16 Mayıs 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

16 Mayıs 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ye ,, DARİ ANMA aş 16 Mayıs 1932 ii Alşam Tefrika No. 60 16 Mayıs 1932 Fransız donanması | SEBA MELİKESİ | Yeniden bir çok gemiler | X Pr hikive | D ES KE. Iz Tİ <3 inşa ediliyor Bir bekâr odası. Ah Le) Eski Hayatları Halidi 5 Yazan: ISKENDER FAHRETTİN “Seba, bugün refah ve saadet beldesidir. Filistin niçin böyle olmasın? Beni İsrail, senin gibi müte- fekkir bir şaire neden sinesinde yer vermesin?,, Saray o bahçesindeki (o eğlence o gece sabaha kadar devam et- mişti, Zaplon, Amonlu cariyenin katilini aramak üzere harem dairesine geçmişti. Rodit, Süleymanın zevceleri ve cariyeleri rasından, en ufak ha- diseleri bile gözden kaçırmadan tetkik ve takip ediyordu. Rodit vaziyeti Süleymana bildirmek için fırsat bekleyordu. Seba melikeleri o geceki eğlenceden çok memnun olmuştu. Davetlilerin yanından bir dakika bile ayrılmıyordu. Belkıs, herhangi bir sebeple - bir lahze olsun - iç saraya gitmiş olsaydı, Rodir derhal hükümdarın yanına gidecek ve kulağına: — Katili ben buldum.. Diye fısıldayacaktı. Amonlu cariyenin başını saçla- rından tutarak harem bahçesine götürdüler. Eğlenti devam ediyordu. Belkıs, şair Enveranonun gözle- rinden çok hoşlanmıştı. Süleymana: — Şairle yakından konuşmak arzu ediyorum... Dedi. Hükümdar emretti, Şairi davetlilerin arasına getirdiler. Belkıs gülerek sordu: — Şehirden Hebron yamaçla- rına neden kaçtın? — lnsanlardan çok korkarım, Melike! Dağların koynunda daha emin ve müsterih uyuyorum.., — İnsanlardan ne fenalık gör- dün? — Hangi birini sayayım...?! Iki koyunum vardı, birini çaldılar! Evlendim, karıma göz koydular! Cahil ve mütaassıp halka hayatın felsefelerini söyledim, delidir de- diler! Hiç kimseye yaranamadım... Yuvamı bozdum: Malimi fıkaraye verdim. Karımı kabilesine teslim ettim, İlmimi, fikirlerimi arkada bıraktım.. Ve gözlerimi dağlara çevirdim.. Yüksek kayaların koy- nuna atıldım. — Orada rahatmısın? — O kadar çok rahatımki.. Kulaklarım bülbül ve ceylan se- sinden başka bir ses işitmiyor. Gözlerim, ağaçlardan, kayalardan yeşil ve bakir manzaralardan başka bir şey görmüyor ve ben ancak bu âlemde, kendi âlemim- de kendimi bulabildim.. — Şimdiye kadar ne arıyordun? Şair biraz düşündükten sonra cevap verdi: — Kendimi.. Tefrika No: 28 (| üçük Hanımın Kısme Yl Küçük Hanımın Kıs İzzet — Hidayet, yüzüme bakıp gül- sene... Beni bir an güzel bir kadın telâkki et ve yüzüme bakıp gülümse. — İçimden gülmek gelmiyor. — Böyle yaşanmaz Hidayet. losan aptal olur. Hiç olmazsa buraya geldiğin zaman kur yap. Kur yapacak kızlar çok. — Kızlar çok amma bende kur yapacak istek yok. — Ablandan, eniştenden mek- tup almıyor musun? — Aradasırada yazıyorlar. Am- ma onların mektupları beni tat- min etmiyor... Aziz derin bir düşünceye daldı. Içerde, gramofondan yükselen e. antika — Aradığını bulduğundan emin misin? — Dağlardan his ettiğim huzur ve saadet bana bu emniyeti verdi. Hazreti Süleyman bu muhavere- nin beni israil üzerinde fena tesir yapması ihtimalini (o düşünerek ayağa kalktı: — “Enverano,, fevkaklbeşer bir mahluktur, dedi, hem cinsinden kaçan insanların cemiyet içinde ne mevkii nede şerefi vardır. Eğer herkes onun gibi yapmak isterse, mamur beldeler köpeklerle dolar ve mesut insanlar dağlarda saadet ve sükün ararken, açlıktan biri birini yemeğe başlar. , Seba melikesi, (Süleyman'ın bu sözünü tasdik etti: — “ Ecdadım, Seba ölkesinde, yedi kabilenin asırlarca devam eden muharebe ve mücadeleleri neticesinde mahvolmuştu. Her kabile, bir dağın hakimidi. Ben kabileleri dağlardan şehre indir- dim.. Hepsini birbirile tanıştırdım ve barıştırdım.. Gördüler ki, asırlarca çarpıştıkları insanlar da kendilerinden başka bir şey de- gilmiş.. Bu ittihattan zengin bir hükümet doğdu. Şehrin harabe- leri az zamanda bir mamüre haline | geldi. Dağlarda bir fert kalmadı. (Seba) bugün refah ve saadet beldesidir. e Flistin niçin böyle olmasın? Yüzlerce şair ve feyle- sof yetiştiren Beni Israil, Enverano gibi mütefekkir bir şaire neden sinesinde yer vermesin? Dağlar, yalnız ceylânların ve. bülbüllerin yeri değil, ayni zamanda da kurtların, yılanların, vahşi hay- vanların oyatağıdır. Orasını da onlara bırakalım!,, Şair bu iki hitabeden de çok müteessir olmuştu. Gözünün ucile Seba melikesini tetkik ediyordu. O ne sehhar bir kadındı? Süleymandan ve kendisinden çok daha kuvvetli mantıkı ve yüksek sesi vardı. Enveranoyu senede bir defa dinlemek için, evdeki küçük çocuklarını bırakıp sokağa fırlıyan kadınlar bile şairi bir tarafta bırakarak (Belkıs) : dinlemeğe başlamışlardı. Belkısın sesi perde perde yük- seliyor ve kâh inceliyor, kâh kalınlaşıyordu. Acıklı bir mevzu anlatırken sesi, en hazin musiki nağmelerinden daha müessir bir 16 Mayıs 1932 ei “Hallaluya,, Adananın sıcak, ateşli gece havasında kayboluyordu... * »» Trikotaj fabrikasına, işçi kızlar birer ikişer gelmeğe başlamışlardı. Gelenler soyunuyorlar | siyah önlüklerini giyip (o makinelerinin başlarına geçiyorlardı. Mekikler işlemeğe başladıktan sonra, kapıdan genç bir erkek girdi ve etrafına bakmadan, oda- lardan birinin kapısında kayboldu. Bir an, bütün gözler bu kapıya takılı kaldı. Bir an, mekiklerin sesi duyulmadı. Ve tekrar maki- neler işlemeğe başlıyınca, konuş- malar oldu; — Faik bey gene telaşlı. İngilizler Fransızların yeni bahri inşaatından büyük endişe ile bah- sediyorlar. Deyli Telefraf gazete- sinin bahri muharriri yeni Fransız flotilla rehper gemilerinin Alman- ların yeni zırhlısı sisteminde birer kruvazör olduğunu iddia ederek diyor ki: “Derdesti inşa altı Fransız harp gemisi gerek terki teslihat konferansının müzakeratı gerek Londra deniz muahedesi cihetin- den teemmüle şayandır. Geçen sene inşasına başlanan bu altı gemi Le Fantasgue ile aynı sis- temde olan beş filotilla rehberidir. Bunlar birer hafif kruvazördür. Herbirinin makinesi 74,000 beygir kuvvetinde olup süratleri saatte 37 mildir. 650 ton petrol alarak 4,000 mil mesafeyi mahrukatın tecdit etmeksizin katedebilecek- lerdir. Hacimleri 2,570 tondur. Şimdiye kadar Fransızlar otuz bir adet filotilla rehberi sipariş etmişlerdir. Bunların süratleri, mesafeleri, oeslihası | İngilizlerin hafif o kruvazörlerinin (o çoğuna faiktir. Bu gemilerin külliyetli miktarda inşa edilmekte olması Fransız donanmasına okruvazör cihetinden mühim tefevvuk temin ediyor. Fransızlar bu gemilerle de iktifa etmiyerek 1932 senesi inşaat proğramı ile daha büyük ve kuv- vetlilerini yaptırmağa başlamışlar- dır. Bunlardan her biri 3,000 ton hacminde ve saatte 42 mil süra- tindedir. Bunlardan herbiri altışar adet 5,5 pusluk toplar ile mücehhez olacaktır. Ingililtere kralının M. Makdo- naldı ziyareti Londra, 14 (A.A.) — Kral bu sabah M. Makdonaldı tedavi edilmekte olduğu klinikte ziyaret etmiş, kendisine doktorların vesa- yasına riayet, kâfi derecede istirahat etmesini, tamamile iyi- leşinceye kadar vazifesine başla- mamasını tavsiye etmiştir. ahenkle insanın kulağından ruhuna kayıyor ve bütün hazırunu teshir ediyordu. Maamafih Enverano kendisine yapılan tarizlere cevap vermeden gitmiyecekti. Evvelâ (o zihninde, Süleymanın sözlerini tekrarladı: “ Mamur beldeler köpeklerle dolar... Köpekler, hükümdarın indinde o derece menfur bir hayvan mıydı? Şehirden dağlara kaçan şair, Süleymana hücum edecek noktayı yakalamıştı. (Arkası var) — Ne zaman telâşlı değil ki... — Yahu yüzümüze olsun bak- mıyor. — Mahçup genç. — Amma güzel... Bu aralık işçi başı Sustular. Mekikler öğleye kadar, bilâfa- sıla işledi. Öğle tatilinde, beş on kız bir küme teşkil ettiler. Gene Faik beyden bahsetmeğe başladılar. Yüzlerine bakmıyan bu genç mu- hasip hepsinin dilindeydi. Kızlardan biri dedi ki: — Ben Faik beyin kime âşık olduğunu biliyorum. Hepsi, merak içinde sordu: — Kime? — Belmaya. —Yok canım! Belma bütüngün, sabahtan akşama kadar patronun odasının yanındaki küçük odada göründü odaları ah.. Bunların nasıl olduk- larını bilir misiniz? Bilirseniz ta- rife hacet yok.. Bilmezseniz anla- tayım: Bunlar, belki çok dağınık belki de çok toplu olurlar.. Fakat gene de havayı nesimilerinde bir hüsran kokusu duyulur. Bir eksik- lik!,. Evet bir şey eksiktir: Kadın... Işte Ahmet Kudret'in bekâr odası da böyle bir odaydı: Burası Aynaroz'du sanki.. Tam üç sene- dir, kapıdan içeri bir tek kadın ayağını basmamıştı.. Ahmet Kud- ret, burada, münzevi, metrük bir ömür sürüyordu... Hattâ, işlerini bile kapıcının karısı değil de bizzat kapıcı görüyordu. O sabah, kahvaltı için öteberi getirdiği vakit, kapıcı, Ahmet Kudret'e bir de mektup uzattı. Adamcağız dona kaldı. Bir ân, zarfı açmakta tereddüt etti, Zira, elyazısını tanımıştı. Sonra, par- makları titriyerek mektubu açtı. Okumağa başladı: Kudret! Kudret'ciğim! Elbette (o zarftaki (o yazımdan mektubu (Obenim gönderdiğimi anlamış ve hayrete düşmüşsündür. Evet, üç senelik gaybubetten sonra, nihayet sana müracaat ediyorum: Beni affet. Yanına gel- meme, tekrar seninle yaşamama müsaade et! Fakat bir şartla, Kudret! (Şartı benim koşmama hayrettesin, değil mi? Fakat o şartı kabul etmezsen sana gelemem. ) Ne için senden gittiğimi, neden seni yüzüstü bıraktığımı bana sormayacaksın ve şimdi neden döndüğümü de sormayacaksın... Anladın mı?.. Şayet teklifi kabul edersen Istanbul posta kutusu (şu...) numroya cevabını yaz... Meliha Ahmet Kudret, yerinden sıçradı. Demek ki Meliha... Meliha... Geliyor ?... Onun kıymetini anlamış, onun üzerindeki ( tefevvukunu nihayet görmüş... Geliyor... Macera çok feci, fakat feci olduğu derecede basitti: Karısı, ona, “Beni arama... Başka bir memlekete gidiyorum!... Affet!, diye üç kısa cümlelik bir mektup bırakarak, üç sene evvel ortadan kaybolmuştu. Şüphesiz ki, bir erkeğe kaçmıştı. Ahmet Kudret de, o günden itibaren, böyle met- ruk ve münzevi bir bekâr oda- sında yaşamağa başlamıştı. Demek ki, şimdi, onun o yabancı erkek üzerinde tefevvukunu anla- yarak karısı avdet ediyordu. Buluştular... Sanki hiç bir şey olmamış gil defter tutmakla meşgul, Faik beyin yüzünü hile görmüyor. — Marak etme, Belmanın oda- sına girmek için fırsat gözlüyor ve bulduğu fırsatı da kaçırmıyor. Başını kaldırıp bizim yüzümüze bakmıyor amma, güzel Belmayı gözleri ile yiyor. — Amma da güzel ha... Buna bütün kızlar itiraz etti- ler. Belma güzel kızdı. Bu hususta hepsi müttefiktiler. Belki yüzünün çizgilerinde ufak tefek kusurlar bulmak kabildi, fakat alımlığına hiç bir deyecek yoktu. Belma kanı sıcak; sevimli, canayakın bir kızdı. Görüp de sevmemek kabil değildi. — Amma burnu biraz sivri.. — Gözleri siyah olsaydı daha güzel olacaktı. — Saçlarının kıvırcıklığı tabii mi şanki.. Ömürlerinin filminden üç sene- lik kısmını çıkarmışlar; Meliha'nın firarından bir gün evvelki hayat- larile eve geldikten bir gün sonraki (o hayatını (o yekdiğerine yapıştırmışlar (e gibiydi. Aradaki üç seneden asla bahsetmiyorlardı. Bir tek kelime bile. Erkek, verdiği vadi tutmuştu: Kadına, niçin kaçtığını, kiminle kaçtığını, niçin döndüğünü sor- mamıştı. Hiç, hiç, hiç bir şey sormamıştı, Onu takip te etmiyordu. Hare- kâtından da bir şeyler öğr...nek istemiyordu. Bir akşam eve döndüğü vakit, Meliha'yi ağlar buldu. Aman yarabbi! Nasıl ağlafışl iki göz iki çeşme... Ahmet Kudret'i görür görmez, sıçradı. Onun boynuna” sarıldı. Boğulur gibi bir sesle: — Ölmüş! - diye haykırdı. - Bir otomobil kazasında ölmüş, başka bir kadınla evlenmek üzere beni terketmişti. Şimdi de ölmüş. Kudret, sıçradı. Şaşkın şaşkın baktı. Demek kadının gelişinin sebebi kendisini tercih edişi de- gildi. Ve işte, bunu, kendi ken- diliğinde, hiç bir suale maruz kalmadan sölüyordu. Erkek : — O adam kimdi?- diye bo- gulur gibi sordu. - ismini söyle! Kimdi ? Kimdi? — Öldü... Öldü... Eyvah öldü... Halbuki, gene ümidim vardı... Nâkili: (Hatice Süreyya) Tayyare kazası Roma, 15 (A. A.) — Aviano tayyare limanında bir tayyare kapaklanmış ve tayyareci ile ma- kinist ölmüşlerdir. 1 Aylık abone 150 kuruş Muhterem karilerimize kolaylık Karilerimizden arzu edenler 150 kuruş mukabilinde gaze- temize bir ay için abone olabileceklerdir. Gazetemize bir aylık abone kaydedilecek muhterem oku- yucularımızdan ricamız: 150 kuruştan ibaret olan abone ücretini müddetlerinin hitamından evvel ve vakti zamanında idaremize göndermek. Aksi takdirde gazete irsalâtında (o teahhur vukubulur ki bunu mubterem kari'lerimizin de arzu etımiyeceklerinden eminiz. — Yok, bacaklarına deyecek yok.. — Vücudu mütenasip amma... Malümya, kadınlar, böyledir, birinin o güzelliğini methettikten sonra, mutlaka ufak tefek kusur aramaktan da nefislerini menne- demezler. Belmanın kusurlarını ararlarken patron göründü. Sustular. Gene yalnız mekiklerin sesi duyulmaya başladı. sw Amma hepsi de için için düşün! ) nüyorlardı: “Faik bey Belmaya tutuldu. Fakat bu aşkı samimi mi? Sahiden Belmayı seviyor mu?,, Faik fevkalâde mahçup, çekin- gen, sessiz bir gençti. Belmayı ne vakit ve nasıl sevdiğini ken” disi de bilmiyordu. d (Bitmedi) * sü e

Bu sayıdan diğer sayfalar: