28 Nisan 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

28 Nisan 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ne evine dört misafir Bunların içinde Muallâ da vardı. Ne zamandanberi bu genç ka- | iyade meşgul edi- | e kaşlarını yu- k, tatlı tatlı konuş- | masını saatlerce dinlese gene doya- mıyordu. İşte bu akşam yemeğine gelecek dört misafir arasında Muallâ da var- &. Lâkin Vasfiyi asıl düşündüren şey parasızlıktı. Her ay sonu olduğu gibi cebindeki para gene suyunu çekmiş- ti. Bir yerden de borç olarak bir mik- dar para bulacağını hiç ümid etmi- yordu, Çünkü bir çok borçları vardı. Ve bunları da ödiyemiyordu. Bütün tanıdıkları ona krediyi nişlerdi. O halde bu akşam dört misafirine m edecekti? Akşam yemeği | ım olan öteberiyi neyle ala- | Vasti bir hayır sahibini bulmak için daki- kalarca düşündüğü halde kimse ak- kendisine borç verebilecek ına gelmiyordu. Genç adam «Ne yapmalı?» diye kendi kendine söyle- | Derek odanın içinde bir aşağı bir yu- karı dolaşırken birdenbire kapı ça- lındı. Vi yüreği hoplamıştı. Acaba alacaklılarından bir! miydi? Fakat bu heyecanı çok sürmedi. Ala- caklılarının ay sonu değil, kendisini dalma ay başlarında ziyaret ettiğini gayet iyi biliyordu. Bunun için per- vasızça kapıyı açtı. Omuzunda tah- tadan küçük bir sandık taşıyan bak- kal çırağı kıyafetinde biri gelmişti. Gelen adam: — Bay Vasfinin evi burası mı? di- ye sordu. Vasfi cevab verdi: — Evet, burası... — O hlade bunlar size geliyor. Bakkal çırağı kıyafetindeki adam tahta sandığı yere indirdi, Sandığın içinde bir sürü şey vardı. Gayet iri portakallar, şişe şişe şaraplar, bir ta- kım irili ufaklı paketler, kutular, ke- se kâğıdları Vasfi bir aralık; — Sakın yanlış bir şey olmasın! dedi. Bakkal çırağı kıyafetindeki adam: — Aman efendim... Nasıl olur? Bu- rası bay Vasfinin evi değil mi? Bütün bunların parası verilmiştir. Hepsi burası için... Vasfinin gözleri parlamıştı: — Peki peki... dedi, içeri mutfağa götürüp bırakınız. Bakkal çırağı san- dığı mutfağa götürdü, Portakalları, iri güzel elmaları, armudları, pakete leri, şarab şişelerini çıkardı. Dizdi. En son olarak sandıktan büyük bir paket daha aldı: — Efendim bunlar da iki büyük haşlanmış tavuk... Bizim mağazaya bunların parası bırakılmış ve: «Ma- hallebiciden iki büyük, semiz haşlan- mış tavuk alıp eve bırakınız!» demiş- ler. İşte onları da getirdim... Sonra pasta istemişsiniz. Onları da alıp ge- tirdim, Vasfi memnun bir tavırla: — Peki oğlum!.. dedi. Bakkal çırağı boş sandığı alıp çik- tı, gitti. Vasfi neredeyse sevincinden göbek atacaktı. Hemen paketleri, bak- kahın getirdiği kutuları birer birer açtı. Neler yoktu, neler... Yuvarlak bir teneke kutu ağız ağzına, en âlâ cinsinden siyah havyarla doluydu. Büyük bir kese kâğıdını açtı, ağzına kadar iri iri muzlarla dolu... Bir pa- ketin içinde fırınlanmış nefis dil var- dı. Bundan başka nefis salamlar, jambonlar, çeşld çeşid peynirler, tur- Vasfi kendi kendine söyleniyordu: — Peki amma bir akşam yemeği çıktı işte.. Bekâr işi evde akşam ye- meği ziyafetinde bundan başka bir şey de bulunamaz ya... Hele benim bu parasızlık zamanımda bütün bun- lar öyle mükemmel bir surette imda- dıma yetişti ki... Allahtan başka bir şey istemiş olsaydım demek verecek- miş. Vasfi hemen harekete geçti, Güzel bir sofra kurdu. Havyar, salamları, turşuları, peynirleri dizdi, Şarapları açtı. Muzları, elmaları, kocaman ko- caman portakalları tabaklara yer- leştirdi. İki kocaman tavuğu sofra- nin tam ortasına koydu, Bahçeden de biraz çiçek kopardı, Bunlarıda yemek masasının üzerine yerlestirdi. | Sermed.. Ayni zamanda boşboğazlı- e gidece Çırak daha l ir. Buraları bilmiyor. Biz de sine çeki düzen vermekle geçirdi. İşi | eline verdiğimiz adrese yalnız filân- bittikten sonra eline bir kitab aldı. | ca sokakta bay Vasfi diye yazdık. Bir köşeye oturdu. Lâl bı uzun | Çocuk öteberiyi buraya bırakmış, On- boylu okumağa vakit k Kapı | ları geri veri çalındı. Misafirler gelr , Müallâ- Vasfi ne söyliyeceğini şaşırmıştı: nm bu akşam bütün ne: üstündey- — Lâkin nasıl olur? Misafirlerim di, Vasfiye her zamankinden daha | var, Onları sofraya koydum. Neredey- fazla iltifat ediyordu. Genç adam içinden: «Haydi Vasfi işin iş!» diy: du. Misafirler öteki odada hazırla yemek sofrasını beğendiler. Muallâ: Ne güzel sofra diye gülümsedi. Vasfi mütevazi bir tavırla boynunu | büktü: — Ne yapalım, bekâr işi... dedi Misafirler arasında her şeye karşı pek fazla merak gösteren biri yardı: | se yemeğe başlıyacağız. Bunlar bana kalsa, yarın size parasını gönder- sem İri yarı adam bu sefer: — Yoo... dedi, dünyada olmaz. Bizim mi ri bay Vasfinin de mi- safiri varmış. Acele her şeyi istiyor. Sonra siz beni tanımazsınız amma İ ben sizi çok iyi tanırım. Bu civarda borç yapmadığınız bakkal kalma: Size veresiye bir şey veremem. Geti- rin eşyamı... Yoksa karışmam ha.. Vasfi kekeledi: — Ya vermezsem?.. — Polis getiririm, İş edepsizliğe binmesin... Yoksa hamdolsun kolla- rumızda epeyce kuvvet vardır. Haydi beraber eve girelim de çırağın getir- diği şeyleri alalım.. İri yarı bakkalla çırağı eve girer- ken Vasfi kapı önüne şırrak diye dü- şüp bayıldı. Hikmet Feridun Es kurmuşsunuz.. ğile meşhur olan sordu: — Bu nefis muzları, bu güzel por- takalları nereden buldun Vasfi? Vasfi: — Efendim, dedi, benim bir mana- vım vardır. Her şeyin en güzelini, en nefisini âdeta benim için seçer... Ona dünden tenbih etmiştim. Bugün he- men bu muzları, portakalları, elma- ları göndermiş.. Sermed havyara baktı: — Fakat havyar da çok güzele ben- ziyor... Vasti hemen cevab verdi: — Ben biraz siyah bhavyardan an- larım. Sonra benim bir bakkalım var dır, En güzel, en nefis havyar onda satılır, Fâtih: Veznecilerde Üniversite, Karagümrük: Ali Kemal, Sermed. gülümsedi: Bakırköy: Tezriyan, Sarıyer: Asaf, — Yaşamasını bilirsin Vasfi... muz, | İ Aksaray: havyar, güzel yemişler... Bu akşam nadide şeyler yiyeceğiz demek Xi... Sofraya oturdular. Tam yemeğe başlıyacakları sıra kapı acı acı çalın- dı. Bu saatte kim olabilirdi. Vasfi mi- safirlerine: — Müsaade eder misiniz? Bir daki- ka şu kapıya bakâyım!,. dedi. Koştu. Kapıyı açtı. Sofranm üzerindeki öte- beriyi getiren bakkal çırağı İle ya- nında da iri yarı başka bir adam gel- mişti. Vasfi kapıyı açar açmaz iri ya- rı adam yanındaki bakkal çırağını göstererek: — Ben bunun ustasıyım. Bizim ço- cuk yanlışlıkla size bazı şeyler getir- Sermed Vasfiye Bu akşam Nöbetçi eczaneler Beyoğlu mıntakâm: Kalyoncukul- lukta Zafiropulas, * Şalrz'yapaşa cad- desinde Hayreddin Tav, Taksim Ni- çükpazar: Necati, Samatya: mustafapaşa caddesinde Eıdvan, lemdar: Ali Riza, Şehremini: Topka- pida Nazım, Üsküdar: Ahmediye, Hey- beliada: Halk, Büyükada: Şinasi Riza. Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Bey- koz, Paşabahçe, Anadoluhisarı, Ta- tabya, Yeniköy, Emirgân ve Rumeli- hisarındaki eczaneler her gece nöbet- gidir. Beşiktaş Halkevinden: Doçent Vehbi Eralp tarafından 29 Nisan 1939 cumartesi akşamı evimiz- de (Rüyalar) hakkında bir konferans verilecektir. Konferansı ulusal bir temsil takib edecekti! iştahsızlık - hazımsızlık - ji kinlik - bulantı - gaz - sancı - mide bozukluğu - dil - barsak ataleti - Inkibaz - sıkıntı - sinir ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı HASAN MEYVA özü Kullanınız. Mide için her yemekten sonra 1-2 tatlı kaşığı yarım bardak su içinde ve müs- hil içip her sabah veya gece yatarken aç karnına 1-2 çorba kaşığı yarım bar- dak su içinde köpürterek içmelidir. HASAN MEYVA ÖZÜ Avrupa ve bilhassa İngiliz meyva tuzlarımdan daha yüksek olduğu katiyetle sabittir. Buna rağ- Aysunun 'entarisini buldu v. Kaplanların ağzında bulunan TURA TARİHİ Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ KINA ROMAN Tefrika No, 124 İmparatoriçenin veziri, kaplanlar mahzeninde — Turakina onu sıkıştırmış olma- | hıdır. Samonun bir an evvel yakalan- ması için her tarafa buyruklar gön- derildi, Çutsay vazifesini yapıyor. Merak etmeyin! dedi. Fatmanın anlamak istediği bir nokta daha vardı. Cüceye yaklaştı: — Aysunun cesedini ne yaptın? — Başını koparır koparmaz, cesedi- ni aslanların ağzına attırdım. Fatma geniş bir nefes aldı: — Ben de böyle yaptığını tahmin ediyordum. Artık bu mesele kapanmış demektir. Hiç kimse, Aysuya ald saray- da bir iz bulamaz... Dedi ve cüceyi o gün de bir çok he- diyelerle taltif etti, ve bir kadın entarisi.. Onun izini - bir haftadanberi & dıkları halde - bulamıyorlardı. Turakina: — Aysuyu o öldürmemiş olsaydı, O0r- tadan kaybolur mıydı? Diyor ve Karakurumdan kaçtığına inanıyordu. Saray muhafızı Duran da: — O, Aysuyu vurduktan sonra kaç- miş. Demişti. Bütün Karakurum halkı onun hakkında bu hükmü vermişti. Samonun Karâkurumdan kaçtığına herkes gibi, Fatma da inanmıştı. Bu habere inanmıyan ve onu bâlâ arat- makta devam eden bir adam vardı: Çutsay. İmparatoriçenin veziri, Samoya sü- rülen'bu lekeden onu kurtarmak isti- yordu. Samo hakikaten kaçmış mıydı? Yok. sa Karakurumda mı saklanmıştı? Bunu bilen yoktu. Çutsay bir gün aslanların bulundu. ğu yerde bir kadın entarisi gördü. Çutsay çoktanberi vahşi hayvanla- rın bulunduğu mahzene inmemişti. 'Turakinaya demir kafes içinde yeni bir kaplan getirmişlerdi. Bu kaplanı beylerden biri hediye etmişti. Yeni ge- len kaplanın çök büyük ve müthiş bir hayvan olduğunu söylüyorlardı. Çut- say da herkes gibi onu görmek mera- Kına düşmüş, o sabah sarayın zemin katına inmişti. Duran, vezirin yanı başında dolaşı- yordu. m Çutsay mahzenin üstündeki delik. ten aşağıya baktı. Kaplanların kük- reyişi Çutsayın tüylerini ürpertmiş- ti, Duran: — Ben, bugüne kadar, böyle müt- hiş bir kaplan görmedim, dedi, bu hay- van hemcinsi olan diğer kaplanları bi. le parçalamak istiyor. Üzerlerine öy- le bir atılışı var ki. Çutsay kaplanı uzaktan seyreder. ken, mahzenin içinde ve kaplanların dolaştığı yerde bir bez parçası gördü. Çutsayın gözüne ilişen bu bez parçası, kumaz vezirde bir anda yeni şüpheler uyandırmıştı. Uzaktan bu bezin ne ol- duğu anlaşılamıyordu. Bu bir paçav- Ta parçası mıydı, yoksa bir insan göm- leği mi? Çutsay bunu anlamak is- tedi. Duran'a sordu: — Şu yerdeki bez parçasını oradan nasıl alabiliriz? Duran başını uzattı. — Kolayı var. İpin ucuna bir çen- gel bağlayıp yere sarkıtır ve bu suret- le bezi yukarı çekeriz. — Haydi, yap bakalım. Duran, bir çengel buldu, ipin ucu- na bağladı. Yere sarkıtı. Saray mu- hafızı bunu yapârken içinden de gü- lüyor ve yendi kendine söyleniyordu: — Koca bunak! Paçavra parçasın- dan şüphelendi. Halbuki ben, geçen gün, sarhoş olduğum zaman, Turaki- e telâşla Turakinaya koştu Çutsay birdenbire kaşlarını çatmiış- tı. Uzaktan görünen bez parçası, bir kadın entarisinden başka bir şey de- ğildi. Süslerinden, dikilişinden de bel. liydi bu. Kaplanların ağzına bir ka- dının atıldığı anlaşılıyordu. Entarinin alt taraflarında kan lekeleri de vardı. Çutsay, mahzenin ağzından çekildi. Nöbetçiler kapağı çektiler. Mahzen kapandıktan sonra, Çutsay, Duran'la konuşmağa başladı: - Bizim haberimiz olmadan, kap- Janların ağzına atılan bu kadın kim olsa gerek” Duran kekeledi: — Bilmiyorum, benim birşeyden ha- berim yok. Çutsay sarayın bahçesine çıkınca, elindeki elbiseyi tanımakta gecikme- di. O, son defa Aysunun evine giitiği ve kapı aralığından Samoyu gözetle- diği zaman, Aysunun sırtında bu el- bise vardı. Çutsay, (Karakurum bülbülü)nün kaplanlar ağzına kimin tarafından atıldığını düşünüyordu. Duran'a döndü: — Eğlence gecesi Aysuyu buralarda görmedin mi? — Hayır. Biz onu işıparatoriçenin emrile evinde aradık. — Zavallı bülbülü kaplanların ağ- zına atmışlar... w — Bu, onun elbisesi midir? — Yanlışlık olacak, Kaplanların ağ- ına bir kuş bile atsalar, benim habe. rim olur. > Çutsay güldü: — Bunu, vahşi hayvanlar mahzeni. ne şeytanlar atmadı yal... Bize fenalık için yapmış olabilir. ler. Adamılarım, o gece Aysunun başi nı kesik olarak bulmuşlar. — Kesik başı nerede bulmuşlar, bi- Hiyor musun? — Anlattıklarına göre evde bulmuş» lar. Samo da o gece meydanda yokmuş. Belli ki, Aysunun başını kesip kaç- Miş. Çutsay, kadın entarisini aldı, bük- tü, kolunun altına sıkıştırarak, doğru» ca imparateriçenin dairesine geçti. Vezirin sabrı tükenmişti: — Ne olursa olsun, bu işin iç yüzü- nü meydana çıkaracağım. Diyordu. Çutsay, Turakinarın hu- zurunda iğildi: — Size eğlenceli birşey hazırladım, imparatoriçem! Bu sabah yeni gelen kaplanı görmeğe gitliğim zaman, yer- de parçalanmış bir kadın entarisi gör- düm. Kendi kendime: «İmparatoriçe. miz cariyelerden birini kaplanların ağzma arttırmış olmalı!» dedim, Yerde duran elbisesini aldım. 'Turakina birdenbire hiddetinden mösmor oldu: — Ben kimsenin canına kıymadım. Benim buyruğum olmadan, vahşi hayvanların ağzına bir geyik bile ata- mazlar... dedi. Çutsay entariyi gösterdi: — O halde bu entarinin kime «id olduğunu tabkik etmeliyiz. Müsaade ederseniz, kulunuz bazı kimseleri ça- fırtayım. Belki bunlar içinden bu en- tariyi tanıyanlar çıkar. Turakina razı oldu. Çutsay derhal Aysunun komşularını buldurup sara- ya getirtti. Gelenler on beş kişiden faz. la değildi. Çutsay bunları imparâtori- çenin önünden birer birer geçirdi. Ay- sunun komşuları, entariyi görünce ta» nıdılar ve hep bir ağızdan: — Karakurum bülbülü bunu geçen yıl yapmıştı. Fakat, Samo gelinceye ka“ dar giymedi. Son günlerde her gün sr- tında idi. Hattâ son gece onu gördüğü- müz zaman da bu entari Aysunun sir- tında idi. naya haber vermeden esirlerini birini Dediler, Turakina şaşırdı. aslanların ağzına attırmıştım, Yerde Çutsaya döndü: 2 kalan paçavralar onun elbisesinin par- çaları olsa gerek... men Avrupa meyva özlerinden beş misli daha ucuzdur. HASAN MEYVA ÖZÜ | © puran, bez parçasını çarçabuk yu- yalnız bir türlü olup şekersizdir ve çok köpürür. 30 min 0 ma S0 Kr. karıya çekti. Kaplanların korkunç ses- leri hâlâ kulakları tırmalıyor, yeni ge» — O halde Aysu saraya kadar gel miş. Burada boynu vurulduktan son- Ta, gövdesi kaplanların ağzına atılmış, © kesik başı da tepsiye konarak bize ge- tirilggiş... Fakat, bunu kim'yapabilir'

Bu sayıdan diğer sayfalar: