun toprağa kapandılar. Erkekler, korkarak fundalık « lara, otlar arasına, çalııklara sığındılar, Jİ Gök kararıyordu. Uzaktan parlak ka » natlarını gördüğümüz büyük, çok büyük Tavus kuşları geri dönmüş, uzaklaşıyorları dı. Sivri bir kaya gibi gök yüzünden gelip toprağa saplanan bu acaip hayvanın bi yerinden kapı gibi bir delik açıldı. Üzer « lerinde yumuşak bezler taşıyan üç kişi dis şanı çıktı, Biz, bunları tannlarımız sandık ve bize benziyen. tıpkı bizim gibi yürü - yüp hareket eden mahlükları hayretle saya rettik. Bizi görünce üçü de ceplerinden demir, delikli birer şey çıkardılar ve üzerlerimize tuttular. Sonra aramıza girdiler, bizimle konuştular... Amma nasl, galiba bizim dilimizle... Yahut... Ne bileyim, işte böy- le, benim konuştuğum gibi... İşlerinden biri kadındı. Bizim kadınla « nmızın hiç birinde olmıyan sarı saçlarış gök mavisi gözleri, lâleler gibi bembeyaz bir teni vardı. Gülerken yanaklarında çu - kurlar peyda oluyor, yürürken, bez pah « pantalonu içinde kalçaları tatlı bir ahenkle dönüyordu: i Deli, elindeki sigarayı hiddetle yere at- tı ve ayağı ile bastır — Onu, o gök yüzünden gelen vari saça lı kadını hâlâ çılgınca seviyorum. Onu kis kanıyorum, hâlâ kıskanıyorum. Aşk ve zevk şarkılarile yaşıyan dünya <a yıza bu kadın geldikten sonra her erkek 6- na âşık oldu. Geceleri sevgililerimizin yas tarken hepimiz onu düşünüyorduk. Dünyamıza derin, nihayetsiz bir kasvet gelen tan- (Lütfen sayfayı çeviriniz) imi leğiin

Bu sayıdan diğer sayfalar: