14 Şubat 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

14 Şubat 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TARIHTEN Bir HATIRA Aksak Timurla Yıldırım Beyazıd arasındaki muharebe Osmanlı müverrihlerinin ekseriyetle tarafgirane anlattıkları bu muharebe hakikatte nasıl cereyan etti 'Timura dair iki yazı yazdım. Fakat onun adı geçince, Yıldırım Beyanıtla çatışmasını anmamak kabil değildir. Esasen son yazım da o noktaya kadar geldi, durdü. Bu mevzü çok yazılmıştır, biliyo- rum. Fakat mütenakız şeyler söylen- miş; bilhassa, Timurun Yıldırma esarette çok fena muamele ettiği Os. | manlı müelliflerince iddia olunmuş- | tur, Bitaraf müverrihlerin okâlemile ise, bu mühim tarihi vaka şöyle tasvir edilir: Beyazıd, Timurun muslihane tek- Yiflerine olduğu kadar vezirlerinin ve kümândanlarının o tav$iyelerine de kulaklarını tkamıştı. Maiyetindeki tatarlar kaçtılar; Ti- mur tarafından gelenler neticenin va- him olacağını ihsas ettiler; bir para meselesinden dolayı yeniçeriler isyan etti; bütün bunlar, ordunun efkârını anlatıyordu. Fakat Yıldırım hiçbirini dinlemedi. Dostları: Bari paraile askeri tatınin edin! - dediler. » Bursa saraylarında duran hazineleriniz, bugüne değilse, -ne vakte yarayacak? Gece yenen bal, arıların cesedile ve balmumile bulan- mış olur. Kilitli duran hazineler de ona benzer. Şaşkınlık zulmeti bir ke- re gözleri bürüdü mü. yemeğe kalk- sanız da o lezzeti, o faydayı bulamaz- Beyazıd mütecazzım ve muhteristi, Servetini zevkle kullanmak üzere sak- lamakta devam etti, Timurla karşı- laşmak üzere şarka doğru yürüdü. Avrupanın silâhşorlarına karşı ih- raz ettiği bunca zaferlerin tecrübesi, arkasında gayri muntazam bir insan tufanı sürüklüyor saydığı Timuru is- tihfaf etmesine sebep oluyordu. Timur, mükemmel casus teşkilâtı sayesinde, düşmanının yürüyüşünden günü gününe haberdar oluyor, kuv- vetinin de ne kadar olduğundan ha- berdar bulunuyordu. Sivasla Ankarayı biribirinden ayı- ran (o zamanki) muazzam ormanları geçtikten sonra bir bakışta mevkiini seçti: Btrafı dağlarla muhad büyük bir arazi havzası... İşte şark ve garp Türklerinden han- gisinin yıldızi parlayacağı burada bel- Mi olacaktı, Tarihçi Dukas'ın ifadesine göre, büyük Pompee de vaktile Mithridat'ı «Romalılara has iddiaları olan bu âsi kralını. burada mağlüp etmişti. Anlaşılan ,harp sevki tabilsi, asır- dan asra tevarüs ediliyor; Imparator Tukların orduları, ayni savaş ttelâki- gâhına geliyorlar; mukadderatlarını biribirlerinden çekip almağa çabal- yorlar... Sanki coğrafya, insanlar için muvafık harp meydanlarını tâ kab- lettarihte hazırlamıştır... Timur, seçtiği ve önceden tetkik et- tiği, üzerinde harekâtını hazırladığı bu arazide Yıldırıma harbi kabul et- tirmek için, oraya Ankarayı muhasa- ra için gelmişmiş gibi bir vaziyet ta- kındı. Beyazıd, şehre yârdım maksa- dile gelecek, çatışacaklardı. Küçük Ankara suyunun Mmecrasını çevirtti ve duvarlarını lâğımla attır. dı. Yıldırım, mahsur şehrin imdadıma köşarken tuzağa kolayca düştü. Ta- tarları iki ordu -Ankara kumandanı Yakub paşanınki ile kendininki. ara- sında sıkıştırmağı umuyordu. Fakat bu olamadı. İki muharip, gözlerile biribirlerini ölçtüler. Sanki mütekabilen, yanlış bir hareket yapmalarını bekliyorlar. dı. Tâkin Timurun hâyvan sürüleri, otları, hububati mükemmeldi. 'Tatar. Jar, su başılarını da tutmuştu. Beya» Beyazıd da. oğullarını zıdın karşısında ne ileri kımıldadı, ne geri kımıldadılar. “Yıldırım ise, Tatar hanını şüphesiz daha müsait bir zemin üzerine çek- mek maksadile, karşısındaki gayri | muntazam saydığı asker dikkatine | şayan değilmiş gibi, bulunduğu tepe. | lerin üzerinden sola çevrildi. Ordusu. | na gıda tedarik etmek üzere büyük bir av tertip ettirdi. Temmuz ayının başlangıcı idi. An- | kara boğazlarında temerküz eden ha- | raret otları yakıyor kavuruyordu. yazıdın beş bin atı ile külliyeti mik- târda askeri bu gölgesiz ovada sü- süzluktan yorgunluktan öldü, Av, üç gün müddetle tatar ordusu- nun göremediği havalide devam etti. 'Timur, heybetile, düşmanını Yık dırdığını sanıyordu. Tokada dönmeği düşünüyordu. Halbuki, Beyazıd, kuv- vetini daha kaybetmiş fakat cesareti zerrece eksilmemiş bir halde Ankara ovasında göründü, Timur, bu müd- det zarfında su başlarını iyice tahkim etmiş ve gârp Türklerini bir yudum içebilmek imkânından mahrum b. rakmış bulunuyordu. Böylelikle Osmanlılar ya hecalet içinde geri dönmek yahut da Tatar kumandanının tayin ettiği yerde çar. pışmayı kabul etmek mecburiyetin. de kaldılar. Cengiz hanla Büyük İskender de- virleri istisna edilirse, Asya semaları, bu kadar çok insanın bir yerde top- landığını asla seyretmemişti. Timur, buraya askerlerinin en seç- melerini gı iş olmakla ve ölekileri gerilerde mış olmakla beraber, maiyetinde yine de piyade ve süvari beş yüz bin muharip vardı. Bunlar anfiteatr halindeki tepeleri kaplıyor. Jardı. Beyazıd ise, bütün maliyetini ve müttefiklerini yanına almıştı: 'Türk- ler, Bulgarlar, Arnavudlar, Macarlar | hep beraberindeydi. Bütün Arap, Rum, Osmanlı mü- verrihleri, çarpışan iki ordunun ce man bir milyon insanı topladığını söy- Jemektedirler. Muharebe meydanının adeta gliâdyatörlere mahsus bir sirk biçiminde oluşu, manzaraya büsbütün ihtişam veriyordu. Timur, eski adetlere riayetkâr ol. duğu için, ordusunu tatarlarda mu- kaddes bir rakam olan dokuz kısma ayırmış, herbirinin başına oğulların- dan yahut torunlarından bir ikisini koymuş; kendi de umumi kumandayı ele almıştı. Hindistandan getirilmiş, muharebeye talimli elli fil, seyyar ka- leler halindeydi, büyük ku mandanlar halinde kullanıyordu. Sü- leyman şah ismindeki İlk şehzâdesi sağ cenahta, Asya ordusunu sevk ve idare ediyordu. Solda ise, padişahın kayın biraderi olan Sırp kralı Lazar kumatdandı. Beyazıd, en seçme as- kerin başında, merkezde bulunuyor. du. Sabahleyin şafak söktükten biraz sonra, Türkler «Allah Allah!, diye, tatarlar ise «Sürün!» nidasile harbe giriştiler, Fakat Timur, bir hareketle askeri. nin saldırmasını durdurdu. Atından indi. Yavaşca, fakat ordusunun göre- bileceği bir yerde, namazını kıldı. Sonra yine atına bindi; Sırphlar Üze- rine harekete geçilmesi için emir ver- di. Maksad, bunları çevirmekti. Zira Sırplılar, dağa dayanmış olan mer. kezle kendi aralarında mesafe bıraka- rek hayli ilerlemişlerdi. Timurun oğlu, torunu Miranşahla Ebubekir, başkumandanın bu tasav- vurunu süratle kuvveden flile çıkar. mak için harekete geçtiler, Fakat Sırp- klar şiddetli bir mukavemet göster. diler. Bu manzara karşısında, genç Mu- hammed Şah sabırsızlanarak Timu- Tun 'ayaklarına kapandı. Dedesinden, imdada koşmak için müsaade istedi. Timur: Olmâz! - dedi. Ve bekledi. Asya ordusunun kendi bulunduğu tepeleri muhasara için harekete geçtiğini görmüştü. Seçme askerlerile kalın bir müda- faa hattı meydana getirerek ihtiyat. larını, dört nala harekete geçirdi ve Osmanlıların Asya ordusile Avrupa ordusunu ikiye ayırdı, Bunlardan bi. rini sağdaki tepelere, ötekini de $0i- daki bataklara attı, Böylelikle, Beyazidda on bin ye- niçerisile, münferit bir tepeye sığın- mak mecburiyetinde kaldı. Bu tepe- nin yamaçlarındaki diklik tatar sü- varisinin süratini kesti. ... Artık Beyazıdla da, Avrupa ordusi- le de alâkası kalmamış olan Asya or- dusu, Karamanlılardan, Kermiyanlı- lardan mürekkepti. Bunlar da gayri memnun kimselerdi. Tatarların, kar. deşleri olduğunu görüyorlardı. Hem bu muharebe, onların beylerini başa getirmek için olmuyor muydu?.. Der- hal düşman tarafına iltihak ettiler, Tatarlar, bu taraftan serbesileyin. ce bütün kuvvetlerile Sırplara aban- dılar, Sırp kralı Lazar, eniştesine sa» dıktı. Sağ cenahın ibanetinden, tali- hin maküslaşmasından yılmayarak, kahramanca çarpıştı. Timur: — Bu köylüler, aslan gibi dövüşü- yor! - diye takdir etti, Sık saflar teşkil etmişler, kendileri- ni müdafaa ederek, emniyetli yerle- re sığınıyorlardı. Böylelikle, Lazar padişaha kanlı bir at üstünde yakla. şarak: —- Bu aktliâm meydanından çekil. miz için henüz vakit vardır. İmpara- torluğu ve şeflerini kurtarahm. Bu kadar zayiatla çekilelim! O da kâr- dir. « tavsiyesinde bulundu. Beyazıd, - bilinmez gururundan mi, yoksa intihar edercesine yasla harp etmek arzusundan mı - bu teklifi bir Ar gibi reddetti. Lazar da, kendi ha- nedanile Beyazıdınkini kurtarmak Üzere, yeğenlerile, ve harp meydanın. dan kanlar içinde kurtarilan şehzade Süleymanla ricata karar verdi. Diğer şehzadelerin de kurtulduğu. nu görünce, Beyazıd rahatladı. Zafe- re erişmek değilse bile, on bin yeni- çerisinin kalkanı arkasında bir ölüme kavuşmak maksadile çarpışmakta de- vam etti, Sadakatın böyle ümidsizcesi asla görülmemiştir. Fakat kuvvet azaldık. ça azalıyordu. Sabahtanberi bir kaya arkasında saklanan bir âti padişaha getirdiler, Nihayet Yudırım bir avuç süvari İle birlikte Kaçmağa karar ver- di. as Timurun atlıları, yakın mesafeden Beyazıdı takip ettiler, Böyle bir şikâ- rı yakalayıp Hanın önüne çıkarmak ne büyük bir şeref olacaktı. Şafak sökerken Beyazıd, arkası si- ra nal sesleri işitti, Beri akan bir de- reyi yüzerek geçmek istedi. Fakat atının nalı koptu, Sultan yere yuvar- landı. Muiyetinden hiçbiri, şefini bıraka- rak kaçmak istemedi. Cengiz hanla oğlu Çagatayın ahfadından Muham- med arkasından yetişerek Osmanlı padişahını esir aldı. Gelenler o ka- dar çoktu ki mukavemet kabil değil. di ve intihar dinen memnundu. *. Esaret hayalının nasıl geçtiğini de gelecek yazımızda anlatacağız. İstanbul hakim namzedliği İstanbul adliye kadrosunda mün- hal bulunan hâkim namzedliğine hu- kuk mezunlarından B. Altay Egesel tayin olunmuştur. ÇE Uyuşturucu maddelerle nasıl mücadele etmeli ? Tenha bir adada hususi bir hapishane yapılması fikri ilerliyor Dr. İbrahim Zati Öğet: “ Bu maddelerin kaçakçılarına caniler hakkındaki hüküm Uyuşturucu madde o iptilâsı ve kaçakçılığile daha esaslı mü- cadele için Güm- rük muhafaza teşkilâtı tarafın- dan ortaya ali lan «tecrid» fik- ri her tarafta çok alâka uyandır. muştır, Uyuşturucu madde mah- kümlarının diğer. Der. İbrahim Zati mahkümlardan Öğet ayrı ve onlara uzak yerlere götürül- mesi ve bu süretle bir islahhane mey- dana getirilmesi fikrine; başta değer- 1i doktorlarımızdan B. Fahreddin Ke- | Tim ve B. İbrahim Zati Öget olmak üzere Yşilhilâlcılar pe taraftar- dırlar. Bu mevzu üzerinde B. tbrahim Za- ti Öget ile uzun bir görüşme yaptık. Kıymetli doktor, tecrübelerine istina- den, bana öyle şeyler anlattı ki, hay- retten donakaldım ve beyaz zehire müptelâ olanlara acımaktan kendimi alamadım. Öyle bir iptilâ ki, insana, akla hayale gelmiyecek işler yaplıri- yor. Tesadüf edilen vakalar bu ipti- lânın da, kaçakçılığın da inkişaf et- mekte olduğunu gösteriyor. Şimdi, resmen tesbit edilmiş olan vakalardan birkaçını (anlatayım: Bir uyuşturucu madde mahkümu ha- pishaneye veya daha önce tedavi için hastaneye girerken, beraberinde müp- telâ olduğu zehiri de götürmek azmini ekseriya yenemiyor. Kimseye bir şey hissettirmemek için yeni bir kaçak- çılık tarzı bulmak lâzım. Yaralı par- maklara geçirilen lâstiği bilirsiniz. Hasta derhal böyle bir lâstik tedarik ediyor. İçine zehir dolduruyor ve ağzi- nı sımsıkı bağladıktan sonra, ölümü bile göze alarak Jâstiği yutuyor ve kendisini dört gözle bekliyen arka- daşlarının yanına gidiyor. Şüphesiz hastanın her tarafı aranıyor. Fakat midesinde de taharriyat için imkân var mı? Hem bu tarz kaçakçılık kimin | aklına gelir? İ Hasta, sevinçle, arkadaşlarına” — Boş değilim, çocuklar, diyor, bi- raz sabreğiniz. Hepsi bekleşiyorlar. Bir müddet sonra helâya giden hasta, elinde, yut- tuğu, içi zehir dolu lâstikle geliyor. Hepsi de beyaz zehirden nasibini ala- rak bir köşeye çekiliyor, yeni bir misa- fir bekliyorlar... Bir başka vaka: Malüm ya, pirincin beyaz bir tozu vardır. Beyaz zehir de bu tozdan farksızdır, Kaçakçı bir ke- se kâğıdının altına eroin koyuyor, üzerine pirinç dolduruyor ve bu suret- le uzun zaman yakayı ele vermeden kaçakçılık yapabiliyor. Bazıları da zeytin tanesinin çekirdeğini çıkarıp yerine beyaz zehir doldurmak sureti- le muradlarına nail oluyorlar. | | | * “ Dr. B. İbrahim Zati Öget sözlerine şöyle başladı: — Altıncı mili tib kongresini açan o zamanki Başvekil İsmet İnönü, al- kol ve eroin meselelerine temas eder- ken demişti ki: «Bu işle mücadele için icab ederse çok daha şiddetli hareket ederiz. Halkın sihhatile oynıyanlara karşı daha ağır kanunlar çıkarırız.» Bu sözler hepimizi sevindirmiş, her tarafta büyük memnuniyet uyandır. mıştı. Meselenin elddiyeti aşikârdır. Çok esaslı, çok ciddi mücadele lâzım- dır. Yeşilay cemiyeti, bazı gençlerin eroin ve kökâine müptelâ olduklarını görerek, mücadele sahasını tevsi etti. müesseselerde konferanslar vermekten başka şehirin her tarafına asmak üze- re afişler yaptırdık ve daha hazirla- tayoruz. Bu afişleri bütün büyük iş yerlerine, fabrikalara, hülâsa her ye- TE asacağız. tatbik edilmelidir ,, diyor — Uyuşturucu maddeler mahküm- Jarının diğerlerinden tecridi fikrini nasıl buluyorsunuz? — Pek muvafık, Bunlar diğerlerin- den ayrılmalı, sakin bir yere nakledil- meli ve açık havadan İstifadelerini temin etmelidir. Orada zehir büls- mazlar ve esaslı tedavi görerek tek- rar sıhhate kavuşurlar, — Bu derdden kurtularak normal insan kılığına girenlerin tekrar baş- tan çıktıklarına sık sik tesadüf olunü- yor mu? — Asıl mesele burada... Maalesef buna çok raslıyoruz. Bize yalvarıyor- Jar, ayaklarımıza kapanıyoPlar: «Dok- tor beni bu derdden kurtar. Dışarı çi- çınca gene ayni derde müptelâ olaca- ğm!: Ve hakikaten fena arkadaş vü- zünden gene baştan çıkanlar az de- Bildir. Bakınız, size bunlardan biri- nin macerasını kendi ağzından anla- tayım: «Bir fabrikada çalışıyordum. Ero- in, kokaln nedir, bilmiyordum. Bir gün kahvede otururken merhabalaş- tığım birkaç âşinanın ikide bir de he- lâya gidip geldiklerini gördüm. Niha- yet bunlar bana da teklif ettiler: — Enfiye gibi kullanacaksın, Dediler, Reddttim, Fakat fazla 1s- rerları karşısında, bir defa kullan- maktan ne çıkar? düşüncesile beyaz zehirden burnuma, onların tarif ettik- leri şekilde, çektim. Biraz sonra ba- şım döner gibi oldu. Eve gittim, yat- tım.. Rahat edemiyordum; midemde de bulantı vardı. Ertesi gün arkadaşlarımı tekrar bul. dum, - artık onlarla arkadaş olmuş- tum - fena balde çıkıştım; beni, ver- dikleri beyaz tozla hasta ettikletini yüzlerine haykırdım. Hepsi bivden kahkahalarla güldüler ve: — Aptal... İlki tabii öyle olur xe onun fena tesirini tatlı bir rüyaya çe virmek için kinci defa kullanmak'lâ- zımdır. Dediler. İnandım, Bir defa daha kokladım. Hakikaten Ikincisi daha eh- ven gelmişti, Vücudümde hafi! bir uyuşukluk hissettim, O gün fab. rkaya gitmedim. Akşam Üzeri tekrar dostlarımı buldum. Bir parça eroin istedim. Kaşlarını çattılar: — Sen artık fazla geliyorsun. Bu, dünyanın en pahalı tatlı zehiridir. — Kaç para? — Gramı bir lira, Üzerimde para yoktu. Hemen eve koştum. Para aldım ve bir gram 26 hiri bu suretle tedarik edebildim. Ar- tık ben de alışmıştım. Kendimi çek- mek istiyor, fakat her şeye rağmen gene ona koşuyordum. Fabrikaya her gün gidemiyordum. Nihayet ben! koy- dular, Ne yapabilirdim? Halimi, beni zehi- re alışlıranlara açtım. Bana derhal iş buldular: Kaçakçılık. Beyaz zehir ka» çakcılığı... Fakat çok sürmedi, yaka. landım.? B. İbrahim Zati Öget, bu biçarenin macerasını anlattıktan sonra gayri ih- tiyari sesini yükselterek dedi ki: Kokusu vardır, Kullananların gayri tabii harekâtı âşikârdır. Nakli güçtür. Nihayet koca rakı şişesile her tarafa gidilemez... Fakat bu zehir öyle mi? Ne kokusu vardır, ne kullananda der- hal gayri tabillik hissedilir ve ne d4 naklı güçtür. İşte bütün bu sebeplediş ki çok esaslı mücadeleye şiddetle 10» zum vardır. Bence kanunları çok, pek çok şiddetlendirmek lâzımdır. Kaçakç# Yarın vaziyeti, cebinde bomba taşıyari« Yardan farksızdır. Hattâ onlardan dap ha mühimdir. Bombanın tahribatı mevziidir, Fakat kaçakçılar binlereâ insanı mahvediyorlar. Koca bir kütleyi, menfaati uğrunda zehirliyen» lerin suçu, cinayet değil de nedir? Binaenuleyh bir caniye ceza kanunu- nun hangi maddesi tatbik ediliyorsa bunlara da ayni hüküm verilmelidir. (Devama 11 nci sahifede)

Bu sayıdan diğer sayfalar: