31 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

31 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Büyükada eskiden hiç de böyle şirin bir yer değildi Oğlunun gözlerini oyan, torununu nefyeden imparatoriçe Iren'in mahpesi bu Evvelki gün pazardı; halk, mesire- lere oluk oluk aktı. Şüphesiz ki, hem- şebrilerimizi en fazla celbeden yer lerden biri de adalardır. Orada inşi- rah buluruz; başımızı dinler, rahat nefes alırız... Denizin ortasında yükselen bu çamlıklı, çiçekli ve zarif binalı toprak yığınları ne ferah dünya cennetleri- dir, değil mi?... Halbuki şehrimizin #ski sakinleri nazarında vaziyet hiç #e böyle değildi. Adalar, cehennem- di; menfadı; kasvetli bir ölüm diyarıy- dı Buraya Bizans prenslerinin sürük düğünü işitmiyen yoktur; fakat aca- ba buna dair geniş malümatı olan çok mudur? Bizim eski müellifler, İstanbuldan © derece çok bahsettikleri halde ada- lara pek ehemmiyet vermemişler. Her yeri adım adım gezen pirim Ev- liya Çelebi bile, Bursaya giderken, meselâ Heybeliden şu kadarcık ba- his ile iktifa ediyor: VASFI HEYBELİ — İstanbula on sekiz mil- dir. Muhiti dairen mâdar dokuz mildir. Da- Mur veâbadandır. Bir manastırı vardır. Yılda bir kere Rumlar kayıklarla gelip ziyaret ederler. Cezire balkı hepsi zengin Rum reisleridir. Abıhayat gibi suyu ve dilrüba bağları vardır. Hâkimleri Kostancıbaşı ile Yeniçeri yasakçısıdır. Belli ki bizim kudemayı uzaklık ür- kütmüş; adaları İstanbul dışı say- muıslar; Hem buraları fazla nisbette huris- tiyan bir ruh taşıyormuş: O zaman daha gümrah olan çamların kuytu. Juğundaki manastırlar, papaslar.. hülâsa, iltifat etmemişler... Adalara dair en iyi malümatı Gus- tave Schlumberger ismindeki Bizans meraklısı müellif Les İles des Princes isimli eserinde buluyoruz. (*) Bu ki. tabı, B. Naci Yüngül dilimize çevir- miş. 1937 de İstanbul Eminönü Halk- evi de bastırmıştır. Baştan aşağı ©- kuyacak olursanız, artık, adaları bambaşka bir nazarla görürsünüz. Ben burada, diğer mehazlardan da | Kslifade ederek, adaların en meşhuru olan Büyükndanın, en meşhur ma- nastırı olan kağmlar, manastırında nihayet bulan facialardan birini nak- ledeceğim. “ Bundan 1158 sene evvel, İmpara- toriçe İren kocası dördüncü Leon'un vefalı üzerine, 28 yaşında olarak memleketin mukndderatını eline ak tu. Henüz küçük olan oğlu müstak- bel altıncı Konstantin'e niyabet edi- yordu. Derhal Araplaria omusalâha fikdetti; Slavların ve Rumların İs yanlarını baslırdı. Yeni bir din pollti- kası kurdu. (Mukaddes tasvirlere tapınmak taraflısıydı; tasvir bozanla- rın aleyhine şiddetle icraata girişti) N80 le 790 Milâdi tarihleri arasında kudretli bir hükümdar olup dünya hin bu tarafına hükmetti, Garba hük- meden Şarlmanla evlenmesi dahi mevzuu bahis eğildi. İ (e) E. de Boceard, Editeuz, 1 run de Mdicli, Parla, 1628 gün ne haldedir ? k cg Bizans prenses ve prenslerinin menfası 6lan Istanbul Adalarının uzaktan görünüşü Fakat bu sırada da oğlu Konstan- #in büyüyordu. Genç prens bülüğa erdiği halde İmparatoriçe anne hük- mü bir türlü ona bırakmıyordu. Bu hal karşısında ordu 790 da isyan ede- rek tahtı - gerçi annesine kıyasla pek beceriksiz bir hükümdar olanak tıncı Konstantin'e verdi. İren, oğluna hulül etti; kendi de, gözdeleri de 792 den itibaren, gene hükümet idaresine karıştılar, Bu sr rada, genç İmparator, dindarların cevaz vermediği şekilde bir zevce bo- şayıp, diğerini aldığı için, İren fırsa- tı ganimet bildi: 79T senesinin 17 haziranında, hü- kümdar, şehrin sirkinden döndüğü sırada bugünkü Eyüp semtinde bulu- nan Aya Mamas sarayı civarında, valdesi İmparatoriçenin parayla tut- tuğu ve maharetle tebdili kıyafet et- tirdiği cenebi askerlerin baskınına uğradı. Fakat Konstantin, o baskından kur- tulup hücumun nereden geldiğini de kestirdiği için, Marmaranın Asya sa- hillerine kapağı attı. İreh, büyük sarayı eline geçirip derhal iktidarı kendine hasretti. Oğ- Tunu maharetle takip ettirip, iki ay araştırmadan sonra yakalattı. Al tıncı Konstantin, eli ayağı bağlı olarak İstanbula getirildi ve doğduğu oda- da hepsedildi. Fakat İmparatoriçe beklenmedik yeni bir isyandan kortuğundan, oğ- lunu artık hükmedemiyecek bir hale sokmak niyetindeydi. Ancak, öldür mekle sakat bırakmak şıkları arasın- da mütereddiddi, Nihayet «annelik şefkati; galebe çalarak (tedbirlerin hafifine başvurdu: Bir gece, Konstantin, henüz şafak uykusuftun en tatlı yerindeydi. Yirmi yedi yaşların- da bulunan bu gencin gözlerini oy- mağa memur edilmiş işkenceciler, usulla odasına girdiler; gürülüü et- meksizin yatağına sokuldular ve an- cak iki gözüne birden birer ml dal- dırdıkları vakit mahlü İmparator u- yandı. Vahşi bir hayvan gibi bağırdı. Feryadları kesilince annesi aleyhine beddunlar etti Saatlerce kıvrandı durdu ve yaralarının tedavi edilme- mesini istedi, Böylelikle öleceğini u- muyordu; fakat yavaş yavaş körlüğe alıştı; hattâ annesinden bile fazla yaşadı! Altıncı Konstantin'in ilk karısından Öfrozin isimli bir kız çocuğu dünya yâ gelmişti ki İren oğlunu kör ettiği günler zarfında, bu mini mini toru- nunu da, rahibe yetişsin diye Büyük- ada kadınlar manastirna hapsettir- mişti. İmparatoriçe, sonradan kendi. ne de mahpes olan bu manastırı sal- tanatı esnasında pek “mükellef şekil- de tamir ve ihya ettirdi, Ellisini bulmuş olan bu hükümdar kadın, artık şevket ve ikhalinin en yüksek derecelerindeydi. Kendini ra- kipsiz sayıyordu. Nazırlardan Nise- for'un tahta kaxşı gizli emeller bes- lediği kendisine bir kaç kere haber verildiyse de, o, öteden beri istihfaf ettiği bu şahsiyete ehemmiyet bile vermedi Sadece kendisini azarlamak- iktifa etmişti. Fakat bir takım haromağaları ve yüksek memurlar, aralarında komp- lo kurup rahatsızlık geçiren İren'i Marmara kıyısında yaptırdığı ve pek sevdiği Elöter sayfiyesinde bastılar. Ancak giyinmek üzere bir kaç da- kika müsaade ettikten sonra onu kapalı bir tahlıravanla büyük sara- ya naklettiler, İmparatoriçe hiç bir şikâyet ve hayret alâimi göstermedi; gururu buna manidi; mukadderata vakurâ me inkıyad etti. Ertesi gün odasının önünde bir kı- liç şakırtısı işiterek yatağından doğ- ruldu. İmparatorluk tacmı giyen Ni #efor eşikte belirmişti: Büyük bir ne- zaketle ve hürmetle İren'in karşısın. da eğildi. Nefret ettiği bu tahta söz- de istemiye istemiye çıkmak mecbu- riyetinde kaldığını, uzun uzun anlat- tıktan sonra kendisine itimad etme- Ai için İmparatoriçeye yalvardı ve 0- Nu ebediyen koruyacağına dair ye- minler etti... Bu uzun mukaddimeler- den sonra gizli arzularını açığa vura- rak, İren'den, bütün saltanatı esna- #mda biriktirip sakladığı hazineleri nin yerlerini sordu. » İren, yavaşca şöyle cevap verdi; i— Ben fakir bir aflenin ızıyım. Allahi beni İmparatoriçe yaptı. Tah- tımdan yuvarlanmama sebep Saraylıların Koçu ile seyre gidişi... Acele etmeyin, anlatacağız. Koltuklarda başyosmalığı seneler- ce denemiş, illâllah demiş. Hanım ni- nelerin, teyzelerin, ablaların hükmü altında yaşamağa artık tahammülü yok. Oralarda canının istediğine çık- mak, istemediğine çıkmamak olamaz. Kim gelse, onu kim beğense eyvallah demeğe mecbur. Saniyen birile odaya kapandı mı, karşı oda, aşağı kat şevkten, ala ala heyden kırılsın; nekreler, bir kol çen- gier, hokkabaz mizaclar ortalığı ne- şelere, kahkahalara garketsin; o, müş- terisi uyuntunun, soğuk nevanın, tıns maz melâikenin yanından ayrılmama» ga mahküm... Hafazanallah, yenir yutulur şey mi bu? Tarandil hanımın fikrince ev sahir bi olmaklığın muhassenatı çok. Bir defa, onun işleteceği ev yol ge- çen hanı gibi olmıyacak. İstanbulun birinci sınf muhabbet tellâllarını bi- Uyor. Yalnız bunları vasıta edecek; pek kibar, pek seçme kimselerden gayrisini katiyen evine sokmuyacak. Sonra, gelenleri kapı aralığından gözetliyecek. İçlerinde hoşuna giden var mı, yok mu?.. Varsa yanlarına çi- kacak; ağırlıyacak, mağırlıyacak. Şa- yed yoksa, yardımcısı ne güne duru- yor? Arab Pamuk bacı? O karşılasın, idare etsin, Bacı bunları beceremez mi?.. Ne di- yorsunuz, ne vaktin adamı 6, ne Pa muk bacı 6?.. Hünkâr efendi gelse sür karşısına, bak nasıl memnun ediyor, Daha sonrası en mübimmi, Gelen- lerden birini veya bir kaçını gözü tut- tu da sofaya fırladı deği! mi, bilâistis- na hepsinin gözü bunda. Hepsi buna dudak sarkıtmadalar, buna ağızları- nın suyu akmade... Burunburuna: — Mirim, işbu sahibe hane lâtilo- kum, benimi!.. — Ben bekârım daderciğim, Lütfet!. — Yooo, kabul etmem. Asalı vesate- tile sizi buraya getirenin abdi ahkar olduğunu, hakki intihabın enönce ba- na taallâk etliğini unutmayın aha- veyni... Diye mecelleşirlerken, bunları sey- retmek az zevk midir? Saraylı hanımın Nişancadaki evinin içi, neşeden, keyiften, ahenkten inli- yordu. Keman, tambur, ud, kanun nâğme- leri, yanık yanık kadın gazelleri, tatlı tatlı şarkı nakaratları etrafa taşıyor- du. Fasıl tam yolunda; gazelli taksim- den başlıyarak peşrev, ardından bes- te, şarkı, türkü.. Yosmalardan kimler yoktu kimler? Kumru, Güvercin, Beyaz Papağan, Sarı Papağan, Büyük Ceylân, Küçük Ceylân.. Bunların asıl isimleri de Neşvelcan, Şevkıdil, Leman, Afitap, Büyük Fitnat, Küçük Fitnat... Rakı sofrası boydan boya donanmış. Üstünde kuş sütünden maadası, Si- cak, soğuk mezeler; turfanda yemiş- ler; billür kâseler içinde karlar... Pamuk baci mutfakla meclis odası arasında pervane... Şiş kebablarını, cızbıs köflerini, ciğer, beyin, barbun- ye taralarını taşımada... Baş södirde şam kotnosile kaplı çekmeceli yayvan minderde, başı mat- Ne neşe, ne sürür, ne şadümani için de... DİN hiç durmuyor, mütemadiyen söylüyor. Söylerken kahkahaları atı- yor; kahkahaları atarken daha ziyade kızarıyor, morarıyor. Taş ölçerim, beye nini kan bürüyüverecek, Bu zat, âlemi Abı yapan, kese dolusu lirayı cebden boşaltmış ve evi kapı ka» pamaca kapatmış olan bir hovarday- Ğı: Rumeli sudurundan ve Meclisi intis babı hükkâmüşşeri âzasından Nimeti Molla beyefendi. Şimdi tanıyacaksınız. Hani Eşrefin cemaziyelevvelinden bahsederken, Çır- pıcı çayırında onu bir sarıklının gör. düğünü, bir kazaskere götürdüğünü, iltimasla İstanbul kereste gümrüğüns kâtib ettirdiğini söylememiş miydik? İşte bu göbekli o kazasker efendi... Nimeti Molla bey, esbak şeyhislâm- lardan Ahashavi Hüseyin Nimeti efen- dinin hafidi ve (Meclisi imtihanı kur'a) Azalarından sudurdan müteveffa Meh- med Hacleti Mollanın oğlu. Servet ve sümanı Karun misal, De- deden ve bubadan kalma İskeçede, Kavalada çiflikler; İstanbul, Edirne. de hanlar, hamamlar, iradlar, akarlar, Ahashavi efendi, Üçüncü Selimin şeyhislâmlarından. Çabuk kündeye gitmemiş, makamı meşihatte sene lerce bulunmuş; fervelbeyzayı lâbis- ken ölmüş. Oğlu Hacleti Molla, varis olduğu malı mülkü bir kat daha arttırmış. Onun da oğlu mevcuda da katmış, Vilâyet ve sancak nalblerinden, ka- za kadılarından boyuna cebellezi, bo- yuna rüşvet. Adamına göre binlercesi- ni, adamına göre de yüz mecidiyeye kadarına bile razı... 'Herifleki gösleriş, övünme tarafını sorma... Meselâ, ikide bir cebinden bir inci tesbih çıkarıyor, öpüp başına koyuyor: — Ceddi ekremim, şeyhislâm mağ. fur Ahashavi Hüseyin Nimeti efendi- ye Sultan Selim hanı salis hazretleri- nin bergüzarıdır. Ehlivukuf iki bin ke- sahçe kıymet biçiyorlar. Ardından, parmak kalınlığında al tan köstekli, ibrişimden örme kese içinde bir saat çıkarıyor, kesenin ke narını aralıyor, Mineli, hakikaten in- ce iş ve antika... — Keseyi açamam, zira günaha gi- remem, Minesinde nisa talfesine ald tasvir var... dedikten sonra: — Bu da büyük pederi vâlâ gühe- rimden kalmadır, Esbâk França elçisi ceneral Sivaslı Yani (yani Sebastiyani) yedile França imparatoru meşhur Bo- napartanın yadigirdır. Bedestens gösterdim, iki bin altın Fiori baha takdir ettiler... diyor. Hafld Nimeti Molla beyin daha pek çok marifetleri var. Yavaş yavaş gö- receksiniz. Şu en yeni marifetini söy- leyiverelim bari, O gün, softaların kazan kaldırışla- rına baş sebeblerden, çıbanı ilk deşen- lerden biri de oydu. Zira Hasan Feh- mi efendinin hasmı canı, Mahmud Nedim paşanın da düşmanı biâmarnı idi, Sedirde, omuz yanındakinden ev- vel, çekmeli minderin yanında, yerde- ki atlas erkân minderindekine gele- Um: Büâbı fetva maaşatı ilmiye kâtibi İb- rahim 8inan efendi, Çırpıcıda Eşrefi gören, Molla beye koşturan, Kereste gümrüğüne koydu- ran sarıklı, Göbeklinin bendesi, rüşvet ve zevk vasıtası, birlikte papaz uçurduğu ki- şiydi, Onun da en yeni marifeti var, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: