27 Eylül 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

27 Eylül 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—— araya 1202 Eski mahallelerde bir gün nasıl geçer? - Karşıdaki evde ağda yaparlar, “şerbetçinin gelini udunu tıngırdatır Bütün mangallar kapıların önünde yakılıyor. Işinden dönecek kocalar için hazırlıklar yapılıyor Eski Istanbuk. dan yavaş yavaş eser kalmıyor. Fatih, Istanbul tarafının Şişlisi oldu. Edirnekapı yavaş yavaş Maç» ka haline giriyor. Lâleli büyük bü- yük apartıman- İarile Siraservi- lere döndü. Yal- nız Süleymaniyede eski Istanbuldan parçalar kaldı. Geçen gin se- nelerdenberi ken- disini görmediğim Süleymaniye- deki amcama gittim. Tavuklardan başka biç bir canlı mablökun görünmediği | teptenha sokağın köşesini döndüğüm zaman tamamile bambaşka bir âleme girdiğimi hissettim. Artık bu sokaktan ne tramvayların çançanını, ne oto- mobillerin kornasını, ne de ar: baların takırtısını işitmele kabil Sanki saatte binlerce kilometro yapan efsanevi bir eksprese bin- miş, senelerin arkasına gitmiştim.. Koca mahallede tavukların ga- gasının taşların arasındaki tıkır- tısından başka çit yoktu Ön tarafları sarmaşıklarla kaplı aşı boyalı evler derin bir uykuya dalmış gibi idiler. Kapının tunç- tan yapılmış elini iki kere tıkı dattım, içeriden ahretliğin çatlak sesi akortsuz bir kanın gibi öktür — Kimoooooool.. tılan şıpıtık terlikleri Mermer taşlık henüz yaştı. Taş- lıktan merdivenin önüne kadar giydim. uzatılan, © oğulmaktan sararmış, tahtaların üzerinden yürüyerek yukarı çıktım, Pencerenin önün- deki yorgunluk kahvesini içiyor- dum. Şöyle dışarıya gözüm Sokak o kadar dar ki karşıki görmek kabi inderi, minderin. etrafında ot yastıklar... Tam kar- şıda kim bilir hangi devirden kalma bir konsol, konsolun üstünde karpuz lâmbalar... Diyorum ya evler o kadar iç içe gibi ki konsol aynasının üstü deki fiyonga olmuş işlemeli bez bile görünüyor... Benim oturduğum pencerenin. önüne hiç erkek gelmemiş olacak. NN In cin olmıyan tenha sokaklar ki karşı evde kadınlar biç sakın- madan oturuyorlardı. Baktım ka- dının biri boylu boyuna minderin üstüne yatmış. Baş ucunda başka bir kadın elinde bir kâse, Bu kâseyi zaman zaman yanlarında duran mangalın üstünde ısıtıyor. Kadınlardan biri ara sıra kâseden bir şey alıp yatan kadının yüzüne, alnına, yanaklarına, üst dudağına, çenesine, boynuna yama gibi bir Şeyler yapışlırıyor. Bu yama bir müddet durduktan sonra hanımın biri hızla tutup çekiyor. Yama çıkarken minderin üstünde yatan kadın “Ab, , “ohl, diye bağır: yor.. e fincanını almağa gelen hizmetçiye sordum. Gür lümsedi : — Ağda yapiyorlar 1. Bu işkenceye baktım da aklıma asri güzellik müesseseleri, güzellik için yapılan asri yüz ve saç tuva- letleri geldi. Elektrikli taraklar, öndüle « makineleri leri en iptidaisinden en asrisine kadar en müthiş birer işkence. Nihayet mahallede ket belirdi. Sağ tarafta bir kenara çarpılmış evin penceresi açıldı. Baş örtüleri başında iki taze, karşılarına gelen eve seslenmeğe başladılar © v — Huvu, bunu Huriye hanım. Ava kırklara mi karıştı? Nere Huriye hunımı göremiyorum. Fakat sesini işitiyorum... — Ayol haberin var mı?. Emine kunduracıların büyük oğluna varı- yormuş. Söz kesilmiş.. Bu kaçıncı a Kürdeşf. Kadın koca tüccarı, Bu sırada sokaktan kolunda yeşil kılıflı udu, gözünde kelebek gözlük, kızılcık dalı gibi zayıf bir kadın geçti. Utlu hanım” biraz ilerledikten sonra karşıdakilerine seslendiler: — Hu Huriye hanım. mü şerbetçilerin. gelinini, Ayol kocasına tayyare çarptı diye ka- dın bir alafranga oldu ki sorma. Hemen Şamlı İskenderden bir ut aldılar, ut dersine başladı. Hem de hep alafranga çalıyor. Gözüne de vapur dumanı gözlüğü takınca tango olup meydana çıktı, Biraz sonra şerbetçinin evinden ut sesleri gelmeğe başladdı. Ev- velâ uzun bir akort, sonra mi hallede pek meşhur olan alafran- ga şarkılar, önce türkçe makamını da beraber söyliyerek *valensiya, yı çaldı sonra da “Çarlstonu bitirdik. “Sonra büfeye indik. “Bir kaç şişe sampanya İçtik, “Garson bira getir, Şarkısı... Artık yavaş yavaş mahallede akşam hazırlıkları baş gördün gösterdi. Buranın garip bir âdeti de bütün mangaların dışarda kapının önünde yakılması... Hattâ balık, pirzola gibi ıskaraların da kapının önünde yapılması.. Sonra ikkat ettim. Bu kenar mahall lerdeki kocalar için akşam üstleri daha büyük bir hazırlık var. Meselâ biraz evvel ağda yapan hanımlardan biri entarisini değiş- tördi, kırmızı güllü bir entari giydi. Öbür hanım da eline bir fincan aldı ve uzun uzun kuyruklu sür- yem vazifesi meler çekti. Bu sırada öğleyi tiryakiler kahvesine giden büy peder bastonuna dayana dayana evine döndü. Gazciler, zeytinyağı satanl mahallebiciler.. Şerbetçinin geli ezan vakti olduğu için udunu kesti... ve tenha mahalleye perde perde karanlık: çökmeğe başladı.. | Hikmet. Feridun | Nakil Adamlarım canavarın üzerine saldırdılar, Kalın halatlarla bağ- ladıktan sonra bir sırığa geçi- rerek kampa taşıdılar. Timsahın uzunluğu altı metroyu geçiyordu. Zenciler derhal bunu parçala- dılar. Canavarın midesinden çıkan leş kokuları tahammül edilemiye- cek derecede berbattı, Meğer avcılarımızın bu canavarların leşlere bayıldıklarını söylerlerken bakları varmış. Biz timsahın zen- ciler . tarafından parçalanmasını seyrederken avcı Dickinson yanıma yaklaşarak: — Size tekrar edeyim ki, tim- sahları ancak kokmuş etler vas” tasile kapana kıstıracağız, dedi — Acaba öldürdü bın etlerinden ? — Hay hay. baksanıza. Timsah etine bayılanlar, yalnız timsahlar değil, başkaları da var dedi. Filhakika, zenciler parçaladıkları bu iğrenç mahlükun kokmuş etle- ini adeta yekdigerile kavga eder cesine kapışıyorlardı. Deniz aygırı nasıl avlanır? Dickinson ile ben, timsahlara görmek i deniz aygırı avlamağa karar verdik, fer- dası günü de yola çıktık. Deniz aygırlarını. nehirde bulacağımız tahmin ediyorduk. Nil nehrinin Suları, güneşin ışığı altında altın gibi parlıyordu. Uzaktan nehrin sathında büyük siyah noktalar gözüküküyordu, Siyah noktalar deniz aygırlarından başka bir şey değildi. Dickinsor — Yürüyel onları geçelim diye fısıldadı. Biz yaklaştığımız zaman kafaları, suyun sathinde görünen deniz aygırları, yavaş dalıyorlardı hareketleri © kadar bati idi ki, suyun sathında ufak bir kavrıntı bile görünmiyerdu. Kayığımız sahilin öteki tr .fhina yaklaştı, bizde sahile atladık. Kayık, Dickinsonun emri muci bince kıyıyı takip ede ede yoluna devam ediyordu. Dickinson sözüne devamla: — Şimdi, yaya olarak sahili takiben yürüyelim ve deniz aygır- ları sürüsüne yaklaşalıı dedi, — Acaba sazlıklır arasından geçerken hasıl gürültü Fakat arkanıza olacak canavarları ürkütmez mi? diye sordum. — Bunun | ehemmiyeti yok. Deniz aygırları, yalnız kayıklardan ürkerler, ilden © kendilerine gelebilecek tehlikeye karşı ted- bir almazlar... Cevabını verdi. — Çok tuhaf şeyl — Bilhassa deniz aygırları çift- leştikleri — zaman bu kaideden asla ayrılmazlar. Canavarlarla karşı karşıyal Biraz: sonra, deniz. aygırları:sür L Yin) Afrikanın göbeginde .. |) Zenci bir kabilenin muzlka takımı1 rüsünün karşısına gelmişdik. Ca- mavarlar, o şakalaşıp duruyorlar, birbirini kuvalayarak suyun sathınt, çıkıp tekrar dalıyorlardı Ağaçların arkasına saklanarak beklemeğe başladık. - Kayıi mızın kürerek sesleri, (kesilir kesilmez, derin derin nefes alarak ve burun deliklerine giren suları fışkırtarak tekrar suyun sathında göründüler. — Hattâ aygırlardan biri, karnına kadar suyun sathına çıktı. Gürültü çıkarmamağa ça- lışarak tüfeğimi kaldırdım, nişan almağa koyuldum. Arkadaşım kulağıma eğilereki — Aceleye lüzum yok, kurşu- non kafasına isabet etmesi için biraz daha sabrediniz, yoksa bir daha onu göremezsiniz diye fısık. dadı. Yüz metro uzakta erkek bir deniz aygırı, ikide bir göğsüne kadar suya çıkıyordu. Hedef çok mükemmeldi. Nişan almak için tekrar silâbı kaldırdığımız zaman Dickinson yeniden fısıldadı: — Bir dakika daha sabredi- niz, lik kurşunu sıktım Filhakika deniz aygırı, altmış metroya kadar yaklaşmıştı. Cana- varın göziyle kulak arasındaki nahiyesine nişan alarak kurşunu sıktım. Canavar, kafasına yediği kurşunun müthiş sademesi altında geri geri çekildi, kısa bacakları ile pek sığ olan sabilin kumluk tabakası deprenmeğe başladı. Belli ki, canavar, derin sulara dalmak istiyor, fakat kurşunu kafasında yiyerek kısmen felce uğradığı cihetle, buna muvaffak olamıyordu. Deniz aygırı, sığ sularda böyle çırpınıp dururken, Dickinson kafa Sına bir kurşun daha sıktı, Ikinci kurşunu yiyen hayvan derhal hareketsiz kaldı, kocaman göv- desi devrildi, ayakları havaya kalktıktan sonra dimdik battı, Motörlü kayık bizi almak için sahile yaklaştığı zaman, cana- varın batmış olduğu yeri o kadar iyi hesap ve tahmin etmiştik ki, hakiki mevkii .tesbit etmek için bir kaç sondaj yapmak kâfi geldi. Canavarı, | bacakları o havaya doğru kalkık olduğu balde ha- latlarla bağlayarak yedeğe aldık. Leşini kampa götürür götürmez, derhal yüzdük ve bin kilo ağır- ğında bulunan eşini timsahlara yem vazifesini görmek için batak- lığın ortasındaki adacığa götür- dük. Eğer işler hep pöyle yolun- bu yerden bir kiç üzerinde gün sonra ayrılabileceğimizi it ediyorduk. (Arkası var).

Bu sayıdan diğer sayfalar: