7 Mayıs 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

7 Mayıs 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 12 3 M KANUNİ SÜLEYMAN Yazan: Nedim Refik Türklerin elinde kaç türlü memleket var ki, ha- vası, halkı hiç biribirine benzemiyor Bahadır Sahip Istanbula geldikten sonra, huzura kabul edilmek için padişaha bir ariza NES H İ f Hİ yltEl Hi F;ElîŞî H mek zor değildi. Çünkü Hindistan- la ticareti olan bu merkerzlerin Ma- laryadan gelen ve İstanbula gide - cek olan mühim bir yolcu için iste- diği kolaylıkları göstermek en ak- la gelen kaidelerdendi. Bahadır Sa- hip da yollarda fevkalâde denecek bir hale maruz kalmamıştı. Yalnız Yavuz Sultan Selimin vefat ederek oğlu şehzade Süleymanın padişah olduğu haberini aldığı zaman he- nüz Mısırdan ayrılmamıştı. Gittiği yerlerde sadece gün ge- çirerek ayrılmayı değll, her şeyi ye Valisi Gazali Beyin Sultan Sü- leymana isyan ettiğini Ööğrenmiş, onun Mısıra olan müracaatlerin - den baberdar olmuş ve Misir vali- sinin yeni padişaha sadakatini işit- mişti. Bu vak'alara karışmak tabil- dir ki, onun batırından geçmiyor « du. Fakat geçtiği yerlerde bazı kıy- metli denecek malümat edinmek Jâzım olduğuna hükmediyordu. O- nu asıl düşündüren cihet şu idi: 'Yavuz Sultan Selimin yerine tah- ta çıkan padişah gençti. Kendisne | tâ Hindistandan gelen bir misafi- re ne kadar ehemmiyet verecek, o kadar uzak bir yerden edilen mü- recaate nasil bir kıymet atfede - cekti?.. Buraları tamaraile meçhul- dü. Bahadır Sahibin aklına gelen g#ey yeni padişahın gençliği huse - bile daha ziyade sallanalın zevk ve peş'esine kapılarak ciddi yaeseleler düşünecek, Hindistandan gelecek istimdat seslerini dinliyecek vakit bulamıyacağı noktasıydı. Onun için seyahatini tam bir muvaffakiyetle başarmak için hiç bir gayretten ge- ri kalmamakla beraber muvaffaki- yetinin yalnız kendi olmadığını da düşünmüyor değildi. | — Süriye isyanı bastırılmış, Sultan Süleyman için dahilde baş kaldır- miya cesaret edecek kimse çıkamı- yacağı anlaşılmıştı. Bahadır Sa - hip Cenk Suriye sâhilini takip ede- rek Beruta geldiği orada Yakub Bey isminde birinin müra- eaatine marüz kaldı. Bu bir gençti. Kendisinin kölercenlerden oldu - ğunu ve Gazali Bey ile beraber 30- nuna kadar çarpışarak artık mu - vaffakiyet ümidi kalmayınca canı- ni kurtarmak için bir çok tehlike-. leri göze aldığını, kaçarak Beruta geldiğini söylüyordu.Bahadır Sahip böyle bir müracaatı reddedemedi. Bu gencin pek cesur alduğunu an- lamıştı. Sonra Gazali Bey, ile bo- raber bulunurken hiç bir fedakâr. hıktan geri kalmadığını temin edi- yordu: — Ben dedi, seni hiç tanımam. Mümkündür ki, sen bu kadar feda- Yakup buna razı oldu, her hiz - meti istenen sadakatle yapacağını Kanunt Süleşman temin etti. O zaman Bahadır Sa- hibin aklına bir şey geldi: — Benim kırımı, dedi, Rodos şö- yalyeleri çaldı. Bunu kurtarabilir misin?.. Delikanlı yetnin etmiye hazırdı: — Hayır, bayıt.. o kadar acele et- me. Rodostaki kâfirler zannettiğin kadar kolay haklarından geliniz gibi değildir. Benim öğrendiğim bu- dur, Hep geçtiğim yerlerde onla- rın deniz yollarında yaptıkları fe- malıklardan bahsedildiğini duydum yorum. Emir buyurunuz. — Hayır, kızını da beraber ala- caksın. Buradan gideceksin. Uzak bir yere gönderiliyorsun, Hicazı ve Mısırı almış, şark ve garbe hükme- den Sultan Selim adını elbette işit- tin, Türklerin kuvvet ve kudretini duymıyan kalmadı. Gideceksin, on- dan yardım istiyeceksin, Kolu bü- külmez Türk askerinden bize pek az olsa da yeter. Halimizi arzet. Bahadır Sahip Cenk için bu öyle büyük bir vazife idi ki, şimdi biraz evvelki teessürü geçmiş, gözleri parlıyarak sabırsızlıkla sormuştu: — Emir buyurunuz.. Ne vakit ha- Teket edeceğim?.. — Kızın Tacı Cihanın biraz daha iyileşmesini bekliyeceksin. Dahadır Sahip Cenk, her şeyi ra- caya anlatmış, (Kali) mabedine git- tiği geceden bahisle devrisi sabah aldığı mektubu göstermişti. Raca bundan sonra çok düşünmüş, niha- yet Bahadır Sakibi pek şerefli si- yasi bir vazile ile beldei İstâmbola göndererek yardım istetmeyi mu- vatık bulmuştu. Bu suretle Baha- dır Sahip Cenk Malaryadan, Hin - distandan çok uzaklaşmış olacaktı. Fakat bu cesur adamı takip eden gözl! ve bain intikam teşkilâtından, Müşriklerin taplıkları (Kali) nin tağibatından kurtarmak için en mu- vafhk çare, racanın fikrince işte bu olmuştu. Bu seyahal işte böyle her cihetten hayırlı olacağı Gmit edili- yordu. Bahadır Sahip hazırlanıyor, Tacı Cihan da iyileşiyordu. Babadır sahip Cenk uzun bir şe- yahat için Tâzım olan hazırlığı gör- dükten, beraberinde götüreceği a- damları intihap ettikten sonra en Yakubun saf bir hali vardı. Ce- saretini göstermiye, fedakârlığını * fspat etmiye hazırdı. Fakat düş - hoşuna gitti: — Yaulnız, çok cesür olmak ye- tişmez, dedi, cesareti de yerinde kullanımak var. — Rodos korsan - larından “benir: kızımı olsa — alsa 'Türklerin her taralfa dehşet veren kuvvet ve şevketi kurtarabilir. Ah, göocük, eğer 6 kuvvet ve cesanetle | meşhur Türklerin arasında sen de, | ben de katılabilirsek ne saadet! 'ı Baş başa göndermişti İşittiği bu sözler Yakubu dü » yaz değildi. Fakat kış da değildi. — Burası ne güzel memleket? diye söylendi. Ne ılık havası var. Ne güzel yer! Sonra Yakuba dönerek: — Bak, dedi, burası henüz Türk- lere yeni geçmiş. Burada büyük muharebeler clmuş. Sultan Selim burasını da zaptetmiş. Irak, Cezi- re, Acem ve Hint kervanları bu- raya geliyor. Kim bilir daha son- ra burası ne kadar güzel olacak - tır! Hintli yolcu uğradığı mühim is- kelelerde hele Iyi havayı bekle - mek zarureti de baş gösterirse da- ha ziyade duruyor, öğrenmek iste- diği seyleri soruyordu. Gittiği yer- lerin halkı da onun kim olduğunu m — ediyordu. Seyab>t cok uzun Si tle beraber Bahadır: Sahibe çok şey öğretti. Bilhassa en büyük faydası, uğradığı felâketin bırak- tığı teessürü faydalı şeylerle ha « fifletmek çaresini bulmuş olma - | sıydi (Devamı var) | ae su nnn di v sarirc aü Okuyucularla Bazı aşçı Dükkânından ..yA Şikâyet Gedikpaşada oturan İsmail Nu » *i ümzalı bir okuyucumuz, gönder- diği mektupta diyor ki: Geçen gün, bir lokantada balık yedim. Biraz da ciğer kavurması yedim. Bu küçük bir aşçı dükkânı idi. Otuz kuruş da para verdim. Ev- welâ karnım doymadı. Sonra da, mi- demde bir ağrı başladı. Akşama doğru daha çok şiddetlendi. Gaz yaptı. Adeta rahatsız oldum. Ak- şam yemeği yemedim. Bir çay iç- tim, yattım. — Ertesi sabah ağzı - man içi paslı idi. Midemin bo « zukluğu devam ediyordu. Anla dım ki, yediğim balık, ve ciğer ka- wvurması bana dokunmuştu. Za - ten bir müddet evvel başka hbir yerde yediğim bir ciğer kavurması da yine midemi boazmuştu. Anlı - yorüum ki, balik, ciğer gibi şeyleri pişirirken, kullandıkları yağlar fenadır. Ciğer ve balıklar da haddi zatinde bayattır. — Lokantalar, bil- Hassa aşçı dükkânları köntrol e - dilmiyor mu? Yemek meselesi mü- himdir. Bizim gibi fakir fukara, bir yemek için 60 - 70 kuruş ve- remeyiz. Veremeyince de temiz bir yemek mümkün değil. Otuz ku - ruş, yirmi beş kuruş az para mi- dır? Bu zamanda bir yemek için bundan daha fazla parayı gözden çıkaran babayiğitler her halde çok değildir. Alâkadarlar ne düşünüyorlar, bil- miyorum. — Fakat, bu gibi yerlerin temizliğine, malsemenin iyi ol - masına her fulde çak dikkat et- melidir. | İnsanların hayvanlar x e Hakkındaki bilgileri (5Sincl sayfadan devam) nün böyle olmadığı bir çok defa- lar sabit olmuş bir hakikattır. Hayvanlar kendi aralarında bi- ribirlerile anlaşmasım gayet iyi bilirler. Hattâ dişi kedilerin fare- leri besledikleri bile görülmüş - tür. Profesörün kitabı bir çok kurt masallarile nihayet bulmaktadır. Profesör kurtların öldürülmesine son derece taraftar görünmekte - dir. Umumi Harptenberi Rusyada her sene bir buçuk milyon başa yakın hayvan kurtlar tarafından parçalanmaktadır. Kurt yalnız hay-| vanlar için değü, insanlar için de tehlikeli bir mahlüktur. köz | Hangisi güzel?.. | | (4 Gucü seyfadın devam) ketle içeri girdi.. Fakat, halinde ga- rip bir tereddüt seziliyordu. — Yukarı çıkmaz mısınız? Yine epey tereddülten sonra, genç kız yukarıya çıktı. Artık âde- fta sıki fıki ahbap olmuşlardı. Kız da, Rehanın — güzelliğine hayran hayran bakıyor gibiydi. Yağmur dinninciye, bulutlar — dağılıncıya, güneş tekrar çıkıncıya kadar ko » nuştular. Reha, ona, Avrupadan, talebelik hayatından, daha bir çök geylerden bahsetti; bir çok şeyler anlatı. Kapıya kadar inip selâmetlerken de, iki gün sonra tekrar gelmek, buluşmak üzere tekrar tekrar te minat aldı. O geceyi bin bir hulya ile, gece yarısından sonraya kadar yatağın- da dönerek geçirdi. Ertesi günü, ağabeyisini, daire - sinde ziyaret etti. Bir gün evvelki macerayı, taşavvurlarını, kızın gü- zelliğini, uzun, uzun, hballandıra ballandıra anlattı. Dedi ki: — Yarın saat üçte gelecek. Sen de üç buçukta falan bir uğra. bak.. sana takdim edeyim. Sen gelmeden de, nişanlanıp evlenmeyi açarım. Hattâ, düğünümüzü de beraber ya- parız ağabey... Gel de bir gör bakatım.. Senin nişanlın mı, benim sevgilim mi, hangisi güzel'.. ... Ertesi gün, genç kız, söz verdiği gastte geldi, oturdular. Şuradan, buradan, dereden tepeden konuş - talar. Fakat, Reha, ona tasavvur - larını açmıya, evlenme - teklifini yapmıya fırsut ve cesaret bulama- dı. Biraz sonra kapı çalındı. Reha, koştu.. açtı. Ağabeyisi gelmişti. O- na, merdivenleri çıkıncıya kadar, tekrar anlatmıya başladı. Bir par- ça yalan da söylüyordu: — Öyle enfes, öyle cana yakın, öyle şirin ki... görme ağabey.. gör- me... bakalım, yengem mi, bu mu, hangisi güzel?.. Sen gelinciye kadar hayli öpü - #üp koklaştık. Söyledim, razı oldu.. evleneceğiz. Fakat, ne nefis!.. bak ağabey.. göreceksin... .. Reha, odaya önden girdi. Kıza: — Ağabeyim geliyor. Bakın vize tanıtayım! dedi. Ağabeyisi içeri girerken takdim âçin söze başladı: — Ağabeyim.. Sözü iki çığlıkla kesildi: — Aaaa!, Tiraje! — Eyvasah! Şeha!.. Şeha, bir koltuğun Üzerine yı- Büdı.. hıçkırmıya başladı. Rehanın, hayretten, ağzı, bir ka- tış açık kalmıştı. e sakl minimesan n üeüti Pariste halef Selef iki 1 4 üncü seyfadandevam | ile (İkinci Vilhelm'in damadı ve kızı) General Göring'i sofrasına da- vet etmişti. Bunların — Hohenzo - lern hanedanının Almanyada nasıl tekrar tahta getirilebileceği, hak - kındaki münakaşalarını dinlemek istiyordu. 1935 Martında Sir Con Simon ile Eğden Berlin'e geldiler. Versay mun- hedesinin — bir taraflı olurak ih - Jâl edilmiş olmasını Hitler nez - dinde protest> etmedilerse — bile, serzenişte bulundular, Fakat Hit- ler kendilerine şu cevabı verdi: — Blüher de Vaterlev muhare- be meydamnda göründüğü zaman, Velington kendisine niçin ordusu- nu, imzasına rağmen seferber et- miş olduğunu sormamıştı. O zaman İngiliz nazırları ha - kikatle karşı karşıya bulundukla - rını daha iyi anladılar. d Sir Erik Pibs'in Parise — tayin edilmiş olmasından Fransızlar çok memnundurlar, Çünkü yen se - firi bir çok hatıralar da Fransaya bağlamaktadır. Bir defa babası da İngilterenin Paris elçiliğinde müs- teşarlık yapmıştı. Büyük amecası Lord Normandi 1648 ibtilâli za - mmanlarında Fransa nezdinde İn - Kiltereyi temsil etmişti. İlk zev - cesi İvon dö Luvenkar isminde bir Fransız kadımı idi. Şimdiki Misters Erik Fibs meşkur heykeltraş Her- bert Vard'ın kızıdır. Misters Her - | bert Vard ise hâlâ Fransada otur - maktadır. Sir Erik Fils meşhur Kordtat» n Gm yüçlerinden birisiğir Antant yünâsile mücev- | —Eski İstanbul batakhaneleri: KUMAR.. Yazanı M. S.ÇAPA" İkinci kısım Evvelce Türkçe bilmediğini söyliytf bu tatlı su kırması, bülbül gibi şakıyord tali var bu akşam, hep büyük kâğıtlarla kaybediyorum..,, den tavuk esirgenmez. Dediniz mi, hemen isyan ederler; İ derter ki: z — Orada çok paralı adamlar var. Fırsat ele geçmişken, atmalı satirı!.. Bordoni, gözü tokluğu, kibarlı - Ö, jestleri, bir gittiği yere bir daha gitmemesi yüzünden, 1918 yılında Beyoğlunun bir çok apartmatıların- da binlerce lira kazanmış, iyi ye- mis, iyi eğlenmiş, zevk ve safa İ- çinde yaşamış, çok müsrifane bir hayat geçirmiş olmasına rağmen, memleketine yine çok şişkin bir cüzdanla dönmüştür. Bordoninlin isvoli çekmekte hü- ner', Petkodan daha üstündü Ve o, sirkaflı kâğıtlarla oynamaz, o- yum oynarken kâğıtları kendi iş - ler, kabartır, bir kaç turdan sonra, üstten baktığı zaman bütün: — Tırapula! ya tanırdı. Poker meraklılarından ve hile « lerin her yalunu bilen eski oyun - culardan, isminin yazılmasını iste- miyen bir dostum Bordoni hakkın- da bana şu malümati verdi: — Ben Bördoniyi lanımazdım. Devam ettiğim yerlerde ondan bah- sediyorlar, kibar bir oyuncu ol - duğunu söylüyorlardı. Kendisile bir türlü bir masada karşılaşa - madım. Bir gün, arkadaşlarımda:, Doktor (K.) bana geldi. Beyoğ - Junda bir eve pokere davetli ol « duğunu söyliyerek, araya bera « ber gitmemi rica etti. Doktor (K.) de, poker bir ipti- lâ, bir hastalık halini almıştı. Ba- zı dost evlerinde poker oynamıya başlamıştı. Sarıyerde oturduğu <- rada Hidayetin bağına alışmış, e- rada, bir takım Ermenilerin kare- sine girmiş, bir çok paralar kay - betmişti. Kendisi zengin bir ailenin dama- dı olduğu için, para tarafından ke- sesi ve cüzdam şişkindi. Bunun | için, bir takım açık göz oyuncular etrafını sarmışlar, bir hayli para- larını boğmuşlardı. Yaz meysimi sona erince, Hida- yetin bağında da poker — partileri bitmiş, ayuncular şuraya buraya dağdmış, bir çokları Beyoğluna dönmüşlerdi. Bu bağ borumu sırasında, dök- tor (K.) e hulül ederek, dost gö - Tünen bir Ermeni, Beyoğlunda vo- kec oynanan bir eve onu davet at- ti. İşte, doktor (K.) nin beraber git- mekliğimi teklif ettiği yer bu evdi. Karlı bir kış günü Beyoğlunda Serkis sokağında, küçük bir evin kapısını çaldık, kapı açılmaden, yu- karıdan bir pencere kalktı, ince bir kadın sesi sordu: — Ne istiyorsunuz? Doktor (K.) cevap verdi: — Hayik efendi burada mı? Bi- raz kendisini görecektik.. — Burada.. Bir dakika müsaade ediniz, kapıyı açalım! Kapı açıldı. Ve karşımızda dok « torun Sarıyerde dost olduğu Ha - yik efendiyi bulduk. Bir odaya girdik. Burada iki erkekle, uzunca boy- lu, gür siyah saçlı, sürmelerle süs- lü kirpiklerinin esmer gölgelerin - de parlıyan siyah gözlerile insa « mı büyüleyen genç bir kadınla, kı- sa boylu, yaşlıca bir halancağız var- Matınazel diye takdim edilen ka- dına dikkat ettim: Bu, bol bol kır- kı geçmiş, elliye yanaşmasına çok bir şey kalmamış kar saçlı, yu - muk yumuk güzel bir kadındı. Ve matmazellik, ona çoklan elini u- zatmış: — Allahaısmarladık! Demiştı. Günahı boynuna, ihti- / mal bea aldanıyorum, belki de o, ! dünya cvine girmemive ahdelmiş ihtiyar bür kızdı. Basil tarzda gi- yinmişti, sürlen, zaraletten uzak, babayani bit kıyafeli vardı. u: “Bende ne fenâ — 64 — zarar ettikçe Avukat (C-) ye gelince, lli;: boylu, kırmızı yaneklı, sinek KA traşlı, delikanlılığa çoktan vedâ miş, kırk, kırk beşlik bir adamlir Şıktı, temiz, zarif bir kıyaleti YA dı. On parmağının nilbıll# sekizi yüzüklerle süslü idL Mösyö Jan, kısa boylu, kibüf ÜÇ vırlı bir insandı, göz bebekleri " projektör gibi parlıyordu. İNSE nn TUhunu okumak istiyet avuktl kışt vardı, Kahvelerimizi içerken, (C.) 'bizimle konuşurken TEĞE Froso ve Janla görüşürken sızca söylüyordu. — Ne de mel jestleri vardı. sirini arttırmak için, sesinin t07 'a bir heybet. bir azamet vediilli lâflarını çoşkun bir Tisan tile söylüyordu. Malmezel Froso, yedli REMl dan olmakla beraber, rinde gürüler iliyad ve -utalkl | saikasile bir kelime Türkçe M nuşmuyor, hep Frarsızca ıö!”i— Türkçe söylenilen Tâftarı: bal © anladığı halde, anlamamazlığA F liyordu. Konuşmamız muhtelif rm'*’dı üzerinde ilerlerken, avukat 'c' siyasi vaziyetimiz etrafında dâ söylemiye kendinde ııumwi#..' müş olacak ki, bir aralık — İşgal kuvvetleri înınhd'ç di de, biraz rahatladık. Ne idi * hatçıların zulmü, rezalrti ; liyellere yaptıkları yetişmiy ** gibi, bizi de ezdiler, kııuml"’ nımızı sümürdüler. vt Doktor (K.) mü.liye(pen'“' gençti. (C.) nin bu sözlerinet © hâlde içerledi, dudaklarını sert bir cevap vermiye hazıfk” dığını, yüzünden anladım. ş“ bir vaziyet tehaddüs Çin, lüfa başka bir mecra verifif çalıştım. Öyle ya, düşmana hef but, Türk'e düşman bir Türki ır - d MAĞ at n bancı ruhlu insanlardan, htf ?' nalık beklenilebilirdi. Bunur dedim ki: t — Biz bucaşa pöker oynsilği çin geldik. Siyasi lâflar etmiyt p ğil. Nemize lâzım iltihatçılaf M* Hin beş keçisile sekiz koyun bize ne? Ev sahibi £ipiniki beni taslk etti: # — Beyefendi doğru söylüy0f “ça karemizi kuralım, nasıil, bir ü yapacak mıyız? A Cevap verdim: —x e H — Biz hazırız! â Matmazel Froso da atıldi! , — Bon de oynarım! Kaç Jif oynıyacağız? — Ne kadar isterseniz? Eipiniki dedi ki: yi — Şimdilik 8 lira yapalırm. g yö Jan küçük oynamaz ammü' , seans böyle olsun. Sonra yüksti ”| tebiliriz kavları... A Müösyö Jan üzür diledi: — Benim biraz işlm var. fedin. Eğer devam edecek mız gelirim, Soür mza alırsamz, memnuniyetl? narım, Doktor (K.): — Memnuniyetle! dedi. şimdi kim oynıyacak, bet T kadaşım ve bir de olduk üç. Ya dördüncü kiff cak? AŞ Elpiniki dedi ki: —Atmdıı-ıîıbılıj Gzüete Xi « ge' lh-ıeıvıp—hı' — Ha sir, ha kocanız- Kavre şöyle kuruldu: ben, matmazsi Froso, w oynamıya. gl lar başlamaz, Mösyö J8f

Bu sayıdan diğer sayfalar: