22 Mayıs 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 11

22 Mayıs 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

M 22 262085 —— e't A N v aa LA AAA RUAA MA AAT IIRA D LLDIR AD L L DDD A A LA LA A LA DAL L DD LA L L L L RAANARAAA AAA AA K-ÜT TÜR SAYF AŞ VN a e a e a e a AA AAA AU L III L II PI L I L L L PP LA AA A L L PP L I A L SAA AAA A AA AA DİL BAHİSLERİ Kelimelerin Hayatı j “Gözden limeler birgün yeniden do- ğacaklar, bugün gözde olan kelimeler birgün ölecekler. dir.,, Kelimeler, yaşayan ve deği: irer varlık olarak müsbet ilmin Sahasına gireli yüz yıl kadar oldu. M asrın son yarısında ÂAvrupa- Bin hernen her tarafında türeyen #ayısız dilciler nebatatçılardan a - z imiyorlardı. Gerçekten dil bir bahçeyo benzetilebilir; gezmek Bitmeyen ve her iklimde başka Tenklerle bezenen bir baheçye-. Bu bahçenin toprağı cemiyet, suyu ir, çiçeği kelimedir. Gramer ve 'Ttaksa da insanların bu bahçe - Ye verdikleri düzen diyebiliriz. Kelime, utaresi münadan ve göze, Teri setten olan bir mebattır. Her Üzviyet gibi doğar, Blü Bu üç safhayı ayrı den evvel bahçemizin hayatına te- tir eden harici kuvvetlerden bah - Setmemiz lâzım. Bunlar iki büyük üvvete irca edilebilirler: Birincisi, her dili olduğu gibi devam ettirmek isteyen saklayıcı (muhafazakâr) küvvet, ikincisi de dilleri her yeni fikir hareketine uydurmak isteyen değiştirici (inkılâpçı) kuvvettir. Bu İki kuvvet normal halde gerek fert- lerin ve gerek cemiyetlerin hayatın da her zaman için müvazene halin- de bulunurlar. Birinci kuvvet ol - tönmesiyle lâtince saklayıcı kuvvet ten mahrum kalmış ve “Roman” denilen başka başka dillere ayrıl - Taştır. İkinci ku:-et olmazaa İisan Zene ölüme gider, Çünkü ilerleyen fikir geri kalan bir dille kendini ifade edemez. Notekim osmanlıca, değiştirici kuvvete uymadığı, ya . hud uyamadığı için bugün can çe . kişmektedir. Kelimelerin nasıl doğduğunu ara mak için dillerin kaynağına gide - cek değilim, Bunun için ne yazım- da yer var, ne de bende cüret... Za- ton bu hususta henüz faraziyelerin #onu gelmemiştir. Dil nereden ve Dasıl doğmuş olursa olsun bulunan Yeni bir mefhum yahud yeni bir nes ;:y- umumiyetle iki türlü ad takı- t ,, )) Dile yeni bir kelime sokarak Akelime neolojizmi), 2) Eski kelimelere yeni bir mâna Vererek (mâna neolojizmi Yeni kelimeler ya yabancı bir Ükden gelirler ki bu ekseriya mede- hiyetinin tesiri altında kaldığımız bir milletin dilidir; yahud da mev: İçd kelimelerden “iştikak” sureti - * şıkarılır. Fakat bu kelimeler bah Sömize yapılan aşılar gibidir: Top- Tağa ve iklime göre bazan tutar, ba altında kalır. Dil dedikleri bu tesir. | cilerin “sira: lerin çok cağlı bir ü fransızca “pas, ponit, güğre, rlen, personne, elerinin tarihinde aucun,, görürsünüz ! Evvelce bir azlık ifade | etmek üzere nefi edatı “ne,, ile bora- ber ku'lanılan bu kelimeler, yavaş | yavaş menfi bir mâna alınışlardır. Ayni sirayet kelimedeki sesler için | de vâkicir, Türkçede hecelerin ye- rine göre kalınlaşıp incelmesi gi - | bi. | Kelimeler de bazan çin öldürmek” mecburiyetindedir - ler. Mânaları biribirine yaklaşan iki kelime arasında bir rekabet baş- lar. Yenilen kelime ya kaybolur, ya hud da başka bir mâna alır. “yaşamak i- Fransızca “entendre ve compren- dre,, kelimelerinin ikisi de — anlamak aybeden enten - dre şimdi işitmek mânasında kulla- nılmaktadır. Ayni dilde kelimelerin hayatı ce- miyetin yüksek ve alçak, daha doğ- rusu münavver ve cahil tabakala - verler kelimelerin doğuşlarındaki şekil ve mânayı muhafaza ctmeğe, cahillerse kullandıkları kelimenin nereden geldiğini bilmedikler nu ihti: Zan tutmazlar, Tuttuklan sonra | KU Te L zaruretlerine göre yonlulma - #a başlarlar. , Öldükten sonra yeni bir mâna ile ma "Mek hemen her kelimönin başı- kagitlebilir. Fikir değişmeleri ne haçlar sık olursa bu ölüp dirilme - Bileş lt © kadar çok olür. Ye- & 'en yani yaşamayan bir ce- Biette kelime ne ölür, ne dirilir. aa | bir kelimenin yeniden doğ- Zandaş ” Szun asırlar beklemek lâ- bir y" Yeni türkçede çok zengin Misalini gördüğümüz bu mâna tan leri ekseriya müşahhas - q_;î*'"ıdı doğru bir yel takib ,Ğ"'k yeni kelimeler ve gerek .,_::"Clır tarihin dönüm nokta- X aza doğarlar. Meselâ Fransa - ky;k:'n' kilisenin kuruluşu, dere- N:î—ı, krallığın - kuruluşu, Tin Yeform, —ünanizm, ilimle- ni tişafı, büyük Shtilâl, demekrasi- sağı SFunu, büyük birer kelime kay- Yak edei . Bunlara müvazi ola- ler ya Di mektepler de yeni ” kelime- Kepi ömalar getirmişlerdir. Basıl yaşar?. Tıpkr uzvi- 3 Yani tesir görüp aksi te 1 bir kelime ile, değişe- Aşamak ve değişmek bir mu olur. Kelimenin muhiti | gibi bir müddet daha yaşar. Mese- |lü “saltanat” kelimesi İ çe müphamleşen bir mâna ile kul- meyyaldirler. Meselâ lâtince cat - hedra kelimesi fransızcada ikileş - miş. Lâtince bilenler arasında ilk © Ânasını saklı ak chaire (kür - sü) ve halk arasında chaise (san- dalye) kelimelerini vermiştir. Dil. cilikte bu nevi kelimelere * doub- let” deniyor, ki müteradif kelime- lerin birçoğu da ayni sınfa girerler, Cemiyetin muhtelif tabakaları ara- sındaki ayrılık ne kadar büyük o » harsa doublet'ler'n o nisbette çoğa- lacağı tabildir. Halk mümevverleri yakından takib etmedikçe kelime- leri daima değ ecek ve büyük | inkılaplarda alt tabakaların uste gçikmasile dil mevcud kelimelarin ikinci bir şekil ve mânasile zengin- leşecektir. Kelimelerin ölümü iki şekilde o- lur : 1) Wade ettikleri şeyin ortadan kalkmasile, 2) Bir inlalâbın onların yorine yeni kelimeler getirmesile. Bir devir, bir mücssese, yahud bir sanat göçerken kendisine ait birçok kelimeleri de boraber alır gi der. Meselâ Osmanlı imparatorlu - ğuna, yahud Yeniçerili; mora- söm, silâh, e!bise, v. bue / isimlerinin hemen hepsi artık unutulmuş, tari- hi birer kelime olmuşlardır. Artık dirilmiyecek olan bu kelimeleri an- cak bir tarihçi yahud bir remancı © devri canladırmak için kullana - bilecektir. Mücerred kelimelerin ölmesi için daha fazla zaman lâzrm dır. Mefhum ybolduktan soanra kelime, usaresi tükenmiş bir nebat gittik- lanılmaktadır. Birinci ölüm şeklinde hem mâna ve hem de kelime ölürken ikincisin de mâna kalmakta ve kelime yori- ni başka bir kelimeye bırakmalıta- dır. Buna diri diri ölmek diyece « gim. Çünkü normal vaziyette mâ - nası kaybo'mayan bir kelime ko - lay kolay ölmez. Netekim yeni türk çede “ülkü” kelimesi henüz “mef- küre” yi dilimizden tamamen memiştir. Kelimenin iyice ölmesi i « çin artık hiç bir şeyi tedai ettirme- mesi, bağlı olduğu bütün fikirler- den çözülmesi lâzımdır. Yavaş vaş ülkü, mefikürenn — elinden bütün telkin kuvvetini alacak, bütün ö- zünü boşaltacaktır. Ölen kelimelerin mezarı her za- | man tarihler ve lügatler değildir. Her dil kelimeleri arasında bazan eskilerinin ankazını taşır. Bihassa ata sözlerinde ve “archa- igue” tabirlerde özleri çoktan kuru- yarak birer müstehase haline gel - miş kelimeler vardır. Sabahattin Rahmi Eyiboğlu Batı edebiyatları doöçent | ışık tertibatile öyle ÇOCUK PSİKOLOJİSİI MiKi - FARE VE KOVBOY m St. Mallarme, şiirlerini oku- mak için orijinal bir salon tasar- lamış.Hacmile,dekorlarile,ses ve bir hava (ambiance) yaratan 'bir salon ki dinley in içinde eritsin; şairle onun arasında tam bir ru- hi kaynaşma yaratsın. Mallar m&'nin bu isteğini gerçeğe çevi- ten yedinci sanat, sinema olmuş tur. İtalyan psikoloğlarından Ge - melli, 1928 de yazdığı bir maka- lede, sinemanın bu büyücülüğü- nü, sanatin iç hayatımıza tempo tutan dinamizmine ve sinema - nt bu iki dinamizmi biribirinin iç.nde eriten havasına atfediyor du. Bu eritip, kaynaştırıp yep - yeni bir sanat dinamizmi yara- tan havada, Gemelli, şesin ve müziğin bile birer yabancı un- sur olduğunu söylüyor ve büyü- cülüğün bunlarla bozulacağı id- ni ortaya atıyordu, Bir ay sonra, halk karşısında ilk çe- kingen denemelerini yapan scs- li film, İtalyan psikoloğunu ya- Tancı çıkardı. Sinema, büyüsüyle, yıprandı- rıcı bir determinizmin çerçeve- lediği hayattan bir lâhza çekip aldığı biz erginlere, iç hayatı - mızda gizlenmiş insiyakların, te mayüllerin kapısını nasıl açıyor ve onlara sanatin havasını na - sıl teneffüs ettiriyorsa çocuğu da, “Gizli oyun” un perdede şe- kil aldığı mucize dünyasına öy- le götürüyor. Sinema, çocuğun adanmış cennetidir. İşte miki... Ve içinde Mikinin hareket ettiği dünya... Burada herşey canlıdır: Ağaçlar, çiçek- ler, duvar saati, baca, ay, deniz.. Miki, (animiste) rtuh vericidir. Tıpkı çocuk gibi. Çocuğun dün- ya tasavvurunda “Niçin!”, her an başka, başka cevaplarla avu- nur, Çocuk, mantık çevresinin dışımdadır. Tıpkı Miki gibi,,, Mi ki, bir süpürge topasını tâyyare yapar, havalanır, Miki, sembo - Hşttir; tıpkı çocuk gibi. Çocuk- ta zaman mefhumu neyse, Miki. de de mekân mefhumu odur. l l f *Minimini Attilâ Selcen'e - Miki fareyi yaratan Ameri kalı meğer ne yaman bir psiko- logmuş. Piaget'nin çocuk man- tığı, çocuğun dünya tasavvuru üzerinde yıllarca uğraşarak yap tığı şeyi o, miniminilerin Perra- | ult ile Andersen'e ne için bayıl- dıklarını düşünerek yapmış ve Mikiyi yaratmış. Miki, ço perdeye akse- den iç hayatıdır ve biz Mikiden cocuk kalar tarafımız sayesinde zevk duyuyoruz. o Kovboy, küçüklüğünü, zafı- M içten duyan çocuğun büy mek, büyüklüğe özenmek, bü - yükler gibi yapmak isteğini sem bollestirir. Kovboy'un atı, her do'u dizgin sürüşü, yüzü mas- keli hayduda her yumruk atısı, hattâ bir elinin beş parmağiyle teptiği bu zor midir. nevi boşanışı, avunı, | j K D , günlerimizi okuduğumuz büyü. Cs:ll,ııhwyioııurg&’ y ha 1 müftiP'ki “artık dedeki T: lü bir kitaptı; bugün orada boş- | Mix silinir ve çocuk onun yeri- ne geçer. Küçüğü sinemada sey- redin, Gi 'Ük hayatta “halim, selim” olan o, artık koltuğuna sığamaz ol — Gözleri büyümüş- tür. Solumaları artmıştır, Alnım da ter taneleri incilenmiştir. Bü- tün adaleleri daimi bir büzülme ve genişleme halindedir. Bağı - rır, yumruk sallar, alkışlar. Sinemadan çıkan çocuğun vorgunluğu sadece adalidir. Fa kat, bu yorgunluğa karşılık, on- da sınırsız bir hafifleme, ban - yodan çıkan bir adamın duydu- gu ferahlık vardır. Çocuun i - cinde her gün kurulu - kalan iç zembereği, bir an için boşanmış, dış baskıların arasından kendine bir yol bulup fırlamıştır. Miki fare ve Kovboy, sinema perdesine, -acuğun iç hayatın - dan zıplayıp çıkmış iki tiptir. Sabri Ander Psikoloji ve terbiye doçenti () “ Sinemaya gindenin psikolo. Hsi,, adlr ctüdümüzden, Durmayan bir değişme acı- nun merhametsiz <anunudur, maddeden tutunuz da ruha ka- dar her şey bir teviye değişiyor. Tabiata bakalım: cılız bir fidan gün geliyor ki geniş gölgelerin- de — yorgunluğu barındırıyor. Bir gün geliyor, bakıyorsunuz, yaprakları dökülen dallarını rüz gâr sallayıp duruyor... Birer damla ateş gibi yanan nar çiçeklerinden daha güzel ne vardır? Fakat bir zaman son- ra çiçekler dökülür ve onların yerletrinde yamrı yumru narlar sallanır. Fakat denecek: Her bahar, |ayni gölgeleri, aynı çiçekleri tekrar bize getirecektir, onları tekrar göreceğiz, güzelliklerini yine tadacağız. Evet; fakat ge- çen mevsim o çiçekler karşısın- | da, o gölgeler altında rühumda uyanan heyecan titremeleri ar- tık yoktur, onların yerinde şim- di başka hisler, başka heyecan- lar var, Her şey bir oluş ve deği şiş içinde, Tabiat gibi, gözeleri bir teviye değişen insan bedeni gibi, insan ruhu da durmadan değişiyor. Vaktile gözlerimizi ve hislerimizi kamaştıran bu yerlere nc oldu? İçimizde şimdi | soğuk ürpermeler uyandıran bu | aynı yerlerde kendimizden ge - çen gerçekten biz mi idik? Dün Raphaello'nun bir madonnasmına benzettiğim bu badın çehresine ne oldu ki artık bugün ruhum- la konuşmuyor, Uzun saçlı, ge- e: gözlü “gon | demimde gel gözlerimi kapa!,, | ded içinde ak romantiklerin: bir el dün, huaktan başka bir şey göremiyo - Tüz. Her şey değişiyor... Her şey gidiyor, gidense gelmiyor. | — Artık bugün eski Yunan filo- | zofu (Parm&enide)in kafasile dü |şünen yok; varlık yerinde dur- mayan bir varlık. Bunu şairler | de söylüyor, bunu filozoflar da söylüyor: “İnsan hayatı, dağdan inen sel gibi dayanılmaz bir hızla akı yor,,. | Çakya Mouni e “Aynı nehire bir ikinci defa girmek imkânsızdır; çünkü bize doğru gelen başka bir. sudur; yaklaşıyor ve uzaklaşıyor.,, Höraclite “Her şeyi değiştirmek için ne kadar az zaman yetiyor! Ey al- nırıda huzur parlayan tabiat ne ,çıbnk unutuyorsun, Ve değişiş- lerinde, kalplerimizi biribirine bağlayan, bağları nasıl da kopa Tıyorsun?,, Victor Hugo e “Bu akşamki ruhumuzu bir daha bulamıyacağız.,, Comtesse Anna de Noailles e Hepsibu gerçeği söylüyor. ö n yalnız heyecanla rımız ve düşüncelerimiz değil - dir. İhsaslarımız da durmadan değişiyor. (Aynı) kelimesile i- fade ettiğimiz renk, ses, koku... Hiçbir zaman aynı değildir. Fa- kat bu nüanslara dikat bile et- miyoruz. Çünkü hayat için ben- zerlikler, ayrılıklardan ziyade ö- nemlidir. Kısacası, dışımızda bir rüz - gâr her şeyi sürüklemekte, içi- mizde bir nehir her şeyi götür- ,mekte... Fakat ne o rüzgârı, ne o ESTEVTK Sanat Ve Sonrasızlık nehiri göremiyoruz, onların u. ğultusunu duyamıyoruz. Çünkü tabiatla kendimiz, kendimizle rTuhumuz arasında ihtiyaçlardan örülmüş bir perde var! Bu akışı göremiyoruz; çünkü yaşamak i- il rmemek lâzım. Önu üz bazı anlar olursa da devam etmez, ihtiyaç derhal B“yürü!,, diyerek — sırtımızdan i- ter. Tekrar yola koyuluruz. Ta- | biat insanların duygularını ih « tiyaçlara bağlamakla onları ka- Tamsarlıktan kurtarmıştır. Yök- sa insanın, akan sulara kapan « mış ağlayar söğütlerden farkı olmazdı. Fâakat tabiat - Bergson'un de- diği gibi - artistte “idraki ihti - yaca bağlamasını unutmuştur,.. İster realist, ister idealist olsun yani gözlerini ister dışma, ister içine çevirsin artist bu dinmiyen gidişi dalima görüyor; havayı sürekli gidiş ve değişişlerile tit reten en küçük şeyler bile, ruhu nun hassas antenlerinde derin a- kisler uyandırıyor. Fakat artist kendisini karamsarlığa kaptır - maz. Çünkü uçan her dakikayı, değişen her manzarayı, göçen her varlığı durdurmasını o bilir, Her şeye sonrasızlık veren odur, (Frans Halz)in fırçasından dö- külen gülüşler ebedidir. (Bau- delaire)in ruh ve tabiat hava - sından devşirdiği titremeler da- ima duyulur. *“ Sütunları garip sırıklar ha | linde bir araya topiayan, dehliz leri havanın içine kadar götü- ren, kubbeleri göğe kadar yük- selten, bulutların içinde çan ku- deleri yapan,, alevli ruhlar, (A- miens) de, (Chartres) de, | (Reimes) de daima yaşıyor. Ruhun en derin, en çılgın ri- timlerini canlandıran Tristan ve Yscult, sesten bir mimari ha linde sonsuzluğa bakıyor. Hayır, bazılarının sandığı gi- bi sanat ne bir oyundur, ne de bir teknik canbazlığıdır. Sanat bir facradır. Artistin tabiat ka « nunu ile savaşı kadar trajik ne olabilir. Sanat, ölez şeyleri yen- menin zafer şarkısıdır. Bir bu- har hafifliğile uçan, eriyen an- ları ehedileştirmek iştiyakıdır. Artist, yaşamasını, devam et - mesini dilediği her anı ölümden kürtarır, onlara sonsuzluk ve - rir. Önda, - Apollan'un kudreti, Dionysos'un sarhoşluğu var. Ressam (Whistler)in şair kont Robert de Montesgulou'ye söy- lediği söz kadar hiç bir söz sa. natin ve artistin özünü derin bir surette anlatamaz. (Whistler), şairin portresinde son fırçayı gezdirirken ona şöyle demişti: “Bana bir defa daha bakınız artık her zaman bakarsınız,,. Suud Kemal Yetkin Estetik Doçenti Bu sayfada okuya- ,sağınız yazılardan : Tenkid üzerinde, De- dikodu psikolojisi, se- yahat ve afiş, Miguel de unamuno, edebiyat ve san'at.. v. s.. ÜRAFEEGRRERİZZ

Bu sayıdan diğer sayfalar: