16 Ekim 1961 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 33

16 Ekim 1961 tarihli Akis Dergisi Sayfa 33
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

MUSİKİ Konserler İstanbul Cemal Reşit Rey, viyolonist Suna Kanla beraber Şan Sinemasının sahnesine çıkıp ta salonu tıklım tık- lım dolduran dinleyicileri selâmladı- vakit, takvimler Ekimin 8'ini gös- teriyordu. Biraz sonra mevsimin ilk senfonik konseri başlıyacaktı. Prog- ramda son derece ilgi çeken üç eser yer almıştı. Vivaldi'nin keman ve yaylı çalgılar orkestrası için "Mev simler" adlı ört konçertosu, De- vr "Prelude a l'apreös midi n Faune"u ve Cemal Reşit Reyin “Fatih Sultan Mehmet" adlı senfo- nik şiiri. "Mevsimler", bir Türk or- kestrası ve bir Türk solisti tarafın- dan İstanbulda ilk defa çalınacaktı. "Fatih'in de -programdaki nota gö- re. Türkiyedeki ilk icrası yapılıyordu. Vâkıa bu eseri iki yıl kadar önce Ro- bert Lawrence Ankarada Cumhur- başkanlığı Senfoni Orkestrasına çal- dırtmıştı ama, o "Fatih" ile bu "Fa- tih" arasında dağlar kadar fark var- dı. O zaman, Robert Lawrence kendi keyfince senfonik şiirin sağım solu- nu budamış ve büyük bir pervasız- lıkla "esere hizmet ettiğini" iddia et- mişti. "Fatih Sultan Mehmet", beste - cinin kaleminden çıktığı şekliyle ilk defa o gün çalınacaktı Vivaldi'nin o "Mevsimleri, konser mevsimi için mükemmel bir Auftakt teşkil etti. Viyolonist Suna Kanın bu önemli eseri enine boyuna incelediği, her ölçüde belli oluyordu. "Mevsimler", herşeyden evvel tasvi- ri bir kompozisyondu: Vivaldi, ilkba- harda kuş seslerini, yazın guguk ku- şunun ötüşünü, sonbaharda sarho şarkılarını, kışın soğuğunda dişleri birbirine vuran, ısınmak için tepinen insanları canlandırmıştı. Büyük us- talık isteyen son derece güç ve par- lak keman pasajlarının yanında, dün- yanın belki de en duygulu, en içli sarkılan yer alıyordu. Suna Kan, bu mükemmel eseri bütün yönleriyle or- taya çıkardı. "Mevsimler"i bu kadar parlak, bu kadar duygulu, bu kadar temiz çalmak ancak büyük keman- cılara, kemancılığın da üstünde, bü- yük müzisyenlere vergi olmalıydı. yeni Suna Kan sahnedeyken "keman" sahneden çekiliyor, gözden kaybolu- yor, "teknik", "doigte" gibi şeyler si- linip gidiyor ve dinleciyiler son dere- ce beşeri bir icranın peşisıra sürük- leniyorlardı. Eski toprak Konserin Vivaldi kadar ilgiyle din- lenen diğer eseri Cemal Reşit Reyin "Fatih" adlı senfonik şiiri ol- du. Besteci bu eserinde önce Fatih Sultan Mehmetin bir portresini çiz- miş, sonra da İstanbulun fethedilişi- ni tasvir etmişti Kompozisyonun XX. yüzyılın dinleyicisi için oldukça eski bir dili vardı ama, ustaca kurul- muş olduğu da inkâr edilemezdi. Ce- mal Reşit Rey, eserini birbirine zıt iki ifade üzerine oturtmuştu. Bu iki zıt ifade, dinleyici karşısına önce Fa- tihin portresinde -birinci kısım- çı- kıyordu: Kahraman Fatih ve şair Fa- tih. Arkasından savaş sahneleri ve dua sahneleri geliyordu. Senfonik şi- ir, genel olarak izlenimci okulun çer- çevesi içine giriyordu ve madeni ne- fesli çalgılarla vurma çalgıların oa- ğır bastığı "höroigue" bölümlerde Mu- sorski'ye, tahtalarla yaylıların Ön plâna geçtiği "Iyrigue" bölümlerde Fransız "impressioniste"lerine yakın duruyordu. Cemal Reşit Rey, zıt ifa- deler arasındaki dengeyi iyi âyarla- mış ve kompozisyonu sıhhatli bir rit- mik bünyenin etrafına oturtmuştu. "Fatih Sultan Mehmet" çağımızın çocuğu sayılmazdı, ihtiyar (oOolarak doğmuştu ama, "milli" karakteriyle, sağlam yapısıyla herhalde pek ço kişinin ilgisini üstüne çekecekti. Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkest- rası 10 Ekim sah gecesi mevsi- min ilk konserini verdi. Orkestrayı İtalyan şef Bruno Bogo yönetiyor- u. Programda Corelli'nin fa majör Conoerto Grosso'su, Wagner'in Parsi- fal Prelüdü, Liadov'un Peri Masa- lı ve Beethoven'in Üçüncü Senfonisi yer almıştı. Bruno Bogo, orkestrayı Eylül başından beri büyük bir titiz- likle çalıştırıyordu ama, ektiklerini ilk konserde biçtiği pek söylenemez- di: Konser teknik yönden orta sevi- 16 EKİM 1961 AKİS, Sona Kan Usta parmaklar yenin üstüne çıkamadı. Vâkıa orkest- ra geçen yıllara nazaran adamakıllı toparlanmıştı, yaylı çalgılardan ge- len ses yumuşamıştı, ton güzelleş- mişti ama, kusursuz bir beraberliğin, sağlam bir entonasyonun -hele nefes- li çalgılarda-pek sözü edilemezdi. İlk konser, teknik kusurlar bir yana- asıl eserlerin yorumlanışı bakımın- dan dikkati üstüne çekiyordu: Bru- no Bogo, bütün bestecilerin üzerine değişik ışıklar düşürmeye bilhassa özenmiş gibi görünüyordu. Geleneğe karşı durmakla, müzik dünyasına elleri üzerine dikilip tersten bakmak- la taze hava eseceğini, yapılan şeye "şahsi yorum" adının verileceğini sa- nan bütün şeflerin düştüğü hataya Bruno Bogo da düşmüştü Böylelikle programdaki eserler cansız birer no- ta kümesi olmaktan öteye geçeme- di. Bilhassa' Beethoven'in Üçüncü Senfonisi beşeri yönünü bütün bütü- ne yitirmiş görünüyordu. Bruno Bo- go bütün bestecileri sert, köşeli ka- lıpların içine dökmüştü ve eserlerin nefes alıp vermesini, kendi kuralla- rına göre akıp gitmesini engelliyor- du. Ankaralı dinleyicilerin, bu konse- re bakıp İtalyan şef hakkında kesin bir karara varmaları herhalde doğru olmaz. Bruno Bogo belki önemli bir yorumcu değildir ama, Cumhurbaş- kanlığı Orkestrasını bir öğretmen gi- bi titizlikle çalıştırmaktadır. Bu mevsim içinde orkestranın oteknik seviyesini yükselteceğine muhakkak; gözüyle bakılabilir. Herhalde bir sü- rn cambazlık yapmadan Onca a- a binmesini öğrenmesi şarttır o ve milim beri devamlı bir şeften mah- rum kalmış olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Bruna gibi bir çalıştırıcıya şiddetle ihtiya- cı vardır. 33

Bu sayıdan diğer sayfalar: