28 Haziran 1958 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 31

28 Haziran 1958 tarihli Akis Dergisi Sayfa 31
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

sık serpilmiş olan nükteler komediyi son derece kesif olarak ortaya çıkar- maktadır. Bununla beraber, oldukça sık nükte aralamak — yazarı bir hayli ucuzluğa goturmuştur Her ne ka- dar nükteler yerine oturuyorsa da, bu yüzden lüzumsuz kişilerin lüzum- suz yerlerde oyuna girmeleri, hele çıkışlarım bir hayli geciktirmelerı göze batıyor. Bu da olayın akışını bir hayli aksatmaktadır Refik Er- duranın "Deli" deki nükte — düzme ustalığı, aynı zamanda zaafı olmuş- tur. Esasen güldürücü olan olay di- ön plâna alınarak, açık nükte- lerden değil de daha çok olaydan komedıyı çıkarma yoluna gidilseydi piyes daha hoş "bir hava kazanırdı. Sahnedeki Deliler Pıyes, Şehir Tiyatrosu Komedi Bölümünün kendine has anlayı- şı ile sahneye konmuştur. Esasen Şehir Tıyatrosu, kadrosundakı dev oyuncularına — rağm son yıllarda sahneye koydugu pıyeslerle ortala- ma seviyeyi aşamıyan, hattâ alatur- ka zıhnıyetten kurtulamayan, iyi ti- yatro örneği olmaktan uzak bir ti- i Bölümü vod- tıkları bilinmiyen birtakım piyesler repertuvara alınır, en çık- tıkları pek kestırılemıyen bır sahne görüşü ile sahneye getirilir. Bununla beraber, Şehir Tiyatro- un yerli pıyeslere olan bağlılığı Devlet Tiyatrosu göz önüne alınırsa öğülmiye değer. Fakat sırf alaturka anlayışa uygun düşsün diy te, repliklerde yapılan degışıklıkler. oyuncunun lehine olsa bile yazarın aleyhine olmaktadır. Piyesi Vasfi Rıza Zobu salıneye koymuştur. Eskinin büyük — aktöri Vasfi Rızanın adı, bır yandan da re- _ıısor olarak, yazarın adı ihmal edil- e bile afiş lerde gorunm ektedir. An- sahnedekı oyunları - gördükten sonra rejisörün nerde olduğunu kes- tirmek bir haylı güç — olmaktadır. Vasfi Rıza rejisör olarak. Prof. Tu- malapı oynıyan Vasfi ye getirmekten başka bir iş yapma- mıştır. Bilhassa ikili sahnelerde 0- yuncular karşı karşıya" dikilmekte birtakım kelimeler gevelemektedir- ler. Diğer oyuncular da içlerinde hiç bir endişe olmadan ezberlerini oku- maktadırlar. Komşu — Nafi rolünde Rauf Ulukut ve Doktorda Behzat Butak bir yana, kimse rolünü biraz düşünmek zahmetıne katlanmamış— tır. Samiye Hanımda Şaziye Moral, rolünü cadı olarak anladıgı ıçın olur olmaz bağırmakta, Nerminde Hu— aşah Göker boyuna körüklenen gı- cıklayıcı bir sesle güzellik enstıtusu mankenlerine benzemektedir. Prof. Tumalapda —Vasfi Rıza Zobu orta seviyeyi ancak bulmakta- dır. Esasen Vasfi Rıza seyirci alkışı rasında yetiştiğinden oynarken bil- hassa alkışlanmıya dikkat etmekte- dir. Oyunun tek elle tutulur oyun- cusu Behzat Butaktır. Behzat Bu- -ak, "Büyük Behzat" olduğunu bir kere daha göstermiştir. AKİS,28HAZİRAN1 9 5 8 Tiyatromuzun Meseleleri Kızma Birader Refik ERDURAN T ıyatroyla ilgili bir arkadaş geçenlerde sinir içinde Üüstüme geldi. lindeki gazetenin kırmızı kalemle ışaretlenmış bir yerini göster- di, haksız yere ıdama mahkum edilmiş bir ınsanın müthiş isyanıyla, 'Bak' dedi, "bak şuna' benim için ne yazmış! Allah aşkına şuna bir yerde cevap verelim!' Gazeteyi aldım, yazılan yazıyı okudum. Kısacası, bizim oğlanın pek işinin elılı olmadığım söylüyordu. Buna verilecek en tesirli ceva- bın zamanla ehliyetini Insanların büyük ekseriyetine kabul ettirecek kadar iyi iş görmek olduğunu anlatmağa çalıştım; lâfı ağzıma tıkadı. aktım ısrar edersem benim namusumdan da şüphelenecek, üstüne varmadım. Gün geçmiyor ki bir yazarımız veya oyuncumuzun haksız tenkid- lerden acı acı şikâyet ettiğini duymayayım. İşin tuhafı, bu bize mah- sus bir hâl sayılıyor: Şarklı ıgımızdan, tenkıdde objektıf ölçü kullan madıgımızdan çok sert davrandığımızdan, 'şahsi girdi gımızden hattâ kızınca bırbırımızın hususi hayatını soz konusu ettıgımızden dem vuruluyor. Bunların iyi huylar olduğunu soyleyecek değilim, ama nıye bıze mahsus sayıldıklarını anlayamıyorum. Bu iş dünyanın her inde böyledir. Bazı mesleklere girerken haksız hücuma uğramak tehlıkesı onceden kabul edılır, futbolcu olacaksanız ara sıra kasıdlı tekme ye- meği, politikaya atılacaksanız her gün yalan yanlış çekıştırılmegı gö- ze alırsınız. Sanat ve bilhassa tiyatro hayatına girerken de, insanın şu- nu bilmesi gerekır Burada maçlar ekseriyetle kazanılır, ıttıfakla de- ğgil. Çünkü sanat tenkidinde ob_ıektıf ölçü yoktur. En objektıf gibi gö- rünen ölçüleri kullanarak birbirine tabantabana zıt üküm l re var- mak mümkündür. İşin sonu her zamın — iki sözden birine day 'be- ğendim' veya 'beğenmedim.' Beğenmeye baglı ışlerde ıttıfak olabılır mi? İstisnasız herkesin beğeneceği kadar güzel kadın, istisnasız her- kesın tercıh ettıgı lokanta var mıdır? Beğenmeyenin gırtlagına sarı- senin ob_ıektıf ölçün?' diye bağıran, sanatçın muşt risine "Bu ğin lezzetsiz olduğunu ispat et!' diyen aşçının- kinden farksızdır Tabıı, birşeyi beğendiği halde şu veya bu sebeple beğenmedim diyen insanlar, bir temsili beğenmemek niyetiyle seyre giden tenkidçiler eksik değildir. Ama bu da futboldeki kasıdlı tekme gıbıdır kızılsa da şaşılmaz ve 'bizim şarklılığımız' diye vasıflandırı- lam Hükümlerin fazla sertçe ifadesine gelince, ben meselâ İngiliz ve Amerikan basınında ara sıra gördüğüm kadar alaylı ve iğneli saldı- rışlara daha bizde şahid olmadım. İşte birkaç örnek: Peter Ustinov piyesine dair söylediklerimi ciddiyetsiz. bulmuş. Şuna inanmasını rica ederım İkinci perdenin sonunda çıkıp gitmem gayet ciddi bir tenkiddi.' 'Mr. Stewart Grainger Paganini rolünde keman çalar gibi yapıyor. Kendisinin çalgıcılıgında bır çıftçı edası var: Bir eli testereyle odun kese ken öbür eli ınek y Oralarda insanların gözünün yaşına bakmayanlar yalnız tenkid- çiler degıl Yaz rlar da başkalarını tenkid için kalemi ellerine alınca onlara taş çıkartıyorlar Bernard Shaw'un Shakespeare için söyledik- le rın bakın . yazı dkları adının bayağısı, aşagılık zamanımızın entellektüel olçulerıne vurulunca pespaye, aptalca, grenç e tahammülfersa ur- madan başkal larının hıkayelerını aşıran bu üs d hırsızın - tu m raklı yaveleri sahnemizin başına nereden belâ olmuş! Rahat gevezelikle tam bir kafa kısırlığını nefsınde bırleştıren bu ukalâ dümbeleğini en ince meseleleri dünyanın en beylik lâfları haline getirişi mektep çocukları- nı bile çıleden çık rır. Ve Swinburne den aldıgı cevap: "Shakespeare'e ancak böyle ağzı bozuk bir soytarı dil uzatabilir 'Şahsiyat yapmak' ve ınsanların hususi hayatlarından bahsetmek hususunda da or: aların tenkidcileri, yazarl rı ve oyuncuları bizden da- ha 'şarklı' dırlar. Yeni evlenen bır risin kocasına bütün mazisini açıkladığını anlattıktan sonra 'Ne dürüstlük! Ne cesaret!' dıye yazan birine Ethel Barrymore'un cevabı: 'Ne hafıza!' Evet, bu heryerde böyledir; zaten kemiği bulunmayan dil, ıddıa— ların en çok surtuştugu bir âlem olan tıyatro dünyasında büsbüt sivrileşir. Onun için hırı gürü okudukça 'Şarklıyız' filân diye hayıflan mayalım. Sade mümkünse hucumlarımız biraz daha ince olsun da, bari eş dost eglensın

Bu sayıdan diğer sayfalar: