17 Ağustos 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

17 Ağustos 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— 4——_—————————-_—', * € Sayla BOÖN POSTA Ağustos Vp | Z KÜ S ZRürmri Tarihi tetkikler: l VI F İSEÜUE & ÇH ŞAasısmoâ * Sabah gazetelerinden biri, bizim Üüç tığımız sene önce Son Postada ortaya ve o gündenberi sırası geldikçe inde durduğumuz bir mevzuu, bu yakınla: tazelemiş bulunmaktadır. Anlaşılıyor ki her geçen gün; evvelce ileri sürülen bu fikrin isabetini teyid etmektedir. İlk mekteplerimizin ıslahi etrafındaki bu mütalealar, ne kadar çoğalsa yeridir. Bizde çocuklarımızın, büyük bir ekseri- yetinin, nihayet ilk tahsil ile hayata a- tılmak ıztırarında kaldığını düşünür ve bugünkü içtimai bünyemize göre 56 80 köylü olan bir kütlenin çocuklarının ise; bu ıztırarı daha yakından duyduğunu hatırlarsak, ilk tahsilin Türkiye için ye- gâne mektep olduğunu kabul etmek ve bu noktadan da maarifin belkemiği saymak lâzım gelir. Bu itibarla Türkiye- de bu ilk mektep işini memleketin bün- yesine uygun bir terbiye ve iş mücssese- si haline getirinciye kadar, bu yoldaki düşünceleri alâka ile karşılamak ge- rektir. İlk mektepler meselesi bir kül olmak- la beraber, bizi köylüye ait 'ölan cephesi daha ziyade alâkalandırıyor: Bizde bu- günkü köylü camlası, tamamen toprak işçisi ve ziraat adamı olduğundan, için- de yaşadığı muhitin hayâli ihtiyaçları da, tamamen bu mesleğe bağlıdır., Köy mekteplerinde her muallimin diline içli bir şikâyet halinde doladığı devamsızlık sebeplerinin birincisi ziraat işleri, ikin- cisi de köylü babanın bugünkü progra- mı çocuğu için faydasız saymasıdır. Köy çocuğu öyle bir muhitin çocuğudur ki o, daha çamurlarda debelenn bir yavru iken sığırları sürüye katmaya, tarlayı beklemiye ve gün geçtikçe çapaya, bele Bgitmiye başlar ve nihayet çifte, harma- na karışır. Köy çocuğu bütün bu sebep- Terle devamsız, sene sonun- da isteksiz, velhasıl bütün yıl mektebe bi günedir. Nihayet köyün üç senelik mek- tebini bitirdiği gün, içine karışacağı ha- yata zalen uymayan mahdut bilgisini de unutur gider. Halbuki o, böyle uçacak malümata değil, kendisine itiyad olmuş hareketlere muhtaçtır. Görülüyor ki Türkiyede köy ilk mek- tepleri bugünkü —şekli ile kalmamaya muhtaçtır. Bünyeleri -bize — benzeyen memleketlerdeki yolu tetkik edip göre- mesek te, tutacağımız yolu ortadak; her şey bize zaten göstermektedir: Köy ma- arifini zirai ilk mekteplere istinad ettir- meliyiz. Köy çocukları beş on hektar a- razi orlasında kurulabilecek bir. nevi çiftlik mekteplerinde, İşitmeğe değil, yapmaya dayanan, kendilerinin en ara- dığı terbiye sistemini bulurlar, Köyler muhitinde kurulan zirai ilk mektep, kö- yün çocuklarını aradığı evsafta yetişti. rebileceği gibi, böyle çiftlik mektepleri €tivara nümune de olurlar. Bu tarzdaki mekteplerde yatı da temin olunduğu takdirde çocuğun yurdu *çin en verimli bir ferd olması esbabı tamamlanmış olur. Bizce, ziral ilk mektepler — Türkiyenin Bu bir dargınlık Hareketi değildir Ankarada oturan bir okuyucum Bay H.K. F. diyor ki: — Sekiz ay evvel İstanbulda genç bir kız tanımış ve sevmiştim. Her haf- ta buluşup geziyorduk. İstanbuldan ayrılacağım sırada hareket günümü söz verdiğim halde bildirmemiştim, vedasız ayrılmıştık. Bana darılmış, yazdığı ilk ve son mektupta bunu söy- lüyor, ve münasebetin hitam buldu- ğunu anlatıyor. Halbuki benim ilk za- manlarda dilimde bulunan sevgim şimdi kalbime itdi. Teyzeciğim bariş- manm çaresi? * Bu okuyucum müsterih olsun, orta- da bir dargınlık yok, sadece hafif bir sitem vardır. Aşk bahsinde darılan Zirat İlkmekteplere muhtacız Türkiye nüfusunun kahir bir ekseriyetle köyde yaşadığını ve bu ekseriyetin yaşama şartlarının ziraatla önüne getirirsek, bu lüzumu daha iyi kavrarız. YA ÇA » x balunduğunu göz Çanakkalede bir köy mektebi bünyesine en uygun şekillerdir. Yeni zi- raat vekilimizin çok zamandır, müker- reren ortaya konulan bu fikir etrafında tetkikler yaptıracağını ümid etmek ve Maarif Vekâletiyle bu bapta anlaştığını görmek isteriz Bu mektepler için önde düşünülecek eleman meselesi de $& hiç olmazsa 75 de- recede mevcut değildir. Ziraat mektebi mezunu ©o kadar çok gencimiz var ki ilk hamle için bunlar yetip te artabilecek- lerdir. Sonrası için de gerek muallim mekteplerinden gerek ziraat mekteple- rinden yenilerini yetiştirebiliriz. Ziraatçi bir meslektaşımın şu satırla- rını yazıma en iyi bir bağlantı olarak ko- yuyorum: «Ziral istihsalâtımızı asıl bi- riktiren küçük köylü işletmelerinin dü- zelmesi, onları idare edeceklerin iş sevi- yelerinin yükselmesi ile mümkündür. Bu işletmeleri yarın ele alacak olanlar da, bugünkü köylünün çocuğudur. Bu gaye için köy çocuklarına uzun bir tah- sil göstermeye lüzum yoktur ve zalen bu şekilden bir fayda beklenmemelidir. Mesele, köy çocuğunu bu gayeye ulaştı- racak, iş temelleri üzerine kurulu iptidai ziraşt mektepleri yapmaktadır.» Tarımman Ziral müşküllerinizi bize yazınız. Size ce- vap verelim. — T. Aksarayda herkes soyadı aldı Aksaray (Hususi) — Soyadı kanu - nunun tatbik mevkiine girdiği zaman - danberi Aksarayda soyadı almamış bir kimse kalmamıştır. Aksaray nüfus da- iresi kanunu lâyikile tatbik ederek bü- tün vatandaşların soyadı almalarını te- min etmiş ve köylere kadar gidilerek bu gayenin husuülüne çalışmıştır. 90) binden fazla nüfusu olan Aksarayda herkesin soyadı vardır. Nüfus memuru Refik Karacanın dürüst ve temiz me- saisi bu daireyi verimli bir hale sok - mMuştur. teessürünü mektupla bildirmeye lü- züm görmez. Yaptığı şey baş çevirmek- ten ibarettir. * Ankarada Bay F.R. A. ya: Verdiğiniz tafsilâta göre sizi — bt- günkü vaziyetinizde evlenmiye muk- tedir göremiyorum. Alelhusus pürüz- süz bir mesele önünde de değilsiniz. Kızı alabilmek üzere onun bulunduğu memlekete gidecek, bunun için de bu- günkü — mevkiünizi — terkedeceksiniz. Gittiğiniz zaman orada hazır bir va- ziyeti neticelendirmek meselesi önün- de bulunsanız gene İyi. Fakat didişe- cek, uğraşacaksınız. Neticede muvaf- fak olamamak tla var. Meyus olarak geriye dönebilirsiniz. bugünkü mev- künizi başkası tarafından işgal edil- miş bulabilirsiniz. Vazgeçiniz. TEYZE “ Ben yapacağımı bilirim! ,, Annem, Bandırmaya gidecekti, Ba- na sordu: — Sen gittin, geldin dedi. Ne yapa - yım, güverte bileti alayım mı? Haya i- yi, bir şezlong koyarım. Rahat rahat gi- derim. — Vallahi anne güvertede sen iyi edersin, Sebebini Güverte dediğin yer, cihen evvelâ inekleri İneklerin ayakları altında lrsa oraya da yolcuları oturtuyorlar, — Öyleyse ikine! alayım. — Zinhar alma, İkinci ile gidemez - sin. İkinci denilen yer vapurun arka tarafında ufacıcık bir zındancıktır. Yan yana, üstüste yataklar — koymuşlardır. Ortada bir masa vardır. Rakı kokusu, nefes kokusuna karışır. İçen nâra atar, çocuk ağlar, biri horlar, ve makinenin gürültüsü insanın beynine vurur, — Peki öyleyse birinci alırım. Bana bir kamara ayırırlar, Biraz salonda o - tururum, sonra kamaramda uyurum. — Onu da pek tavsiye etmem.. Bir kere, kamara ya bulacaksın, ya bulmı- yacaksın. Bulduğunu farzetsem, temiz İolup olmadığına emin değilsindir. Va- İpura bindikten sonra da kamaranı de- lğiştirmelert seni kamara kamara dolaş tırıp nihayet apteshâne ağzındaki bir yatağa atmaları ihtimali çoktur. — Öyleyse ben de yapacağımı bili- rim. — Ne yaparsın anne?, Annem bir fıkra anlattı: «Bir gün Nasreddin hoca bir köye gitmiş, köyde eşeğini torbası, heybe - sile birlikte bir'ahıra götürmüşler. Ho- ca köyden gideceği zaman da eşeği a - hırdan çıkarmışlar. Hoca bakmış; eşe - ğin torbası yok; sormuş: l — Eşeğin torbası nerede? Aramışlar, taramışlar torbayı mamışlar. Hoca : suratını asmış: — Ben yapacağımı bilirim. Demiş.. «Acaba hoca ne yapacak di- ye merak etmişler.» Anneme sordum: — Hoca ne yapmış anne? — Heybeyi kesmiş, torba yapmış. Güldüm: ) — Ya sen ne yapacaksın? — Ne mi yapacağım? Bandırmaya gitmiyeceğim! İMSET Maarif Vekili şehrimize ğeldi Maarif Vekili Salfet Arıkan Anka- radan İstanbula gelmiş ve dün Maarif Müdürlüğüne giderek bir müdde: meş- gul olmuştur. İNANMIYACAKSINIZ , FAKAT DOĞRUDUR Balıkların şarkı söylediği, ağıçların intihar ettiği garip memleket Amerikada, balıkların şarkı söy - lediği, istiridyelerin ağaçta bittiği ve incir ağaçlarının intihar ettiği, 2000 mil murabbalık bir arazi parçası park yapılmıya başlanmıştır. Bu ara- zi Floridanın cenubundadır ve Mek- sika körfezine sokulmuş bir vaziyet « tedir. Nevyork ziraat bahçesi müdürü bu hususta şu izahatı vermiştir: — Burada balıklar şarkı söyler ve sular kararınca, bir geminin dümeni- ne asılarak bütün gece kederli kedar- N öterler. Yilanlar ekseriya ağaçlarda ya « şarlar. . Kaktüs ağaçları suda yetişir, İstiridyeler ağaçlarda biter. Boğucu inci ağaçları, başka ağaç - ları boğar, öldürür, sonra da kendi - leri intihar ederler. Burada gene, dünyada emsaline rastlanmıyan pırlarta sırtlı yılan ej- derhaları, pelenkler, ayılar, görül - memiş geyikler, 25 santim uzunluğun- da çekirgeler vardır.» bula- | Bu işle uğraşan komite, bu araziyi park haline sokabilmek kararını an - cak otuz senede verebilmiştir. Osmanlı sarayına rüşveti * sına: 4Bagün Kızıl Ahmedlinin aldım. Onlar bizim ocağımıza su ocağını söndürecek bir Yazanı | — Bugün Kınl Ahmetlinin intikamını En büyük ve kuvvetli devletlerin bile yıkılmalarını hazırlıyan sebeblerden en —mühimmi şüphesiz rüşvettir. Bu, bir baş- kasının hakkını, ehil olmadığı bir işi pa- ra ile satın almaktır. Rüşvet çoğalırsa halkın ve devletin karşılıklı vaziyetleri birbirini aldatmağa çalışan iki madra- baz tüccarın münasebetlerine benzer. Kanun ve fazilete yer kalmaz. Bu iki bü- yük ve mukaddes direğin yokluğu da kocaman devlet binasının yıkılmasına sebeb olur. Bunun için şöyle bir teşbih te yapabiliriz: Bir takım küçük böcekler heybetli bir çınarın köklerini yavaş ya- vaş ve hiç belli etmeden, Bgörünmeden kemirirler. Bir gün o dipdiri ve dinç a- ğacın sertçe bir rüzgârla çatır çatır yı- kıldığını görürüz. Osmanlı imparatorluğunda — bilhassa saraya ilk rüşveti sokan adam Şemsi Pa- şadır. Keyif verici bir zehir gibi * tatlı gelen bu kötü şey çok geçmeden bütün devlet adamlarına, hattâ en küçük me- müurlara kadar sirayet etti. O kadar ki #det oldu. Meselâ sigara ve kahve, ilk çıktığı sıralarda pek ayıblanırdı ve hat- tâ devlet birçok defalar yasak etti. Fa- kat daha sonra bunları içenleri kimse ayıblamamaya başladı. Bir zaman geldi ki rüşvet te bundan farksız oldu. Şemsi Paşanın Osmanlı tarihindeki şöhreti bilhassa rüşveti saraya ve dolayı- sile devlet adamları arasına sokmasın- dadır. Bu adamı bilhassa üçüncü Selim za- manında sahnede görüyoruz. Yeni padi- şahın nedimiydi. Zeki bir adamdı. Oku- muştu. Hattâ şöyle böyle manzum şey- ler de yazardı. Nitekim (Vikaye) nami- ile yazdığı eserde kendi soyunu ve haya- |tını manzum olarak anlatmıştır. Bu ki- | taba göre meşhur islâm kahramanı Ha- İna bin Velid'in sülâlesindendi. Fakat |hesabının pek zayıf olduğu muhakkak- |tır. Çünkü Halidden sonra kendisine ka- dar dokuz isim sayar. Bunların hepsi ba. balarının öldüğü —sene doğmak şartile senelere taksim edilse atalarındaki yaş farkı doksan altışar senedir. Hepsinin doksan altışar sene yaşamaları ve sonun- cu senede birer erkek çocuk bırakmaları akla sığmaz. Bu itibarla sözüne inanmak imkânı yoktur. Şemsi Paşanın dedelerinden İsfendi- yar Kastamonuda oturdu. Kızıl Ahmed ise Sinoba kadar devam eden yerlerde bir beylik kurdu. Fakat bu hükümet di- ğger Anadolu beylikleri gibi Osmanlı im- paratorluğu içinde eridi. Bu yüzden Şemsi Paşanın ruhunda Osmanlı padi- şahlarına karşı gizli ve derin bir. hınç vardı. Bununla beraber görünüşte pek sadık olduğunu gösterimeyi, dalkavukluk etmeyi hiç ihmal etmezdi. İkinci Selim onu çok severdi. Nükteleri meşhurdu. Hattâ 1567 de nükteseven, bilgili bir- İ- ran elçisi İstanbula geldiği zaman onun lâfının altında kalınmaması için teşri- fatçı olarak Şemsi Paşa tayin edilmişti. Bundaki isabeti de çok geçmeden isbat etti. İran elçisi Şah Kulu Han İstanbula gi- rince altın ve gümüş içinde, renk renk elbiseli aşkerleri görünce bıyık altından gülerek Şemsi Paşaya: Tarihçi Âli diyor ki: «Bir gün Şemsi Paşanın konağındaydım. Of? bekliyordum. Şemsi Paşa büyük bir sevinçle saraydari geldi: Turan Can y | ilk sokan adam: Şemsi P$: * * intikamını Osmanlı sül, koydukları gibi ben de başlangıç yaptım» dedi Osmanlı sülülesinden aldım. — İşte gerçekten bir düğün Dedi. Bu sözlerle Türk askerlerinin M ribliğini hiçe saymış oluyordu. Paşa hemen cevabı yapıştırdı: — Evet, Çaldıranda gelinlerini ğa giden bu askerdir. Yavuz zamanında Türk Çaldıran sahrasında İranlılara olaf ferini hatırlatıyor; onların güvey ranlıların gelin olduklarını söylemiş yordu. İran elçisi bir müddet sustu. A! diplomatların önünden geçerken şapkalarını çıkardıklarını görünce den ağzını açtı: — Bımlar niçin böyle yaparlar? — Kâfirler birbirlerini gördükçe © haba yerine böyle yaparlar, Bu sözlerle İranlıları da AVNFM la bir tuttuğunu açıkça ınlıuyd“” En sonra Şah Kulu Han hudud rinin kendisine pek kolaylık rini anlattı. Şemsi Paşa ile aralarınd? konuşma geçti: — Bize çok hürmet ve ikram diler. Padişahın nimeti helâl olsun! — Elbet yapacaklar. «<Zayıflara ediniz!» diye hadis vardır. — Sultanım, bugün çok nükte ve naye söylediniz! — Siz nükteci olmasanız beni siğ€ dermezlerdi. Ben de sizin güzel ve anladığınızı biliyorum da böyle söylüyorum. # Şemsi Paşa sonunda işi mümküf duğu kadar latlıya bağlamış H 1574 de ikinci Selim öldü ve yerifiy çüncü Murad geçti. Rumeli ve Âf / beylerbeylikleri gibi vazifelerde "_*,; vaffak olamıyan dalkavuk Şemsi evvelki iki padişahtan sonra Ü ne de pek çabuk yarandı. Onun dâ v mi oldu. İşle ilk rüşveti de bu ıı!'::,y bul ettirerek büyük bir sevinç M Bu mühim vak'ayı tarihçi Âliden, yi zamanımızın şivesine biraz rak yazıyoruz: d Bir gün Şemsi Paşanın ' dım; onu bekliyordum. Şemsi Paşt yük bir sevinçle saraydan geldi. sına: l ı l G Bugün Kızıl Ahmedlinin in! li sülülesinden aldım. av’: ÖOsini zim ocağımıza su koydukları ın:';f onların ocağını söndürecek bir yaptım. Kâhya üzüldü: Nasıl? Diye sordu. — Rüşvete dadandırdım. Kıf$ v tın bir büyücek lokma idi. YU Bundan sonra rüşvet almaktafi mazlar ve böylelikle devletleri * etmez. Şemsi Paşanın sevinci pek bü!““: Hemen aklıma geldi ve dedilfi / Pi — Soyundan olmakla iftihaf Halid bin Velid de hazreti Osmâl nında düşmanından önce balifeni? ha girip haklı çıkmak İçin l':?:" altın vermiştir. İslâmlıkta ilk ,o" dur. Siz de en büyük babanığifi İ tütmüş ve onun kötü işini taklid siniz! #Devamı 12 inci saytadâ

Bu sayıdan diğer sayfalar: