5 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

5 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 33 ztn Yanına Oturttu Bir köleye de "Tez Öbür Daireye Git, Hasekimim , Cücelerini Alıp Buraya Getir,, Emrini Verdi endi önde olmak üzere Şir- vanlı odaya gidecekti. Fas kat Bafa onu » iradesine göre ha- reketten - bir hamlede alıkoydu, hamam ilıklığını henüz muhu etmekte bulunan muattar kolların. dan birini şehzadenin koluna ge- çirdi, harem ağalarının ve ötede beride dolaşan halayıkların hayre- tini çiğniye çiğniye - gidilecek da- ireye doğru - yürüttü. Murat, kendi kolunda kendi ru- hunu taşıyor gibi bir durumdaydı. Görünüşte Bafa ona dayandığı hal- de hakikatte o Bafaya istinat edi yordu. Ruhun bedene hararet ve. rip vermediği « zannedersem « mü» nakaşa olunmuş möovzulardan de- gildir. Lâkin şehzade - koluna a- sılı » ruhundan - kalb: yoluyla - bütün bedenine alevler aktığını - kül olmadan yanarak ve bü ya- nıştan garip sürette zevk alarak - seziyordu. Şirvanlı oda göz kamaştıracık kadar işik ve şuura heyecan vere- cek kadar güzel koku içindeydi, Orada mimarlar, ağaç ve kireç ye- rine nur, dekoratörler de kumaş ve sirma yerine iır kullanmışlar gibiydi. Her yer ve her taraf pi- rıldıyor. Her yer ve her taraf misk yahut amber kokuyordu. Nurun ve ıtrm kucağında gü- Tümsiyen bu odanın bir yanında kızıl #permerden altı sütunlu, ve üstü kapalı, bir sayvun vafdı, ga yet itina ile döşenmiş bulunuyor- du: Onun yanı başında da, odayı kapayan kubbeye kadar yükselen ve biribirine kemerlerle bağlı on sütuna dayanan şirvan görünüyor- du. Kemerlerin arkasındaki duvar, baştanbaşa aynaydı. Öbür duvarlar çini ile örtülü olup her birinin or- tasını mermerden birer çeşme süs- Tüyordu. Mimarın bu zevk köşesini ya- parken gösterdiği gizli hüner, $ vanda bulunacak kimselerin, aşa- ğıyı görmelerini temin etmesinde aşağıdaki kemerler o suretle yapıl. mişti ki, şirvan, çirkin bir şekil al- madan esrarlı bir derinlik alıyor, bu sebeple de dediğimiz hususiye- ti kazanıyordu. Orada, o kemerler ardında ve şirvanın altında, on, on İki kızla yarim düzüne cüce yardı. Duvar- lar boyunca da boy boy harem a- Baları sıralanmışlardı. Kızlar, tak» kaselerdi, cüceler de maskaralar- dı, hünerlerini göstermek ve Ba- fayı eğlendirmek için oraya gel- mişlerdi, ehzade, yerlere kadar eğilen « dişili erkekli - bu birçok başın tezellülü üzerinde yürüye- rek o pek garip, ayni zamanda zâ- rif sayvana doğru yürüdü, seve se- ve ve yana yana taşıdığı ruhunu bir tarafa oturttu, kendisi de yanı başında yer aldı ve oda İle icin- dekiler hakkında bir şeyler anlat- mak istedi. Fakat kızın türkçe bil- mediğini hatırlayınca telâşa düştü, kölelerdeli birine emir verdi: — Tiz, öbür daireye git, hase- kimin cücelerini alıp buraya ye- tir! Ve onlar gelineiye kadar Bafa- yı seyre daldı, Türk kostümünden Venedikli âfete biraz 'Türk güzel- liği geçmiş gibiydi. O yelek, o üst- Tük, hele o örgü örgü saç, kızdaki yabancı hüviyetini oldukça gider- mişe benziyordu. Gerçi bir Türk kın gibi bakamıyordu. O asiller - den asil milletin kızlarında bakış, bedir halindeki ayların göğsünd kopup gelmiş gibi lekesizdir. Ya- bancılar, sözlerini erganunlar ka. dar tannan, kamuslar kadar konuş- kan yapabilirler, lâkin bir Türk kis zındaki temiz bakışı taklit edemez» İer ve o bakışın ardındaki mehta- b: sksettiremezler, Murat, şüphe yok ki, bakışlarda- ki ırki manalar araştırmaya lü. zum gören gençlerden değildi. A- nası, süt ninesi, çocukluğunda ya nına katılan minimini kız nedim. ler ve sonradan bol bol temas et- tiği kızlar, kadınlar, Türk olmadı- ğından, bizim İşaret ettiğimiz ba- kış farkını zaten bilmzdi, bilemez- di, Ondan ötürü Bafanın saçlarile, gözlerinin rengile, teninin rtrile meşgul oluyordu ve one giydiriti ği Türk kostümünün yakıştığını görerek mahzuz oluyordu. Nasuh ile Caferin boy göster- melerile beraber şehzadede geve- ze bir talâkat belirdi, şirvanlı o- dadan tutturarak bütün sarak hak- kında Bafayi tenvire girişti. — Beni, diyordu, buraya yollar yan babam değil, dedemdir. Beş yildanberi Manisadayım, Dedele- rimden, büyük amenlarımdan ve amca oğullarımdan da burada ©- turanlar çoktür, Fakat sarayda bir eğlenes köşesi yapmak onlardan hiçbirinin hatırına gelmemiş, ben, dedemin bana verdiği yüklerce ak- çeyi bu uğurda sarfettim, . sarayı güzelleştirdim. Şu oda da kendi ©- serimdir. Bilmem, haseki beğendi mi? (0) Bafa, bu uzun sözlere tek bir ko- lime ile cevap verdi: — Güzeli iüceler yine zekâ göstermek, Bafa namına bir hayli şey- ler söylemek istiyorlardı. Fakat kızın ağzından çıkan o tek keli- meyi şişirmek imkânmı bulamadı- lar. Çünkü şehzade yanıbaşların- daydı, hasekisinin ne kadar Konüğ tuğunu gözile görüyor ve kulağile duyuyordu. O sebeple “güzel” ke- limesine ancak bir “pek” ilâve e derek önlerine bakmışlardı. Murat, güç beğenirliğini açıkça gösteren Venedik güzeline kızma- dı, yalnız gülümsedi, İçinden, Ba- fanın heyecan geçirdiğini düşünü yor ve az konuşmasını mazur gö- rTüyordu. Ayni zamanda hâdisale- rin ve başka temaşalarin onu hay- TAN at ediyordu. Nitekim, “saz dinli yelim” deyip te - kubbenin bağrın- dan, hattâ daha uzak ve görünmez köşelerden dökülüyor zehabım u- yândıran bir biçimde - nağmeler yağmıya başlayınca gözünü Bafa- ya çevirerek o hayretlerin “doğu- şunu görmek istedi, fakat Bafa, kayıtsızdı, Yüzünde bir değiğiklik belirimdden sekin akin billüri yağmürü dinliyordu. Şehzade bu kayıtsızlığa lâkayt kaliğdı, kalamadı. Çünkü kızın $az sevmemesi büyük bir noksün olacaktı, ve bu noksan - kuruntu- layageldiği - zevkleri baltalıyacak- tı. Buhdan ötürü bira? telâş etti, cüce Nasuha emir verdi: - Hasekiye sor: Saz dinlemek» ten hoşlanmıyor mu? — Hoşlanıyor efendimiz. — Ya neden dalğın? — Sazendelerin yüzlerini göre. mediği için düşünüyor, seslerin nereden geldiğini hesaplıyor. Murat, kendi eseri olan Şirvan» daki büyülü kıymetin Bafayı da şaşırttığım görmekten hez aldı, “Buhun sırrını sonra anlatırım” dedi, gözlerini gittikçe artan bir heyecan İle kızın yüzüne dikti Peşrev bittikten sonra bir hanen- de terennüme başlamıştı, şu Şiiri okuyordu: Yâr'ın dehanı sırrı nihandan ha- ber verir, Güftara gelse sihri beyandan ha- ber verir, Hışm İle baksa vermez eman Rüstemi zeman Kirpiği, kaşı tirü kemandan has ber verir, (Devamı var) (1) Hammer, 1582'yili vakalarını diri istirken şöyle deri (Sultan Süleyman, oğlu Feyanıdın akıbetinden pek mütex eseir olduğu gibi o kadar çocuktan #r- takafabilen Şehzade Selimin sefahet ve rezaletlerinden delnyi da cok teessür duyuyordu. Niheyet o bisteik “oğluna mektup yazdı, mesleğini tashih ve şe“ raba perhiz etmesini Mtar etti. Selim ise bu nasihate böyun eğecek yerde o mek- tubu getiren adamı hizmetinden cikar- di. * Süleymen dn bü muküvemelter münfeli olarak Şehzadenin sefahat Ar- kndeğiirindin Murat Celebiyi idam &- tirdi ve, oğlak olup besta sam, manda “zan ARAM Semer soncağına (Manisaya) gitmesini emrey- ledli) Peçevi de Şehnde Hurudın Manisa ya gidişini şöyle hikâye eder: (Babasiyle amensnin Konyada -ordu- lar kurarak yaptıkları pest kavgası st- rasında on İki yasnân idi ve bu muha- rebede harir btutunmuştu. Sonra dedesi Kanun Sultan Süleyman — (Torununu göreyim) dedi, kendisini İstanbula ze- tirit, uzun müddet yarında alıkoydu, sonra Çerkam ve evhama sığmaz) mike tarda paralar ve bir çok hediyeler ve- Terek. babasının yanına. yolladı, yapı on. sekire “varınca dn Manisa sancağını 1- İki aydanberi itfalye müdürlüğüne da devam eden zehirli gaz kursu hi- tam bülmuş ve bu münasebetle dün itftalye müdürlüğü talim sühasında bir tecrübe yapılmıştır. Tacrübede bir çok zevat ta hazır bulunmuştur. * Usküdar itfaiye grupu için Dö gancılarda park karşısında yapılan binanın İnşaatı ikmal edilmiştir. Ye- ni binanın küşat resmi bugün icra & Finlândiya Güreşlerinin Neticeleri (Başı 6 ıncıda) Ondan başka büyük Mustafa Ttal- yan şampiyonuna karşı muvaffakı- yetle güreş ederek ona galip gelip, ! Avrupa Ikincisi oldu. Sakatlığına dair o zaman bir ma- lümat gelmemişti. Zaten Avrupa bi- rineiliğinin milletler arasındaki umü. mi tasnifi de bize bildirilmedi. Diğer milletlerin aldığı mevkileri de bil- mediğimiz için bizim iki ikincilikle Avrupa milletleri arasındaki umumi tasnifte kaçıneci olduğumuzu da kes- lümata desteres olamıyoruz. Bu yüzden gazeteciler ve okuyucu- tar muztariptirler. Umarız klı teşki- iâttmiz bundan sonra binlerce lira masraf ihtiyarile yapılan bü müsu- bakaları en küçük tafsilâtına kadar efkârı umumiyeye bildirmek tedbir- İerini alacaktır. Buradan giderken Finlândiya ve Danlmarkada müsabakalar yapması takarrur etmiş olan takımımızın Fin- 5-s.aa9 — Iitfaiyede Dün Zehirli Gaz “Tecrübesi Yapıldı . İtfaiye dün zehirli gaz tecrübeleri yaptı. dilecek ve şimdiye kadar Üsküdar 18- kelesi civarında bir binada bulunan itfaiye grupu buraya nakledilecektir. Beyoğlu itfalye grupunun şimdiye kadar bulunduğu binanın yeri de ye ni yol plânile yola kalbedilecektir. Beyoğlu grupu için de Taksimdeki Jandarma karakolu binası muvafık görülmüştür. Grup yakında yeni bi- Dasına nakledecektir. Bizim Kongre (Başı 2 neide) mek bahtiyarlığına ermiş (bulunan bir köylünün beziryağı veya çıra yeri ne şimdi petrol lâmbası, yahut elek- trİk ampulü ile aydınlanmış odasın- da benim bir kitabımı o okuduğunu tahayyll ettim, Görüm © yaşardı, göğsüm kabardı. Şüphe yok ki bu kongrede toplanan bütün muharrir ler ve nâşirler de ayni mesut hülya- yı yaşıyorlar ve 6 hülyanın tahak - kuku için çalışılmasını isteyen Man rif Vekilinin emri altında bütün kuv vetleriyle birleşmeği vazife tanıyor- lardı. , Kongre böyle ruhi ve sarsılmaz bie vifak içinide”toplundı, bugün ayni hava İçinde dağılıyor. Bence ortaya konan pröğramın kıymeti ne olursa olsun birinci Neşriyat Kongresi ta - mamiyle muvaffak olmuş sayılabi - lir, Çünkü muharrir ve nâşir zümre lerinin fikirleri ve emelleri Maarif Vekilinin delâletiyle hikümetin ba- şarıcı azmi ve siyaseli etrafında bir- leşmiştir . ettiği neticeler pek müsait olmadığı- na ve gelen malümatta da bu husus hakkında bir şey o söylenmediğine göre, Danimarkaya gitmeleri ihtima- beliriyordu. Kubbe ve duvarlarla ..* Yazan: Kerime Nadir Ortalık tamamiyle karardığı zaman, büyük bir #tasyona gelmiştik. Daha uzaktan burasının “Se- mipalatinsk,, olduğunu tahmin etmiştim. Garın üs- tündeki iri levhada, ayni ismi okuyunca, yânılma- dığımı anladım. Hemen kalkarak Şerifet — Haydi, dedim, artık geldik; Şemsiyeyi koluna geçirerek beni takip etti. Trenden indikten sonra, hemen gardan çikmış- tık. Lâkin nereye gideceğimizi ve nerede geceliye- ceğimizi bilmiyordum. Otellere gitmek tehlikeliydi. Zaten yanımızda pek öz para olduğu için buna im- kân bulamıyacaktık. Bir kaç arabanın sıralanmış olduğu bir meydana doğru ilerlemeğe başladık. “Semipalatinsk,. , “Bar- naol,, a nazaran daha büyük bir şehirdi. “Barna- ol,, da gördüğüm geniş sokaklar, asri kârgir evler burada daha ziyade göze çarpıyordu. Kuvvetli elek- trik lâmbalariyle aydınlanmış olan koca memle- ket, göklere yükselen minarelerle bir müslüman gehri olduğunu anlatmasa, insan kendini Orta As- yanın değil, Orta Avrupanın medeni bir şehrinde sanacaktı. Evvelce öğrendiğime göre, şehrin dışında gayet büyük bir de garnizon vardı. Kendimizi ele vermemek için müslüman mohal- lelerinden birine sığınmak doğru olacaktı. Yaklaş- tığımız arabalardan birinin üstünde oturan aruba- cıya sordum: — Bizi en yakın bir müslüman mahallesine kaça götürürsün?.. Herif ikimize de dikkatle bakarak mırıldandı: — (28) rublet,, Pazarlığa giriştik. We (20) rubleye uyuştuk. Ara- baya binerken dedim ki: — Bizi bir mesçit, yahut bir camle götür. Bun- ların odalarında geceliyebiliriz, değil mi?. — Eveti, relten hayrete düşüreceğine kana- rrasesen ende mi? TEFRİKA No. 45 *-*-*- © Beş dakika sürmeden eski evler ve bükımsiz sokak- Jar arasına girmiştik. Küçük bir camiin avlusunda arabadan İndik, Camile bitişik iki katlı bir ev vardı. Kapısı aralık olduğu için girdik. Arabacının tarifi üzere, kibrit çakarak karanlık bir merdiveni çıkınca, kulağıma türkçe konuşmalar geldi. Şerif te sevinçle: — Türkçe okonüşüyorlar; düyüyör musun? Di- yordu. Kapıya yaklaştım ve vurdum. Lâkin birdenbire sesler kesilmişti. Kanadı ittim. Döşemesi eski bir hasırdan ibaret olan geniş bir odada, dört beş kişi yanan bir ocağın karşısına dizilmişler, ( alevlerin kızıl aydınlığında konuşuyorlardı. Bizi görünce, bir tanesi ayağa kalktı; Kayseri şi- vesiyle: — Buyurun.. Ne istiyorsunuz?, Diye sordu. — Geceyi burada geçireceğiz, dedim. Türkçe konuştuğumu işitir işitmez, hepsi yerle» rinden kalktılar. Ilk konuşan tekrar sordu: — Nereden geliyorsunuz?., — "“Açınsk,, tan. Ya siz?. — Biz, muhtelif şehirlerden. — Hepiniz Türk müsünüz? — Evet!.. — Ne zamandanberi serbestsiniz?. Bu sualim üzerine, birbirlerine baktılar. Şüphesiz korkuyorlardı. Ben güldüm: — Hepimiz ayni vatanın evlâtlarıyız.. Niçin çe- kiniyortunuz?.. İri boylu bir genç, öne atıldı: — Ben çavuşum.. o “Krasnoyarık, "tan kaçtım. Arkadaşlarımdan . şu ikisi, esaretten evvel benim kıtada hizmet ediyorlardı. Bu onbaşı ayni gari. zondan benden bir hafta sonra kaçmış. Diğer ar. kadaşımız da, yine kaçak bir neferdir. san eyledi) —G:28:3. 'Tebdili kıyafette olan bu askerler, benim hüvi- yetimi öğrenmek için sabırsızlanıyorlardı. Evvelâ yanımda duran Şerifi gösteretek, söze başladım: — Arkadaşım orduda sıhhiye çavuşuydu. Esa tete düştükten sonra, bir müddet “Krasnoyarsk,, ta kalmış.. Sonra ihtilâl dolayısile “Irkutek,, a sevket- mişler.. Oradan kaçtıktan epey sonra, “Bagatol,, dâ buluştuk.. Bana gelince, birinci mülâzim rütbeli bir piyade zabitiydim. “Kansk,, , çınsk,, garnizonlarında bir müddet kaldım.. A Bu sözüm üzerine, hepsinin yüzü güldü. Ateşin etrafına sıralandık. Çabuk dost olmuştuk. Herkes kendi başına geleni anlatırken, Şerif ku lağıma eğilerek: — Ben de başımli gelenleri söyliyeyim mi? Dadi, — Şimdi dursun.. Başka zaman. Diye cevap ver- dim. Zavallıyı trende de, bir kaç kere böyle sustur- Muştum, Hemen suratını astı, Ve artık lJâfa da ka- Tışmadı. Müştereken tedarik ettiğimiz yiydeeği | yedikten sonra, hepimiz başlarımızın altına birer tuğla yer- leştirerek yatmıştık. Şerit söyleniyor: — Bu yumuşak yastıktan hiç haz etmedim. Boy» num tutuldu, diyordu. 'Tuğlanın üstüne mendilini, yahut başka bir şey sermesini söyledim. 5 — Ne yapsam nufilef.. Dolaklarım bile kifayet etmiyor, dedi. Pek rahatsiz bir şekilde uykuya daldık, Uyandı. ğım zaman, minarede sabah ezanı okunuyordu. Af- kadaşlarımın hepsi kalkmışlar, namaza gitmek için abdest almağa hazirlanıyorlardı. Camiin avlusuna bakan pencereye gittim ve ala- ca karanlığın derin sükütu içinde, çocuk yaşımdan beri kulaklarımın alışık olduğu bu hazin ve ilâhi sadayı dinlemeğe başladım. İşte, ezan bütün müslümanları ibadete çağıriyor.. O ibadet ki, töbekirların ruhlarını bütün kirlerden bütün nedametlerden kurtararak, İşlenmiş suçların bütün günahlarını temizliyen tek çaredir. Bu ça- reye siğınanlar, o büyük huzura gelip yalvaranlar, dalma doğruluk ve elime yalunu takip eden kime selerdir.... Kalbimde kökleşip kalmış olan bu kanaati kendi Mindiyadaki dostluk maçlarında elde “Dauriya,, ve “Ar li de biraz azalmış görünmektedir. settim ve İçimde uzun yıllardan sonra, ilk defa do- ğan büyük bir arzu ile avluya inen arkadaşlarımı takip ettim, Şerif, sbdest aldığımı görünce pek sevinmişti. Birlikte camiye girdik. Cemaat kalabalıktı. Hemen hepsi Kırgız müslümanlarından olan, bu Tatar küt- lesi arasında, arka saflardan birinde yer aldım. Kudsi bir vect içinde, başım secdel rahmana .değdikçe, sanki ruhum yıkanıyor, bu huzura lâyık olmıyan sefil iyetim sanki, kirli dudakları. min telâffuz ettiği âyetlerle temizleniyordu. En sonra ellerimi kaldırdım ve şu duaları miri dandım: Yarabbim!. Ettiğim bunen fenslıklar, işlediğim türlü günahlar için beni affet!.. Beni ıslah et., Emel- lerime kavtıştur.. Geçmiş günlerin acılarını kalbim- den çikar.. Bundan sonra, doğruluk ve iyilik yolun- dan ayırmal.. Bana İnsanlığımı geri ver, Ruhumüb, bu niyazkâr feryatları acaba yerine vasıl olmuş muydu?. Burasını bilemezdim. Fakat, üzerimden ağır yükler külkmiş gibi kendimi hufif. lemiş hissediyordum, Bu sırada Şerif, yanıma gelip gayet yavaş bir sesle dedi ki: — Bir aşir okumak İstiyorum Halük Bey. Müsa- ade eder misin?.. Yolsuz itirazlarıma alışmış ölan zavallı dostum, maziüm bir tavırla yüzüme bakıyordu. — Oku Şerif, dedim. Ne İstersen okul. Bir çeyrekten ziyade camlin kubbesi, kudaf nağ- melerle inledi. Bu sesler #önkl, yudum yudum” ru huma sizmişti.. Sanki yerle gök arasında, uçsuz bir caksız boşluklarda uçmuş, uçmuştum.. a Camiden çıktığımız zaman, temiz giyinmiş bir adam yanımıza sokuldu. Memnun bir yüzle Şerifin omuzunu okşıyarak dedi ki: — Buranın yerlilerinden olmadığınız beli, Lâ- kin kimsiniz?.. Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz? Şerifin yüzüme bakması üzerine, ben söze karış- tum: — Görüşmek arzu ediyorsanız, odamıza büyu- run. Şu küçük evdeyiz. — Teşekkür ederim.. Lâkiri şimdi biraz işim var. Öğleden sonra gelirim. (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: