16 Haziran 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B Sayfa SON POSTA 16 B — — ZİRAAT — Kuraklığa maruz topraklarda küçük sulamaların ehemmiyeti Orta Anadolu köylüsünün kuraklık derdine karşi iki çare gösteriliyor: Kuru ziraat, sulu ziraat... YAZAN : TARIMMAN Geçenlerde, Son Postada Muhittin Bir-| düğünü henüz bilmiyoruz. Uzun tetkikler 'zamanda Anadoluda harikulâde yetiş - genin çok mühim bir yazısı intişar etti. ' mahsulü olan bu raâporda küçük sulama. mektedir.> Sayın muharrir o yazısında Orta Ana - |lar için deniyor ki: «Küçük mikyastaki su. , «Yaz esnasında gereken su miktarı, va. doluda baş gösteren kuraklığın ciddi bir tehlike olabileceğini kaydediyor ve daha şimdiden hayvanlarını yok pahasına e - linden çıkarmıya başlıyan köylünün en. dişesi için tedbirler alınmak lâzım geldi. ğini söylüyardu. Üstadın haklı bir hassiyetle ortaya koy- duğu kuraklık meselesi, Anadolunun eze. H bir derdidir. O derece ki, (Orta Anado- lu köylüsünün bütün mukadderatı gök yüzünün râhmetine bağlıdır) dense mü- balâğa edilmemiş olur. Ötedenberi alâkadarlandığım bu mev . züun, böyle bir vesile ile günün meselesi oluşu, beni bir kere daha bu bahse çekti: Orta Anadolu köylüsünün kuraklık der dine karşı iki çare gösteriliyor: Kuru zi . raat, sulu ziraat. ! Bunlardan birinçisi bilhassa Amerikada almış yürümüş olan (Drayfarming) zi - radt usulüdür ki, bu sayede en az yağışlı memleketlerde de bereketli mahsul al . mak mümkün olmaktadır. Ziraat Vekâ - letinin Eskişehirde bulunan (Kuru Ziraat istasyonu) memleketimizde bu usulün ta. mimine çalışan ve orta Anadoluya cidden pek büyük hizmetler gören bir müessese. dir. İkinci usul. bildiğimiz geniş mikyastaki | sulamayı kasdetmiyor: Buradaki sulu zLL raatten maksad, bu az yağışlı ve kurak - lığa maruz yerlerde köylüye küçük sula. malar temin etmekten ibarettir. Bu saye. de köylünün kuraklık körkusu bertaraf edilmekte, yem ve yiyecek sıkıntısı gide. rilmektedir. Bu hususta geçen sene Profesör Dr. F. Christiansen Weniger tarafından hazır . lanmış olan pek şayanı dikkat bir rapor vardır. Ziraat Vekâletinin bu raporu nasıl lamalar, evvelâ köylü ailelerinin zati meyva ve sebze ihtiyaçlarını gidermelidir. Anadolu kuru ziraatinin bugünkü du . rumunda, köy halkının gıdası fevkalâde mahdud, bilhassa sebze ve meyva bakı . mından çok fakirdir. Bu rejimi değiştir . mek için köylerde her ailenin bir dekarlık sulu bahçeye sahib olmasına çalışılmalı. dır. Bu süretle normal senelerde, köylü. nün gıdası çeşitlenecektir. Az mahsul al. dıkları kurak senelerde de gıdalatını te. min hususunda bahçe mahsulünün önem. li yardımı dokunacaktır. Köylerde yapı . lacak küçük mikyastaki sulamaların ikin. €i bir vazifesi de yem tedarikidir. Bugün yem azlığı hasebile, normal lerde bi. le kışı müteakıb çift hayvanları zayıf ve küdretsiz düşmektedir. Ekserisi zarurt o- lan ilkbahar işlerini yaparak tarla işle . rine girişemeden mer'ada kuvvetlenmek mecburiyetinde kalırlar. Bu yüzden na - das işleri gecikir ve bu hal ertesi sene beklenilen mahsulü otomatik surette a. zaltır, kuraklığın zararlarını —büsbütün artırır.> «Gayri müsakl senelerde husüle gelen yem fikdanı, köylüyü hayvanlarının bir kısmını başından defetmek mecburiyetin. de bırakmaktadır. Ekseriya . fazla arz sebebile . bu satışlardan da çok bir şey elde etmezler. Bu itibarla Anadolu kuru ziraatinin daimi ve emin bir surette te . rakkisi arzu edildiği takdirde, kâfi dere . cede bir yem esasının temini ihmal edile. miyecek bir vazifedir. Her ailenin asgari yem ihtiyacı beş dekarlık sulu bir yem sahası olarak takdir ve tahmin edilebilir.> «Yem nebatı olarak yoncayı seçmekte büyük isabet vardır. Yonca, yalnız yem nebatlarının şahı olmakla kalmaz, ayni | sati 600 mm. olarak tahmin ve takdir e « dilebilir. Bahçedeki vejetasyon müddeti ile yoncanın neşvünema zamanını 150 gün olarak hesab edersek, günde 4 mm. lik iska suyuna ihtiyaç var demektir. Ya. ni her dekara 4 metre mikâbı su bulun « durulmasına lüzüm vardır. 1937 yılında Ayze Jeoloji Enstitüsü tarafından Anka. ra, Çankkırı ve Eskişehir vilâyetlerinin 180 köyünde su tedarik etme imkânları hak. kında tetkikler yapılmış ve 76 80 inde ge- reken suyun elde edilebileceği neticesine varılmıştır. Bu hususta bazı ovalardaki vaziyet fevkalâde müsaiddir.> «Asgari miktarda bir sulu arazinin mev cudiyeti meselesi, Anadolu kurak bölge. lerindeki köylüler için hayati bir mesele olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için, hali hazırda mevcud ve ileride meydana getirilecek sulu sahaların hükü.- met tarafından istimlâk edilmesi ve her köylü ailesinin nüfusuna göre tekrardan dağıtılması icab eder. Bugün ekseriya su membaları tek kişinin elinde bulunmakta ve köylülerden fazla para çekilmektedir.» «Kurak zamanlarda köylünün ve hayı vanlarının gıdalarının tahtı emniyete a . lınması meseleşi, erişilmesi gereken en birinci hedeftir. Bu hususta kat'i bir se . mere elde edildiği takdirde, Türk milleti. kurak senelerin fena netayicine karşı emniyet altına alınmış olacaktır. Kuru ziraatte, tarla mahsullerinin tehlikeyi mucib bir derecede az olması muhtemel bulunan zamanlarda bile, böyle bir zi - raat sistemile, hiç olmazsa kısmen zaruri ihtiyaclar temin ve mühim hayvan tele . fatına meydan vermeksizin kurak geçen senenin tesirleri hayli tahfif edilmiş olur, Buna mukabil arzedilen bu mesele halle. (Devamı 10 uncu sayfada) “SON POSTA,, nın | Tarih MüsabakasS!l No. 21 Tiryaki Hasan Paşü 1593 de başlıyan ve ön yıl kadar de- vam ederek 1606 da Zitvatorok muahe- desile kapanan uzun Avusturya har - binde, Haçova meydan muharebesinden ve Eğri kalesinin zaptından üç sene sonra da Kanije kalesi zaptedilmişti. Muhafızlığına da Tiryaki Hasan Paşa tayin edilmişti (1600). Tiryaki Hasan Paşa âslen Anadolu - nun Karadeniz sahili halkından idi. Ce sareti, kurnazlığı ve zekâsile meşhür - du. 1600 tarihinde ihtiyar bir kuman - dandı. Kanije kalesinde ancak beş bin kadar Türk askeri vardı. Kışa doğru, 'Türk ordusu kışlağına çekildikten son ra, Avusturyalılar #askeri bakımdan fev kalâde ehemmiyet verdikleri Kanije kalesini geri almak için 50,000 kişilik büyük bir kudretle gelip muhasara et- tiler. İmparator Ferdinand, ordusunun başında bizzat gelmişti. Hasan Paşanın emrinde düşmanın ancak onda biri nisbetinde asker var - dı. Bundan başka kalede uzun ve şid - detli bir muhasaraya dayanabilecek za Türk askerinin eşsiz kahramanlığı kadar ince Zekagn’ örnek olan büyük kumandan hire ve mühimmat da mevcüd j di. : Tiryaki Hasan Paşa, evvelâ, d eîîl nın kalenin vaziyeti, içindeki gnat DA pane ve zahire hakkında Il'lf’daı_ınnı 111'2 mamasına çalıştı. Kale kapıl bıf’vıı hafızlarına, dışarıya kimsenin l 50”' maması için şiddetle emir VE Jerle A ra, zincirleme hile ve şeytanet u;;ç vusturyalıları serseme çeviriP * d paşla' ilk hüc“”’u;: kahramanca bir hücum ile zaferi nacağı parlak müdafaasına Avusturyalıların a karşı, topçubalıya kat'iyyen w% a masını emretti. Maiyeti bu $ aw,v' den birşey anlamadılar. İnmar k,ıe!' leden top atılmadığını göruncâ w_gr adam gönderip sebebini sordur ” san Paşanın tenbihi ile: A — Kalede top yok. Biz kaç günlük misafiriz. Böy!_e de insan mı durur. Bizim böyle ce kalelerimiz var. dediler. Bundan cesaret alan AvUS yhb) (Devamı 10 uncu Sâ| buradt p v 4 karşıladığını ve bu babda neler düşün . ünlerira sayılı! O öldürücü ha- G yata döneceğim; inzivaya' çe - kileceğim; sonu gelmiyen çilemi dol - duracağım. Yalnız.. halbuki o da burada ayni e - lemle malül, ayni yoksulluğun iztıra - bı içinde kalacak. Böyle, biribirleri için yaratılmış ruh- ları kendiliğinden birleştirecek bir ulu kudret yok mu?» —İl— — Ey, Ahmedciğim! Nasılsın, baka- yım? * — Şöyle, böyle! — Yok; iyisin, maşallah! Hava deği - şikliği, sükün, istirahat yaramış. Ben seni yoklayacaktım amma, çekindim. Hekimin, apansızım gelişi, hastanın ü - zerinde ekseriya nahoş tesir yapar. Ba- şın dönüyor mu? — Hayır. — Semirmiş gibisin. Tartıldın mı? Acaba kaç kilo aldın, biliyor musun, Ahmed? T eai7 — Tartılmadım. L — Neden öyle neş'esiz, yorgun gibi duruyorsun? — Bilmem. Sebebsiz olacak. — Bazan, mutlak istirahat de adamı yorar. Fakat bu öteki — yorgunluklara benzemez; çabuk zail olur. Ne zaman dönüyorsun köye? — Bu ay başı dönmem lâzım, amma.. — Amması ne? — Hiç. — Olmaz. Dilinin ucunda — bir şey var, fakat söyliyemiyorsun; belli. Oraya dönmek istemiyorsun, yoksa? Ahmed Ercatı susuyordu. Doktor Şe- rif ısrar etti. — Benden mi saklıyorsun, Ahmed - ciğim? Ben senir en samimi - dostun, çocukluğundanberi arkadaşın değil mi- yim? — Öylesin. — Peki. O halde? KARLI nim iyileştiğimi, ma - neviyatımın düzel « diğini — sanıyorsun. Fakat ben büsbütün hastayım. Sana ilk mürdeaatımda ol - duğumdan daha be- terim. — Hele, otur da konuşalım, Nen var? Ne duyuyorsun? : — Sapanlıya dö - — nersem — öleceğim.. — yaşayamam gibi ge- liyor. — Dönme. Seni hastaneye götüre - yim. — Arkadaşlard * muayene ettirip sa - na bir rapor alayım. Bunu bir istida ile maarife gönder, baş- ka yere tahvilini iste. Bundan kolay ne var? — Başka yerde de ayni şey olacak. Doktor Şerif hem bir dost, hem de bir psikolog sıfatile, iskemlesini Ahmed Ercanım yanına yaklaştırdı; — gözlerini gözlerinin içine dikti, uzun uzun bak - tı. Sonra, bir kardeş şefkatile sordu: — Nedir derdin, Ahmed? Ha? Söyle, çocuğum! Muallimin nazarları haâfif hafif du - manl&nıyordu. Heyecanını ifade eden titrek bir sesle: — Ona sen çare bulamazsın, Şerif, ikardeşim.. dedi. Derdim, senin ihtisa - sından haricdir. — Vallah, ısrar etme, Şerif! Sen be- — Hekimliğim belki —de kâr etmez, Yeni Yazan: Ercümend Ekrem Ahmed Ercan susuyordu. Doktor Şerif ısrar etti: dediğin gibi. Lâkin, dostluğum da mı? Ahmed Ercan başını salladı. Dokto - run dostluğuna güvenmiyor — değildi. Fakat çekiniyordu. Bir müddet, bakış - larını karşılaştırmaktan ictinab ederek, yere baktı ve sustu. Sonra, derdini dökmek ve hafiflemek ihtiyacına da - yanamadı. — Şerif!. diye söze başladı. Fakat bir türlü arkasını getiremiyordu. Doktor, ısrarile ona yardım etti: — Ne var, kardeşim? Söyle! — Seviyorum, Başını, avuçlarının içine almış, yü - zünü saklamak istiyor gibi idi. Doktor Şerif, ferahlamış gibi bir tavır alarak, ayağa kalktı. ' Edebit Romanımız:34 DAĞA GÜNEŞ VURDU Talu — İlâhi, Ahmed - ciğim! dedi. Bu mu derdin? Buna mı ça- re yok zannediyor - sun? En kolay teda- vi edilecek derd bu- dür, ayol! — Benimkisi, ©o neviden değil. — Her âşık öyle sanır. — Halbuki hiç birinde ayrı bir hu- susiyet yoktur. An - cak, sana bir şey so- rabilir miyim? — Ne soracak - sın? — BSeni bu derde salan.. kimdir? — Tanımazsın, Şe rif. — Yok. Sakın, â- di bir merak saikasile sorduğuma zahib olma. Çare arayan bir hekim sıfatile soruyorum, — Bir bahriye zabitinin kızı. — Aşkınız, karşılıklı mı? O da seni seviyor, hiç değilse senin kendisini sev- diğini biliyor mu? Ahmed, menfi manada başını salla - dr. Doktor: — Ha, işte, senin yeisine sebeb bu. Marazin şimdi teşhisini koyduk. Artık, ilâcını arar, bulur, tatbik ederiz. Sen sade bana adını, hüviyetini ve adresini söyle. — Na yapacaksın?, — Lâzım. geö Ahmed, istifhamkâr bir b% v!' tunun yüzüne baktı. Onun, iS'i LA silâtı ne gibirbir işe yaratacaBi” ipt edemiyordu. Kelimeleri, ağzın' tane dökerek: yar) TAKVİM £ HAZİRAN Kuml sene Aflı””’/ 1368 16 195t Hızi_rın Resml sons Hizif 3 1939 h CUMA __l% —S | Rebiülâhir | 25 28 £ gö 8 | 46 Sab, Öğle | İkindi | Akgam z KİADİSİDİS (D0 B Hla Çıalıs Jaslır |3 )4 İys - bağ |—04 8 İ3ss l he :’/ WWSon BŞ # | p ’j ” | BN KY K GANLĞA/SW' ; YASK NL l Tn b U

Bu sayıdan diğer sayfalar: