5 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

5 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Haziran 1938 X AKŞAM AŞK ve MACERA NUVELİ Meşhur kadın avcısı İlyas 'Ekseri yazlar adaya giderim, O se- me kışı rahatsızlıkla geçirdiğim için, 2 har olur olmaz hemen kendimi o cen- netten nümüne sayfiyeye attım. He- nüz göçler başlamamıştı. Evler bom- boş ve oteller nisbeten tenha idi. Benim pansiyonda yaşlı bir iki be- kârdan maada kimseye raslamamıştım. Fakat akşam yemeğini yerken köşe ma- sada bir aile dikkatimi celbetti. Her- halde bunlar yeni gelmiş olacaklar... İki kadın bir erkektiler. Adam, yetmiş yaşlarında kadar, şişman, gözlüklü bir zat... Yanında oturan bayan - ki ka- rsı olduğu anlaşılıyordu - o da alt- mışında tahmin edilir, Diğer kadının arkası dönüktü. Zarif endamı ve boy- nunun üzerine kaymış büyük bir saç topuzu dikkatime çarptı, Kıyafetleri asla modaya uygun ol- mamâkla beraber, her biri pahalı ku- mâşlardan, hakikatte acaip fakat ken- dilerince süslü elbiseler giymişlerdi. Kalantor insanlar oldukları bütün hai- lerinden belliydi. Sessizce yemek yiyorlar; arasıra, ga- yet yavaş, birbirlerine birer cümlecik söylüyorlardı. Arkası dönük oturan bayan bir ara- lık kafasını çevirdi ve hayretle gördüm ki, endamının inceliği dolayısile genç sandığım bu kadın meğer hayli yaşlıy- mış... Buna rağmen güzelliğine hay- ran olmamak da kabil değildi. Eski Yu nan heykellerine benziyen bir tip: Mun- tazam bir profil, çekme bir burun; ba- dem biçiminde iri lâciverd gözler... Fa- kat buruşuk bir alın; vaktile güzel olup şimdi kayışlaşan bir ten; çenenin yan- larında dudak uçlarını aşağı doğru çe- ken iki çizgi... Modanın müsaadesinden uzun olan elbisesi genç kızlara mahsus bir tarz- da dikilmişti. Umumi manzarasında eski zamanı hatırlatan bir çeşni vardı. Yemeklerini yedikten sonra, iki ka- dın yavaşça kalkıp gitti. Yetmişlik adam bir koltuğa yerleşti ve kahvesini höpür höpür içmeğe başladı. Bilmem neden, bu insanlar merakı- mi uyandırmıştı. Kim olduklarını otel- diye sordum. Birçok zeytinlikleri ve yağ, saburi fabrikaları olan B. Abdür- rahman, karsi ve baldızı imiş, #”e Ertesi gün iskele gazinosunda otu- Türken, bir erkeğin bana doğru geldi- ğini gördüm, Sırtında ince siyah bir pardösü vardı; başında solmuş, yağlı bir şapka... Hava biraz serin olduğu için, adamın üşüdüğü omuzlarını kal- dırmasından ve ellerini ceplerine &ok- masından belliydi. Önümden geçerken yan gözle beni süzdü; birkaç adım at- tı; ilerledi, biran tereddüdden sonra geri dönerek yaklaştı. lerini ceplerinden çıkardı. Şapka- sile selâmlıyarak — Affedersiniz beyefendi... niz var mi efendim?.. — Buyrunuz. Yanımdaki iskemleye oturdu. Sekiz İ buçukluk üçüncü nevi buruşuk pake- tinde sigara arıyarak yüzünü ekşitti; — Vay! Tütünüm de kalmamış... Gülümsedim, — Müsaadenizle ben takdim ede- yim! - dedim ve tabakamı açıp uzatlım. Hemen kabul etti ve kutuyu parma- gile tutarak sordu: — Altin gâliba?.. Altını... Benim de Üç tane vardı... Hepsi çalındı!., Yorgun gözleri, eskimiş ayakkatıla- rına hüzünle iğildi. Sarı ve buruşmuş yanakları arasında kocaman bumu bir budud işareti gibi duruyordu, Bu ada- mın yaşı, acaba otuz beş mi yoksa alt- mış mıydı? En bariz vasfı mânasızlı- dayı. Güze çarpıcı mezelletine rağmen son derece İtinalı insanlara malısus bir Lav- rı vardı. Mariz hali bir hastalıktan de- gül, belli ki manevi bir üzüntünün ne- ticesiydi. Kendi kendime şöyle düşündüm: «— Karısı yeni ölmüş bir küçük me- mür olacak... Âmiri haline acıyarak, onu birkaç gün için başı boş bırakmışa benzer...» — Bürada çok mu kalacaksınız? - di- ye bana sordu, ç — Bir iki ay... Adayı severim!, — Be nde, efendim... İstanbulun hiç kir sayfiyesi yoktur ki, gitmemiş ola- i yi Pari ad Kibriti- Nakleden: (Vâ-Nü) yım... Fakat doğrusu birinciliği ada ka- zanır... Bir zaman karımla burada gü- zel bir köşk tutmuştuk... Çok mesud- duk... Cevap vermiş olmak için; — Oh, âlâ! - dedim. Dalgın dalgın devam etti: — Bu saadet dokuz ay sürdü... Teessüs eden ahbaplığımızı ilk önce hoş görmemişken muhaverenin aldığı cereyan garibime gitti; muharrirlik da- marlarım kabardı. Lâfın arkasını al#- ka ile bekledim; fakat muhatabım 8ö- zü burada kesti. Sükütu bozmak için, gelişi güzel: — Ada daha pek tenha! - dedlin. -- Evet, fakat isabet... Çünkü cavs- lacoz kalabalıktan hoşlanmam... Sonra, yerinden Kalktı: — Sizi sıkmiyayım efendim... diye- rek ayrılıp gitti. Hava büsbütün serinlediğinden, ben de, az sonra aheste adımlarla otelime döndüm. Kapıdan içeri girerken bir payton durdu. Yağcı, karısı ve baldızı indiler. Arabacı, ertesi gün hangi sa- atte geleceğini sordu. B. Abdürrahma- nın adada kaldığı müddetçe arabayı kiraladığını öğrendim. Bütün otel personeli bu yağlı müş- teri yağcının etratında pervaneydi. Gezmedikleri zaman bahçede oturuyor- lar; iki kadın el işi yapıyor; ihtiyar erkek de kâh uyukluyor, kâh gazete okuyordu... İsminin Makbule olduğunu öğrendi- ğim genç kız endamlı yaşlı kadın ba- zen ötekilerden ayrılıyor; sabahlari yaya gezintiler yapıyordu. Artık aramızda göz ahbaplığı başle- mıştı. Uzaktan biribirmizi selâmlıyor- duk. Bir gün metrdotel-bena: — Ahdürrahman bey, sizden Leylâ ile Mecnunu istiyor! - dedi. — Ne mtinasebet? Bende ne arar? — Roman değil mi efendim?... Sizin muharrir olduğunuzu işitti de... Güldüm: — Kusurâ bakmasınlar... Yanıma 8 mamışlın! - dedim. Fakat bu girizgâh merek ettiğim in- sanlarla konuşmama sebep olacak diye sevindim. Akşam üstü holde ihtiyara — Affedersiniz, beyefendi... Aradı- gınız kitap bende yoktu. Fakat arzu ederseniz kendi romanlarından vere- ” İki kadın mahcubiyetle başlarını ön- lerine eğdiler, B. Abdürrahmanda mahremiyetine bir yabancı erkek gir- miş hali hasıl oldu. Maamafih, neze- ketle cevap verdi: — Zarar yok efendim... Teşekkür ederim efendim... Otelei sizin muhar- rir olduğunuzu söylemişti de... Muhayerenin uzamasını istediğin? halde, ihtiyarın buna taraftar görün- mediğini sezdiğimden çekilmeğe mec- bur oldum. Ertesi sabah, Nizam caddesinde ba- yan Makbuleye raslayınca, bu ellik kızâ yaklaşıp birlikte yürüyüp konuş” mağı pek istedim, Kimbilir o, nasıl bir haleti ruhiye İle konuşacaktı, Bu- nu pek merak ediyordum. Fakat kü dın selâmımı kızararak âldi ve başi” ni çevirip Nerledi, gitti , Birkaç #dım ötede bir gün evvel ras ladığım garip erkekle karşılaştım. Ge- ne şapkasile beni selâmlıyarak: -—- Beyefendi... Bugün de kibriti unutmuşum! - dedi. — Hay bay... Fakat tabakamı otelde bırakmışlar... — Zarar yok efendim... Bugün de si- garayı ben size takdim edeyim... Cebinden mahud buruşuk paketi Çi- kardı; karıştırdı: — A... vah vah... Ne aksilik. Benim- ki de bitmiş!- deği. “Telâşla benden ayrıldı. Hızlı hızlı yü- rüdüğünü farkettim. Bayan Makbüle- ye mi yetişmek istiyordu? Ne yapaca- gin görmek için geri dönmek istedim. Fakat kendi kendime: «— Yok!.. Terbiyeli adam intibamı veriyor... Bir kadına musallat olmaz!o diye düşündüm. sik Akşam üstü deniz kenarında gene raslaştık. Yanıma gelip oturdu. Kibrit mukaddemesinin Oo tekrerlanmaması için, tabakamı çıkarıp sigara uzattım. — Çok naziksiniz, beyefendi... Teşek- kür ederim... Hem ben sizi tanıyacağım galiba... Siz meşhur muharrir İrfan Kâ- mil değil misiniz?.. — Estağfurullah... Evet. zaman müşerref olmuştu — Efendim.. resimlei de gördüm... Ya si22,, MSIMIZ?.. Herife dikkatle baktım. Bu uzun, za- yıf, saçları dökük, ağlamış halli hir adamdı! — Hayır... Maatteesüf hatırlamıyo- rum! - dedim. İçini çekti. — Çok değiştim, efendim... Bir za- manlar resimlerim, gazetelerin birin- ci sahifelerine basılırdı amma altla- rında ismimi görmesem ben de ken- dimi tanımazdım, hoş... O'kadar rö- tuş yapılırdı ki... Biraz sustu, Sonra devamla: — Muharrir olmak ne iyi şey... yazmak hususunda bende de birçok hassalar vardır: Mütemadiyen oku- rum... Tenbellik etmesem bir kitap te- Mifine iktidarım vardır, sanırım . Hafif bir tebessümle cevap verdim: Fakat ne : gazeteler- Beni tanımaz yır!... Kusura bakmayın... yahat ederin de... Acaba şöhretini neye medyundu? Sporcuya, pehlivana da benzemiyor... Partisi iflâs etmiş siyasilerden mi?.. Acı acı devamla; — İşte şöhret, an, şan, böyle kısa zamanda unutuluyor... Hey gidi hey... Ben haftalarca İstanbulda kendinden en çok bahsettiren adamdım... Biran sustu ve kelimelerini tarta tar- ta: — Hani o meşhur kadın avcısı yok / mu? Ben oyum! Böyle bir şöhretle öğünen adana he cevap verilebilir? Ben ki meşhur hazı; | Ben çok se- cevaplardan sayılırım, doğrusu, biran İ şaşalayıp sustum. —... On bir kere evlendim... İ — Bravol., Ekser insanlara biri bile çok geliyor... — İdman meselesi efendim!.. — Peki amma düzüneyi niçin ta mamlamadınız? — Aşkolsun! Bu suali soracağınıza emindim... Çünkü zeki olduğunuzu derhal anlamıştım... İşte, öyle ya, efen- dim, bu aded beni çok üzüyor.. Ta- mamlanmamış bir seri hissi veriyor, de- gil mi?.. Dört, şer'i şerir!,, Umuru âdi- yeden!.. Yedide yedi cennet. kapısı açıl- dığı halde çok kişiye nasib değildir... Dokuz, uğur telâkki edilir... Fakat on bir kesik baş gibi kalıyor... Şöyle bir dü- züneyi doldursam keyfim tamamlana- cak!, Pardüösüsünü açlı, Cebinden yağ» nı, yırtık bir cüz- dan çikerdi.. İçi, tıklım tıklım kâ- ğıdla doluydu. Bunlar, gazeteler- den kesi'miş sütun» Yardı, Bir bir açtı: — Bakın şu re- simlere!, İşte bun- lar hep benim... Âlemi rötuşla gü- zelleştirirler... Beni berbad etmişler. Cani kılığına sok- muşlar.... Yazılar oldukça uzun... Belli ki Eyüplü Mehmed İlyas gaveteciler için mükemmel bir irad teşkil etmiş- ti. Serlevhalara göz attım, «Eski pa- Şalara rahmet oku- tan bir şerseri'»... «Kadın dolsndir- cısis.. eNikâh Üze- rine nikâh kıyan sahtekâr!».. «Bir jigolonun marifet- leri...» — Bun'ar, pek şanlı hir propagan- Zengin tabaka arasında ne kadınları baştan çıkarmıştı. da deği! - diye me rldandım — Herkesin muharrir olmadığına ben de şaşarım zaten... Kolay iştir! — Yok! Roman müşkül... Fakat kı- a hikâyeleri doğrusu yazarım... Hele hatıratımı neşr için bana biri muva- fık bir ücret teklif etse hemen razı olurum... — Hatırat yazmak harpten sonra moda oldu.. Belli başlı bir edebi janr haline geldi, — Amma benim sergüzeştlerim gihi- si kimsenin başından geçmemiştir. Bi güzeteye teklifte bulundum, mektubu- mâ tenezzüler cevap bile vermediler, Yan gözle buna baktı. Acaba söz alıp ve avans isteyip beni bir iki lira çarp- mak'niyetinde miydi? Tekrar sordu: — Demek beni tanımadınız, beyefen- di?, i — Öyle oldu efendim. Biran düşündü: — Ben Eyüplü Mehmed İlyasım... — Ya... Başka cevap bulamamıştım, Bu isim bende hiç bir hatıra uyandırmamıştı, “Tek hecelik kısa cevabımın onu inkisa- ra düşürdüğü yüzünden belliydi. İsrar etti: — Camm' Eyüplü Mehmed İlyas... Batırlamadınız mı?.. — Vallahi ne yalan söyliyeyim, har Mi Ye ye iye vi Sıska omu'a rini silkerek: — Gazetecilere hiç ehemmiyet ver- memi,, Çünkü ne mal oldukigrını bili- Tim... Asıl gücendiğim adliyedir. Beni hâkim yerden yere çarptı!, Gajeteleri tedkik ederek: — Beş seneye mahküm olduğunuzu yazmışlar. “ — Evet, fakat olur iş mi bu, efen- dim?.. Hattâ bakınız, karılarımdan üçü beni kurtarmağa çalıştığı halde... De- mek ki memnunmuşlar... Buna rağmen beni hapislerde çürütmek doğru mıy- dı? © Solgun yanakları öfkeden kızarmış» tu. Fersiz gözlerinde şimşekler çakıyor- du O anlattıkça ben de önümdeki sü- bunlara göz gezdiriyordum. Hep ihtiyar “dullarla veya kırkını aşkın kızlarla ey- lenmiş... Bunları kibar sayfiye muhit. lerinde avlamış... İzdivaçtan bir iki ay sonra paralârını kapar, gidermiş... Bu- na rağmen kadınların çoğu kendisin- deri memnun olduklarını; âileyi yeni- den kurarsa birlikte oturacaklarıni söy- Ben hayretle herifi süzüyordum. Bu ne muvaffakıyetti!.. O, nazarlarımın mânasını anlamış olacak ki? 7 “© — Nemi beğeniyorlar diye merek edis yorsunuz, değil mi? - dedi. - Kadınların çoğu ne güzellik, ne zekâ arar. Hele yâşları geçtikten sonra böyle rıutavas- Sıt, sakin bir adamla saadete kavuşa- caklarını umuarlar... Ben gâyet muya- zeneliyimdir, efendim... Kavga etmem, 4 içki içmemi,. Bu suretle zeycemi bah- N tiyarlığa ulaşlırırım.. Hem bendeniz eve elim boş da dönmem: Şekerdi, pas- taydı, yemişti mutlak getirir, hetunun gönlünü alırım... — Amma karınızın parasüe yapıyor: dunuz bunları!,. — Lâkin efendim siz maksıra, huliğe su niyete bakın... Para kimin olursa olsun!, — Şaştığım birşey varsa aldığınız bu kadınların hepsi, iyi allerin kızları, ka- rılanı... Tahkikatsız filân nasıl size var “ mışlar? © 1 — İlâbi efendiciğim .. Kenci ihtiya- rı, sarısı öşmeri, kadın mıdır, mutlak koca srar.. Bu devirde «evlenelim!» di ye söze başlıyan da pek az... C'ddi ha- Jimi görünce dört elle bana sarılırlar... Rmin olun, beyefendi, bana cemiyetin . yaptığı büyük haksızlıktır — Peki amma, siz sade evlenmekle kalmıyorsunuz ki... Paraların da sl yormuşsunuz. — Elbetle alacaktım... Başka türlü nasıl yaşıyayım?.. Karı kocalıkta senin. benim dâvası felâkettir mrazzaliah.. Diğer cihetten de: Neye mukabil air yordum; bunu düşünseniz e... Kırkımı aşmış bir kız tasavvur edin: Yapyak nız... Sevilmek istiyor!.. Hayatında aşk sözleri işitmemiş... Ben ona tat'ı tatlı ij cümleler söylüyorum: ilânı aşktar edi- yorum; kadınlık gururunu okşuyordum . Kendine karşı emniyeti günden güne arttırıyor; abus yüzü gülümsüyor... Berk ğe başlıyor; abus yüzü gülüsüycer... Be önüne çıkmasaydım, o serve rağ men, hayatın bu zevkini bilmeden gö- çüp gidecekti... İşte beyefendi, on bir kadın vatandaşın hayatına aşkı ve şiir getirdim... Az hizmet mi? Fakat buna” mukabil elimde.ne kaldı?. Bir sigara alacak param bile yok... Bu vaziyet bana ne kadar acı geliyor, bilseniz... Ömrümde kimseden borç etmemiştim Karılarımın sayesinde lüks hayat da © yaşamıştım... El uzatmak ne ae», Pas kat, buna rağmen, kuzum, bana bir li- ra verebilir misiniz? z Bu adam beni hikâyelerile herhalde 3 bir liralıktan fazla eğlendirmişii. vi — Memnuniyetle! - deyip cüzdanımı açtım. y Paralarımı desteyle görünce: » — Öyleyse iki vermez misiniz?- dedi. — Hay hây! “diyerek kendisine, i$- tediğini uzattım. iğ ss İ Aradan on biş gün geçti Birkaç yemekte yağ tüccarlarını görmeyince ” oteleiye sordum: — Ne oldular bunlar?.. Gittiler mi? — Hayır elendim; sormayın... Başl larında bir felâket var... Odalarından çıkmıyorlar. “Bayın baldızı kaçmış... B. İlyas birile seviştiğini ve ev leneceğini söylemiş... Şimdi karı koca pürhiddet ortaya çıkmıyorlar, âlem- den utanıyorlar... «Ya herif nikâh kıy- mazsa büsbütün rezil olacağız!» di: yorlar. ha -—— Bayan Makbule zengin mi? sek ye sordum. ve -— Ne diyorsunuz? İki üç yüz binli. ralık kadın... Zaten B. Abdürrahmân da iki hemşirenin parasını iletiyi muş. Geyri ihtiyari bağırdım: siyer — Ooo. Öyleyse hiç merak etresin-.. ler! İtyas ona çifte nikâh bile kıyar, Nakleder: (VA.NÜ) Iş bulmak için Uzun uzun düşünecek yerde | AKŞAM gazetesine bir Oğ KUÇUK İLAN koydurunuz. : 3 defasi 100 kuruş

Bu sayıdan diğer sayfalar: