12 Ekim 1957 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 19

12 Ekim 1957 tarihli Akis Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

relikti. Dört yuz kışılık Ankara Ceza evine sekiz sığdırılmıştı. Bunların yaşama şartları diğer yer- lerdeki mahkümlara nazaran çok i- yiydi ama, gene de normal temizlik kaidelerinin tatbikine pek az imkân bulunuyordu. Koğuşlar hemen daima toz içindeydi. Koğuşlara "meydancı" denilen fakir mahkümlar, daha zen- gin mahkümların Verdıklerı para mu- kabılınde bakıyorlar, öteki arkadaş- larına hizmet edıyorlardı Koğuşların ekserisi elli ilâ yüz kişilikti. Yalnız, "Hilton" adı verilen koğuş oh altı mahküma ayrılmıştı. .Ancak bu o- nuncu koğuşa artık "Hilton" "Cibali Karakolu" demek lazımdı, zira on altiı mahkümun 4' ü polisti. Mahkümların hiçbir 1ş1 gücü yoktu. Bu yüzden ne yapacağını bilmiyor, sıkılıyordu. Büyük koğuş- larda yataktan yatağa misafir gi- diliyor,' toplanılıp konuşuluyor dert- leşılıyo rdu. geçirmenin tek resi okumaktı. Mahkümlar bir- bırlerıne daha ziyade masum ol- dukları halde nasıl cezalandırıl- dıklarını anlatıyorlardı. Bu — söz- leri dinledikten sonra — hapishane- leri hep masumların doldurduğuna inanmak gerekirdi. Hiç kimse bir marifeti olduğunu kabul etmeye ya- naşmıyordu. Hele hırsızlık ayıp suç- tu. Hırsızlar kendilerine başka suç- lar 'uyduruyorlaı'dı Bir tanesi "Ben trafikten geldim" demiş, arkadaşla- rI sıkıştırınca ilâve etmişti "Cep trafiğinden". Mahkümlar lakaplarıy— la anılıyorlardı. Lâkapların bir kıs- mı Kofti, Kıyto gibi uydurma isim- lerdi. Diğerleri Sansar, Fare, Tilki gibi şeylerdi. Hapishanelerin kendi- ne mahsus İisanı oldugu gibi bir de edebiyatı mevcuttu ve ağır mahküm- lar birbirlerini hep tanıyorlardı. He- le çok hapishane dolaşıp "Hapisha- neci" olanlar filanın şurada, falanın orada bulunduğunu biliyorlar, keşfi güç bir vasıtayla haberleşiyorlardı. Herkesin ağzında dolaşan, herkesin duyduğu isimler vardı. B nlar, bi- lekleri sayesinde fors yapmış kımse— lerdi. Akşam olunca mahkümlar ko- ğuşlara doluyor ve kapılar üzerleri- ne kilitleniyordu. her koğuşta ho- parlör vardı ve idarenin canı iste- i radyo çalınıyordu. — Fakat Cezaevinde. Müdürün zev- cesi merhum olup ta Müdür mem- leketine 1zın11 gittiğinde Baş Gar- diyan milli ilân. etmiş ve iki hafta radyo saldırmamıştı. Rad- yo, Müdürün odacılarının eline kalınca da derhal Arapça neşri- yat başlıyor, Mısır istasyonları din- leniyordu. Gece erken — yatılıyordu. Koğuşlarda 1ş1k1ar1 söndürmek ya- saktı. Bir mahküm nöbet bekliyor ve horlayanları uyandırıyordu. — Sabah olunca derhal koğuştan kaçmak 1lâ- zımdı: Öyle bir koku etrafı kaplı- yordu ki, dayanmak imkansızdı. Ve günler böylece geçip gidiyordu; Islah mı? Asla!. Osabah hapishaneden ayrılıp evi- nin yolunu tutan mahküm, işte bütün bunları düşündü. Demir par- maklıkların arkasındaki dünya, husu- sıyetlerıyle dertleriyle, kendı le- miyle 'gözlerinin Öönünden -geçi dışardakilerin içerdekileri nasıl bıl mediklerini hatırlattı. Mahkümların da birer insan oldukları, hakimlerin ağzından o kadar kolaylıkla çıkan ce- zaların aslında ne ifade ettiği o kadar çabuk unutuluyordu ki.. Otuz senelik mahkümlarla dirsek dirseğe — otur- muştu. Otuz sene!. Yatmakla bitecek altındaki şey miydi bu? O cezanın ADALET adamın haleti ruhiyesi bambaşka o- luyordu. Orada geçen bir tek gün insanda silinmez izler bırakıyordu. Ya otuz sene,? Bir ömür. — Ümidsiz, istikbâlsin bir ömür. Üstelik hiç bir iş yapmadan, sadece yatıp düşünce- ye kara kara düşüncelere dalmak- la geçirilen yıllar. O dirsek dirseğe oturduğu insanlar arasında ne kadar iyi kalplileri vardı; Bazılarını — ise mahkümiyet yılları nasıl değiştirmiş, ne haşin, ne.menfaatperest hale sok- muştu. Bin tane hâtıra, kimisi acı, kimisi tatlı, zihnini dolduruyordu. Bir hırsız tanımıştı; adamın kolun- dan saati, düşününüz hiç belli etme- den kol saatini çalmıştı. Bir başkası, cebinde esrarla camide yakalanmış- tı. İki ayağı kalçasından kesik bir a- damın suçu, ırza tecavüzdü. Bunla- rın yanında hakiki talihsizler demir parmaklıkların arkasındaki dünyayı dolduruyordu Aile faciaları öylesi ne boldu ki.. Bir cemiyetin bütün ıstırap veren hâdiseleri orada gözler önüne seriliyordu. Demir perdelerin gerisi, ken- dileriyle alâkadar olacak büyük- leri bekliyordu. Bunların biri o Osman Şevki Çiçekdağ, mahkümla- rın nezdinde, politikacıların gözün- deki Osman Şevkı Çiçekdağdan bam- başkaydı: Bakanlığa zamanında sık sık hapıshanelere gitmiş, mahküm- larla görüşmüştü. Buna mukabil hiç kimse Hüseyin Avni Göktürkü veya Hadi Tanı gördüğünü hatırlamıyor- u. Tahliye edilen mahküm — güneşli hava altında yürüdü. Yakında o da gördüklerini unutacaktı. Kala kala bir kaç hatıra kalacaktı. Kim bilir, belki de demirlerin arkasındaki dün- yanın nasibi herkes, herkes tarafın- dan unutulmaktı. AKİS, 12 EKİM 1957 19

Bu sayıdan diğer sayfalar: