24 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

24 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AKŞAM AŞK, MACERA NUVELI Iki kart tavukla bir genç horoz Cenaze deinedildikten sonra Gali- be sendeliyerek düşeceğini farketti, Fakat iki el onu yaksladı, Kısık bir ses; — Allah rizası için kendinize hâ- kim olun... Âlem ortasında bayılırsa» nız rezalettir... Kadıncağız iradesini toplıyacak var giyette değildi. Onu kolundan tutan Aliye, kalabalığın arasından ödetâ sürükliyerek kendi otomobiline bin- dirdi, Galibe, yumuşak yastıklar üzerine yayılınca bayıldı. Öteki kadın şoföre hemen hareket emrini verdi; taksinin penceresini açtı; sonra, âdetâ dayak atarmışçasına, baygın kadının surati- na tokatları indirmeğe başladı. Hem onu ayıltmağa çalışıyor, hem de mü- dekkik bir rakibe nazarile Galibeyi sü- züyordu: «— Haydi, haydi! Kendinize ge Yint,..Hiç te benden genç değilmiş... Güya dört yaş küçük olacak!... Aman, bir gözlerini açsa. Nede şiş- manlamış son gördüğümdenberi!... Dudağının üstündeki kılları yolsa iyi eder!... Ya elleri amma buruşmuş! Oh, oh!... Yavaşça kendine geliyor | çok şükürle #.. Yirmi senelik kıskançlığı bir tarafa atarak, ölmüş adamın ailesi ortasım- da kendisinin fena mevkide kalması- ni önliyen bu kadına, Galibe çok sa? mimi bir Leşekkür mektubu yazdı. Ali- ye cevap verdi ve şimdi «o» öldükten sonra biribirlerile ahbap olmalarına bir mani kalmadığını, görüşseler mem- nuniyet duyacağını bildirdi. Böylece tanışmaları ilerledi. Eğer artık Gali- be hanıma: «Aliye öldü!» deselerdi, eskiden sevineceği bu habere şimdi teessürle şu cevabı verirdi: <Vah vah! Çok üzüldüm doğrusu... Ben sırf onun için giyiniyor, onun için süsleniyor, kendime onun için itina | ediyordum.» | Vaktile ikisi de, senelerce süren bir aşkla, ayni insanı sevmişler; evli bir | muharrir olan mabudları Ahmed | Lütfi üç kadının ortasında hayatını | taksim etmişti: Evi ve iki sevgilisi!... Galibe de, Aliye de yekdiğerlerinin mevcudiyetinden haberdardı. Erkek hissiyatını gizlememiş, ikisini de sev- diğini biribirine söylemişti, Merbum çok gerip bir adamdı! Ga» Dbenin yanında uzun uzadıya Aliye- den bahseder; Aliyeye de rakibesini medhederdi, Şimdiye kadar hep mu- harririn noktai nazarına göre hüküm verdikleri şahsiyetlerini artık kendi gözlerile tedkik ve tenkid fırsatını bul- muşlardı. Galibe ilk ziyaretini telefonla ha- ber verdiği gün, Aliyeyi müthiş bir telâş aldı. Esasen çok zarif olan bu kadın büyük bir itina ile giyinirdi. Kendine göre hususiyeti olan salonu- nu çiçeklerle süsledi. Sonra saatlerle aynanın karşısına geçip elli beş se- nenin yüzünde bıraktığı iğleri tashihe | çalıştı. Endamı güzeldi. İnceydi, uzundu. Vaktile güzel diye şöhret ka» | zanan yeşil gözlerinin etrafındaki kir- | pikler dökülmüş, seyrekleşmişti. Bir rimel fırçasile aralarını gölgeledi. Ve | kalbi çarparak misafirini beklemeğe | başladı. Asabiyetle dudaklarını kendi kendine: «— Neye bunları yapıyorum san- ki? - diyor ve cevabını da kendi veri- yordu: — İşte bü kalb çarpıntısını hissetmek için!... Yaşsmenm yegâne zevki bu heyecanı duymak değil mi?> Biraz sonra Gülibe geldi... O, tama- men Takibesinin aksi: Şişman, yus- yuvarlak!.., Ellerinin fazlalığı sâye- sinde yanakları gergin ve taze kal- mış... Ağzı bir çocuk ağzı gibi yumuk ve küçük; fakat dudaklarının üstün- deâdetâ bir bıyık gölgesi mevcud. İri, siyah gözleri yanaklarının tom- bulluğu arasında kâyboluyor... Fa- kat güldüğü zaman parlıyan hâlâ bo- “4 inci gibi bembeyaz İki sıra ısırarak, Aliye, bütün han:mefendiliğini ts- kınarak, gayet kibar bir eda ile misa- firini kabul etti, O, son derece kafalı ve hey bir kadındı. ilemi " ” Nakleden: (Vâ-Nü) içinden: «— İlâhi Lütfi! Bu kadınla beni na- sıl aldatıyordun?> Ve yüksek sesle: — Artık inşallah sarsıntınız geç- 1 — Çok şükür! Sayenizde o gün kur- tuldum, Şundan bundan biraz konuştuk- tan sonra, Aliye: — İsterseniz biraz ondan bahsede- lim. - dedi, Galibenin gözleri yaşlarla dolarak: —A,evet hanımefendi! Çok iyi olur. Aliye, müstehzi müstehzi: İkimiz de onun dulu değil miyiz za- ten?.. bileceğiz! Sonra, birdenbire istihzayı bıraka- rak, ciddiyetle ilâve etti; — Bu sözlerim sizi rencide mi edi- yor? Fakat ne yapalım? Ben yaratı- X ündü- | Mışta çok açık bir insanım: Düşündü- | üre erki. gümü dobra dobra söylerim. — Evet biliyorum: Siz doğruyu çok | seven bir insanmışsınız. — LüMI mi söylemişti? — Evet. Ve böyle, yekdiğerlerine aid birçok mahrem şeyleri merhum sayesinde öğrendiklerini anlatıp durdular, ... Aliye Yeşilköydeki küçük köşküne taşınmıştı, Şimdiden sonra bütün ha- yalını orada geçirmeğe karar vermiş- ti. Fakat yalnızlık onu fena halde sıktığı için, Galibeyi gece yatısına dar vet etmeğe karar verdi. Gene bir âşık bekler gibi, helecanla, kadının ceva- bını gözledi . Bir hafta sonra geleceğini haber ve- ren telgrafı alınca sevincine payan ol- madı, Bu gece yatısı misafirliğinde biribirlerine öyle alıştılar ki, Aliye, şu teklifte bulundu: -- Kardeş! Sen de yalnızsın; kim- sen yok. İstanbuldaki evini kapat; fazla eşyalarını sat! Gel burada bera- ber yaşıyalım, İkimizin geliri birle- ince daha da rahat bir bayat süre- riz. Galibe, şişmanlığına rağmen, za- yaf tabiatliydi. Eski rakibesinin tesiri altına giriyordu. Bu teklifi kabul etti, | Fevkalâde piyano bildiğini Lütfiden duyduğu için, bir akşam, Aliye, onun bir şey çalmasını rica etti. Ve hakika- ten Galibe, tuşlara parmaklarını değ- dirince bütün hüviyeti değişti: En küçük hâdise karşısında bir çocuk gi- bi çabucak gülen, çabucak ağlıyan bu kadın lâhzada büyük bir artist hâleti ruhiyesile, basit bir oyun oynarcasına nağmelere hâkim oldu. Aliye, mebhut ve hayran, yordu. İçinden: «- Lütfinin hakkı varmış! Bu çal- gıyı bir kere işiten her gün dinlemek ihtiyacını duyar!» s5 On beş yirmi günde bir, ikisi de alışveriş bahanesile İstanbula iner ve biribirlerinden gizli kuaförde uzun Saatler geçirip çöken güzelliklerini tazeler, geri dönerlerdi. Ne bahasına olursa olsun, sabahları yekdiğerlerine görünmezler; ancak süslenip giyin- dikten sonra kahvaltı masasında bir- leşirterdi. Fakat bir akşam hırsız kor- kusu telâşiyle bu resmiyet altüst ol- du, Kadmlar, gece kılıklarile karşıla” şınca, bir an içinde, hayrette kaldılar. Meğer Aliyenin dişleri tamamile tak- maymış ve geceleyin çıkarırmış. Telâ- şı esnasında ağzına koymağı, unut- muş... İnce çenesi âdetâ burnuna $a- pışmış,.. Galibe düz ve seyrek Saçları- ni kıvırcık göstermek kaygusile me- ger her akşamı kâğıt biğudiler takar- müş, Lâstik korse ile ve yelekle şiş- man, fakat nisbeten biçimli zannedi- len endamı bir harabe helindeyd Göğsü boşalmış torbalar gibi kar üzerinde sarkıyor; karı dizleri üstün- de bir ire halinde Hitriyordu. dinli- . Hem de sanırım çok iyi anlaşa» | Artik o günden sonra itinaya ha- cet kalmadı. Her ikisi de yavaş yavaş 1âübalileştiler; rahatlarma bakmağa başladılar. Korseler çekmelere girdi. Bol entariler süslü fistanların yerini tuttu. On beş günde bir şehre de in- mez oldular. Birinin siyah, birinin sa- rı olan saçları tabii beyaz rengini al- mağa başladı. Oh, pek rahattılar, Edindikleri âdet üzere, her akşam Gelibe piyanoya geçiyor, Aliye de elişi yaparak onu tatlı tatlı diliyordu. “4 Günün birinde piyanonun akor- du bozuldu. İstanbula haber gönder- diler. Meğer civarda oturan bir akord- cu varmış; O geldi. Bu, zarif, güzel bir delikanlıydı. Er- tesi gün ikide işe başlıyacağını söy- ledi, O sabah Galibe kalkar kalkmaz, kaç zamandır terkettiği âdetini ye- niliyerek, aynaya baktı: «— Aliye ne derse desin! Saçımı ben maşa ile kıvıracağım!, diyerek ken- dine çekidüzen verdi. Kahvaltı masasında arkadaşı onu o halde görünce; — Vay efendim vay! - demekle İk- AAkordcu geldi. İki kadın, başı ucun- da durup seyrediyorlardı. Galibe, üzün uzadıya muhavereye girişti. Bu suretle delikanlının musikişinaş ol- duğunu, Avrupaya gidip konservalu- arâ girmek istediğini, fakat babası ölünce parasız kaldığı için şimdilik bu suretle hayatını kazandığını öğ- Akordeu Adnan, daha ilk günden Zeyneble akordu uydurmuş meğer! Aliyenin eski adamı olan ve şimdi ahçılığını yapan Karanfil bacı İle or- talığa bakan on yedi yaşında Zeyneb isminde sarı saçlı, mavi gözlü güzel bir mubacir kızı delikanlının marifetle- rini kapı eşiğinde hayretle seyredi- yorlardı, Bir sralık bacı, çetrefil dilile hant- mma: — Ayu! Bu güzeli beyine bir şay ikra etmiyece misiniz? Hava sıca.. Bir naneli koruk şarbati yapayı?... ye dedi. Aliye tersledi: — Siz öyle şeylere karışmayın... Haydi, mutfağa! Kendi de Galibenin elinden tutarak dışarı çıktı. Avdet ettikleri zaman, Zeynebin salondan ko; » ak çıktığını gördüler. Piyanonun akordu biter bitmez Ga- Nibe oturup piyano çaldı. Delikanlı, hararetle tebrik etli. Kadın bu ilti- | fatlan memnun olarak: — Mademki keman çalıyormuşsu- nuz, İsterseniz arasıra gelin; sizin için de idman olur; birlikte çalarız! - dedi. Genç adam memnuniyetle kabul etti. Pazarları tatil olduğu için gelebile- cekti. Akordeu giderken, Aliye tekrar etti: > Geç kalmayın Adnan bey! Üçte gelin. Sonra beraber çay içeriz, Cumartesi günü erkenden, iki kadı- nin da - tesadüf bu ya - Beyoğlunda müthiş işi çıktı, Her ikisi de sabah ka- ranlığında indiler. Avdette trende bir- leştikleri zaman Galibe parlak sarı saçlarlle, Aliye m ei | | akşam yemeğe dahi İ geldi... Bahçede siyah ku&fürile terütüzeydiler: Yüzler masaj olmuş, kaşlar alınmış, dudek- lar boyanmış... Hiçbir şey söylemeden biribirlerine mahali manalı bakıp gülümsediler. Sonra, daha cesur olan Aliye: — Kardeş! Bu son zamanlarda ken- dimizi çok kayvermiştik. Ayıp val- lâhi! - dedi. Pazar günü Adnan geldi. Birlikte uzun uzadıya konuştular, musiki ile meşgul oldular. Tabiatile, piyanosu yüzünden Galibe birinci plâna çıkı- yordu. Muhavere de hep saz üzerine | cereyan ettiği için bu hususta vukuf- suz olan Aliyeye söz kalmıyordu, Ertesi hafta, gene delikanlının gel- mesini rica ettiler ve ayni itina ile hazırlandılar, Galibe davet saatine ka- dar yerinde duramıyordu. Helecanla * dolaşıyor, asabiyetle gülüyor, vazola- ra çiçekler yerleştiriyordu. Arkada» şı onun bu perişan halini müstehzi müstehzi seyrederek, o da kendine mahsu bambaşka haller takınıyor, salon hanımelendisi pozları alıyordu. Saatler geçli, fakat delikanlı bir türlü görünmüyordu. Arssıra Karan- fil bacı, kafasını kapıdan uzatıp: — Ayo! Dondurmeları eriyor! Sizi mi- safi gelmadi. Boç yara baklamay! Bakkalin karisi bana soyledi: Sıkılı- yormuş sizda ayol Galibe sinirini yenemiyerek ba- — Defol buradan fellâh... dırıltını dinliyemem! Böyle muameleye alışmamış olan Arap, birdenbire babalanarak; — Ayo... Yo... Ban bu işa galama... Şimdi gideri! - diye bağırdı; kapıyı şiddetle vurarak çıktı. Aliye müstehzi bir eda İle : — Tebrik ederim... Bu ne muame- le!... Hizmetçilerle konuşmasını bil- miyorsun... Bak, sayende nasıl mu kabeleye maruz kaldık! Bu beyhude bekleyiş Galibenin âsa- bını o derece bozmuştu ki, yenemedi- Bi hırsını arkadaşından almak istiye- rek, onu baştan aşağı süzdü ve tahı- kirâmiz bir eda ile: — Ukalâ! - dedi, — Adnan beyin musikinize meftun olmadığını gördünüz de asabiyetten ne söylediğinizi bilmiyorsunuz! Senin — Sizin gençleşip şıklaşmanız da | onu cezbedemedi! Aliye bir kahkaha atarak: — Sizinki de öyle... Yazık! Galibe hışımla odasına çekildi ve © inmedi, Aliye, İ bacısının gönlünü aldı. Fakat Zey- neb ortalarda yoktu. Zaten muhacir yosması, son zamanlarda ikide bir, meydandan kayboluyordu. Ertesi sabah, Karanfil bacı te lâşla: — Ayo!...: Zeyneb yok a dosla! Bütün gecesi gelmadi!. Odasına bakti ne görayı ayo... eşyalarını alıp kaçmış ayol... - dedi Sağa sola sordular. Araştırdılar, Ne- ticede bekçi şu haberi getirdi: — Zeyneb akordcu Adranla akordu | uydurup ilk trenle İstanbula inmiş. Kiz giderken gülerek istasyondaki bir | dükkâncının çırağına şüyle bir haber | l bırakmış; - Hanımlara söyleyin; beni bekle- mesinler... Adnan bey beni seviyor; ben de onu seviyorum... Zaten ilk gel- diği gün yanağımı okşayıp bana âşık olmuştu... Geçen pazar da benim için gizlice konuşmuş- tuk... Birlikte gidiyoruz... Aliye, dajgın: — Ne macera... - dedi, Fakat gözyaşlarını zaptedemiyen Galibe, çocuk gibi ağlamağa başladı. Ömuzları kalkmıştı. Saçları biribirine karışmıştı. Hıçkırıkları şişman kar- nini sarsıyordu. Aliye artık benimsediği ve sevmeğe başladığı bu zayıf tabiatli arkadaşını hazin hâzin süzdü. İnce parmakla- rile onu okşiyarak: — Bizim kaderimiz bu: Baştan düşman olup sonra gene birleşmek!.., 'Biz Iki ihtiyar tavuktuk; ai aa bir horoz geldi... Fakat ne yapa'ım, genç horoz, pilici tercih etti, Nakleden: (Vâ - Nü) kozcu bir ieve daha Her iki taraf birinci manşda, KApıcı veren? Cenub. # Deklârsyon Sistem: Genub o Garb | Şimal 1 2() pas 28(b) 2 pas 24) 1” pas pas 2(0) pas 2 4 pas 4 pas pas Deklârasyon hakkında notlar 8) İki sinek deklârasyonu büyük oyuna davettir, ğ b) Elinde bir as ve run veya iki ax bus Yunmadığıni bildirmektir. C) Arasında en aşağı büyük bir leve bulunan raüsald bir rengi göstermektir. d) Forse bir deklârasyondur. Yalnız dört buçuk onor İevesi var 152 de kuvveti altılı bir rengi vardır. Oyun Oyun: 4 kupa Kozcu: Cenwb Garb kartonun damını çıktı, cenub asla aldı. İki defa kor çekerek muhasim tara- fan avularını aldı. Bundan sonra bir pika oynadı ve dubl empes yaparak yerden onluyu koydu. Bu leveyi kazanınca bir karo oynadı, elinden kesti. Tekrar bir pis Ka ile ikinci bir empas yaptı. A Yedinci lerrde yerden pikâ çetki, Fa- kat oyunda görüldüğü veçhile muhasım taraftaki pikalar düşmediğinden yerdeki son pikayı sağlıyamadı. Bunun Üzerine yerden vE sinek oynıyarak elinden pas yaptı, fakat geçmedi. Garb rua ile tuttu. Garb büyük pikasını oynasın ve yahuğ karo veya sinek gelsin, cenub bi leve da- ba kaybelmeğe mahkümdur. Bu suretle verdi ve beş kupu yapabildi. ds0 Eritik En fazla leve yapılar oyunu şu oldu! İlk altı leve yukanki gibi oynandı. Bur- dan sonra bir karo daha oynadı, elinden kesti ve bu suretle cenub ve gi“ maldeki karoları izale etmiş oldu. Müte- Aâkiben üçüncü pikasını oynadı yerin asile tuttu. Dokuzuncu evede z dördüncü pikayı oynadı, elinden sinek ye- dilisini kaçtı. .Garb leveyi tuttu, fakat ümidsiz bir vaziyette idi. Karo gelse yer kesecek, cenub elinden sinek damını ka çacak. Sinek çıkar (en doğrum da bu- dur) cenubun as dam furşetine gelmiş onleaktır. Hulâsa sağlam bir istidlâl ile hare- ket eden kozcu on Iki leve kırdı. Alti kus” pa deklire etmiş olsaydı doğru olmaz, usul ve kaidelere mahalif hareketle bu- masada kozcumum İ Yunmuş olurdu. Çünkü bu vaziyette peti | İ m distenbul) şilemi yapabümek işin yalnız omeharet khfi değildir, kozların taksim düşmüş olması, dubi empasın muvaffakıyetle ge çebilmesi, oyun sonundaki vaziyetin kefe lehine dönmesi tizımdır ki bunun böyle olacağını evvelden kestirmek bittabi müms kün değildir. w Mesele Ne. 8 ar YRDV7 ir v3 v s2 e Kaçık All; On -te Gl yedi leveden altısını yapacaktır. * No. 7 meselenin sureti halli Cenub pikanın rua ve damını oynar. Yerden sinek valesini yer. Garb bir karo. ve bir kupa, şark ise iki sinek verir, Ce- mub karınun dörlüsünü oynar, yerin beş» geçer. Garb bir sinek yer. Şark ba ieyede sinek yerse cenub yerden sinek asım çeke:, arkasından bir kupa oynayarak ika beşlisi ile keser, elindeki ginek yedilişi sağdır, bununla son leveyi alır. Eker şark üçüncü levede sinek yerine Kupa yerse o yaman cenub Yerden kupa man ley şarkın tek kalan kupa pia. beşlisi le keser, Sinekle yere pe kupa damını son leve olarak âli, ie üç levede. gabrin sinekleri muhafan © #a ederek iki kupa verdiğini, şarkın da üç sinek yediğini farzedelim. Bu takdir- de 'cenub kare beşlisi ile yerde iken yer- den kupa damını oynar, Şark boş veripss eenub elinden sinek altılısını kaçar. Boş vermeyip te ası basarsı pika be: keser, sinekle yere geçerek metr kupa sekizlisini alır ve gene altı levenin hepsini Bim olur. Bu meseleyi doğru halledenler: B. ridun Ülker (Cihangi), bay Süleyman Kâx bay Hakkı Köycül (Edirne). z >

Bu sayıdan diğer sayfalar: