6 Eylül 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

6 Eylül 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Çe SYRILIŞ. lutlar dolaşıyordu. Bir sonbahar tüZ- gârı bahçedeki ağaçların yaprakları. nı dökmeğe başlamıştı. Uzaktan bir tren sesi uzun uzün öttü. Ahmed Selim balkonda fazla dura- madı. İçeri girdi. Salonuti duvarında» ki takvime gözü ilişti. 20 Eylül... Bu © tarih onun için ne kadaf mühimdi. Tamâm 47 sene evvel vügü doğmuş- tu. Aci acı güldü. Kendi köndine mari). dandı: 3 — Ben de ne kadar “büdalayım... Halbuki hâlâ Köndimi Bir “delikanlı sanırım... *.. Bahçeden yirmi iki yaşındaki oğlu- nun sesleri geliyordu. “Ahmed Selim yazıhanesinin başına oturdu. Cebin- den bir anahtar çıkardı. Yazıhanenin gözünü açtı. Orada iki resimle bir pa- — saport duruyordu. Resimlerden biri - Sabahatin, öteki de oğlumun .fotoğrafı idi, Ahmed Selim evvelâ .Sabahatin fotografını eline aldi. Bu otuz, otuz beş yaşında, fakat çok genç görünen, güzel bir kadındı. Ahmed Selim Kısa bir zamandanberi Sabahatle sevişiyor- du. Belki de bu, hayatının en çiddi macerası idi. Ahmed Selim ilk defa bir kadınla fazla arkadaşlık etmek. ten korkuyordu. Çünkü biraz daha ilerilerse bu, tâtlı bir tüyadan yeni uyanmış gibi insana hulyâlı hulyalt bakan güzel kadından hiç ayrılamıya- cağını anlıyordu. Halbuki gerek Sabahat, gerek Selim biribirlerile çılgınlar gibi. sevişip müş- © terek bir hayat kurmağa kendilerin. © de hak görmüyorlardı. İkisinin de kocaman çocukları vardı. Ahmed Se imin oğlu yirmi iki yaşına girmişti. Sabahatin çocuğu on dördünde idi. © Onlar kendileri için değil, bundan sonra çocukları için yaşamak mecbu- — riyetinde olduklarını çok iyi biliyor. - lardı. Fakat buna rağmen biribirle. rinden ayrılamıyorlardı. Ümldsiz ve © gayesiz bir maceraya doğru sürükle. nip gidiyorlardı. Fakat nihayet Ah. med Selim karar vermişti. Bu çılgın maceraya kendisini kapıp koyuverir. o seçok bedbaht olacağını biliyordu. - Bunun için uzun, pek uzun bir seya- © hate çıkacaktı, Fakat bu kararından Sabahate bahsetmekten âdeta korku- — yordu, çekiniyordu. Çünkü Sabahatle © buluştukları zaman, güzel kadının — gözlerinde öyle ışıltılı bir ümid, öyle . derin bir sevinç parlıyordu ki... Ah- med Selim hiç bir zaman Sabahate: — Ben uzun, çok uzun bi? seyaha- te çıkacağım... Diyemez, onar böyle - büyük bir darbe indiremezdi. Bunun © İçin Sabahate hiç bir şey söylemiye- cekti. Seyahate çıktığı zaman oğlunu — teyzesine bırakacaktı. Pasaportunu çikardı. Ta Fasa ka- dar giden bir vapur için bilet aldı. Bineceği vapur, tamam on günde Fa. sa gidecekti. Ahmed Selim kendi ken- dine bir de proğram yapmıştı. Füşta bir müddet kalacak, çölün içine doğ- Tu kısa seyahatler yapacak, Sabahati unulmağa çalışacaktı. © Yola çıkacağı gün yaklaştıkça, içine “tahammül edilmez bir aci YL Ve nihayet işte yarın, o büyük yoleü- - Juğa çıkiyordu. Bütün bavullarını ha. zırlamıştı. Bu İstanbulda son geopei idi. Yarın © sabah erkenden seyahate çıkacaktı. Son geceyi, geç vakte kadar Sabahat. Je beraber geçirmeğe karar verdi. Ahmed Selim giyindi. Akşam olu- yordu. Yarım saat sonra Sabahatle “randevuları vardı, Gündüzün hızlı hızlı esen rüzgâr kesilmişti. Âdeta yaz akşamları gibi sıcak, mehtablı, güzel “ bir akşam başlamıştı. «Sabahat onu « Burası çok şairane bir yerdi. Deniz — kenarında idi. Bahçeye, kahveci, def- he yapraklarından kocamân bir çar. dak yapmıştı. Kır kahvesinde topu — topu bir karpit lâmbası yaniyordu. © O akşam karşılıklı, bodur hasır is- 'kemlelere oturdular, Kahvelerini içer- lerken Ahmed Selim hep ertesi günü atılacağı macerayı düşünüyordu. Sa- bahatin gözlerine bakmağa utanıyor. du. Hiç bir şeyden haberi olmıyan bu m e ame bal yn b gece geç vakte kadar deniz bo- , yunda dolaştılar. Gökteki yusyuvarlak aya bakarak ikisi de ayrı ayrı şeyler düşünüyorlardı. Uzakta bir vapur ka, Gökte beyaz beyaz, koca koca bü- | ın kalın düdük çaldı. Ahmed Selim ertesi günü çıkacağı uzun seyahati hatırlamıştı. Farkında olmıyarak: — Aman bu vapur düdükleri... dedi, öyle sinirime dokunuyor ki... Bu sesi işittikçe sanki bir el beni buradan, senin yanından uzaklaştırıyor sanıyo. rum... Sabahat sanki bir şey hissetmiş gibi dik dik Ahmed Selimin yüzüne baktı ve sordu: — Niçin bunu söyledin? Ahmed Selim, kabahat üstünde ya- kalanmış bir çocuk gibi bozuldu: — Hiç... dedi, bilmem içimden öyle geldi... Uzakta bir saat çaldı. Gece iyice ile- rilemişti. — Artık gidelim mi?.. diye biribir- lerinin yüzüne baktılar. Her zaman ayrıldıkları köşeye geldikleri zaman Ahmed Selim Sabahatin elini tuttu, öptü: — Allaha ısmarladık Sabahat... de- di, beni her zaman hatırlıyacaksın değil mi? Sabâhat şaşkın onun yüzüne bakı yordu: — Bu gece ne garib konuşuyorsun Selim?.. «Allaha ısmarladık. 1 öyle söylüyorsun ki sanki biribirimizi bir daha hiç görmeyecekmişiz gibi, biribi- rimizden büsbütün ayrılıyormuşuz gibi... Ahmed Selim mırıldandı: — Affet Sabahat... Bu gece üstüm- de bir tuhaflık var... Ayrıldılar. Ahmed Selim sık sık bas şını çeviriyor, bir daha göremiyeceği bu güzel gözlü kadının arkasından bakıyordu. İkinci köşeyi dönerken biribirlerine ellerini kaldırarak son bir selâm verdiler. İşte bu kadar... Ahmed Selim eve nasil geldiğini bilmiyordu. Boş sokak- lardan bir sair filmenam gibi geçti. Yatağına yattı. Uyumak için gözleri- ni sıkı sıkı kapadı. İmkânı mı var?.. Pencereden süzülen ay ışığı yüzüne kadar geliyordu. Uzandı, perdeyi ka- padı. Başını yastıkların altına soktu, Soldan sağa: ri — Bir zeybek havası, — Düşman - > Geçinme, 1 Man ve Gi bumu - Ha 4— Bir iban tarafından ( ısinlan emaresi « Yiğit, 5 — Çalışma - Bir harb silâhı 6 — Tersi bir zirai ölçü olur - İsim - Tersi iskambüde bir kâğıddır. 7 — Varidab - Tekerleksiz. bir araba, 8 — Matem - Müğlük bir şeyin anlaşıl- masına sebeb oları hal, 9 — Cefa - Mekin. 10.— Yemin » Uzak onidası - Dedenin. Kakağilen Sp ki veri ihtiyarların giydiği .bir nevi, 2— Dari ortasındaki kara - Kavga, 3 — Hind parası - Kolaylık. — Namazın bir kısmı. 5 —imdad talebi ifade eder - İki harf, 6 — Para - Üstüne yazı yazılır. 7 — Sonuna 1, konursa Ilsan olur - Âni gelen şiddetli fırtına. B — 'Telkih edilen - Yüksekten düşen. 9 — Tersi rehavet olur - Tersi inek yavrusudur. : 10 — Kokulu bir yaprak - Başına K ko- nursa dili tutuk olur. Geçen bulmacamızın halli: Boldan sağa: i 1 — Kaşkariko, 2 — Ova, Kerata, 3 — Vakıt, Stop, 4 — Ağa, Tarla, $ — Likör, 6 — Ad, Ait, T — Yedeksubay, 8 — Ana- son, İlk, 9 — Derakap, 10 — Hır, Tatar. Yukarıdan aşağı: 1 — Koralayan, 2 — Avagiden, 3 — Şakak, Dadı, 4 — Eser, 5 — Akt, Rakor, 8 — Re, İsnat, 7 — İrsa, Tu, Ka, 8 — Katre, Bint, 9 — Otel, Yalpa, 10 — Apaş, Y.K. cins Ertesi sabah vapur . vaktinden DİK | smmm buçuk saat evvel uyandı. Bavullarını 5/9/9318 Pazartesi günü bir otomobile yükletti. Rıhtıma geldi. | gatanbu Hâlinde toptan satılan Yap Oğliyle vedalaştı. Vapura girdi. Ka- marasına kapandı. Ancak vapur kalk- tıktan sonra kamarasından çıktı. Güğertede dalgın adımlarla dolaşı- yordu. Birdenbire birisile karşı karşi» ya geldi: Sabahat... İkisi de biribirlerine derin bir şaş- kınlık, ve büyük bir sevinç içinde ba- kakaldılar, Ahmed Selim sordu; — Sen burada ne arıyorsun Saba- hat? — Senden kaçmak istemiştim. Sana haber vermeden uzun bir seyahate çıkmak istiyordum. Ya sen? — Ben de öyle... Fakat talihe bak ki tesadüf bizi gene ayni yolda birleş- tirdi... İkisi de sevinç içinde kolkola girdi- ler. Artık dünya umurlarında değildi. Tesadüf ve talih sayesinde, pek çe- kindikleri biribirlerile yalnız kalmak felâketi yahud saadeti başlarına: gel- mişti, Vapur on gün hiç bir iskeleye uğra. madan doğru Fasa gidiyordu. Hikmet Feridun Es KERMES Kızılayın her sene yapmakta olduğu (Kermes), eylülün onuncu cumartesi gü- nü akşamı Tepebaşı Belediye ve heyetlerinin tekimaki temi ödlimiştr. Macaristanın meşhur (Yıldır) bale heyeti meyva ve sebze flatleri; Cinsi Bamya Sakızkabağı Dolmalık biber Bivri biber 6— n— Ecnebi ilmon O 100 adedi 200 Kaz yendnya ağ VEN “ | EVROZİ Baş, Diş, Nezle, Grip Romatizma Nevralji, * kinklik ve “bütün ağrilarinizi'derhal keser, PAR AA İcabında günde 3 kaşe alınabilir, MORGAN ARSAN DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli *Tefrika No. 107 Güzel Yuana, korsanlara Bizans şarkıları söylerken , Semiko telâşla içeri gird - Aryüs kaçmış, ya Emir! Necib Hayyat: — Emir, bir çiçeği koparıp ati. Yerine bir başka çiçek geldi. Diyerek Kivelinin yüzüne baktı. Sonra kendi kendine murıldandı; — Reisin çiçeği bizimkilerin ya- nında sönük kaldı, Bu çiçek onu tat- min edemez. Allah versin de bizim çiçekler kazaya uğramasın.! Necib Hayyatın düşünceleri boş değildi. Said bir aralık yanındaki kadını bıraktı. ve elindeki şarab kadehini Kiveliye uzatarak: — Haydi bize bir şarkı söyle de dinliyelim.. Diye bağırdı. Necibin kaşları çatıldı. Fakat, bir şey söyliyemedi. Kiveli ayağa kalk- t1. masanın üstünde duran şarab kadehini doldurarak Saide uzattı. sonra bir adım geri çekildi. Said, şa- rab kadehini gülerek atmıştı. Necibe döndü: — Talihin varmış, Hayyat! Ada- larda bulamadığına burada kavuş- tun! Sald, Kiveliye karşı mütecavizane bir vaziyet almış değildi. Onun şar- kısından sadece eğlenmek, neşelen- mek istiyordu. Kireli kısa bir türkü söyledi: «Ben Bizanslı bir kızım, Gökte bir tek yıldızım. — Bana darılmak olmaz. — Ben kalblerde dolaşan Eşi yok bir hırsızım. » Bu şarkıdaki .nükteleri Saldden başka anlıyan olmadı. Çünkü Rum- cayı - bu mecliste - ondan iyi bilen yoktu: Ötekiler gülüştüler, Yuana: — Zito... Diye bağırdı. Kiveli, Necibin yanına oturmuştu. Nühaş şarab kadehi- ne sarıldı. — Haydi içelim, ya emir! Emir Said dalgındı. gözünü Ki- veliden bir müddet ayıramadı. Hepsi birden şarab okadehlerini doldurdular., İçtiler. Arab korsanları o gtce ilk defa bu kadar sessiz, gürültüsüz eğleniyor- Jardı. Said döğüşçü, kavgacı, asabi bir adamdı. Atılgandı. alınganlığı da meşhurdu. O gece nasıl oldu kendi- ni tutabildi? Buna herkes gibi ken- disi de şaşıyordu. Prenses Aris kaçtıktan sonra,. Gece yarısından bir saat sonra. Hâlâ içiyorlardı. Şarkı söylemek sırası öteki kadın- lara gelmişti. Said, Yuanaya elile işaret etti: — Haydi bakalım, şimdi de senin, sesini dinliyeceğiz. Semiko telâşla içeri girdi: — Aryüs gemide yok, Seyid! Korsanlar birdenbire şaşırdılar, Said güldü: — Sen ayakta uyurken, Aryüs kimbilir, hangi delikte uyumuş kal mıştır. Gemiden hiç kimse bir yere gidemez, dedi. Semikonun yanında iki gemici var. dı. Onlarda ayni sözleri tekrarla. ladılar; — Aradık.. bulamadık.. dediler. Felâket bununla bitmiş olsaydı, Sald çileden çıkmıyacaktı. — Ne yapalım? Kaçmış.. Deyip eğlencesine devam edecekti. Fakat, ikinci bir haber daha geldi. Güverte höbetçilerinden biri ko- şarak; — Seyld, bu kadın mullaka şeyta- nın kızıdır - diye bağırdı - gemide aradık. o da meydanda yok. Semiko bu haberi duyunca bey- nindan vurulmuşa döndü. Ambar- daki esirlerin muhafazasına o me- murdu. — Ne diyorsun? Biraz önce demir kafeste uyuyordu.. Diye mırıldandı. Said bunu du yunca dayanamadı. Yerinden fırla du. Ambara koştu. Semiko emiri ta- kib etti. Ambardaki tek demir kafesin ka- pağı açılmıştı, gerçek içinde kimseler yoktu: Sadi: — Aris nerede? Diye haykırdı. Semikonun dizleri. Öteyanda uyuyan kadınlar gürül tüyü duyunca uyandılar, Bunlardan biri bağırdı: — Kimi arıyorsunuz? Arisi mi? Önu bir delikanlı aldı, götürdü. Meğer .bu kız onların kaçtığını görmüş ve içinden! — Hiç olmazsa Aris kürtulsun, do- miş, Arkadaşlarına bile bir şey söy- lemeden uyumuş. Said, Semikonun göğsüne bir tek- me vürârak: — Sersem budala... Diye bağırdı, merdivenlerden çe- kirge gibi sekerek yukarı çıktı. , — Aryüs kaçmış... Hem de yalnış değil. Prensesi de beraber kaçırmış. Onu nasıl oldu da görmediniz? Saidin sesi gök gürültüsü gibi şiddetli çıkıyordu. Kamçısını eline als mış, nöbelçilerin sırtında şaklatma- ğa başlamıştı. O güne kadar Saidin gemisinden değil, diğer korsan gemilerinden bi- le hiç bir esirin kaçıp kurtulduğu işitilmemişti. Said aklını oynatacaktı. Arkadaş- ları güverteye çıkmışlardı. Necib Hayyat: — Yunus balıklarının insan nes linden geldiğine şimdi inandım, Se- yld! diyordu. Denizdeki çırpıntıların sebebi an- laşılmıştı, Muhammed Nühaş: — Sahile dalgıçlarımızı göndere- lim... Diyordu. Saidin aklına gelen ilk tedbir de bu oldu. Derhal gemideki sekiz dalgıcı denize indirdiler. Bun lar korsanların en iyi yüzücüleriydi, suyun üstünde balık gibi sekerek yü- zerlerdi. Dalgıçlar kol kol ayrıldılar, Saray- burun, Haliç sahillerine doğru açıl dılar. Dalgıçların hepsinin ağzında birer hançer vardı. Said: — Onları diri olarak yakalayıp ge- tirmeğe muvaffak olamazsanız, iki sini de vurup başlarını getirinizl Diye emretmişti. Dalgıçların denize atılmaları, di- ğer korsan gemilerini de telâşa dü- şürdü, Birer birer amiral gemisine yakla — Ne va? Diye soruşturuyorlardı, Said bunlara: — Bir esir kaçtı. Tehlike yok... Diye-cavab verdi. Üç reis güvertede dolaşıyordu. Necib Hayyat ümüidsizdi. — Aradan epey zaman geçti. Yu. nus balıkları izlerini çoktan kaybet- tiler. Diyordu. Muhammed Nühaş: — Hayır, dedi, Aryüsün yükü ağır. drı. Tek kolla yüzemez. Halbuki dal- gıçlarımız yıldırım gibi yüzerler, On- ları yarı yolda yakalıyacaklarından eminim. Güvertenin bir kenarında birbiri- ne sokulmuş iki gölge yavaş yavaş konuşuyordu: — Aryüsün o yakalanacağından emin misin, baba? — Hayır, oğlum! O bir gün bana kendisinin çok iyi bir yüzücü oldu- ğunu söylemişti. — Nasıl ayrıldın ambardan, baba? Arisin kaçacağı uklına gelmedi mi? — Hayır, Antonyo! Senin kaçacar ğını düşünürdüm.. fakat, Arisi de- mir kafesten : şeytanlar bile çıkara” maz derdim. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: