27 Mayıs 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

27 Mayıs 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ona b rasg; hu, dedim, şu senin evlenme | dedi, #onra da anlatmağa adı — Tamam iki sene evvel Nuriye adında bir genç kızla tanıştım. Daha ilk konuşmamızda bu çıtıpıtı kızın ha- yatımda mühim bir rol oynıyacağını anlamıştım. Hele aradan bir ay geç- tikten sonra artık kendimi tamamile bu maceraya vermiştim, Aklımda fik- rimde hep Nuriye vardı. Onu hergün, her zaman görmek istiyordum, Ne ka- dar sık, ne kadar çok buluşsak gene bana az geliyordu. Deli gibi sevişiyor- duk. Bir taraftan da daha sık buluş- mak için çareler arıyor, kendi kendi- mize plânlar yapıyorduk. Bir gün bâ- na Nuriye lâf arasında: — Babam bana ingilizce öğretmek istiyor, Bir hoca tutacak!., deyince başımın içinde bir şimşek çaktı. Bir- sevinçle bağırdım: — Bu mükemmel bir şey, yaşadık!.. Nuriye Min sevincimin sebebiri kavrıyama! Ona biraz daha sokularak izahat verdim: — Çünkü o ingilizce hocası ben ola- cağım... Seni nasıl olsa haftada iki üç kere görüyorum. İngilizce dersi vere- ceğim diye haftada iki üç defa da evi- ne gelirsem mükemmel birşey olmaz m? Nuriyenin gözleri hayretlen yuvar- lak yuvarlak açılmıştı; — Çok güzel olur amma sen ingiliz- ce bilmiyorsun ki. Ona bir çare buldum: — İngilizce bilmiyorsam ne çıkar? Sanki baban ingilizce biliyor mu “ki, benim foyamı anlasın... Bu işe yavaş yavaş Nuriyenin de aklı yatıyordu. O benden çok sevin- meğe başlamıştı. Bu düşüncemizin ha- kikat olması için plânlar kuruyordu: — Şimdi ben eve gider gitmez ba- bama: «Babacığım... derim, arkada- şim Leylânın bir ingilizce hocası var. mış. İngilizcesi fevkalâde imiş. Çok güzel ders veriyor, çok kısa bir Zz8- manda ingilizceyi öğretiyormuş. Biz de o hocayı tutalım... Ben bu hocanın adresini de aldım...» derim, onu kan- dırırım. Zaten benim sözümden dışa- riya çıkmaz da... Seni Leylânın ingi- dizce hocası diye babama takdim ede- rim. Olmaz mı şekerim?... — Tabii olur şekerim tabil... Baba- nın beni tanımaması ne mükemmel bir şey değil mi? dedim. İki gün sonra Nuriye telâşla geldi. Bana: — Babama söyledim. O da: »Peki, dedi, Leylânın ingilizce hocasını tuta- hm. Söyle arkadaşın Leylâ; Hoca- sına bizim kendisini tutacağımızı söy- Jesin, Ve o zat gelip beni görsün» de. di. Yani şimdi babam seni istiyor. Bu- gün git, kendisi ile görüş. Aman bir pok kırma. Unutma, sen Leylânın in- gilizce hocasısın anladın mi?» O günü öğleden sonra büyük bir he. yecan içinde Nuriyenin babasina git- tim. Görüştüm. Adamcağızı herhangi bir şüpheden kurtarmak için gayet ba- bayani giyinmiştim. Son derece ağır başlı, kendi halinde bir adam gibi gö rüştüm. Sevgilimin babasının üzerin- de çok iyi bir tesir bırakmıştım. Onun. Ja anlaşmamız güç olmadı. Haftada üç gün Nuriyeye ders verecektim, De- ha ertesi gününden itibaren derse başladık, Bir kelime ingilizce bilmedi. fim halde bir sürü kitap aldırttım. Artık haftada üç gün Nuriyelerin ev. Jerine gidip geliyordum. Bahçeye bakan küçük odada tatlı tatlı derslerimize devam ediyorduk. Bazen biz ders ya. parken odaya babası da geliyordu. Adamcağız bir köşeye oturuyor bizim derslerimize kulak misafiri oluyordu. İşle o zaman ben uydurmasiyön bir tarzda güya kitaptaki ingilizce kelime. okuyordum. Amma oku» duklarımın tabil ingilizce ile hiç bir alâkası yoktu Böyle bir kaç ay geçmişti, Bir gün biz ders nin babası Spil girdi. Koltuğunda bir alay ingi. gözeteler. mecmualar vardı, Gü- ki Bizim Nuriye okusun da heves- lensin diye bir sürü mecmualar, gaze- teler getirdim... dedi Biz sözüm ona dersle meşgul olu ken Nuriyenin babası bir ingilize mecmuanın yapraklarını çevir simlerine bakıyordu. Bir aralık bana: — Şu karikatür herhalde çok gük- dürücü birşey olacak... Lütfen tercü- me eder misiniz? Acaba karikatürün vzuu ne?... dedi, AI aldım. Amma korku ve heyecandan titriyordüm. Şimdi ne yapacaktım. Karikatüre baktım. Her- halde bir karı koca kâvgası olacak- tı. Bir kadın elindeki tabakları, ça- nakları bir adamın kafasına fırlatıyor, herifin başı yumruk gibi şişmiş... Şim- di ne yapacaktım? Vaziyet pek ciddi di. Hemen birşey uydurup söylemek lâzımdı. Hemen: — Efendim... Bu bir karı koca kav- gası... Mevzuu da şu... diyerek saçma sapan birşeyler söyledim. Sevgilimin babası: — Tuhaf şey... dedi, bu karikatür mevzuunda gülünecek ne var ki?... Ben işi gürültüye getirmek mak- sadile: Etendim... Yeryüzündeki bütün insanlar ayrı ayrı ruhtadır. Her mil- letin ken ne göre bir mizacı var- dır. Meselâ bir Amerikalının kahkaha- larla güldüğü birşeye biz hiç gülme- yiz. Fransızların güldüğü bir şeye İn- gilizler gülmezler. Bu garip bir mese- ledir. Nuriyenin babası: — Doğru, doğru!,. dedi. Aradan bir seneye yakın zaman geç- mşiti, Bir gün gene sevgilimin babası | derse geldi, Bana sordu: — Dersler nasıl gidiyor bakalım? Kızıni biraz konuşabilir mi bari? de- di. — Tabii efendim tabil... dedim. — Ehhh. Biraz konuşun da güre- yim... Demez mi? Nuriye ile biribiri- mize bakıştık. Şimdi ne halt edecek. | tik? Maamafih ben kendimi topladım. Tama: uydurma heceleri yanyana getirerek, bunları ingilizceye benhzetme- e çalışarak Nuriyenin karşısında söy. lenmeğe başladım. Ben susunca Nuri- ye de ayni tarzda tamamile yalancı | bir ingilizce İle güya bana cevab verdi. | Babası hayrandı:; — Maşallah... Maşallah... diyordu, bülbül gibi, su gibi konuşuyor. Canım ingilizce de güzel lisan... Çok musiki. Mi birdil.. | Amerikalının pek hoşuna gitmişti. Mü- Adamcağız para kâzanmağa meraklı olduğu için bana! — Kuzum, deği, para kelimesinin ingilizcesi nedir? Her dilden para ke- limesini öğrenmek istiyorum.. Bn hemi en iki in, Tabif bu para kelime. zcesi değildi. Ancak «pâ- râvnin Rapa şeklinde tersine çevrilmi- $i idi. Biran içinde hatırıma bu ge- mişti. Nuriyenin babası: — Aman bunu öğreneyim Rapa, Ra- pa... Diye o kelimeyi ezberlemeğe başla- dı. Ben gülmemek için kendimi güç zaptediyorum. Bir gün bütün foyamız meydana çıktı. Biz güya ders yaparken Nuri- yenin babası: — Aman, dedi, bir Amerikalı dos- tum geldi. Kendisi serelerdenberi 'Tür- kiyededir. İyi türkçe konuşur. Biz de onunla türkçe konuşuruz, fakat ben Nuriyeyi onunla ingilizce konuştur. mak istiyorum. Misafir salonuna bu- yursanıza.... Süklüm püklüm misafir salonuna girdik. Amerikalı babacan bir adam- dı. Biz içeriye girince ingilizce bir- şeyler söyledi. Tabii kim anlar? Yal. alınımızdan leblebi gibi terler yu- varlanıyordu. Bğbası Nuriyeye: — Kızım sıkılma konuş!... diyordu. Nihayet Nuriye büyük bir cesaretle işin İç yüzünü baştan sonuna kadar anlatmaz mı? Sevgilimin hikâyesi temadiyen: — Fevkalâde... Pek garip bir ma- cera... diyordu. Bir aralık Nuriyenin babasına döndü türkçe olarak: — Azizim, dedi, artık bu iki genci evlendir... Bak aşk yüzünden nelere baş vurmuşlar... Evlendir şunları... Nüriyenin babası da gülümsedi; — Ben de zaten o fikirdeyim. Her- hâlde zeki, kurnaz bir damada sahip olacağım... dedi, Bir ay sonra Nuriye ile evlendik... Hikmet Feridun Es SATILIK YALI Boğaziçinin en şirin ve sakin yeri plan Vâniköyünde iki katlı, sağlam ve kübik yapılı 76 numarah yalı satı- lıktır, İki kat biribirinden müstakildir. Birinci katta beş, ikinci katta yedi ha- vadar, aydınlık, duvarları yağlı boyalı oda ile 3X30 metre eb'adında sağlam rıhtımı, terkosu, havagazı, elektriği, ni hamamı, güzel bahçesi var- iştahsızlık-hazımsızlık - şişkinlik - bulantı - gaz - sancı - mide kğ -dil-barsak ataleti - inkibaz - sıkıntı - sinir ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı HASAN MEYVA özü Kullanınız, Mide için her yemekten sonra 1-2 tatlı kaşığı yarım bardak Su içinde ve müs- hil için her sabah veya gece yatarken aç karnına 1-2 çorba kaşığı yarını bar- dak su içinde köpürterek içmelidir. HASAN MEYVA ÖZÜ Avrupa ve bilhassa İngiliz meyva tuzlarımdan daha yüksek olduğu katiyetle sabittir. Buna Tağ- men Avrupa meyva özlerinden beş misli daha ucuzdur. HASAN MEYVA ÖZÜ yalnız bir türlü olup şekersizdir ve çok köpürür. Hasan gazoz özü limonlu ve meyvali olup HASAN meyva özünün evsafına ma)iktir; Şeker Şampanya gibi lezzetli olup mide Tah şampanya -gi J iki misli Şişe 30 5 lıklarına şifalıdır. nizi 80 Kr. misli | tir diy Muharriri Pearl Mütercimi Mebrure SAMİ 'Tefrika Ne, 15 uykusuzluktan öyle bir hale vardı ki, gene kalbi kaskatı kesildi. Hayvanları çıkardık- tan, nineye, çocuklara yiyecek verdik- ten sonra da, daha hâlâ kocasının gel mediğini görünce, dişlerinin arasın- dan: — Paralar suyunu çekince elbette gelir. O vakıt gelmeyip dene yapa- cak! diye homurdandı. Küçük oğlan boş yatağa bakıp, şâ5- km şaşkın: s- Babam nerede kaldı ki? diye s0- runca, ana, birden yüksek, hırçın bir sesle: — Sana dedim ya, biriki gün gel miyecek baban. Sokakta bir soran ölursa, birkaç günlüğüne gitti, İşi var, Dersin. İşte bu kadar... diye ba- ğırdı. Böyle dediği halde, çocuklar oyun telâşile evden uzaklaşınca, bir türlü ayakları varıp da tarlaya gidemedi, kadıncağız. Alçak iskemlesini, köyün biricik yo- Tundan, geleni göçeni iyice görebile- ceği bir yere çekti oturdu. Bir yar- dan kaynanasının lâkırdılarma pek farkına varmadan gelişi güzel cevâp- lar verirken, kendi kendine de şöyle düşünüyordu: «Mavi elbisesinin öyle göz alıcı bir rengi var ki, tâ uzaklar- dan görünür görünmez hemen seçebi. Mirim onu!> Ve bir yandan da iplik eğiriyordu. Tireyi her büküverişten sonra da yola doğru bir göz atıyordu. Sayı işihe pek aklı ermiyorsa da için için, kocasının alıp götürdü yı hesaplıyor ve bu kadar bir şeyle ne kadar yaşanabileceğini anlamağa, bulmağa çalışıyordu. «Olsa olsa, altı yedi gün, sürer!» diyordu; amma kim. bilir onda o talih, o becerikli parmak- lar varken, belki de kumarda kazana- rak bu parayı arttırır... Böylelikle de umduğundan fazla gecikir, uzayabi- lirdi, Gün ilerledikçe, vakıt vakıt, ihtiya- rın düşük çenesine, vir vir söylenme- sine dayanamaz hale geliyor, amma belki birdenbire kocası görünüverir ümidile, dişini sıkıyor sabrediyordu. Öğle vaktı çocuklar eve döndüler, İyice acıkmışlardı. Küçük oğlan ba- bası için kaldırıhp saklanan lâhana çanağını buldu, annesinden bunu İste- di, Kadıncağız vermeyince öylesin haykırmağa İepinmeğe başladı ana da; — Hayır, babanın o, akşama dö- herse, karnı tok: gelecek değil ya... Hepsini ona ayırdım, olmaz vermem! diye bağıra bağıra, oğlanı bir temiz patakladı. Öğle, ikindi, geçti Upuzun yaz günü bitti amma erkek gelmedi; gü- neş, gene her zamanki gibi, yaldızlı ışıklarla ağırlaşa ağırlaşa batlı; vadi, birkaç dakika altın parıltıları içinde yandı tutuştu; ondan sonra da, ka- ranlık bastı, derin siyah bir gece ol- du, Anadane yapsın? İnadından vaz geçti, Yemek çanağını çocukların önüne koydu: — Haydi alın, yiyin... Bir gün daha durursa bozulur... Hem kimbilir?.. de. di, ekşili tatlılı salçadan da biraz ni- neye verdi: — Bundan da yeyin, yarın gelirse, ona tazesini yaparım, dedi Nine: — Yarın gelecek mi bari? diye sor- du. Ana da, çatkın çatkın; — Eh, belki yarın gelir... verdi. O akşam çok derdli, üzgün bir hal- de yattı, koca yatakta içine gene kor. ku girdi ve kendi kendini aldatmağa kalkışmadan, açıktan açığa: «Erkeği. nin bir daha gelip gelmiyeceğini artık Allahtan başka kimsenin bilemiyece- ginis itiraf etti. cevabını Amma gene de, parasını tüketecek. hesapladığı şu yedi günden meded umuyordu. Bügü n yeğisi de, birer birer geçtiler ve kadıncağız her birinde: «Hah, bugün gelecektir işteln diye bekledi durdu. Hiç bir vakıt köyün içinde kapı ka- Pı dolaşmak, komşu kadınlarla çene yapmak âdeti değildi... Amma neden. * mektup yollamak isteyen se bu sefer, İ rmi kadar Ka- dın, birer birer gelip, onu yokladılar, kocasını sordular. Şöyle diy rdı — Hepimiz de bir ocaktan Mü yız... Aşağı yukarı hepimiz de hısım akraba sayılırız. Nibayt ana, kibirinden bir hikâye uydurdu. Birdenbire, aklına, şöyle bir ivermek gelm Uzak bir şehirde oturan İyi yü- rekli bir ahbabı vardı. Kocama, ay- ğı dolgunca bir iş buldu. Artık es. kisi gibi toprakla uğraşa uğraşa canı- muzı çıkarmıyacağız. Eğer işine gel- miyecek olursa dönecek; yok eğer hoş- nud kalırsa, efendisi izin verinceye kadar oturacak. Bize de beklemek düşüyor, Ne yapalım! dedi. Doğru bir lâkırdiyı bile hiç bir za- man bu kadar sakin bu kadar güzel- memişti. Ihtiyar kadın şaşı- rTarak bağı râ: yleydi de, bu iyi havadisi ba- na ne söy emedin & kızım? Anası de- ğü miyim ben? Kadın zi birşey uydurarak, şüy- e tenbih etti idi koca nine, Çünkü & arümizda, senin çenen durur mu hiç? Havadisi dakikasında, köyün içine yayardın, eğer kapılandığı yerde, beceremeyip dönüverecek olursa, bari kimseler düy- muş olmasın diye, düşündüktü. Avurdlanı dişşizlikten büsbütün çök- müş, porsuk ihtiyar, sopasına daya narak gelinini iyice görebilmek için, burnuna girecek gibi sokuldu ve kır- gın bir sesle: — Ya öyle mi! Çenem çok işler, doğ» ru amma, öyle söylenmiyecek birşey oldu mu, susmasını da bilirdim elbet. te... dedi Ana, işte böylece bu masalı, nice nice defalar tekrarladı hattâ akla da- ha yakın gelsin diye de buna bam şey- ler bile kattı. Evinin önünden sik sık geçen bir komşusu vardı. Bu kadın, dul ve ço- cuksuz olduğundan, çokluk boş kalır. dı. Kendinden büyük, bir erkek kar. deşin yanına sığınmıştı. Tanrının ko- ca günü oturur, terlik üzerlerine ipek- le, çiçek işler, bir yandan da etrafın. da söylenip duran şeyleri düşünürdü. Köydeki kocalardan birinin, böyle ş8- şılacak bir tarzda ortadan gidiverme. si, kadının iyice merakmı depreştir. mişti; bir gün aklına birşey geldi ve bodur ayaklarının gücü yettiği kadar koşa koşa, bir acele, sokağı geçti ve hınzırca bir zekâ göster ği Köye ne vakıttır hiç mektup fi. lân gelmedi a kadınım; erkeğinden seri ne zaman haber aldın? Şaştım doğru- su! dedi. Ondan sonra, arda okuma bi. len tek bir erkek vardı, gitti onu bul. du. Bu adam, arada sırada, kasabaya biz oldu mu oturur yazar, bu sayede de bir kaç pa- ra kazanırdı, Dedikodu meraklısı dul kadın, gizli kapaklı bir takım yapmacıklı haller takınarak şöyle sordu: — Bizden evvelkilerden, dedelerimiz- den üçüncü Li'nin oğlu, birinci Li'den bu aralık bir mektup geldiğini gördü- nüz mü? Adam, böyle birşeyden haberi madığını söyleyince kadın: — Kansı öyle söylüyor ya! Birkaç gün evvel sözde mektup gelmişmiş. Yazıyı okutmak için, yakın köyler. den birini «arzuhalcısınas gidilmiş- tir korkusile, içini bir haseddir bü- rüyen adam, üstüste, şöyle dedi dur- du: — Ne mektup geldi... Ne de bir mek tuba, karşılık yazdım ben; ne kimse. cikler bir satır yazı okuttu, ne de ge- bip bir pul alan oldu... Benden başka da, nerde pul bulacaklar. Yirmi gün- den fazladır, tek bir postacı yaklaş- madı köyümüze... ol. O zaman, dul taze «bu işte bir sa- katlık» sezdi ve her gittiği yerde bi- rini Li nin karısı yalan söylilyor, meks tap filân aldığı hep uydur, a, de mek ki, kocasi bırakıp onu, kaçmış'» diye fısladı durdu. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: