18 Aralık 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

18 Aralık 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

18“ Könuhevvel 1931 Aliğaii Tefrika No:7 Türk orduları karşısında Ingiliz askerlerinin mukavemet edemi- yerek silahlarını atıp kaçtıkları acı bir hakikattı. Ingiltere hükü- meti de bu hakikatı idrak etmişti. Kaleyi içinden fethetmek zamanı gelmişti ! Sinyor Balbo'ya: — Birdenbire çok sancılandım, dostum! Ben hastalıklı bir ada- mım.. En ufak bir heyecana bile tahammülüm kalmamış. Âsabım bozulunca kalbim tıkanacak gibi çarpıyor. Bana müsaade ediniz, başka bir akşam gene birlikte geliriz, dedim. Ilalyan genci mazeretimi kabul etti. Klüpten ayrıldım. Ertesi sabah otelde bütün ga- zeteleri gözden geçirdim. Dünyanın en mühim hadiseleri, sanki, o günü belemişti: Alman başvekili Betman Hol- veg Türkiyeye ait mühim bir nutuk irat etmiş.. Türkiye harbiye nazırı Envr paşa Alman ordula- rmı teftiş için Berline gelmiş.. Leyman fon Sanderes (Çanakkale) boğazı hakkında en mahrem ka- naatlerini söylmiş.. Bombaydaki Hint müslümanları Türklere karşı kurşun . atamıyacaklarını ilân et- mişlerdi. Hadisat birbirini takip ediyordu. Türkler, zeman zeman, en müt- hiş mahrumiyetler içinde bile hari- kalar yaratan cesur bir millettir. Şarkı ve türk tarihini çok iyi tetkik etmiştim. Türkün etten ve kemikten kolunu, medeniyetin çelikten mamul kolları bile kolay kolay bükemrezdi. Bir ingiliz kulağı, bu hakikati, bir fısıltı halinde bile işitmeğe tehammül edemez. Fakat, kendimi de aldatacak değilim ya ..! Türkün ayranı kaba- rırsa gözü hiç bir şey görmez.. Çelikten kalelere tırmanır ve ölüm saçan (toplara (karşı kendini göğsile müdafaa eder. Neden bilmem? Ben, eskiden- beri Türklerden korkarım. Hint ibtilâlini o bastırdım. (o Efganda, Musulda ihtilâl ve iğtişaş çıkar- dım.. Havada en tehlikeli tayyare yolculukları (o yaptım.. o Vahşiler içine düştüm.. Sudanda timsahlar ve Delhide fillerle (mücadele ettim. Bütün bu düğüşmelerimde daima mzaffer oldum. Fakat, gözümün önünde bir Türkün hayali dikildiği zeman tüylerim ürperiyor. Türk askerinin attığı Tefrika numarası; 77 Nakleden: “ Türkün ayranı kabarırsa, gözü hiç bir şey sö mez. Çelikten kalelere tırmanır ve ölüm saçan toplara karşı, kendini, göğsile müdafaa eder, kurşunlar sehirbazlar tarafından mı imal ediliyor? Bu kudret ve kuvvetin sırrını anlatmağa çalışacağım. . ". e Kudus cıvarında.. (Hebron dağı yamacında bir çadırda iki kabile şeyhi konuşıyor) — Şeyh Abdullah! Senden bir şey sormak isterim: Kabilemiz arasında çok memnun kaldığından eminim! Senin için hiçbir tehlike mevcüt ve mutasavver değildir. Arasıra kuduse neden inmeyorsun? — Cemal paşa ile aram açıktır. Kuduse indiğimi haber alırsa, beni de bir bardak şerbetle öbür dünyaya göndereceğinden korku- yurum. — Adam sende.. Kudüse sivil olarak gideriz. Orada bizi kimse tanımaz. Mescidi Aksa'da bir cuma namazı eda etmek her müslümana nasip olurmu? Ben bu hafta içinde iki def'a Kudüse indin. Şehir okadar kalabalıkti.. Bir yabancıyı keşf- etmek için peygamber olmalı. — Peki.. söz veriyorum. — Ben yarın akşam tekrar gitmek istiyorum. — Pek âlâ.. Birlikte gideriz. şehirde askeri faaliyet var mı? Neler gördün 2... — Şehirde değil , cephelerde bile faaliyet yok.. Cemal paşa fırkaların tebdilini emretmiş. Ya- kında nakliyat (o başlıyacakmış.. Hiçbir tarafta bir tutam barut kokusu bile yok. — Tebdili emredilen fırkalar- dan haberdar mısın? — Kudüs ve havalisindeki Türk askserleri yorgunmuş. Onları daha az faal cephelere çekeceklermiş... — Yerlerini kimlerle doldura- caklar. — Arap askerile.. — Arap askerile mi..?! — Neden hayret ettin? — Daha serbest seyahat etmek imkânı hasıl olacak ta.. — Şeyh Abdullah sen çok akıllı bir adamsın! Mısırdan buraya ka- dar gelip de koskoca kabileni türklere nasıl esir vedin?! şaşı- yorum... — O feci sahneyi bana hatır- latma, kuzum! Bir mağlubiyettir oldu. O meş'um gündenberi kabi- len arasında bana büyük bir mevki verdiğin için sana ilelebet 18 Kânunuevvel 1931 Denizlere de hş et—— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valentiner Mütemadi surette, yeni yeni humbaraların ateşine maruz kalı- yordum. Gece basıncıya kadar, bu, böyle sürdü. Ay, saat dokuzda batardı. Sonra, artık, ortalık kapkaranlık | kesilecekti. Başka türlü hareketime imkân kalmamıştı. Saat onu vururken su satbına çıkacaktım. Gemimi ağır ağır yürütüyordum. Toplarımı endaht için müheyya bir şekle soktum. Şayet öleceksek bile, hayatımızı tuzluya mal edecektik. Gece, karanlık ve sisliydi. | | | | | | Mütercimi : (Vâ - Nü) Buna rağmen, korku içinde kaldık. Pek yakınımızda bir vapur | vardı. Nöbetçi zabit: — Aman yarebbil - diye hay- kırdı. — Sus! - dedim. - haykırmal... Vapura o kadar yakınız ki, sesi- mizi bile işitirler. Wursmbach, bizzat top başına atlıyor ve onu endaht için hazırlayor. Kendisine şu emri yollayorum: | — Şayet bize ateş etmezse ve üzerimize hücuma kalkışmazsa | ateş edilmesin. Bu karar üzerine kadın gersonlara yol verildi! Strasbourg | ş şehri Triebes kasabası belediyesi, her | mâsılsa kadın garsonlara hoş bir ! nazarla bakmayor. Almanyada son zamanlarda işsizlerin çoğalması İ üzerine belediye heyeti, kadın erkek garsonların alınmasını karar- laştırmış, fakat lokanta ve bira- haneciler tarafından bu karara itaat edilmemiştir. Bunun üzerine belediye meclisi tekrar toplanmış ve kadın garson | kullanan birahane ve lokantalara devam eden müşterilerden 20 ben 1l kuruş bir vergi alınmasını kararlaştırmıştır. Bu kararın der- hal tesiri görülmüş ve zavallı kadın garsonlara yol verilmiştir. Iskatçılar o mezarlıklara sokulmuyacaklar Mezarlıklara musallat olan ve ıskatçı denen bir sınıf dilenciler var ki bunların işleri güçleri cenazeler inde koşmak, cenaze sahibinin Sfkat ve meli ğe istifade ederek para sızdırmaktır. Belediye, bu ıskatçılarla kati surette mücadeleye karar ver- miştir. Mezar bekçilerine tebligat ya- pılmış ve cenazeler mezarlığa getirildikten sonra ıskati kabristanlara sokulmaması bildi- ilmiştir. — Kabileniz Mısır havalisinde çok zengin miydi? — Tabii.. Bu paraları Hebronun çorak am ar tedarik et- medim yal maiyyetimde gelen üç bin cengâverin harbe girecekleri gece bana teslim ettikleri paraları çadırımın altındaki toprağa göm- müştüm. — Şimdiye Okadar ne kadar altın tevzi biliyor musun? — Ben hediye olarak verdiğim paranın hesabını tutmam... —O halde ben söyleyim, şeyh Abdullah! şimdiye kadar kabilem (efradından yirmi bin kişiye beşer ingiliz altını dağıttın! Hele süvarilerim senden okadar çok memnun ki.. — Onlara daha fazla vermiş olmalıyım.. — Şüphesiz.. ikişer altın fazla. — Suvarileri çok severim de.. — Ya bana..? Bana ne kadar altın hediye ettin, söyle bakalım? — Vallâhi ohatırımda değil, şeyh Salih! — Beş bin gümüş mecidiye, Şeyh Abdullâh! tamam beş bin mecidiye.. — Sana daha çok borcum var! — Borcun mu var? | — Evet. Şu torbayı da al bakayım! f aşiretime ettiğini (Arkası var) Mürulai emrimi yerine geti- riyor. Top başında, gürültüsüzce bekliyor. Kalbimin örsle çekiç gibi vur- duğunu hissediyorum. » Şu ande, iki şıktan biri var: “Ya hayat, ya ölüm. Gözlerim yorulmuştu: Vapuru, ancak silik bir gölge halinde görebiliyordum. Yoksa?.. Yoksa bizden uzaklaşmış mıydı? Biri: — Vapur haber veriyor, Demek ki aldanmamışım?.. Yavaş yavaş, tavada eriyen yağ gibi, vapurun şeytani şekli, sisler arasında eriyor. Sisler vapuru | yutuyorlar.. Kurtulduk mu?.. Bir kere daha mı kurtulduk? Bir çeyrek için mi?... Bir gece Bir hafta için mi?... uzaklaşıyor! - diye için mi ?.. Müşteriden ceza! | | civarında, | garsonlara yol verilerek yerlerine | fenik yani bizim paramızla takri- | | ona, | veçcihen yol | daimi surette kullanlan yollardan | geçmiyordum. Sabaha doğru stop Her akşam bir hikâye Ahmet Münür, bir mektup aldı. Imzasız bir mektup. Bu, aldığı imzasız mektupların beşincisi idi. Düşünün: Bir ayda beş tane mektup. Bunların beşi de, karısı Âdile hanımın Okendisini ( aldattığını bildiriyordu. Mektupla, Ahmet münir beye, efkârı umumiye muvacihesinde komik mevkie düştüğünü bildiri- yordu. Komik mevkie düşmek te, Ah- met Münür'ün pek zıddına doku- nuyordu. Bu mektupları, karısına gös- o gün, imzasız termişti. Karısı: — Amma da komiksin ha... - diye, kendisile alay etmişti- Bu yaştan sonra mı kıskançlık yapâa- caksın? Amma da komiksin ha.. Demek ki, yalnız efkârı umu- miye muvacehesinde değil karısı- nın muvacehesinde de komikti. İşte, Ahmet Münir bey, buna pek içerledi. Hayır, hayır... Intikam almadan, karısının âşı- kını haklamadan rahatlamaya- caktı bir türlü.. Imzasiz mektuplarda karısının ne vakit nerede bulunacağı anla- tılıyordu. Ahmet Münürün tabancası olmz- dığı için, o gün yanına, şişli bas- tonunu aldı. Evden mutat zaman- da çıkıp işine gitti. Fakat, işinde de durmıyarak, doğruca randevu mahaline gitti. Kan dökecekti.. Kan, kan, kan! Kapıyı hızlı çaldı. Kapının çalınması üzerine, ka- rısının aşıkı pencereden baktı. Onu görünce, Adile hanımı, arka kapıdan dışarı salıverdi. Münür bey, içeri girdi. Ev sahi- bini tanıyordu: Arkadaşlarındandı. Sudan bır bahaneyle evin oda- larını aradı. Karisını bulamayınca karmakarışık bir itizarla çıktı. Kim bilir: Belki de, karısı onu al- datmayordu. Ahlaksız herifler, böyle saçma (maktuplar yazıyorlardı. Ahmet Münür, evine döndüğü zaman, karısını orada buldu, Çok geçmeden, bir mektup daha aldı. Karısının randevu evinden nasıl kaçtığı bu mektupta hikâye olunuyordu.. Adile hanımın ertesi gün bir randevusu daha varmış. O randevu da bir kaptanla imiş. haber veriliyordu. Gene şişli baston elde, Münür daha Mektupta verdi. vakit, baskın evine bey, bir Kaptanın Her ne kadar zaman için olursa olun, kurtuldukya işte... Bu meseleden, bilâhare, pek çok bahsettik. Acaba ingilizler bizi görmüşler miydi? Görmüşlerdide, görmemezliğe gelmeği tercihmi etmişlerdi? Onlarda bizim gibi denizi gö- zetlemekle mi meşğuldular, yoksa, dalgınlıkla mevcudiyetimizi fark etmemişlermiydi? Yoksa, yanlarında serbets ser- best yürüdüğümüzü gördükleri için, bizi bir ingiliz tahtelbahri mi sanmışlardı? Iki saat kadar böylece kaldık. Sonra, makinelarden birini işlet- tik. Bunun üstuvanelerinden yarı- sını yoluna sokmuştuk. Çok şükür, ! bu iş halloldu. Doğruca, Afrika sahiline müte- almağa başladım. | ederim. kapıda li bir tayfa, bir ök“ sürüktür kopardı. Kaptan da, ka- dını içeriye, boş bir odaya saks ladı. kendisi, masa başına geçerek haritaların tetkikine koyuldu. Ahmet Münir, bu evi sahibin- den satın almak istediğini, oda- ları gezeceğini söyledi. Kaptan, tekmil odaları gezdirip yalnız bir tanesini ( Hanaisinin olduğu ma“ lüm |) gezdirmedi. Anahtarı kay- bettiğini söyledi. Yeni bir imzasız mektup, ka- rısının işte tam bu odada sekli bulunduğunu Ahmet Münüre bil- dirdi. Müteakip günlerde ve haftalarda, Adile o hanım, Ahmet Münürü aldattı. Ahmet Münür, aldatıldığını daima öğrendi. Fakat, karısını cürmü meşhut halinde yakalamak cihetine gelince, işte bunu be- ceremedi. Nihayet, günlerden bir gün, şüphe içinde kıyranarak evine döndü. Karısının yatak odasına ansızın daldı. Izbandut gibi bir herifle burun buruna geldi. Şişli bastonunu bu herifin ka- fasına indirdi. Şangır şungur... Aynalı dolabın camını kırmıştı | Tevehhüm içinde olduğu için, aynalı dolabın camında gördüğü kendi hayalini okarısınn aşıkı sanmıştı. Nakili : (Hikâyeci) Fransanın nüfusu Beş senede bir milyondan fazla artt arttı Geçer Martta Martta Fransada e lan yeni tahriri nüfusa ait mua“ melatın şimdi arkası alınmıştır. Bunun neticesine göre Fransanın nüfusu şimdi 41,834,918 kişidir. Bundan *38.944,000 kişi Fransız tebası ve kalan 2,890,928 kişi ecnebidir. 1926 senesinde yapılan tahriri nüfusa nazaran beş sene içinde Fransanın nüfusu 1,091,026 kişi artmıştır. Bundan 695,745 kişi fransız tebaası ve 395,281 kişi ecnebidir. Parisin bulunduğu Sen vilâyeti nüfusu 4,474,357 kişiye baliğ olmuştur. Burada ecnebiler 459,498 kişi- dir. Beş sene zarfında Sen vilâyeti nüfusu 305,218 kişi artmış oluyor. - a Teşekkür Genç yaşında âni ufuliyle bizi mete- elim eden ref/kam Müzeyyenin gerek cenazesinde bulunarak ve gerek mek- tupla taziyet ederek kederimize iştirak eden akrabalara ;ve dostlarımıza ayrı ayrı teşekküre imkân olmadığından, kendilerine teşekkürlerimi iblâğa muhte- rem « Akşam>»ın tavassutunu rica Ekrem Hamdi ettik. Sonra, ibataryaları doldur- duk. Derken, Malta adası açıkla- rına döndük. Gece olunca Dalmaçya adaları arasındar yol aldık. Bu saha, faaliyeti harbiye sahasından tama- mileuzaktı. Düşmanla karşılaşmak tehlikesine maruz değildik. Içim rahat olarak mesai odam- da oturmuştum. Vapurun içinde, birdenbire imdat çanlarının çalınmağa baş- ladığını duydum. Böyle bir ande, böyle işaretlerin manası ne olabilirdi? Imdat işareti üzerine, serian batmamız lâzım geliyordu. “ — Ne oldu acaba?, diye düşünerek geminin arkasına se- ğirttim. Ağır surette yaralanmış bir adamın bir kaç kişi tarafından taşınıldığını gördüm. (Arkası var ) “miki ii

Bu sayıdan diğer sayfalar: