24 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

24 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AEŞAM Şehirler komşu kapısı oldu ! Dört lira masrafla fevkalâd bir Bursa seyahati Daha mütevazı bir bütçesi olanlar, Trak vapurunun ikinci mev- kiile giderlerse, bütün seyahat ve yemek iki liraya bile gelebilir Meşhur bir tabir vardır : j «Hamama gidiyorum diye evden gıktı, Bursaya gittik | Demek Bursa eskiden uzaklık tim- | salleri arasındaymış. Fakat bugün artık, hamama diye sabahleyin ev- den çıkarak, Bursaya gitmek yıkan- mak, istirahat elmek, gezmek, to mak ve akşam üzeri de gene İstan buldaki evine dönmek herkes için mümkündür, | Biz bunu evvelki gün yaptık: Almanyaya ısmarlanan üç yeni vapurumuzun ilk geleni olan Trak'a, sabahı saat sekiz buçukta bin- dik, Vapur dokuza on kale limanda ki vapurların selâm düdüklerile ha“ Yeket etti, Dakikası dakikasına tam iki buçuk saatte Mudanya... Şehir halkı kurban keserek bu sürati kut- ladılar... Mudanyadan otobüslerle üç çeyrekte Bursa... Öğle yemeğinden on sekiz buçuk- taki hareket zamanına kadar beş, beş buçuk saatlik mükemmeli bir ge me ve istirahat zamanı... Gene oto- büs... On dokuz buçuğa doğru Mü- danyadan hareket... Vapurda akşam yemeği... Ve yirmi üçte yorulmamış, bu güzel tenezzühten bıkmamış ola- rak, İstanbula avdet! mer İ Atatürk memleketimizin en güzel bölgelerinin turistik bir karakter al Meselâ bundan sonra her pazar saat 8,30 da bizim evvelki gün yaptığımız yukarıda tarifi geçen seyahati her istiyen 'ehven bir fiatle yapabilecek- tir: | Kombine bir bilet almak şartile, » yani vapur, otobüs gidip gelme va vapurda akşam yemeği dahli - 310 ,kuruş! Öğle yemeği ve şurada bura Trak vapuru Mu danya iskelesinde da oturmak parasını da hesaba kat mak üzere, demek dünyanın en gü- zel küçük vapurlarından birile dün- yanın güzel denizini geçerek en yeşil ve şalrane şehrine seyahat et; gez, toz: Dört lira... Her halde bu yaz, bütün İstanbul bu turizme akın edecek ve vesait ge- ne kâfi gelmiyecektir. Bir giden bir daha gitmek istiyecek ve herkes eşi- ne, dostuna 4 Re Trak bilfesinin sanatkfirane yemekle- rinden: İnsan kılığına girmiş ıstakoz! — Bursaya gilmiyenin aklı yok! - diyecektir. Çünkü bu kadar zevke göre 4 lirs para değil, Hele ikinci mevkile ve ye meksiz gitmek istiyenler için gidiş geliş vapur bir lira, trenin üçüncüsü 20 kuruş gitme, 20 gölmel Altmış ku- bile buldular yapıyor demektir, Pazardan maada günlerin fiat tari» feleri de çok ucuzlatılmıştır, 5:0 Biraz da Trak vapurunu Anlafek lıyacağımı bilemiyorum: Çeşld çeşidi salonlarını mı?... Süratini mi?... Gö- ğerlerinin birincisinden rahat, fe- rah... Üçüncü mevkii ise hiç yokl... Sordular; — Peki üçüncü mevki halkı ns sanlar koyun si- rüsile ve ticari eş- ya İle birlikte naâkledilmiyecek!.. İnsan gibi seya- hat edecekleri (o Gezintinin en zarif Evvelki gün, de- bayanlarından Ba- nizeiliğimiz cid- oyan Refli Celâl den ileriye doğru Bayar bir adim atmıştır: Ötedenberi, Avru- padan eski vapurları aldığımızdan şi- kâyet olunur. Halbuki bu Trak ve ya- kında gelecek olan iki arkadaşı, tez- gühtan yeni çıkmadırlar, Bütün de- nizlerin en genç vapurlarıdır. #35 Pek çok kimse «Trak» sözünün nereden gelme olduğunu merak edi- yor. Hani Trakya diyoruz ya; o eti- molojiden gelmekte imiş, Denizbank neşriyatından aşağıki malümetı ik- tibas ediyoruz ; Balkanların doğu cenup Köşesine verilen bu ad eski zamanlarda çok geniş bir vatanın. ve çok yayılmış bü- yük bir ulusun adı idi, Herodot'a göre TRAK'lar en geniş ve kalabalık bir millet idi. Onun için dir ki Tarh ve Trah adlarına her de- irde ve her yerde tesadüf edebiliyo- ruz. Sosyolojileri, askerlikleri ve aile hukuku e o devrin Asyakları gibi idiler. Ve onlar tıpkı başka yüksek medeniyetleri ile tanınmış eski Türk kavimleri gibi Türk asık idiler. Ad- ları Etrüsk, Tyrhan, Tyrhanien Turska ve Türk ad: gibi türkçe ve Türktür. Marmarada işliyecek bir gemimize TRAK ad: çok yakışır. ... Dünkü nüshamizin hüvadis kısım- larında, Denizbankın misafirlerini nasıl ağarladığı yazılıydı. Burada (Devamı 10 uncu sahifede) (Vâ Nü), e NN Örtü Yazan: Sermed Muhtar Alus ——— ——— bas edilecek mesele mi, İstanbu- | lun içi çalkanıyor, Hünkâr yaveri | beyler Zaptiye kapısından girer gir- mez işi etrafa yaymışlardı. (1) O sıralarda Zincirkıran, İrfann odasındaydı. — Bey birader, demişti, nazıra fesi bastım; seni salıverecek, biraz bekle yanında misafirleri var; onlar gidince gene karşısına çıkacağım, icab ederse sakalına yapışacağım... Ortalığın karışışını, gürültüleri, ko- şuşmaları duyunca dışarı fırlamıştı, Biraz evvelki çıkmaza, giriş, balçığa saplanış nimeti uzmümış meğerse Zaptiye nazırı paşa taş illetini unut- muş, civanlara zort çıkaracak dereco- de çeviklenmiş, oradan oraya öyle bir koşuyor, bülend avaz ile bağırıyordu ki, — Rıza beyi. Rızaaa beeey!.. Zin- virkıraan Rıuzaa beyi. Yetmişlikten yukarı, kır sakalı göğ- sünde, üflesen yıkılacak olan asakiri zaptiye kumandanı Haci paşa da can- lanmış, dinçleşmiş; her zaman sivrisi- nek gibi vızıldarken sesi tekelerden fazla çıkmada: — Alay beyil.. Rızaaa bey!.. Zincir- kıraaan!.. Zincirkıran, softaların bir araya top- andığını, yeniçerivari istemezüğe kal- kıştıklarını işitir işitmez bomba gibi patladı; — Bırakın beni, çıkayım karşıları- na! Hepsinin sarıklarını boyunları- na dolayayımi!.. — Esasen bunları önlemeğe, bâira- de siz memur buyruldunuz.. dediler, Zaptiye nazırının, asakiri zaptiye kumandanının, hünkâr yaverlerinin ihtarları biribirine karışıyordu: — Aman evlâd, merkumunun na sayih ve telkinatı leyyine ile teskin edilmesi matlübu şahane imiş... — Riza bey oğlum, ashabı huruca karşı katiyen silâh istimal edilmeme- sine iradeli seniye şeref taallük etmiş... — Arruyu hilâfetpenahi bir burun bile kanamaması merkezinde beyim... — İzdihamın mülâyimetle dağılma- sına fermanı hümayun sadır oldu. Zincirkıran ceketi açtı, Elini göğsü- ne vura vura dedi ki: — Cübpüpplelleri çıl yavrusuna döndürecek benim. Bir kurşun bile heder etmem. Dara gelirsem dipçiğe, kasatura tersine yanaşacağım... Hadi gidiniz odalarınıza, oturunuz makam- larmıza paşalar... Arkalarından merdivene doğru ini- yor. Neredeyse birin! bir koltuğunun altına, ötekini öbür koltuğunun altı- na alıp bir solukta odalarına atıvere- cek, Divanhanenin penceresinden zap- tiyelerin koğuşuna doğru haykırıyor- du: — Ahmeced çavuuuş!.. Mehmeeed çavuuş!.. Hasaaan onbaşın!.. Çavuşlar, onbaşılar binanın arkasi- na düşen bahçenin yanındaki koğuş- tan fırladılar, — Birinci tabur vincister (2) sün- güyü taksın, fişekliklerini kuşansın, çabuk meydana toplansın. Arrış!.. Paşalar artık yanından çekilmişler, odacılarına, çavuşlarına sesleniyorlar, kılıçlarını, kaloşlarını istiyorlardı. Gö- renler alışverişte görsün. Güya onlar da faaliyette... Zincirkıran da, eteğinin dibindeki kendi emir çavuşuna kılıcını, taban- casını getirtti. Kayışlarını beline, göğ- süne doladı. Arka kapıdan, meydan- lığa toplanan taburun başına gidi- yordu. Meriyülhatırlar odasının önün- de nöbetçiyi görünce İrfan aklına gel di. Daldı içeri. — Delikanlı, dedi, kalk; haydi uğur- lar olsun, bas buradan!.. Nöbetçiye (içeridekini birak) der- ken sergardiyanı gördü: — Şimdi salıver beyi. Akşama bu- rada görürsem kafanı dağılmış bili.. Divanyolu boydan boya sarık ve cübbe. Başı Sultan Mahmud türbesi- nin önünde, sonu Beyazıd meydanın- da... Cadde, yaya kaldırımları softa- dan, yobazdan, çömezden taşıyor. Bir gülgule ki göklerde. Tekbirler alınıyor, salavatlar getiriliyor, ilâhiler okunuyor. — Ya kerim!.. Ya rahim!.. Ya mu- in!.. Ya nebi, yaresul, ya müctebal, diye nidalar... Sottaları görünce dükkânlarının Sahife 7 Tefrika No. 69 ANEMOLLA kepenklerini çatmağa, kapılarını kilit- lemeğe başlıyan Rumlara, Ermenile- re, Yahudilere, tekke üğzile ve mâ- kamla ihtarlar: — Ey gayrimüslimin, korkmayın, kapamayın dükkünlarınızı... — Guluumuz zinhar sizler aleyhine müteveccih değildir. — Camnız, malınız, ırzınız tahtı te keffülümüzdedir. Gene gulgüle; tekbirler, salâvatlar, ilâhiler, nlidalar.. Arkasından kısa bir mola. Elebaşılardan biri, ilâhicibaşı gibi önden alıyor: — Sadrı vakit Mahmud Nedim pâşâ, şeyhislâmı hazır Hasan Fehmi efendi makamında kalamaz... Binlerce ağızdan höykürtü: — Kalamazlar, kalamaaazlar!.. 50, 60 atım yürüdükten sonra bir duralama daha, Başka bir elebaşı; — Mahmud Nedim nam harisü 78- rü sim, ve Hasan Fehmi nam şahıs, kısmı küllisini derceyb ettiler. Ramazanillmüba- rekte cevami ve mesaciddeki kanadil- de ikad olunacak ruganizeyitleri ha- nelerine isal ve yalancı dolmalara teb- dil ile şikem şişirdiler. Medaristeki acezei tullaba tevzi kılınan fodlaların dakiklerinden sirkat eyliyerek börek- ler, baklavalar tabhettirdiler, Talebel ulüm biçaregânına sunulan fodlaların derunlerinde çekirge, solucan, akreb Mâşeleri çıkıyor... Ey cemaat, bu söyle diklerim aynı hakikat mi, yoksa kizbi mahiz mı? Gene höykürtü: — Eyvallah, ya hak!,, Kâffesi haki- kati., Ve gene yaygaralar... Sultan Mahmud türbesini dönüp Mahmudiye caddesine (3) saptıktan sonra bir istoper daha. Başka bir ka- vuklu salıyor: (Arkası var) (0) Vakanın sebebini ve cereyanıni topluca bir şeklide anlatalım: O günlerde sadrâzam, Mahmud Nedim paşa. Hünkârdan, valide sultandan, arab ağalardan ve bilhassa Rus sefiri generali İgnatiyef'ten başka ona taraftar parmakla gösterilebilir. Herkes yaka alikiyor; bü- tün ağızlarda (Nedimof), (Kör) kelime- leri... Yüz bu kadar yıldanberi devlet işleri. ne, baştakilerin inip çıkmasına burun #okmamış olan softalar bile Mahmud Ne- dimi dillerine dolamağa başlamışlar. Med- reselerde fodla yiyip kelle kaşıyan, ra mazan gelirken cerre çıkarak dolaşan, bi- "çare köylüleri yolan yobazlar, (talebel ülüme luk) damgasile askerlikten kaçmış, yan- gelip ense şişirmiş, taşı sıksa suyunu çi karır çömezler de bu gayri memnunlar Kafilesine karışmışlar. (Arpalıklarımız aylarca tedahülde ka» yor. Ramazanlarda, kandillerde cami- lere, türbelere dağılılan ruganı zeyt ya- ndan yarıya azaladı.. Fodlalarımız küf- Mi; çoğunun içinden çekirge, solucan, ak- reb ölüleri çıkıyor.) yollu şikâyetlere gü- nün birinde siyasi bir dedikodu da ka Tışmış: Sadrüzam, Moskof elçisinin ötedenberi adamı. Büsbütün bilrik olmuş, (Müderri- sin ve telebei ülum halkı toplayıp Beşik- taş sarayını basacaklar, sizi tahttan in- direcekeler) diye padişahı kandırmışlar; o da boyun eğmiş, Kendini ve sarayını muhafaza için, general İznatiyef İstan- bula 30 bin Rus askeri getirtecekmiş; hep- kesi kırdıracakmış. İşte bunun üzerine softalar kazanı kal- dıtıyor. Bir sabah, 20, 25 bini Süleymani- ye camlinde toplanıyor. İki rekât hacet namazını kılıyorlar. Elebaşılar kürsülere çıkıp vaazları, nutuklara başlıyor. Yukanda saydığımız şikâyetlerini, ars tık tahammüllerinin tükendiğini, bu hal- lere sebeb sadrâsam Mahmud Nedim pa şa ile geyhislim Hasan Fehmi efendi ols duğunu tekrarlıyorlar. (Sadrâzamia şeyhislâmı istemiyorum, indireceğiz!) Avazeleri içinde Süleymani- yeden Beyazıdı, Divanyolunu tutuyorlar; Babfliye doğru yürüyorlar. 5 kaf dan paşalar, yaverler koşturulu- yat BAM önlenip dilekleri sorulurken bir hünkür yaveri Babiâlinin yan kapı- sından Mahmud Nedim paşayı İrmn ©0- farethanesine kaçıracağı sırada boş bie kupa arabasi görünce hemen bindirip, perdeleri de indirip çalakamçı Sirkeci is- kelesi. Halkın (yuha) ları arasında bi kayığa atlayıp karşıya vuruyorlar. Mahmud Nedim paşa ile Hasan Fehmi etendi azledilerek sadarete Mehmed Rüş- tü, şeyhislâamlığa da Hayrullah efendi , yobazlar, çömezlem Bu hadise 13 nisan 1876 ya tesadüf eder, Nanemollanın zaptiyeye düşüşünden 28 gün kadar evveldir. Maksadımız günü gününe tarihi bir roman yazmak olma- yıp devrin, rejimin hususiyetlerini anlat. mak olduundan vakayı buraya koymak- ta bels görmedik. (2) «Winchester», mükerrer wieşli tü feklerin Oilk (modellerinden o«Martini Henry lere beraber yeni alınmış, süva- rilere, zaptiyelere döağılılmış. (3) Şimdiki Haikevinin bulunduğu cağ de.

Bu sayıdan diğer sayfalar: