28 Haziran 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

28 Haziran 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TAN Memleketimizde seyyar bir halde çalışan tiyatro kumpanyalarının biraraya top- lanarak tensik edilmeleri için yeni bir teşebbüsten bahsediliyor. Sanatkâr Raşit Rızanın da bu maksatla temaslar yaptığını. öğreniyoruz. «Aşağıdaki yazısında “bu teşebbüsü ele alan müharrir, bizde tulüatçılığın tarihini ve düşündüklerini izah ediyor * mz 28.6-939 TAN Gündelik Gazete al “Adalet, Sürat - Rekorunu İlel ——— TAN'ın hedefi Haberde, fikirde, her şeyde temiz, dürüm, samimi olmak, kâriln o gazetesi e a) U a. p e no o “Yalova, (TAN) — Çınarcık 1400 Kr, 1 Sene 3000 Ke, wv nahiyesinin Teşvikiye, ve Aşağı- 70 Ki SAY a Kocadere köyleri arasında yüz we Ep YAZ 10 Kn senedenberi devem eden ihtilâf Milletleraram posta ittihadına dahil öle muyan #pemleketler Selin 30, 16, p, 8,5 Hira dır. Aböme bedeli peşindir: Adres değiş- Girmek 28 kuruştur. Cevap için mektup lara 10 kuruşluk pulilâvesi lâzımdir. ——— —— © me halledilmiştir. İki köy arasında, ki 600 dönümlük sazlık arari yü- zünden çıkan dava, mahkemede iki tarafın sulh olması ile bitmiş- tir. Bu bataklık kurutulup kabili istifade bir hale getirilecektir.,, Lâgğvetmek İstanbulu ve Memleketi İmar Edebilmek İçin Yazan: M. Zekeriya SERTEL İstanbulun plânı bitince, ki birçok kısımları bitmiş ve tatbikatına da ge- çilmiştir, bu güzel şehri yeni baştan inşa mecburiyeti karşısında kalaca- Haz. Yeni açılacak sokak, eadde ve meydanlar etrafında yeni binalar yükselecek, ayrica şehrin muhtelif yerlerinde geniş mikyasta inşaat var- dır. Bütün bu İnşaatı şehrin plâr da- hilinde güzelliğini bozmıyacak, bilâ- kis temin edecek surette organize et- mek lâzımdır. Başı boş inşaatın bu şehri ne hale getirdiğini bugün içimiz. sızlıyarak görüyor ve üzülüyoruz. Bügünkt inşaat sisteminin bir çok noksanları vardır: 1 — İnşaat plânsiz yapılıyor. Üç katlı biz binanın yanında bir katlı bir köşk. Köşkler arasında beş katlı bir apartman inşa ediliyor. Herkese arsası Üzerinde kendi kesesine göre inşaata müsaade edildikçe bunun ö- nüne geçmek mümkün değildir. 27 — Bina yaptıranların yüzde el- Hsi yorganlarına göre ayaklarını w- satmıyorlar, Binanın varidatile ödi- yeceklerini zannederek horca girmek ten i çekinmiyor, sonra da altından rakıyor; yahut şakaya mecbur olu: yorlar, 3 — Yapılan binaların dörtte üçü zevksizdir. Ucuz olsun diye ekseriya binalarda kalfaların iptidai zevki hâ- kim oluyor. 4 — İnşaatta kullanılan malzeme âdidir. Yeni binalar insana âdeta mu yakkaten yapılmış hissini veriyorlar. 5 — Yeni binalar sıhhat şartlarına uygun olarak yapılmıyorlar. Az bir sahadan çok para çıkarmak endişesi- le bir kişinin bile içinde rahat yaşı- yamıyacağı dar odalar, karanlık ko. ridorlar, dar ve küçük mutfaklar mo. da haline gelmiştir. Modern konforu havi olduğu iddia edilen bir apart- manda kolunuzu ayağınızı gererek 0- turamazsınız. Hulâsa tutulan yol yanlıştır. ve şehri yeni baştan kurmıya başladığı- mız şu sırada her şeyden evvel İnşa- at İşini metotlu ve sistemli bir hale koymak lâzımdır. Bünün için de başka memleketle. rin harptenberi yaptıkları tecrübeler den istifade ederek esaslı bir prog- ram yapmalı ve bütün faaliyetimizi bu program dahilinde tanzim etme- lidir, İngilterede Cihan Harbinden son- ra, memleketi yeni baştan inşa için bir program yapılmış ve şimdiye ka- dar 2,500,000 yeni ev yapılmıştır. Bu inşaat için sarfedilen paranın ye- künu bir milyar İngiliz lirasını bul muştur, Belgrad, harpten sonra kurulmuş bir şehirdir. * Atina, son on beş sene İçinde yeni baştan inşa edilmiş bir şehirdir. Halbuki bizim davamız yalnız İs- tanbulun imari da değildir. Memle- ketin her tarafında hummalı bir in şaat faaliyeti vardır. Adetâ memle- keti yeni baştan kuruyor gibiyiz. Bu yeni imar ve inşa devresinde mazi- deki hataları tekrar etmemek için, başkalarının tecrübelerinden istifade etmek en kestirme yoldür. Bü memleketler inşaat İçin parayı nereden bulmuşlardır? İnşaatı masıl organize etmişler ve bugünkü metlec. Yarın da bu suallere cevap ver. miye çalısacağım, Doğru mu, Degil mi? : Tarlr YAZAN: Mahmut Yesari “terfihleri" KE iü Iüatçılar”, ve “tulüatçılık” ne sü- retle ortaya çıkti? “Tulüat” ım tarihini kısaca an» latayım: “Güllü Agop”, sahne ü- zerinde, kitapla oyun oynamak im tiyazını almışıt. Bu, ilk sahne, halk tan rağbet gördü. Ortaoyucular, bu yeni ve kuvvetli rakip kargı- sında telâşa düştüler; onlar da, bir sahne kurdular, Fakat herhangi bir piyesi, komediyi alıp oynaya- mıyorlardı. “Güllü Agop” un im- tiyazı, onları, sahnede “tulüat”'a sürükledi. “Güllü Agop” bununla da mücadele etmek istediyse de, tutturamadı. Hattâ imtiyazında “çalgı ve şarkı ile oyun oynamak” kaydını unuttuğu, belki de ihmal ettiği için, "Çuhaciyan" ın “Operet kumpanyası” nın teşekkülüne de mâni olamadı. Ortaoyununa, yalnız “Zuhurl ko lu” nun kavuklusu “Hamdi” sa- dık kalmıştı. Ortaoyununa, “zuhu- rikolu” denilmesi de bundandır. “Tulüat”, günden güne, tavlandı. şahlandı, “Güllü Agop” un kum» panyası dağıldıktan sonra “Manak yan” mn kurduğu “Osmanlı dram kumpanyası” na müthiş bir rakip oldu. Az zamanda, tulüat, kol kol ayrıldı; yeni komiklerle yer yer tu Tüat sahneleri açıldı. uldatın en parlak devri, i* tibdat devrindedir. Pullu, dekolte esvaplarile göz kamaştı- ran kantocu kızları; en incesinden en kabasına, en müstehcenine ka- dar her çeşit nükteleri, tekerle- meleri ile halkı gülmeklen kirp geçiren “komiki şehirler, ile tulü- st, o vaktin eğlence piyasası olan Direklerarasına öyle hâkim oldu ki, ağır başlı Manakyan bile, dan- söz “Kemela" yı angaje edip şar- kısız danslar koymak mecburiye- tinde kaldı. Manakyan'ın Güllü Agop gibi imtiyazı yoktu; tulüatçılar da, iste dikleri piyesleri, komedileri oyna yabilirlerdi. Fakat, tulüatçılar, bu na yanaşmadılar. Onlar, tutlukla- ni yoldan memnundular. Onların da kendilerine göre, ve hepsi de denenmiş, o tulmuş “repertuvar, ları vardı. Meselâ: “Aşıklar”, “BÜ yada Taaşşuk”, “Afrikana”, “Cana var ininde bir kadının on senelik hayatı” vesaire gibi meşhurlarını hemen herkes bilir. Tulüatçılar; “Molyer” den çok istifade ettiler, “Mölyer,, in komedilerinin “Kane- va" ları “İtalyan komedisi” nden alınmadir. Tulüntçılar da, - ne bi- lerek, ne de tesadüfen! - tuttuk- ları yolün, kaçınılmaz bir neticesi olarak, âyni “Kaneva” üzerinde çalıştılar, e ulüat reperfüvarinın tahlil. leri uzun sürer, Yalnız bir noktayı söylemeden geçemiyece- ğim. Her başkomiğin, kendi ya. rattığı bir repertuvar da vardir. Meselâ : K. Hasan'ın “Aşıkları” ile “Rüyada taaşşuk” u. Naşldin “Sürpik Hanım evleniyor", “Ha- remağası ut meşkediyor” ti vesal- resi, Üstat tulüatçılar, modern piyes- lerden de isti etmeyi bilmiş lerdir. Gelgelelim, orta sınıf tulü- atçılar, muayyen bir çerçeve İçin- de sıkışıp kalmışlardır. Bunların, bir “senariyo taslak” ları vardır; isim, kıyafet değiştirir, hep onu oynarlar. Tiyatronun diş kapısına, oyu- nun İsmini gösteren bir “Kartela” konur ve yanına da “bir davul, bir klârinet, bir kemandan mürekkep orkestra” oturur, Bu, çığırtkan or kestra, İzmir, Cezayir marşlarını, dillerde dolaşan şarkıları, kantola- n, hattâ Tuna dalgalarını çalar. Oyun başlamazdan biraz önce, “rejisör”, artistleri, başına toplar. “Gardrop” sandığından çıkardığı esvapları, aksesuvarları, rol sahip- lerine dağıtır. “Gardröp”, “karte- la" da yazılan oyunun ismine gö- re getirlimiştir. Rejisör, o günkü oyunun “tas- Tak" imi anlatır: “— (Canavar İninde bir kadının Or teneilik hayatı) ni oynayacağız. Birinel perde odadadır, Kız, onda (oraya) gelir, ahuzar eder. Sirar gelir, muaşaka ederler. Komik gi. ver, yiyeceği haltı bilir, Sirer çıkar, Tiran gelir; kıra 6 da Âşıktır. Kız, teslim olmaz. Tiran, arkadaşlarını çağırır, evi steşler, kızı kaçırırlar. Mehtap yanar, perde düşer, İlcinri perde, dağ bağıdır. Fon perdesi a- Raçlıktır, Kız, ondadır, Tiran, teh- A'tler eder. Biraz sonra, komik İle Sirar gelir. Komik ile Sirar “aç. maz” a başlarlr. Kız, görünür, ko- mik ile Sirar kızı kaçırırlarken Ti- ran, gelir, Kapsüller patlar. Tiran, düğer, Üçüncü perde kantodur.” Artık, bütün artistler, kendile- rine verilen rolleri, Zekâları, isti- datları ve oyundaki mümareseleri nisbetinde başaracaklardır. “Sirar” ermenice “âşık” mâna- sına gelen “jön prömiye” rolüdür. “Tiran”, zalimdir. da, “parçalı konuşmak” tır. Tulüat. sahnesinde, esas olan “konuşmak” tır. Sahnenin esası 0- lan “action” un yerini, tuldatta Ressam Münif Fehimin kalemiyle sanatkâr Naşidin bir portresi.. “konuşmak” alır. Komiğin karşı sındakiler, onu “açmak” için ko- nuşurlar, Bu konuşmalar, “parça İı konuşmak”, “dişi konuşmak”, “anahtarlı konuşmak” gibi türlü türlüdür. Hemen her meslekte olduğu gis bi, onların da kendilerine mahsus bir dili vardır: Sahne tertibatın- dan olan “Hers” e “Hors” derler. Piyeste, rol icabı ölecek ihtiyarın adı. “tİrle” tir, — Sen, bu gece, tirite çıkacak» sın! Denildi mi, o artist, rolünün ne olduğunu derhal anlar, “Pigüran" « “moloz” derler, “Kulis” “Kuyunto”; “alkış”, “Fo- ri”, ve “paradi"'da “kanarya” dır. Tulüatçıların hayatında, “uşağa gi yinmek”, en heyecanli devredir. Baş komik hastalanır; yahut hâsı- lat 47 olur, yorulmak istemez. İkin “ el derecedeki kömiklerden birine : — Bu akşam, sen, uşağa giyine ceksin! Denilir. Bu, başkomik, “komiki şehir” namzedliğidir. Tulüatçi, halkın ruhiyatını bilen, alaylı bir ruhiyatçıdır. Perde açılınca, s&h- neye en soğuk, en antipatik aklö- rü çıkarır, Başkomik, girinceye ka dar, derece derece daha az soğuk, daha az antipatik olanlar, girerler, çıkarlar, Başkomiği bekliyen hal- « kın, sabrı, tahammülü tükenme ğe başlar. Başkomik, bu suretle, kendi “antresini,, yani girişini ha- sırlar. Bunalan halk, kulisten ge- len teneke gürültüsünü, başkomi- ğin sesini duyunca bir “fori” dir koparır. Başkomik, gülmeye “dis poze" bir hale gelen halkı güldür- mek için, fazla yorulmaz. Artistler, sahnede, kidem ve iti bar sırasile yer alırlar; hiç bir ar- tist, bu kaldeyi bozamaz. Başko- mik, sahnenin ortasında, bunları idare eder. Muhtelif sebeplerle, bazan, oyu- nun gidişi aksar, sonunu bağlamak biraz güçleşir. Bu zaman, ya ko- mik, yahut “ihtiyar baba”, olanca maharetlerini gösterir, altmış alti- ya bağlarlar, aşkomikler, ahali ile de ko- nuşurlar. Eski Çin tiyatro- ları hakkkında yazılmış bir kitap- ta gözüme ilişmişti, Çin sahnele- rinde de, aktörler, ahali ile konu- şurlarmış. Halk tiyatroları, dünya nın neresinde olursa olsun, halk ile yakından temas ediyorlar. Başkomik, kumpanyasındaki sr- tistlerle, oyun oynatırken alay © der. K. Hasanın bir alayını söyli- yeyim: Oyunun sonunda, âşıklar elele verilmiş, ev halkına, çiftlik adamlarına, yanaşmalara ihsanlar, hediyeler dağıtılıyordu. o Başko- mik, herkese, ne İstediğini sorar- ken, en nihayette duran cılız bir aktöre de sormuştu: — Ziynfette, sen, ne İstersin? Zavallının o tulüatçılıkta daha çok toy, çok seemi olduğu belliy- di. Yutkundu, kekeledi: — İspanak isterim! Belki, bunu, tuhaflık maksadi- le söylemişti. Hasan, geriledi, geri ledi, baktı: — Yıkıl karşımdan! İspanak yi- ye yiye suratın Uzunçayıra dön- müş bel Tulüat artistiri, oynadıkları © yunu, ciddiye almazlar; onlar, hal kı güldürüp memnun etmeyi düşü nürler, Meselâ, “Tiran” tabancası- nı havaya sıkar; “tirit” bacağını niz turnesinde, bir otele misafir olurlar. M, gündüzleri, otelin bah- çesine bakan balkona çıkip oturu- yor, Bahçe, mutadın hilâfı müşteri lerle dolup boşalıyor. Otel sahibi, M. e, hergün balkona çıkıp otur- ması için yalvarıyor, M. in otelde yemek, içmek yatmak masrafları- nı otelci üzerine alıyor. Bundan otuz beş, kirk sene evvelin bedii — zevkleri, elbette bugününkülerin ayni olamazdı. O zamanın bedi zevkini keşfeden şişman M. üst üs te sekiz çorap giyerek baldırları- mı daha dolgunlaştırıyor. Bundâ, müstehçen ve gayri ahlâki olan tek nokta yoktur; halkın sempatisini kazanmaktan başka bir düşünceyi başka bir endişeyi hatırınıza bile getirmeyiniz. unun bir başka türlüsünü anlatayım: Vaka Fransada geçen bir piyes oynanıyor. Jan Pİ yer, Paris hapishanesindedir ve sa bahleyin, güneş doğarken idam e dilecektir. Paris hapishanesinde, Jan Piyer, sabahiden yanık bir ga zel okuyor. Kopan foriyi sorma- yın. Tuldat sahnesinde, artistlerin şahısları da büyük rol oynarlar. Meselâ, ikinci derece bir komik, bazan başkomiği mat eder. Çok de fa, mat olan baş komiğin, karşı: sındakini kovaladığı, sahneden at tığı da olur. K. Hasan'ın kumpanyasındaki Bu bir asırlık dava 1938 de bittiği- ne göre 1838 de açılmıştır. Çınarlık ve Kocadere köylülerinin bir asır ev- velki ecdadından evlâtlarına, torun- İarına, torunlarının torunlarına ka- dar gelen bu dava, haşmetli adaletin önlinde karar beklerken, Osmanlı saltanatı kaç padişah değiştirdi. Rus harbi, Yunan harbi, Trablusgarp, İtalyan barbi, Balkan harbi, Umümi harp, İstiklâl harbi, milletlerin isim- lerini haritalardan silen müteselsil harpler oldu. Taçlar, tahtlar yıkıldı. Kayzer Almanyadan, Hohenzolernler Avusturyadan, Alfons İspanyadan, Çar Rusyadan, Vahdettin, Mecit Tür- kiyeden kovuldu, nice nice cümhuri- yetler kuruldu. Çin ihtilâli, Rus ih- tilâli, Türk ibtilâli, İspanya ibtilâli, Cenubt Amerikada çeşit çeşit ihtilâl ler oldu. Medeniyet sürat rekorunu kıran tayyareler Atlas denizini geç- 6, insanları kütle halinde öldürmek için kimya sanayii görülmemiş zehir- li gazlar icat etti, İlim ve fen bütün zekâ ve dehasını kullanarak zaman ve mesafeyi kısaltmak için harikalar yarattı, Dünyalar biribirlerine yak- laştılar, Sovyet Rusya, Kutupları keş fetti, İdeoloji kavgaları, yeni harpler, leri aldı yürüdü. Bir asrın içine si- an, devirler yıkıp, devirler kuran hâdisat, yürdü, Neticelendi. Yenileri doğdu, fakat Çınarcık köylüleri ile, Kocadere köylüleri arasindaki 600 dönümlük sazlık arazi davası metiee- lenemedi. Ya maazallah, bir asır ev- velki cedlerin bugünkü torunları sul- hen anlaşmayı kabul etmeselerdi, 8- caba bu dava daha-kaç asir sürebi- lirdi. Eski adalet sarayının kapısından girerken, büyük hatlarla yazılmış bir levha vardı. Bu Tevhadaki arapça tümlenin türkçesi şu “Adalet mülkün temelidir., Hakkının em- niyet o usltında duğunu (hisset. miyen fert, kütle, millet, başsız ve ruhsuz bir gövdeye benzer. Fakat adaletin en keskin kılıcı doğruluk ise, bu kılıcı bileyen de sürattir. Zaman, taçları, tahtları, devirleri yutan za- man, ihmale uğrıyan hakları daha kolaylıkla yutar. Yalnız hakka ta- pınan adalete değil, çabuk adalete ihtiyaç var. —— rahmetli Refet, bunun şaheserleri ni yaratmıştır. Hasan, Refetle ba- şa çıkamazdı. Oyunun sonunu bağlamak, bir hünerdir, demiştim Meşhur eski ar tistlerden Bayzar, bünun ehli idi. Tulüatçılar, onu paylâşamazlerdı. Bayzar sahnede olünca, başkomik, Yüreği ferah oynardı; çünkü Bay- zar, bir çalımına getirir, sonu bağ. lardı. Büyük Şamram, hem kanto da, hem de piyeslerde teferrüt et- mişti. Kantolarının eksârisini ken- disi güfteleyip bestelediği söylenir di. Muhakkak olan birşey varsa, Şamramın kantolari, zamanın kan toları arasında en çok beğenilen. tutulan ve dillerde dolaşan kanto Jardı. Şamramın kantöları, zamanın modaları, Adetleri, itiyatları ve zaatlarile alay eden birer “sa- tyre” di: “Dün gece Osmanbeyde yakaladım seni”, “yandan yırtmaç fistanlar” vessire, vesaire gibi.. Gün geçtikçe; tulüetçiları kay- bediyoruz. Abdiler, K. Hasanlar, Peruzlardan sonra, Recep Safayı, Fahriyi, ve nihayet, Rifkıyı kay- bettik, Bugün çalışanlar; Başta Naşit ol mak üzere Dümbüllü İsma'l, Hüsa mettin, Cevdet; Püf Hasan, Kara- göz Hüseyin, Şevki, Am Baba. (Arkas: Sayfa 8, sütun 1 de) Hubeşistan, İspanya, Çin, Japon harp.

Bu sayıdan diğer sayfalar: