19 Haziran 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

19 Haziran 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—— CASUSLUK v« SON POBSTA nn Tarihinden Birkaç Yaprak uu Casusluğun mazisini teşkil eden 30 asır içinde neler oldu ? Büyük harbde Casusluğun mazisi otuz asrı bulur. Mı- Hırdan kovulan kavmının başında Arzı- Mev'uda yollanan Musa bile gideceği yer hakkında malümat almak için adamla- Tından ön ikisini seçmiş, bunlara dağa fıkıp Aramev'udu ve içinde yaşıyanla- -N, memleketin iyi mi, fena mı, halkın #zlık mı, çokluk mu, kuvvetli mi, zayıf Mi olduğunu, çadırda mı, yapıda mi ya- #adıklarını, toprağın verimini, kısırlığı- tu, ormanların halini tedkik etmelerini #mretmişti. Hattâ «cür'et edip> bu ya- bancı ilin mahsulünden de getirmelerini İstemişti. Musa gerçi bu suretle sistem dahilinde birbirine merbut bir casus ağı kurmuş olmuyordu. Fakat - ölüm ve mu- Vattakiyetsizlik ihtimallerini gözönüne Alarak - ayni gizli işi, başlı başına hare- Ket edecek olan, an iki gizli memura tev- ©& ediyordu. Yüz yıllardan sonra - tâ on dokuzuncu Asırda - büyük Prusyalı casus şefi (Wil- helm Stieber) bile Musanın on iki kişi- casus teşkilâtinim sayısını binlere çı- beraber verdiği bu talimata Şok şeyler katamadı. Musa ile Wilhelm Stieber arasındaki Yüz yıllar içinde casusluk gerek siyaset, #erek askerlik bakımından tedricen iler- ve tarihe sayısız meşhur casus adı #eçmiştir. İlk <egizli haber almas tarzı- Rm ne zaman sistemli bir casusluk hali- Bi aldığı kat'1 olarak bilinemiyor. Ancuk, n kaydettiği hiçbir harb yoktur ki ttsuzluğun rolü bulunmasın. İik casusluk Casusluğun iptidat şekli araştırma ve Avlanma sevki tabiisine pek yakındır. Â- , her türlü strateji ve tabiye fik - mahrum bulunan ilk vahşi kabi- bile bir hücuma hazırlanır veya bir hücumu beklerken Ihtiyat zaruretile düşmanları hakkında gizli gizli bir şey ıîlrenmlyı fabaladıklarını söylü) . : €ski krallar dâ casusları vasitasile Şeyden mükemmel surette haber- kNhlıı-. Fakat bu gizli memurların gizli Güyretleri üstünde o kadar ketüm dav- !'lllmmıı ki haklarında bugün bir şey İnmiyor. Kadın casusu ..İl.k taşusların en enteresanları arasın- Delilahı sayabiliriz. Bu kadın Filis- :“ Casuslara yataklık eder onları evin- Bizlerdi. Bu kadarla da kalmadı. Kuv- l bir düşmandan Filistinliler hesabı- “mühlm haberler çekmiye muvaffak “'u:l Düşmanın kuvvet noktasını Filis- lere haber verdi ve bu noktanm tam ktinde felce uğratılmasını temin etti. Casus kral Faki casusların yalnız teban âarasından *ğü, doğrudan doğruya hanedan ailesi Fransızlar tarafından kurşuna dizilen Al arasından da yetiştiğini görüyoruz. Poan- tus kralı Vİ incı Mithridate kendi kendi- nin casusu olan böyle bir kraldi. Menfa- ati için tcab edenleri öğrenmekte kullan- dığı bir tek casusu vardı: O da kendisi. Başka krallar için garib görülebilecek o-| lan bu hal Mithridate için pek fabif idi ve takib ettiği yol zalimane bir hodbinli- ğin klâsik bir tezahürü idi. Onun şahsın- da casusun kürnazlığı ile gaddaz bir müs- tebidin bütün vesvesesi toplanmıştı. Daha on bir yaşında iken babasının ye- rine tahta geçti. Doğuşunu kendi için te- lâfi olunmaz bir hata sayan annesi tara- Casusun akıbeti fından birkaç kere öldürülmek İstendi. Bu suikasdlerden korkan çocuk kral tah- tını bıtaktı, memleketten kaçtı. Bir sür- gün gibi yaşadı ve işte bu sürgün ömrü- nün yalnızlığı içinde her gizliyi araştır- mâyı öğrendi. Kendini kâfi derecede kuvvetli bulur bulmaz Sinoba döndü. Kudretini göster- mek için ilk işi annesini zindana atmhak, kardeşini öldürtmek oldu, Menfada, daha on dört yaşında bir ço- cükken, kervanlara katılarak bütün A- nadoluyu baştanbaşa - gezip — tozmuştu. Her kabileye sokulmuş, hepsinin âdetle- rini öğrenmişti. Yirmi iki dilde konuşa- biliyordu. Bütün bunlar ona taşkın bir fütuhat iştihası vermişti.. Sinoba döner dönmez iyi terbiye görmüş kuvvetli bir ordunun başında Anadolu içlerine yük rüdü. Ne kadar içerilere dalsa, karış ka- rış bildiği bu toprağı, öz vatanında imiş gibi yadırgamıyordu. O kadar mükemmel bir casustu ki em- man casusları niyet edip kimseye bir sır vermediği, kimseyi gizli işlerinde kullanmadığı hal- de bir başıma bütün istediği malümatı alabiliyordu. Mithridate'nin ölümü gayet garib ol- muştur. Romalı generallerle yaptığı u- Bile kardeşi gibi karısı olan kız kardeşi- ni (hanedan kanununa göre kral kız kar- deşile evlenirdi) öldürdü. Hattâ kendin- den sonra düşmanlarına kalmasın diye çeşidi o zamanlar dillere destan olan ©- dalıklarını birer birer katlettirdi. Yalnız bir kardeşini öldürmeyi, ihmal İtalyaya sefere hazırlanırken hiç umul- madık bir günde bu kardeşi de onu, ca- sus kral Mithridate'i zehirledi, — tahtını elinden aldı. Büyük İskenderin hilesi Vaktile casus çoktu, fakat casus teşki- Jâtı yoktu. Krallar, kumatdanlar istih- İbarat işlerini bizzat idare ederlerdi. Ca- susların raporlarile meşgul olacak hususi İbürolara da sahib değildiler. Bu sistem noksanını eskiler zengin bir buluş kabiliyeti ve sevki tabiinin ilham ettiği kurnazlıklarla telâfi etmekte idiler: Büyük İskender Asya içlerine — ilerli- yordu. Askerlerile müttefikleri arasında hoşnudsuzluk baş gösterdiğini duydu. Genç fatih bu rivayetin aslı olup olma- dığini meydana çıkarmak için şu basit hileye baş vurdu. Maiyetine kendinin â- nâa vatana mektub yollıyacağını, zabitle- /tinin de yollamalarının münasib olacağı- nı bildirdi. Canı sıkılanların derd yan- | ması için bu, güzel bir fırsattı, Herkes ai- lesine içini açtı. Fakât mektublar gide- gekleri yerlere varamadı. Yola çıkarıl- dıktan az sonra İszkenderin emrile geri çevrildi, açılıp okundu ve ordunun içyü- zÜ0 olduğu gibi ortaya çık'ı. Aynl- usul büyük harbin kat'i neticeye sahne olan 1918 yılında Amerika, Fransadaki kuv- vetinin haleti ruhiyesini tedkik için tat- bik etmişti. Bu usul sansürle mukabil casusluğu birleştiren bir usuldür. Casus generalin kurtulaşu Eski devirlerin sayılı muzaffer ku- mandanlarından — Seipio-Africanus - bir müuahedeye girişmeden önce, daha kat'i ve daha parlak bir netice alabilmek için, casusluktan istifadeden çekinmezdi. Romahı büyük askerf muharrir Fronti- muş © zamanın bütün askeri ve siyasi mu waffakiyetlerini tahlil eden (Sevkulceyş) adlı kitabında (Scipio-Africanus) — için şunları yazar: Büyük kumandan, Nomidya kralı ile zühiren bir sulh müzakeresine girişiyor- du. Hakikatte maksadı Nomidya kuvve- tini anlamak için kullanacağı casusların işini kolaylaştırmaktan ibaretti. Nomd- (Devamı 15 inci sayfada) zun mücadelelere girişmeden önce anne-| etmişti. | | Annem rahmetlinin halasının küçük oğlu İhsan - ki Çanakkalede on altıncı alayda vazifede iken şehid olmuştur - ye- tim mekteb arkadaşımdı. Sinnen benden Üç yaş küçük olmakla beraber acarlıkta, şeytanlıkta bana büyük ağabeyi olurdu. Ravzaiterakkiye ayni postada giderdik. Postanın manasını şimdiki gençler bil- mezler, biraz izah edeyim: Mektebin mütecaddid — hademesinden her biri Üsküdarın bir setntine tayin e- dilmişlerdi. Sabahleyin miadında mınta- kalarına çıkarlar, her çocuğun kapısını çalarak sefertaslarını alırlar ve çocuk- larla beraber yola düzülürlerdi. Çocuk- lar ikişer ikişe çantaları kendi ellerinde olduğu halde mektebe doğru yürürlerdi. Bu tertibe o zaman «posla» ismi veril- mişti. Meselâ Ayazma postasına benim çocukluğumda Hacı Mehmed efendi nâ- mında pek mübarek bir zat bakardı. Pa- şalimanı Hacı Osmanda, Sultantepe pos- tası uzun Abdullahta idi. İhsanla ben Ha- c Mehmed efendinin postasında bulu- nuyorduk, Hacı Mehmed efendi sabah- ları postayı bizim sokağın köşesinde dur- durur, kapımıza kadar gelir, sefertasımı alır, İhsana uğrar ve ikimizi de postaya katardı. Ücret olmak üzere mekteb aylı- ğından fazla olarak Hacı Mehmed efen- diye verilen aylık beş kuruştu. Bizim postadan benden fazla on kuruş veren ikl paşazade de bulunuyordu. Yüz para- çık verenler de vardı ki Hacı Mehmed efendi - Iyi hatırlarım - bir aylık yorgun- luğa mukabil aldığı bu yüz para için, A- lah binbir bereket versin derdi, Bir sabah İhsan postada yanımda gi- derken bana dedi ki: — Ağabey! Dün 214 Nuri anlattı. Şe- fikle geçen gün mektebden kaçmışlar. İhsaniyeye, Yerebatana gitmişler. Kaya- lıklardan midye çakarmışlar, güzelce pi- şirmişler ve ekmek te alıp yemişler. De- nizde yüzmüşler, öyle eğlenmişler, öyle eğlenmişler ki... Biz cuma günleri gide- bilsek te kalabalıktan, hargürden bir şey anladığımız yok ki... Ne dersin? Hava bak ne güzel! Mekteb kapısından girer- ken o kargaşalıkta sıvışırız. Hacı Meh- med farkına bile varmaz. Akşam üstü de usulcacık pabucluğa — sokuluruz. Hacil Mehmed: «Yemeğe neye gelmediniz?» derse: «Cezalı idik, indirmediler!» deriz. Şeytan oğlan! bir hamlede bütün ter- tibatı ne de güzel hazırlamıştı. — Bugün olmaz, dedim. Yarın olta fi- lân parası dâ tedarik ederiz, öyle kaçarız, — Peki ağabey! Diyen İhsanın © andaki sevinci hâlâ gözümün önüne gelir. Ertesi gün: «Harita parası istiyorlar!» diye evden gündeliğimden fazla beş ku- ruş kopardım, İhsan daha yaygaracı ol- duğu için on beş kuruş tırtıklamış. Tam mekteb kapısından gireceğimiz — sırada arkaya kalmış gibi yapıp sıvıştık. Çan- talarımızı her zaman leblebi aldığımız leblebiciye bıraktık. Deniz kıyısına Do- ğancılar yolile gidemezdik. Ünadiyeye çıktık. Selimiyeye geçtik. Orta sokaktan Yerebatana indik. Oh! Ne âlâ! 'Tenha, kimseler yok, Yalnız birkaç Tatar pa- çavracı kemik, paçavra toplamakla meş- güller. İhsana dedim ki: — Şu sabah serinliğinde evvelâ bir yü- zelim, ne dersin? — Haydi! Ve derhal soyunduk. Başkayadan ken- dimizi salıverdik. Yaşasın deniz! Bir aralık İhsanla dalma, kulaclama ea dd küğllldid sEFESKİ GÜNLER Ez Mektebden kaçtığım ilk ve son günler Yazan: Muallim Nihad Sayfa 9 yarışı yaptık. Galiba bir saat kadar çire pınmışız ki, yorulduğumuzu hissettik. Bir aralık İhsan: — Madem ki hazır çıplağız, midyeleri de toplayıp öyle çıkalım! dedi. — Pekil, İrili ufaklı kırk elli midye kopardık, Sahile geldik, giyindik. Ne tatlı keyifl Robenson Krozeovari bir huzur! Didye yemek için ekmeğimiz, tuzumuz, ateş yakmak için kibritimiz yoktu. İhsan — Ben şimdi gider, Salacıktan hepsinl alırım, gelirim.. dedi. Ben; © gelinciye kadar midyeleri te- mizliyecektim. Küçük sedef kaplı çakımı çıkardım. Midyeleri açıp aklımın erdiği kadar temizlemeğe başladım. Dadım merhum Nevres hanım temizlerken göre müştüm. Etrafı araştırdım, daha paslan- mamış parlak bir gaz tenekesi kapağı buldum. Temizleyip açtıklarımı bunun üzerine istif ediyordum. Biraz sonra İhe san geldi. Yarım okka ekmek almış, sala- talık bulmuş, tuz tedariklemiş, kibriti de unutmamış. Denizde çırpınmak bizi iyice acıktırmıştı. İhsana dedim ki: — Hemen ocağı yakıp midyeleri pişi- relim, Karnım açlıktan zil çalıyor, sonrg balık tutmakla eğleniriz. — Olur! Ben ateşi yakayım da... Bizden evvel kim bilir hangi mekteb kaçağının kurduğu ocak yerine ateşi hâs zırladık. Ağızlarını açlığımız midy Güya bunlar o vaziyette pişecek, biz de kemali iştiha ile yiyecektik. * Mektebimizin müdürü Halil Rüşdü bey ümmi bir adamdı. Fakat bütün ma- nasile müdürdü. Kendisine talebeden bir çoğunun mektebden kaçtığını, hattâ çane talarını mahud leblebiciye bıraktıklarını ihbar etmişler. Mektebinin selâmeti için hiçbir şeyden pervası olmıyan İRüşdü bey © saatte leblebiciye baskın yapmış, çantaları çıkarmış, bunların — arasında tabil İhsaninkile benimki de zuhur et miş. Hiç ümid etmediği için müdür bee nim çantayı görünce inanmıyacak dere« cede hâyret göstermiş. (Çok uzun sence ler sonra ben merhum müdürümün ya- mına muallim olarak gittim. Bilâhare ders nazırı oldum. Beni göz bebeği gibl severdi. Lütuflarını, muhabbetlerini ha« tırladıkça gözlerim sulanıyor.) - Hemen hademeden ayağına çevik kimseleri et- ralfa saldırtmış. Hademeler arasında bir Sadeddin ağa vardı ki evvelce tulumbacı reisliği etmiş vücudünün o işe yetmiye« cek derecede çürüdüğünü görünce ha- demelikle mektebe sığınmış. Elinden heş iş gelir, hem hademelik eder, hem moke tebin dülgerlik işlerini, — marangozluğa ald hususatını başarırdı. Bu Sadeddin a« ğa da peşimize dağılan hademe meya- mında Yerebatan semtine memur edilmiş, * Biz İhsanla midyeleri ateşten indirdik. Salatalıkları soyduk. Karşılıklı şahane birer bağdaş kurup yemeğe hazırlandık, Galiba bir Iki Jokma da 0 yenmez nesne- yi birbirimize iştiha versin için yalancıke tan methederek, ağız şapırdatarak çiğ- nemeğe başladık. Sadeddin ağa merhum yokuşu yarıya kadar inmiş, bizl görmüş, hiç tınmamış. Tam, tabanı kaldırırsak koşup tutabileceği mesafeye gelince: —— Bereketli olsun 72!.. demez mi? f*) Başımı çevirip Sadeddin ağayı görüne (Devamm M üncü sayfada) (*) Benim mektebdeki numaram.

Bu sayıdan diğer sayfalar: