14 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

14 Ocak 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Çakıcı Kapıda Narayı Basmıştı: "He...yt Ak Donlu Gidiler. Kıpırdamayın, Ders Olsun Diye Hepinizin Uzun Püsküllerini Keseceğim,, elan son sözü ağzında kalır. Çünkü kahve köp:si eşiğin üzerinde, narmağı Mbancasının tetiğinde orta boy- tıknaz yapılı, pek yakışıklı fs- kat çok sert bakışlı bir Efe beli- zamanda da gür bir ses #iliniş Yükselir; — He....yt ak donlu gidiler. Ki- Pirdamayın. Siz buralara Çakırca- #ramağa geldiniz değil mi?... #e Çakırcalı Efe ayağınıza geldi. bakalım ne ediyonuz. Bu sözlerle beraber kahvenin Pincerelerinden birer yılan gibi u- Ziyan martin namlıları karşısın Arnavut ağaları sıfırı tüketir. , kimbilir, belki de altlarını da kirletirler. Kahvede ses, söz yok. İraz evvel biribirlerine kahra - Manlık satanlar, etrafa ateş saçan hep, tazı önünde korkup sinea tavşanlar gibi oldukları yerde bü Zülür, kalırlar, Çakırcalı Efo güler. Ve: — Ülen koca bıyıklı, Sıfatmı- 2, kılığınıza, silâhlarınıza bekan bir adam sanır sizi, Meğer he- biciğiniz de birer cephane katırı İmişsiniz be... Ne'diyi geldiniz bu *rlik, erkeklik alanına? Yazık değil Mi milletin taşıdığınız sılâhlarına? ik hepinizi birer birer boğazlar Mak işten bile değil emme, Etelik- İe ütek erkekleri de karı sayarız biz. Bu sebepten hepinizin canmı bağışladım. Yalnız bana andaç siz- İere de beni unutmamak için bi- Ter anmaç olsun deyi uzun püskül lerinizi kestireceğim. Hele biraz ık kımıldanmayın. Der. Çağırttını bir socuğa j03- tirir, bir çuvala koydurup gönde- Tir. Ardından da geldiği gibi çr- kar gider. Bu püsküllerin üç gün Sonra İzmir valisinin odasında bu İnduğunu söylersem sakın müba- Yiğa sanmayınız. Bu da, vak'a gr bi bir hakikattir. Gerçi biraz da Bülünçtür amma bana hoş değil Pek mayhoş geldi. zmirde vali Mahmut Muhtar Paşa ile görüşüp emrimi ak dıktan sonra Ödemişin yolunu tut tum. Takip kuvvetleri kumandem Kara Sait Paşa, akşam vakti ka- dımlar, çiçeklerle süslü, çeşit çe - Şit mezelerle yüklü bir rakı sofra- a başında yakışıksız bir tavırla ve benliğimle eğlenir gibi yersiz Sözlerle kabul etti beni, Yanında Yaveri yüzbaşı Hasan, Ödemiş re- dif kumandam kolağası Hamdi Beyler de vardı ve içiyor, eğleni- Yorlardı. Vapurda, İzmirde ağız - taşan, kulakları dolduran hattâ zihinleri durduran tütrlü tür lü Çakırcalı menkibelerile birer Yay gibi gerilen sinirlerim Paşanın bu hareketi karşısında kopacak gi- bi oldu. Dikiş kaldı baklayı ağ - zımdan çıkaracaktım. Hareketini başının dönüklüğüne verdim, dili- Mi tutup yanından çıktım. Ertesi sabah Sait Paşa, uzun müddet başsız, bakımsız kalmış (180) kişilik bir gönüllü müfreze döküntüsü verdi bana. Akşamdan artan mahmurlukla süzülen gözle- rini de yüzüme dikti, Mânalı mâ- nalı gülümsiyerek: — Sadık Bey. Dedi. İzmir va- lisi Mahmut Muhtar Paşa sizden övgü ile ve çok bühsetti bana, Si- zi daha görmeden kulaklarım eski hizmet ve yararlıklarınızın hikâ- yeleri ile doldu. Hadi bakalım gös ter kendini, İşe meydan, işte bir sürüde adam sana., Paşanın, altında zehirli ve ki- hayeli bir alay saklı olan bi söz- | lerini de akşamkiler gibi pek sine- ye çekemedim doğrusu. Ciddilik - la: — Paşa hazretleri, derim. Bizi | sevenlerin, övenlerin yüzlerini si- ze karşı kararimamağa, kızartma- mağa çalışırız elbet, yalnız, kusu rumu bağışlamanızı rica ederek söyliyeyim ki, âciz bendeniz ço- Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: ban değilim. Bu adamlar.. Salt Paşa birden sözümü kesti. Ve dikkatle yüzüme bakarak: — Estağfirullah, dedi. Ben si- ze çoban demedim ki, Sadık Bey. — Evet bana çoban demediniz. Fakat yanıma verdiğiniz şu dökün tüler hakkında, pek doğcu olarak sürü tâbirini kullandınız. Bana bu kadar ve bu çeşit adam değil, otuz tanecik nefer lâzım. Muhatabım kızdı, kızardı. Fakat kızgınlığını sakladı. Zorla gülüm- siyerek: — Bu verdiğim adamların için- de neferler de var. Seçer, istedik- lerini alırsın. Sana verecek başka kuvvetimiz yok, dedi. Asık surat- la yanımdan çekilip gitti. er birerlerine o zaman'n pa- den istediğim gibi yirmi altı adam Çocuklarda Bronkopnömeni Bronkopnömeni hem nefes bo- ralarının hem de akciğerlerin il tihabı demektir. Bn hastalık ço- cuk olmıyanlarda da görülebilir, fakat en ziyade küçük çocuklarda, bir de, ihtiyarlarda olur. Hayatın iki ucunda demek... Kış mevsim. lerinde oküçük çocuklar için en korkulu hastalık budur, Çocuk ne kadar kücük olursa bu hastalığı tutulmak ihtimali o ka dar çok olur. Hele bir yaşına ka dar memede veya emzikteki ço. cuklarda... Hastalığa tutuldukları vakit kurtulamıyanların da en çoğu bir yaşına kadar olan çocuk. lardır. İki yaşmdan sonra çocuğa b; hastalık daha güç gelir, daha pir yüdükçe ona tutulmak ihtimali azalır ve çocuk olmiyanların zattip. reeye tutulmak ihtlmali artar, O da —batırlarsınız ki— çocuklarda o kadar ehemmiyetli değildir. Bu hastalık en ziyade, grip, kı. zamık, boğmaca öksürüğü mikroplu ve bulaşık hastalıklar. dan sonra gelir... Bazılarında ön. eden hiçbir hastalık olmadan gel. diği sanılırsa da, İyice araştırılım. sn, çocuğun burnunda, boğazında yahut göğsünde önceden ehemmi. yetsiz tutulan bir hastalıktan gel. diği bulunur. Küçük çocuğun kar- nı bozulduğu vakit bile neles bo- Tulurında ve akeiğerinde iltihap olduğu vardır. Kısın çocuğun soğuk alması bu hastalığın gelmesni, tabii, kolay- laştırır. Fakat tutulanların hemen hepsi zaten ona sebep olan mik- roplu ve bulasık hastalıktan önce de anyıfı iyi beslenmemiş çocuk- Jar tıkta başka, çocuğun ne- rının bir tarafında bozuk- İ ik “İn hastalığın yerleşmesine se- leselâ çocuğun zaten Dep al kez eek nefes ği sa» kemik hastalığından deo- layr göğü çarpık olursa, göğsü- nün içinde bezler büyüyüp te ne- Fesini güçlestirirse, göğüste itiha- Bb yerleşmesi pek kolay olur... nn hastalığın alâmetleri —a- A. A rn s9 m çıkarmak için tam bir halta uğraş tım. Artanları da Paşanın karar- gâhına yolladım. Bu yirmi aitı ki- siye, eşkıyadan kamalı İbrahimin kardeşi koca Mehmedi, suçları ba- gışlanmış, düşüp kalkmış takımın- dan Arap Muhittin ile Mehmet çavuşu da kattım. Başlarına da Ay dın havalisinde on senedenberi jandarmalık yapan Perzerinli Kâ- mil çavuşu koyarak mülfrezemin mevcudunu otuza tamamladım. Geldiğimin tam dokuzuncu günü Kara Sait Paşadan emir ve direk- tif alarak Ödemişten müfrezemle ayrıldım. Bana Sarayköy tarafları- ni vermişti Paşa. Bir hafta bu ha- valide dolaştıktan, takip müfreze- lerinin, hattâ kumandan Kara Sait Paşanın köylülere yaptiğı zulüm- erir Altepe ee isiktikterı 4 (Devamı var) türreede olduğu gihi— pek te bel- li değildir. Vaktinden önce doğ muş zaten zayıf yahut vaktinde doğmuş olmakla beraber İyi bes- lenememiş, yaşı kadar büyümemiş bir çocukta ateş biraz yükselir, ço- cuk pek yorgun görünür, uyku- dan başını kaldıramaz, yahut —ak sine— uyuyamaz çırpınır, durur. Meme emmez, emziğini almaz. Çocuk zaten pek zayıf olmazsa hastalık biraz daha belli olarak, birdenbire yüksek ateşle başlar. Çocuğun yüzü renksiz, kül gibi olur. Dudaklarının ve burun de- iklerinin etrafı morarır. Burnu- Dün sık sık açılıp kapanması nefe- #inde güçlük olduğunu gösterir. Ateşi muntazam kalmaz, bir kaç saat içinde 38 ile 40 arasında de- Eişir, küçük çocuk, tabii. öksüre- mez. Öksürebilir yaşta olursa ök- sürüğü sık sık gelir, fakat nöbetle değil, kısa kısa... Hastalığın müddeti de munta- zam değildir. Tutulan çocukların kimisi iki, üç gün içinde iyi olur, sapa sağlam kalkar. Çoğunda s€- kiz gün, iki hafta, yirmi gün sü- Fer. Çocuk iyi olduktan sonra da pek zayıf kalır. nekahat devri pek uzun sürer... Çocuk bir yi aşağı İse, bu hastalığa hiç tutuk Birya olması tercih edilmelidir. sndan İki yaşma kadar © larlan İyi olanlar çokçadır. İl Yaşından ğu iyi ol, mi tutulanların en ço Hekim bulunan yerdi çocuk has falanmca hekime hemen haber kin Kafe, kik gecikmemelidir. He- dn gelemiyeceğ iyeceği yerlerde, akıllı Dee günde dört defa, 36 de- dal Sen İcerisine bir avuç har- bap arak çocuğunu on da- Baniyaği mYoya sokabilir. “Tabii, ten de sak, J9ba sonra üşütmek- kün olgakınmak şartiyle... Müm- olduğu kad, portakal şerheşi “ süt, limonata, çık deniz balıkçılarından büyü cek bir köydü. Babadan kalma bir evi vardı. Sokağa bakan iki pon cere ve kapısı, bir iskelet başının karanlık göz yuvaları ve ağzı gibi kararıyordu. Deniz tarafında ise uzun kış geceleri deniz güm güm ötüyordu. El kadar su parçaları ile r'Aç!,, diyerek camları şamarlı- yor, bir âlemden bir âleme sıçrar- mış gibi çakan şimşeklerin yeşil palayışı evin içindeki sefaleti belir tiyordu. Evlendi. Adet öyle idi. Zaten ev lenince karı kocanın birbirlerine karşı duymaları lâzım gelen duy - gular, binlerce senedenberi kitap larda yazılmış ve şarkılarda okun- muştu. Onlar da o duyguları duyu yorlardı. Duyamaz olunca kendilerini zor ladılar. Banyoda yıkanmakta kul - lanılan, ve yıkandıkça sabun ve kir tortuları ile dolan suların, tas tas yine baştan aşağıya dökünüldüğü, yüze üstüste çalındığı, ve ağıza alı- map şakır şukur ağız çalkanıldıktan sonra, tükürülüp yine ağıza alınıp gargara edildiği gibi duymaları lâ zım gelen şeyleri, tekrar tekrar duymağa cabaladılar. Fakat artık, burun burunz bağlı oldukları hal de dünyada duyulan yalnızlıkla - Tın en acısını duyuyorlardı. Bu yal nızlıktan kurtulmak için eş dosta can atıldı. Tanışlarla karşı karşı- ya geçilerek herkes karşısındaki - nin sorgusuna cevap, ve cevabına sorgu tedarik etti. Ve gerçekten bir şeyler duyuluyormuş gibi dav- ranılarak, ancemaaten bir şeyler duyulmakta olduğu kanaatinin ha sıl olmasına gayret edildi. Fakat yalancının mumu yatsıda söndü. Mehmedin ise geçim ve göçüm içim ayari a id şünecek veya duyacak vakti yok- tu. Açlık korkusu, kovalıyan yırtı- ci bir kaplan gibi Mehmedi önüne katmıştı. (e korkusu ile dazıra dazır koşusunda biran dursaydı, kaplan ardından yetişip pantalonu İ nu parçalayacağını sanıyordu. Sün gercilik ediyordu. Sünger para et- meyince İşi kaçakçılığa döktü. Karı kocanın dudakları, çapaklı ve yorgun göz kapakları gibi güç açılıyor, aralarından bir söz bir gö rüş parlamadan kapanıyordu. Ka- dının sıkıntıdan patlayası geliyor- du. Günün yirmi dört saati kahve telveleri gibi, ağır ağır gönlünde teressüp ediyordu. Geceydi. Bir iki noktası müstes na bütün kıyı, yanına yanaşılmaz ustura gibi kayalardan ibaretti. Mehmedin karısı kocasının ne za- man döneceğini bilir, aysız gece - nin karanlığında, kumsal kova yâ naşabilmesi için kocasının tenbihi üzerine çalıların arasına küçük bir fener kordu. O gece gök gürültü - leri koca bir davulun homurdanışı gibi afkun çevresinde gümbürdeye rek yuvarlaniyor, #üsan deniz fır- tınayı bekliyordu. Mehmet tam o gece dönecekti. Aksiliğe bakınız ki Çulık Süleyman da kadına erte- si sabah Milâsa gideceğim diye o gece muhakkak eve geleceğini ve sabaha kadar boraber kalacağını söylemişti. Kadın feneri, ta öteki küçük limana koyacağına, kayala- rın en berbat yerine korken “aman bıktım, liman diye buraya gelsin parçalansın da ben de kurtulayım, diye düşündü. Dağlardaki çakallar, uzun uzun uluyuşlarile, fırtınayı çağırıyorlardı. * &hmet yakalanacağım diye bin bir korku bin bir ürpe- rişle küreklere dayanıyordu. Bir karın tokluğu için bu çile çekilmez di. Kara kaderim diye dişlerini gı cırdattı. Uzaktan bir kıvılerm gibi sönüp yanan fenerin ışığı Oona “durma çek! korkma, cabala! Eğer yeri de gökü de sana düşmansa, burada hiç olmazsa seni seven bir insan yüreği var,, diyormuş gibi oluyordu. Yazan : » HiKÂYE ELEYEN Halikarnas Balıkçısı Karısının, fıtası rüzgrda uça w- ça koşup feneri kumsala koyduğu nu hayaliyle görür gibi oldu. Meh- met küreğin palalarını skarmozla- ra kadar gömdü, salamastraları ça tırdattı, Küçük kayık atlamak Üzere sıç rayan bir beygir gibi' şaha kalkı - yor, su duvarlarının üzerine köpü re köpüre tırmanıyor. Bir dalgay: atlayınca önüne kö püre köpüre bir hayat memat me- selesi daha dikiliyor - koyunuz ki © dalgayı da aştı - bununla iş bit. miyordu. Her dalga öncekinden da ha ehemmiyetli bir sual soruyor - du. Birbiri artlarından #4yısız ve sonsuz olarak geliyorlardı. Okya- nusun donuk surstı eğer “beni hal edemezsen ben seni hâllederim,, diyordu. Mehmet hele bir fenere varayım. Mah çıkarayım, kalmaz diyordu. Asıl meselenin on da değil Keeribe Mahareti bun lar boş şeylerdi. Her dalga yeni ve başka idi. ve kendi yeniliğini ( karşılacak tec - rübeden uydurulma değil) yeni ve orijinal bir mukabele istiyordu. Su tepelerine vardıkça Mehmet, şimşeklerin zümrüt çakışında, ku- duran ve rüzgârla biçilip savrulan suların üzerinden uzakları görebi- liyordu. Yıldırayan her şimşek, tepeme düşecek diye Mehmedin ödünü patlatıyordu. Fakat parla - yan madeni isk ona fenerin kum - şal koya değil, fakat ölüm okuyan kayalar arasına konmuş olduğunu gösterdi. , Mehmet karaya varınca fene- rin karısı tarafından © konulduğu yerder. kaldırılarak başka yere ta- şınmış olduğuna hükmetti, Mesele ir tuzaktan korktu. Evi bel- ki kolcular sarmıştır diye e- ve sokak tarafından değil deniz ta ralından geldi. Pencerenin parmak lıkları arasını başını soktu. Dinle- di, karısının ve Çalık Süleymanın seslerini, gülüşlerini duydu. İnsanın ya katil yahut havvori olacağı anları yaşadı. Birdenbire kâinat kapkara bir ümitsizlik şek linde başına yıkıldı: Parmaklıkla yekpareymiş gibi, demirlerin üzeri ne yaslandı. Canevinden yine din - ledi. Belkemiğinin çatır çutur çat- lamakta olduğunu, ve başının bur kularak koparılmakta olduğunu du yar gibi oldu Birdenbire sanki bir yaylım ateşiyle delik deşik edil - miş gibi gövdesi parmaklardan bir Paçavra halinde sarktı. Tutundu- ğu demirlere bile hayretler veren, insan oğlunun koca hıçkırığı ile sarsıldı. Oradan hemen ayrılmak İstedi. Pakat adımını basacağı yer ler, sanki karısının koynu ve göz- leri olmuştu da, onları çiğneyemi yordu. Neden sonra “ ne hakkım var?,, diye fevkalbeşer bir gayretle ken- dini parmakliklardan yırtarak, bir kaç adım sendeledi. Bir gün çocuklukta bir ağaca tir manlır bir erik yenirdi Bir asır yaşansa tadı damakta kalırdı. Bo- ğüzın sağa sola çalkanan sularının ta iç uzaklıklarından çocukluk ça Şında, yandan çarklıların esiri dü- i düğü duyulur, musikisi ebediyete kadar kulakta çınlardı. Fakat erik kurur, vapur da hurda diye sökü- Tüp satılırdı. O ağacın o delinlan, o eriğin o geçmişteki tadını aramak ne abes olurdu. Herkesi, durduğunu gör - düğümüz yerde kalır sanırız. Bir felâketin çakişı insanı uyandırır, ve gözlerine hakikati gösterir. Yopnarı başlayan hakikatler uğrunda ateşte yanmak İş» kencesini göze almış olanlar vardı. Fakat o âteş eskimiş hakikati, kok muş yalanı “Hayat! hayat!, di » ye kendilerini aldatanları, kakika- tin yaktığı kadar yakamazdı, Mehmedin bütün v kavuran kederin büyük yi süratle derin bir merhamete dön dürdü. Mehmet kadına acıdı. Varlığında kocü bir yara ağılmış tı. Mehmedin yüreğinden odeğil, YRUY CaMEVİndeki yarasının v kas mayan dudaklarından Insan merha metinin o esrarengiz nevası ötme ğe başladı. Hemen fenerin olduğu yere koş- tu tabakasını, parasını kaçak getir diği malı fenerin yanina bıraktı. Karısı oraya gelir onları bulur ve her şeyi anlardı. Kayığa (atladı. Haykırmak istiyordu. Sesini sal - verdi. Sesi kendiliğinden bir şarkı oldu. Kasırganm gürültüsü arasında, kafeste kurtuluşun hülyasını gö - ren, ve İlkbaharda patlayan tomur caklardan harlsyacak, yeşilleri ve çiçekleri sezen cesur kanarya ku- şunun cavıltısı gibi © şimşeklerin tarakası arasında, sesi duyuluyor. du. Gözümde başka bir görüş, yüreğinde başka bir duyuluşun uyanan aydınlığı vardı. Gönlünde nakahet devrindeki « lerin hafifliği vardı. Şarkısı, sev - gi miydi, merhamet miydi, sevinç miydi, keder miydi yoksa hepsi miydi bilmiyordu. Bir onun bir dö fırtınanın sesi üsteliyordu. Sanki istikbale açılan kapının şimdi men teşeleri; şimdi de ümidin uzaktan gelen çağırışı duyuluyordu. Kayık karanlıklara derinledi ve artık yal nız denizlerin seşi duyuldu. Ke. deri türkü olmuş, uzaklaşmış ve ötelemişti, o Boş sene sonra Floridada sünger avlamakta olan Mehmetten karısı na bin dolar geldi. Bir Tahsildar Zimmetine 900 Lira Geçirdi İzmit, (TAN) — Yapılan toftişler neticesinde hususi muhasebe tahsil darlarından Nâzımın zimmetine 904 lira geçirdiği anlaşılmıştır, hakkında kanuni takibata başlı tır. Suçle larımış Emniyet Müdürü Değişti İzmit, (TAN) — Ankara emniyof umum müdürlüğü şube müdürü Ne- cip Aydemir şehrimiz emniyet mi dürlüğüne tayin olunmuş ve vaz;feşi- ne baslamıştır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: