21 Eylül 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

21 Eylül 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ma 8 TASŞN 21.9.9355 xx ünya Gazetelerine Göre Hâdiseler LLOYD GEORGE DiYOR Ki “Uluslar Kurumu Yıkılıyor, Le Mois mecmuasından: luslar Cemiyetinin, bugün “in articulo mortis” olduğunu iddia etmekten hiç hoşlanmıyo- rum. Bununla beraber iddia etti- ğim şudur ki şayet Uluslar Ce- miyeti İtalyan - Habeş ihtilâfı- nı kan dökmeksizin halletmek- ten âciz göründüğü takdi, şifa bulamıyan bir köt lâkki etmek icap edecektir. Mussolini, yeni araziler edin- mek ihtirasında ve Habeşistanm dağ ve yüksek yaylâlarinın sak- ladığı yeni zirai ve maden mem- | balarını ele geçirmek istediğini açıkça tanıyor. Mussolini; “Ce- | nevre ile beraber, Cenevresiz ve- | ya Cenevreye karşı” sözünü or- taya atarak, her şeye rağmen , hâkim ve müstakil bulunan Ha- beş ulusunu ilhak ve kendine tâ- bı kılmak arzusunu da açıkça söyledi. Somaliye ve Eritreye biribiri arkası sıra kuvvet gönde- riyor. Kendisinin, Uluslar Ce - Lloyd George miyetinin son toplantısına cevap olarak yaptığı mukabele, Habeş hududuna 72.000 kişi daha gön- dermek oldu. Bu ise, bir tiyat-| ro, bir gösteriş jestinden çok da-. İtalyan veya Habeş arazisinde olup olmadığını tayinle hiç te meşgul olmaksızın, Ualual hâ- disesi hakkında bir nasihatte bu- lunmakla mükellef olmaktan ibaretti. İkinci karar ise, komis- yon reform ile birlikte İtalya ve Habeşistan arasındaki münase- betleri tetkik etmek üzere mec- lisin toplanmasını 4 Eylüle ko- yuyordu. Bu tarihte ise yağınur mevsimi geçmiş bulunuyor. İtal- yan askerlerinin de artık yola çıkmış olmaları beklenebilir. Aradaki vakte gelince Uluslar Cemiyeti bu müddet zarfında hiçbir şey yapmadı. Fransa, İtal- ya ve İngiltere mahut 1906 se- nesi andlaşmasının imzalayıcıla- n olmak sıfatile, vaziyeti müza- kere için Pariste toplanmağa ka- rar vermişlerdi. Fakat Mussoli- ni, bu toplanmanın Uluslar Ce- miyetine bağlı bulunmıyacağı ve (istiklâli mevzuubahs olan) Ha- beşistanm bu toplantıya iştirake mezun olmıyacağı gibi bir şart | koşmuştu. Bu üç tarafir görüş- menin nasıl genel bir boşluk ve muvaffakiyetsizlikle neticelendi- ği malümdur, Binaenaleyh sava- ım şimdiden sonra bilfiil berta- raf edilebilmesi için ancak Fran- sa ile İngilterenin, Habeşistanı bazı fedakârlıklar yapmak hu- susunda ikna etmelerile müm- kün olur ki bu fedakârlıklar da hiç değilse bir müddet için İtal- yan ihtiraslarmı teskin eder mâ- hiyette olsun, yahut ta bizzat Mussolini'nin, yenilmesi icap eden maniaların ehemmiyetini takdir ile, metalibatını azaltma- ğa rıza göstersin. Bununla be- raber bu faraziye ve tahminlerin şimdiki halde hiç te hakikate dö- necek vaziyette olmadıklarını söylemek lâzımdır. Ne İtalyanın Habeşistana ta- arruzunu takbih eden bir. kars- ha şümullü -bir jesttir. Uluslar o Cemiyeti, y sapmış olduğu bu yoldan alıko- yabilir mi? Bu alıkoyma halbu- ki onun en nihai vazifesi ve hik- | meti vücudünün esas gayesidir. Uluslar Cemiyeti bunda muvaf- fak olmazsa, mahvoldu demek- tir. Zira onun için bu kabil bir bozguna uğramak en feci bir ci- nayeti işlemek demeğe gelir, Uluslar Cemiyeti eğer Habeş İtalya ihtilâfmı muzafferane bir şekilde halletmeşini bilmezse, tarihte kalacak olan müstehase- si, gelcek kavimlere ve millets lere iş güç beceremiyen âtıl mü- esseselerin mukadderatıni anla- tacaktır,. 3 Ağustos tarihinde Tralmağa, re'de gerek ekötiömik boykot, gerekse herhangi bir di- ğer boykot şeklinde olsun müey- yideler tat etmeğe kalkıştığı takdirde, Uluslar Cemiyeti mec- lisinin, ittifakı âra toplıyamıya- cağı muhakaktır. Eğer İngiltere, eylül toplantı- sı esnasında, hüsnü niyet ve haysiyet namına andlaşmağı kul lanmağa çalışırsa Wilson'un in- şa ettiği binanın kendi gözü önünde yıkılıp tuzla buz olduğu- na şahit olacaktır korkarım. Bir de İtalyanm hareketini tenkit ve takbih eden bir kara- Uluslar Cemiyeti meclisi tara- fından alman kararlar, Cemiye- tin daha o zaman, bir mağlübi- yete razı olmuş bulunduğuna işa- ret ediyor. Bu kararların adedi ydi. Birincisi, komisyona bir beşinci üye (aza) tayin ediyor- du ki bu üyenin vazifesi, vahanın No.5 HINÇ EDGAR WALLACE — Hiç görmedim, dedi, acaba neye nit? — Demek bu kâsdı hiç görmedi - niz? — Hayır, yemin ederim ki hiç gör medim. Fakat belki bizim edebi direk törümüz size malümat verebili i Zile bastı, gelen hizmetçiye emir verdi: — Lavley Foss'a git, hemen gel Sonra genç detektife dönerek — Kitapları, senaryoları, piyesle- ri hep o okur, hepsi onun elinden geçer. Onun tasvibi olmadan hiçbir filmi çevirmiyorum. Eğer mevzu kö- tü ise, ben hatta hiç okumam bi okumuyorum da, bazı iyi se- r muyuz? Orası da değil! Çünkü Foss.... z durakladı — Doğrusu, o ve ben ayni fikir| ve kanâatlerde insanlar değiliz. Lüt fen söyler misiniz Brixan, mühim bir ixan bulduğu kâğıdın ehemmi- Yetini birkaç kelime ile anlattı I rm, bir ekseriyet tarafından ser- dedilmesi ihtimali varittir. İşte her şeye rağmen, ulusla- ri Cenevrede on beş sene müd- detle topliyabilmiş olmak, hatta bu toplayış, kollektif güven ve emniyet ülküsüne gösterilmiş bir saygı ve ihtiram taklidi bile ol- Knebworth: — Hımmmm! dedi, Boğazkesenler vuruldu, Lawl nin bakışından zeki ve hi- olduğu hemen sezilen bir adam. Buruşuk suratından müz- mün hastalıklı birisi olduğu da bel li... Fakat Lawley Foss'u asıl yeyip bitirmiş olan bastalık yükselmek hir. # idi. Gençliğinde iki piyes yazmış, piyesler birkaç akşam oynanmıştı. Ondarı sonra ne yazdıysa, hangi ka- piya başvurduysa, hiçbir tiyatro di- rektörü, hatta müsveddelerini bile okumak zahmetine katlanmamışlardı. Knebworth'un yazıhanesine girer- ken, şüphe eden bir insan tavrı ile Brixan'a baktı, Knebworth dedi ki: Sizi şunun için çağırtım. Ro- selle rolünün o müsveddeleri arasın- dan şöyle bir kâğıt çıktı. Sonra Brixan'a döndü: — Bana söylediklerinizi #Foss'a söyliyebilir miyim? Detektif bir saniye tereddüt etti, İçinden 'bir ses bu işi gizli tutmasını söylüyordu. Fakat bu sese rağmen bası ile evet işareti verdi Foss direktörün söylediklerini dik- katle dinledi, sonra kâğıdı alıp iyice tetkik etti. Yüzünün bir kıl bile | mez. Zira Bir Baba Harpte Kaybettiği Çocuklarına 27 Sene Sonra Nasıl Kavuşuyor ? Paris-Soir'da | Genel savaşta biri erkek di - geri kız iki çocuğunu kaybe - den posta müvezzii Clin bugün | çocuklarını bulmuştur, 21 sene evvel pek küçük olan bu çocuk ların erkeği yirmi, iki kızı yir - mi üç yaşındadır, Clin hikâyeyi şu suretle anla- tıyor: — Size bildiklerimi anlata - yım: Harptenberi çocuklarımı aramağa korkuyordum. Bu kor ku, göreceksiniz ki, garip bir | Li gali üzerine evi bırakarak Sam- py'ye oradan da Beaune'e gitti- gini ve bir müddet sonra evvelâ kızımı bir hayır müessesesine bıraktığını ve müteakiben de oğ lumu başka bir müesseseye ter- kettiğini öğrendim. Bu müesse- selere yazdığım mektuba çocuk larımın izi kaybolduğunu ve Yuonne ve Alfred Paul adların- da kimseyi bulamadıkları ceva- bını aldım. Çektiğim iztıraplar yetmiyor muş gibi birde çocuklarımın büsbütün kaybolduğunu gör - mek beni büsbütün bitkin bir| hale getirdi. Doğmak üzere olan çocuğum- dan da endişe ediyordum, Aca- ba kız mıydı, erkek mi idi? Fa- kat hakikatte yanılmışım... Çün kü karım, asıl yeni doğan Paulu yardım müessesesine bırakmış | ve Alfred Paul'u büsbütün ba- Clin başımdan geçenleri anlatıyor histen ileri gelmiş değildi. Sa- vaş patladığı zaman biz Atden- nes'lerde oturuyorduk. Ailem, karım, kızım Yuanne ve oğlum Alfred Paul'dan ibaretti. Kızım aşında idil vardı. Karım üçün: çocuğumuzu doğurmak üzere idi. Askere çağrıldığım gün on- larla evin kapısı önünde kucak- laştığımı hatırlıyorum. Bugün bile gözümün karşısına geliyor lar. Harbe gittim. Aradan bir ay;tki ay,akray geçti Evden | ir haber alamadım. Birçok | yerlere mektuplar yazdım. Her defasında mektuplarım geri ge | liyordu. Yavaş yavaş içime bir korku yerleşmeğe başladı. Şüphesiz kayboldular öldürüldüler diyor- duni, Siperler içinde bunları dü şünürken âdeta çıldıracak hale geliyordum. Nihayet bana resmi makam- lara müracaat etmemi tavsiye | ettiler. Teşebbüsüm neticesinde aldığım haber, evvelki karışık vaziyetten daha müthiş oldu. Bana karının Ardennes'in iş- | sa, yine de az bir şey addedile- im şimdi karşısın» | da bulunduğumuz manzaranm İ kâzip bir şafak olup ta asıl haki- ki şafağın da ufkun arkasında ve el altından hazırlanmakta bu- lunması da muhtemeldir, Lioyd George oynamıyor, gözünün herhan, mıldanışından ne lamak mümi — Benim kütüphanemde bir alay müsvedde var, d i siye bir şe liyeyim. Fakat müsa- ade ederseniz, $u kâğıdı alayım, han- gi senaryoya ait, Bir arıyayım, belki bulabilirim. Brixan bir kere daha tereddüt et- ti. Eline geçirdiği bu kâdar mühim bir vesikanın o yabancı bir ele ge mesini hiç de hoş görmüyordu. Fi kat gene bütün buna rağmen muva- fakat etti. Kapı kanandıktan worth sordu: — Bu adam hakkında ne düşünü- yorsunuz? — Vallahi size doğrusunu söyli- yevim mi? Ben bu adamdan pek o kadar hoşlanmadım. Belki de yanlış düşünüyorum, fakat ne bileyim? Knebworth içini çekti: — Ben de size bir şey söyliyeyim mi? dedi, şu stüdyoda hosuma git- miyen iki kisi vardır: Biri Stella Mendoza, biri de bu.. — Evet, tuhaf, fakat syni zaman» da zeki bir adama benziyor. Stüdyo- ya çıktılar. Genç detektif demniki ha şin hareketinden dolayı özür dilemek sonra -Kneb- i zımı da üzere trupun içinde genç kızı arama- &s basladı. Adele'in âdeta ağlamış gibiydi şından atmış, bugün bu çocuk el'an ortada yoktur. Bu civara geldiğim zaman ar- tık mazi ile alâkamı kesmek için evlenmek istedim. Fakat bugünkü karım ile evlenebilmek için eski karımın öldüğünü tes- bit etmek lâzım geliyordu... Vihayet bir gün Dijon'dan bir mektup aldım. Bunda bir çiftlikte Paul Clin adında 18 ya- şında bir çocuk bulunduğu haber veriliyordu. Bu çocuğu alıp büyütmüş olan süt nine ve süt babası gazetelerde benim çocuklarımı aradığımı görünce, yanlarındaki çocuğun benim oğlum olduğunu anlamışlardır. Çocuğun ayni zamanda Yuonne | adında birde kız kardeşi oldu- | ğunu söylediğini ve bugün yir- mi yaşmda bulunduğunu ha - k bana haber vermiş -| Hütleh Dijondaki çiftliğe git tim. Biribirimizin yüzüne iki defa bakmağa bile lüzum kal - madı. Karşımda duran öz evlâ- dımdı, ben de onun babası idim. Sonra hep beraber kızım Yuonne'in bulunduğu yere tik, Kızım orada evlenmiş ve bi kendisini bulduğumuz gün bir erkek çocuk dünyaya getirmişti, Orada kızıma ve to- runuma kavuştum. Oğlum bu taraflarda çalışı - yor, ara sıra kendisini görü rum. Fakat boş vakitlerini be - ninesi arasında tak- ediyor, Öyle ya, onlarda oğlumun hakiki ana ve babasıdırlar. Kı- arasıra görüyorum Şimdi ötekinden endişedeyim. Arasıra hatıralarımı yoklıyo rum, Ağustos 1914 te kapının önünde, bana karşı gülen kü - çük bir çocuğun masum çehresi hiçbir zaman hayalimden silin- en gidişi zihnindeki bli- k myetini altüst etmişti, Affederseniz, dedi, sizl kırmak- tansa, içimden keşki gelmiş olmasay» dim, diyorum. — Niçin gelmiyeceksiniz efendim? Alıp götürdüğünüz küğıtta ne var » mış? Siz detektilsiniz değil mi? — Evet, — Amcamdan bahsettiğiniz za - man, Genç kız söyliyecek k mak irin durdu. Brixan — Ben size! sabahleyin hakikati söylemistim. Amcanızı öldürdüler. Adele'in çehresi birdenbire sapsa- rı kesildi — Öldürdüler mi? dedi, Esher'de bulunan kafa onun olmasın? — Bunu nereden biliyorsunuz? — Bu sabah gâzeted: okudum, Brixan, polisin o kadar gizli tut » mak istemesine rağmen, cinayeti bu- lup meydana çıkaran gazete muübbi- ine içinden küfür etti, t ne de olsa, genç kızın haki- kati ergeç öğrenmesi lâzım geliyor » du. Foss tekrar geliyordu. Lâfı kesti- ler,Knebvorth'a yavaş sesle bir şeyler söyledi. ihtiyar direktör Brixan'a işa- jet yaprağını detektile eleri:bul- | Habeşliler de Mussolini nişan Le Petit Parisien'den: | Cenevre muzakereleri sürük lenıp durdukça Habeşistanda müslüman olsun hristiyan ol - sun her sınıf balk arasında harp istekleri günden güne art- maktadır. Her gün çamurlu si kaklarda geçen birçok halkın | imparatora karşı bağlılıklarını gösteren tezahüratta bulunduk- ları ve İtalyaya karşı savaşın a- | çılmâsını istedikleri görülü - | yor, İ Bu nümayişler esnasında hiç | bir intizamsızlık olmuyor ve ge | çende şayani dikkat bir hâdise | vuku bulmuştur. Muhtelif ırk - | lara mensup beş bin kişi Fran- sız Somalisi halkı, Gallas'lar Ambharas'lar ve Araplar da dahil olduğu halde, imparatorun sara yına giderek imparatorun Sa - vaşa başlamaları için kendile - rine emir vermesini istemişler- dir. Habeşistanda âdet olduğu üzere, halk heyecan ve bir nevi cinnet eseri göstererek mizrak klerle bazı gösterişler e Arnavutiukta Tethiş siyasası İ Le Temps'dan?" Tirandan verilen hal yasal mahkeme Ficsi isyanına işti” rak etmiş olan üç kişiyi yeniden idama mahköm eti w Bu hare- kete iştirak ettiklerinden olayı idama mahküm olanların miktari bununla otuz ikiyi bulmuştur. Matbuat müdürlüğü ahalinin sü- künet içinde iş ve güçlerile meşgul | olduklarını bildiriyor. Kral gözetesi bu tazyik bahsederken Hitler'in otoritesini te- sis için kendi samimi arkadaşlarını bile feda etmekten çekinmediğini yazarak diyor ki: “Almanlar siyasal suçlular hak- kında ölümlerin ağırını lâyık görü- yorlar. Onları balta ile parçalıyor- lar. Eshi zamanlardan kalma olan bu idam şekli hepsine müreccahtır. Çünkü efkârı umumiyeyi memnun ediyor. Mahkeme üzerinde tesir icra et- miş olan bu kabil yazılar siyasal çevrenlerde çok fena bi? tesir bi- | rakmıştır. Kralın bir prensip kara- rından sonra, işlerin bu raddeye gelmesine müsaade etmiyeceği ümit Nİ HABEŞISTANDA Harp istiyor! atıyor yapmışlardır. Saraya mensup yüksek bir me mur bana dedi ki: — Biz fakir bir ulus değiliz. altınımız da vardır. Fakat dos- tumuz yoktur. İşte bizim iste - diğimiz de dostlardır. Bizim iyi liğimizi istiyen ve buraya gelen hep dostlarımızdır. Ben harpten kaçınmak imkâ- nı olduğunu söyleyince bu zat şu cevabı verdi; — Harpten kaçınmağa im - kân yoktur. Mussolini artık as- kerlerini (o geriy çağıramaz. Harbe sokmadan onlar; nasıl ge riye gönderebilir?. Mussolini çarpışacaktır, fakat bu çarpış * ma kısa olacaktır. Bize gelince, biz bunun imparator için çok i- yi birşey olacağını anlıyoruz. mparator birçok halkın pek ip- tidai bir halde yaşadıkları bir memlekette hükümeti bir mer- kezde toplamağa çalışıyor. Bu harp belki bizi maziden ayıran ve bizi yüz sene ileriye stiren bir hâdise olacaktır.,, Kaç Milyarder var? Minerva'dan: Dünyada bugün on tane ha - kiki.milyarder, vardır. Birincisi Sir Basil Zaharoif'tur. Basil Za haroff İngilterede oturur ve servetinin haddi hesabı yoktur. İkincisi alüminyom kralı olan Andre Mellon'dur. Üçüncüsü petrol kralı John Rockfeller'dir. Dördüncüsü otomobil zengi - ni olan Henry Ford'dur. Beşincisi dünyanın bankeri a- dı verilen Pierpont Morgan'dır. Altıncısı eskiden meşhur bir fabrikatör olan Bolivya Simon Patino'dur. Simon Patino şim - di diplomattır ve Bolivyanın Paris sefiridir. Yedincisi Hin - distanda Haydarabat Nizami - dir. Haydarabat Nizaminin 400 lüks otömobili vardır. Sekizincisi Barvda mihrace * sidir, Mihracenin senelik iratlı 200 milyon Fransız frangı tah- min ediliyor. Dokuzuncüsu Avrupada çok tanınmış bir çehre olan Hint müslümanlarından Ağa Han' - dır. Onuncusu da Japon milyar deri Ken-Kişi-Kagami'dir. Foss bulamam... dedi, bu kâğı- Gın ilk tetkik için gönderilmiş bir nü- müne sa, Tası olması d. mümkündür. Yahut ta stüdyonun eski sahiplerin - den kalma bir şeydir. Çünkü ben bu- rs iflâs halinde bulunan bir kum- panyadan satın aldım, içinde ne var- sa, ne yoksa hep beraber... Saatini çıkarıp sabırsızlıkla baktı, Brixan — isiyeti anladı” — Siz filmin dış manzaralarını çe- virmeğe gidiyorsunuz, dedi, müsaade ederseniz, ben de geleyim. Sizi ra » hatsız etmiyeceğimi vaadederim. Knebvorth kafasının bir işaretile kabul etti. Birkaç dakika sonra, Bri- xan kanapeli arabada genç kızın nina oturmuştu, film çevirmeğe gidi- yorlardı. pe ye ŞATO SAHIBI Kanapeli araba yolur lınerya kadar Adele yanındaki kanlıya bir tek söz söylememişti. Hat- tâ ona, rolünü öğrenmeğe çalışırken zihnini karıştırdığı için bir parçada igerlemişti. Sonra oynayacağı rolün verdiği -'nirlilik te vardı. Muvaffak olacak mıydı, olmuyac.k mıydı? Nihayet Brixan dedi ki: — Görüyorum ki, Foss da bizimle beraber geliyar. — Dış manzaraları çevirdiğimiz za- man. daima gelir. Hattâ film eri - lirken, senaryonun bazı yerlerini de- giştirir. i — Şimdi biz nereye gidiyoruz? — Evvelâ Grifi şatosuna gideceğiz. Burası Sir Gregory Pen isminde bir baronun büyük bir malilkânesidir. Genç kız sorulan suallere hep ne zaketen cevap veriyordu. — Biz Dover House'a gitmiyo” muyduk? Adele'in kaşları hafifçe çatıldı, de- likanlıya baktı: — Niçin beni sorguya çekiyorsu - Duz? — Çünkü konuştuğunuzu işitmek yor, Gregory Pen?.. Ben im galiba! Genç kız cevap vermedi. — Birçok yıllar Borneo adasında oturmadı ei du adam? Adele yüzünü ekşiterek omuzlarını ti: — Of, dedi, ben bu adamdan iğre- niyorum. Neden iğrendiğini anlatmadı. Brix* an da öğrenmek için ısrar etmedi. Fa kat Adele anlattı: — İki defa şatosuna gittim, o Çok güzel bahçeleri var. Knebvorth film” leri için arasıra buralardan İstifade ediyor. Ben oraya “ekstra, sıfatilc gitmiştim. Bana verdikleri rol de en sonuncu plânda bir roldü. Pakat ket” ki daha sonuncu plânda, daha eilik bir rol verselerdi.. Bu şato sahibini lArkası var

Bu sayıdan diğer sayfalar: