29 Mayıs 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

29 Mayıs 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 » Atina mektupları Ismet paşa ile M. Venize- los arasındaki mülâkat Iki hükümeti alâkadar eden bütün meseleler görüşüldü Atina, 24 (Hu- susi o muhabiri- mizden ) — Ro- maya gitmekte olan Türkiye Baş vekili Ismet paşa ve hariciye ve- kili Tevfik Rüştü Bey o maiyetleri erkânile, dün sa- bah Tevere va- purile (o Pireden geçmişler ve pek hararetli bir su- rette o karşılan- mışlardır. Tevere vapuru, Pire li- manında demir atar atmaz, Yu- nan hariciye na- zırı M. Mihalako- polosile refikası, Türkiye (o sefiri Enis bey, Jtalya sefiri, M. Venizelosun refikası, başvekâlet müsteşarı M. Papadatos vapura giderek İsmet paşa ile Tevfik Rüştü beye beyanı ohoşamedi eylemişlerdir. Bu mülâkat esnasında M. Miha- lâkopolos, Ismet paşa ile Tevfik Rüştü beye M. Venizelosun birer mektubunu tevdi eylemiştir. M. Venizelos bu mektubunda, flebit hastalığından muztarip olduğu cihetle, bizzat vapura gelemedi- ginden tesirini bildiriyor, kendi- lerine iyi seyahatlar temenni edi- yor ve arzu ettikleri takdirde umumi meseleleri kabine reis vekili olan M. Mihalakopolosla müza- kere edebileceklerini bildiriyordu. Ismet paşa ile Tevfik Rüştü bey M. Venizelosun rahatsızlığını haber alınca, Atinaya çıkarak kendisini ziyaret etmek arzusunu izhar eyle- mişlerdir. Hatta İsmet paşa söz arasında: — Pireden geçerken ve dostum M. Venizelosun hasta olduğunu öğrenirken, lakayt kalmaklığıma imkân var mıdır? demiştir. Bunun üzerine İsmet paşa ile Tevfik Rüştü bey karaya çıkmış- lar ve M. Mihalakopolosla M. Papadatosun refakatinde otomo- bille Atinaya giderek M. Venize- losu evinde ziyaret eylemişlerdir. Iki başvekilin mülâkatı bir saat sürmüş ve fevkalâde samimi bir bava içinde cereyan eylemiştir. Bu mülâkat esnasında, Türkiye ile Yunanistanı alâkadar eden bütün meseleler tetkik edilerek iki hükümet arasında mevcut olan itilâfın tarafeynin menafiine hâdim olduğu gerek Türk ve gerek Yunan milletlerinin sulh ve müsa- lemeti, samimiyetle arzu ettikleri başka bir devlete karşı hasimane emeller beslemedikleri hiç bir devleti de tahrik etmedikleri tesbit edilmiş, ve tarafeynin oktai nazarında tam bir muta- bakat müşahade olunmuştur. Terki teslihat ve iktisadi mes- elelerde! iki kükümet arasında, tam bir noktai nazar mutabakatı mevcuttur. Türk devlet adamları, Türk ve Yunan sanayiinin ıslâh ve ten- sikini ve birbirini tamamlamasını da teklif eylemişlerdir. İsmet paşa, M. Venizelosu Gazi hazretleri namına, bu sene yaz mevsimini geçirmek için Yalovaya gitmeğe davet etmiş ve kendisine ayrı Ismet paşa ve Tevfik Rüştü bey, Pirede kendilerini istikbal eden M. Mihalakopölosla bir arada bir daire tahsis ve ihzar edildiğini söylemiştir. Mülakat esnasında, Moskova seyahati de mevzuu bahsedilmiştir, Ismet Paşa ile Tevfik Rüştü bey Rusya hakkındaki intibalarını an- latmışlar Ove Sovyet Rusyanın Yunanistanla dostane münasebetler idame etmek istdiğini söylemiştir. Ismet Paşa ile Tevfik Rüştü bey, M. Venizelosun evinde bulun- dukları sırada kabine buhranı hakkında müdavelei efkâr için Yunan reisicumhuru M. Zaimis te M. Venizelosu ziyarete gelmiş ve Ismet paşa ile Tevfik Rüştü beyi selâmlamak fırsatını elde ettiğin- den dolayı beyanı memnuniyet eylemiştir. Gerek reisicumhur gerek M. Venizolus, Türk - Yunan itilâfının, yalnız bir siyasi fırkanın değil, fakat bütün yunan siyasi fırkala- rının eseri olduğunu ve kabinede vuku bulacak her hangi tebed- dülden endişe beslememeleri lâzım geldiğini, iktidara geçecek yeni kabinenin de ayni siyaseti tatbik edeceğini, esasen daima yunan harici siyasetinin bütün siyasi fırkalar rüesasının iştirak ettiği kanunu esasi encümeninde tabii kabinenin mesuliyeti altında tespit edildiğini, kanunu esasi encümenine dahil olan bütün siyasi fırkalar rüesasının bilhassı Türk - Yunan siyaseti hususunda hemfikir ol- duklarını temin eylemişlerdir. Iki vekil birbirinden ayrılırken öpüşmüşlerdir. Ismet paşa, Roma- dan avdette, tekrar okendisile görüşeceğini o M. Venizelosa vadeylemiştir. M. Mihalakopulos ile başvekâlet müsteşarı M. Papadatos, Ismet paşa ile Tevfik Rüştü beyi vapura kadar teşyi eylemişlerdir. M. Mi- halakopulos vapurdan ayrılırken, Ismet paşa ile Tevfik Rüştü bey- den, son zamanlarda aktedilen konferanslarda Yunanistanın haklı metalibini terviç ve müdafaa eden Italya hükümetine Yunan hükü- metinin teşekkürlerini iblâğ etme- sini rica eylemiştir. | * xx» ingilterede pazar günleri eğlence yerleri açılacak Londra, 277(A.A. ) — Avam kamarası, pazar günleri tiyatro ve sinemaların açılmasına müte- allik olan kanun lâyihasını 61 reye karşı 237 rey ile kabul etmiştir. Akşam ISTANBUL HAYATI:* — e Yeni tenezzüh yerleri “Ayakkabının ızgaralısı, maşalısı olur mu?,, Havalar düzeldi, mesire yerle- rinde hazırlık faaliyetleri devam ediyor. Cuma, pazar sabahları vapur iskelelerinde sepetli, boh- çalı yolcular gittikçe artıyor. Geçen uzun kışın yorgunluğu artık cana tak demişti. Henüz sık sık yağan yağmurların serin- liğine ehemmiyet bile veren yok. Parklarda akşamları geç vakte kadar incecik elbiselerle dolaşan- lar pek çok. Akşam üzerleri cad- deler tıklım tıklım doluyor. Yakın zamana kadar berbat çamurlarile meşhur olan Kara- gümrük, Edirnekapı taraflarını şimdi bir görmeli.. Fatihten ileriye doğru tramvay caddesinin ortasmı- da uzanan iki tarafı ağaçlı, geniş yaya kaldırımı akşamları müken- mel bir tenezzüh yeri oluyor. Kolkola birbirlerine sokulmuş çift- ler, çemberlerini ta tramvay ray- larının üzerinde yuvarlıyarak ihti- yar haminnelerini telâş içinde barbar bağırtan afacanlar, her adım başında bir ağacın altına tabla kurmuş yemiş, balon, oyun- cak satıcıları, marul yapraklarını biribirlerine atarak kahkahalarla şakalaşan delikanlılar... Biraz daha ileriye, Karagümrük tarafına doğru gittiniz mi, manzara değişiyor. Buralarda yeni başlıyan futbol merakı tam salgın halini almış. Sekiz, on yaşındaki çocuk- lardan delikanlılara kadar hepsi futbol meraklısı. Eğer bir gün tahta evlerin arasındaki daracık sokaklar, (o etrafında (o süprüntü yığılı arsalar, tramvay caddesinin üzeri hep birer stadyom olmuş. Ne tarafa gitseniz önünüze büyük bir futbol, kuvvetli bir tekme ile fırlatılmış bir lâstik top, yahut ta çuval parçalarından dikil- miş kocaman bir paçavra yumağı yuvarlanıyor.. Arkasından çamur- lara bulanmış kısa donlu, renkli gömlekli, kan ter içinde bir çocuk. Hep ayni çığlıklar, ayni keli- meler. — Goool.. Penaltı çek... Ulan sıkı dayansana şüte be... Şu meşhur Çukurbostanda fut- bol oynanmaya başlıyalı bu civar halkı yediden yetmişe kadar fut- bolcu kesilmiş. Caddeden geçer- ken Çukurbostan sahasında maç yapan mahalle afacanlarının derin bir kuyudan bağırır gibi boğuk feryatlarını duyarsınız. Allı yeşilli gömleklerile toprakların arasında bir paçavra yumağının arkasından bağıra, çağıra yuvarlanan afacan- lar bu stadyomunun en devamlı oyuncularıdırlar. Tramvay caddesinde meydan- lığın kenarında açılan yaz kah- vesi hakikaten ömür yer. Akşam serinliğinde (Bomonti sırtlarını, Ok meydanı tepelerini seyrederek nargile tokurdatanların keyfine payan yok. Bunların bile bahisleri futbol üzerine, dersem mübalağa zannetmeyin. Şöyle yakından ge- çerken kulak misafiri ooldum. Iki ihtiyar başbaş vermişler ko- nuşuyorlar: — Daha bir ay olmadı, beş lira para saydım ayağına bir iskarpin aldım, topa tekme vura vura parça parça etti. lllâllah bu oğlanın elinden. — Ah-birader, sorma o derdi. Bizim ortanca püsküllü belâ. Iki tane yeni ayakkabısı var. Şimdi de, illâ “Top oynamak için izga- ralı potin isterim, diye başımın etini yiyor. Potinin izgaralısını, maşalısını da yeni işitiyorum!.. Edirnekapı ( dışarısındaki kır demhanelerini, göbekli marullarla donanmış içki masalarını da başka bir gün dolaşırız. Çak 29 Mayıs 1932 Nureddin Münşi beyle bir saat.. i Hayatımda ne âşık oldum, ne de aşkı düşündüm Ne Fuzuli, Edebiyattan bir satır okumuş değilim: ne Divani.. Zahire bursasının taştan kapı- sından içeri girdik. Rehberim kapıcıya sordu: — Hoca burâda mı? — Burada beyim... Bir takım lâboratuvarlardan, iğri büğrü, kambur, boynu kıvrık şişelerin arasından, kükürt kokulu odalardan geçtik.. Nihayet küçük bir medrese 'höcresine girdik... Nureddin Münşi bey burada karmakarışık bir kimya muamelesi halletmekle meşguldü, Bizi gö- rünce gayet nazikâne yer gösterdi. Öteden beriden, ziraat sergisinden bahsettik. Nihayet söz ankete gelip çattı. Suallerimi izah ettim. Aşk hakkındaki suale uzun uzun güldü: — Doğrusunu ister misiniz? Bü- tün hayatımda ne âşık oldum, ne de bir dakikacık olsun aşkı dü- şündüm. Hattâ bu kelimeyi ağzr ma almam.. Şimdi sordunuz da nasılsa kullandım. Bir kadın kal- bini tahlil etmedense bir cismi mürekkebin anasırını tahlil etmeği hayatımda her zaman daha zevkli buldum ve bu yolu tercih ettim. Şimdi bunun için hiç pişman değilim... — Aşktan bahseden eserler... Edebiyat ve saire? — Edebiyattan omedebiyattan katiyen anlamam. Edebiyat na- mına şimdiye kadar bir satır okumamışımdır.. — Aman ne mutlu size beye- fendi.. — Amma neroman.. Ne hikâye.. Ne şiir" Bir satır bile.. — Isabet efendim.. Isabet.. — Ne Divani bilirim, ne Nedimi, ne Fuzuli, ne Şinasi.. Nureddin Münşi bey, Divani kelimesini de Fuzuli gibi bir şair ismi tarzında söylüyordu.. Gayet ciddi sözlerine devam etti: — Hem aşkla meşgul olmağı gayet bedava bulurum. Ben bunun yerine ecsamı terazide tartmak, meselâ bir kalbi aşkla yumuşatacağım yerde, ateşte bir cismi eritmeği daha yerinde bir iş olarak bulurum.. Belki edebi- yattan anlamamaklığıma şaşar- sınız.. Fakat benim anlamadığım şey sadece edebiyat değildir. Si- yaset denilen kelimenin de neden bahsettiğini bilmiyorum. — Peki eğlenceleriniz efendim? — Gayet güzel kimya kitapla- rım var.. Sorra laboratuvar ve bütün ecsam.. Kitaplarım beni her gece saat 12 kadar meşgul eder. 12 den evvel yattığımı hiç bilmem. Sonra da musiki.. Nureddin Münşi beyle konu- şulurken cesetlerin yanmasından bahsetmemek nasıl olur.. Netekim biraz sonra konuşmamız o safhaya intikal etti.. Nureddin Münşi bey yanmağı © kadar (o mükemmel anlattı, öyle methettiki benim bile ağzımın suyu aktı. diyor ki: — Bir kaç sene sonra cesetleri yakmak Almanyada tamamile umumileşecektir. Şimdi Almanya- nın bütün nüfusunun yüzde altmış beşi kendisini (o yaktırtmaktadır. Japonyada cesetleri yakmak mec- buridir. Bizde de yavaş yavaş bu fikir inkişaf ediyor. Bir çok kim- seler vefatlarından sonra yakılmak arzu ediyorlar. Bir hanımın Mecidiye köyünde güzel bir arsası vardır. Burayı krematoryom “ ölüleri yakmağa mahsus fırın , yapmak için bize veriyor.. Düşüncemiz burada bir fırın yapmaktır. Düşünün etrafına güzel bir park.. Gayet güzel mermerlerden yapılmış salonları, dehlizleri, çiçekler içinde odaları ile bir krematoryom.. Nefis birşey değil mi?. — Demek ki Mecidiye köyü gayet asri bir şekil alacak.. Bir tarafta stüdyo, bir tarafta Kre- matoryom.. Ve bu Krematoryomun geniş parkı.. Kübik mimari tar- zında Likör fabrikası. Asfalt yollar.. En asri köy.. Amerika köyleri gibi birşey. — Öyle.. Efendim bizim mak- sadımız sırf sıhhi fikirlerden doğ- muştur. Biz öldükten sonra yaşa- yanların sıhhati için yakılmak is- tiyoruz.. l Sonra dikkat edin ölenlerin -# ekserisi kalanlar için büyük bir yük olurlar... Imamından tutun da iskatçısına kadar her kes bir şey koparmağa (o başlar.. (Halbuki yakma şirketleri çenazenin ka- pısına otomobillerini, doktorla- rını gönderirler ve bu gibi aile- lere beş para harcettirmezler. Fakat benim kendimi yaktırmağa karar vermemin sebebi şudur: Ölümden hiç korkmam. kork- tuğum şey bu: Öldükten sonra ya doktor gelir, ya gelmez.. Fakat meselâ gelir de nabzıma bakmazsa, Sonra bizde âdettir. Gece vefat eden gündüz hemen kaldırılır. Halbuki bir insanın öldüğünü tamamile anlamak için cesedi 72 saat sonra o defnetmelidir. Bazılarını kan tutar. Bu gibi hâdi- selerde ölümle hayat pek güç tefrik edilir. Pek hâzik doktorlar bile ekseriyetle cesedin gözlerini mu- ayene etmedikçe teşhisi koya- mazlar. Bunun için eskiden diri diri bir çok kimselerin gömüldüğü muhakkaktır. Meselâ beni kan tutmuş.. Gömülmüşüm ve uyan- mışım.. Faciayı tasavvur edin... O bati ölümü ve o azabr.. Sonra sıhhi olarak cesedin mutlaka bir buçuk, iki metro de- rinliğindeki mezarlara gömülmesi lâzımdır. Halbuki bizde şöyle gelişi güzel açarlar ve gömüve- rirler. İşte bütün bunlardan dolayı yakılmağa karar vermişimdir. Ve vasiyetim şudur: Yandıktan sonra .küllerim aile- me verilmiyecek, benim için için hususi kitabe falân konulma- yacak. Ben öldükten sonra “Nurettin, burada imiş, şurada imiş.. Ne lüzumu var? Görüyor- sunuzya, fikir gayet insani... Almanlar bunun için bize çok yardım edecekler.. Eğer 100 bin lira masrafımız olursa 60 binini Almanlar verecek. Bu mesele artık alay mevzuunun haricine çıkmıştır. Bütün dünyada taammüm eden mesele ile darülfünun müderrisleri hattâ sıhhiye vekâleti niçin meş- gul olmıyor bilmiyorum. Sonra bazıları, bilhassa halk arasına bizim mecburi olarak bütün cesetleri yaktırmak istedi- bulunabilir... ğimizi söyliyenler Hayır.. Avrupada olduğu gibi yalnız sağlığında imza edenler yakılır. Bu mesele konuşulurken vücu- dümü bir ateş bastı. Müsaade alarak dışarıya çıktım. Hank

Bu sayıdan diğer sayfalar: