2 Aralık 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

2 Aralık 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

beraber bir gün güzel bir eğlence: ye davet edilmiştir O günü daireden er- ken çıkmamız lâzımdı. Fakat aksi daire Aâmirimizden nasıl izin alacağımızı bir tür- Mi kestiremiyorduk. : Eğlenceye davetli olduğumuz gün Rifatla odamızda karşı karşıya oturmuş konuşu- yorduk. Bizim âmirin kapıdan dinlediğini bildi- gimiz için birdenbire aklımıza bir hüle gel di. Önündeki küğıda şunları yazdım: «Riat, şu dakikada bizim daire âmiri ka- pıdan dirliyordur. Onu dehşetli surette methedelim, Bunlari işittiklen sonra bel- ki hoşuna gider de bize izin verir. Buradan çıkar çıkmaz bemen eğleneceğimiz yere gi- deriz, Artık gel keyfim gel.. Fakat herj#y- den evvel dalre Amirini methe başlıyalım.» Bu kâğıdı Rifatın önüne koydum. Arka- gülümsedi. Kâğıdı ki baya atarken yüksek sesle bana: — Lâkin, dedi, şu bizim daire müdürü ne kadar wijkemmel bir adim... Hemen cevap verdim; — Ne diyorsun birader? Ne diyorsun?.. Emsalsiz bir insan... Hem biliyor musun SOR derecde de âlim bir zat.. Rifat hemen atıldı: — İlimde onun eline #u dökecek kinse yoktur... Geçen gün bir tarih meselesi hak- kında kendisine bir sual sormam lâzım gel- di. Bana öyle cevaplar verdi ki, şaştım kal- dım doğrusu... O ne bilgi efendim?. O ne derin ilim!.. Rifat bunları söylerken yan gözle de dal- re âmirinin odasile bizim odayı biribirin- den ayıran kapıya bakıyordu. Arkadaşım bisim âmirin en zayıf noktasını bulmuştu. Çünkü kendisi dehşetli tarih bildiği iddia“ sında idi. Rifatın sözlerine şu suretle cevap verdim: Efendim tarihte onun kâbina vara- cak kimse yoktur. Memleket böyle bir ta- rih âlimini kucağında yaşatmakla iftihaş etmelidir... Rifat sözünü perde perde yükselterek: — Yalnız tarih mi birader?.. Yalnız ta- rih mi? O ayni zamanda büyük bir coğraf- ya âlimi de,. Geçenlerde bilmem hangi ki- tadaki küçük bir şehir ismi mevzuu balısol- Gu... Ne dersin birader? Hemen bu şehrin nerede olduğunu, nüfusun ne kadar oldu- Bunu, ne gibi şeyler yetiştirdiğini bildi. Şaplacaz gey doğrusu... Bu yaşta bu zekâ, bu bilgi, bu malümat, bu dirayeti... Gülmemek için kendimi zor zaptediyo- rum. Koparacağımız izine yemin hazırla» mak maksadile: — Sonra ne kadar da merhametli bir zat canım!.. Ne kadar da merhmetli!... Maiyo- tindeki memurları ne derece himaye etti- Bini bilirsin değil mi?.. Şimdi meselâ bu- gün bizim ikimizin de mühim, ailevi bazı | işlerimiz var değil mi?... Ben eminim ki, bu- nu kendisine söyler söylemez, o tatlı sesile hemen şu cevabı verecekti — Peki evlâdiarım.. Gidiniz ve işlerinizi görünüz!.. Tefrika No. 144 SEViLEN KA Başını sıkmakta devam eden Rüştü: — Söyle, İsmail! Sana bu beyler- den zarar gelmez dedi, — Arada tütün kaçakçılığı filân yapılır da... Eh, işte geçinenler olur... Fakat hancmın bunda ek yoktur ha... Ne olur ne olmaz söyliyeyim ki aleyhinde ifade olmasın... Kim gelse içeri alır... Jandarma kumandanımı da, kaymakamı da ağırlar... Bazan da tüccar yolcular geçer... Onlara göre deodaları vardır... Seza: — İyi ya, işte, ben de «olel> demiş. Arkadan bir uşağın getirdiği eşya yüklü hayvanı işaret ederek: kendimize göre çarşatla: , her şeyimiz var... miz bir Kaç gün Ku kurmaktı... İsmail öne düştü. Bir saat kadar çamlı bir sahadan geçtiler. Derken Önlerinde meydan gibi bir boşluk Açıldı. Burada, ahşap, kocaman bir bina görülüyordu. Rifst hemen bana cevap vendi — Tabii, tabi. Pırlanta gibi bir Fuhu vardır kendisinin!... Saatlerce bizim dair» Amirinin methini yaptık. O kadar ki, artık boğazlarımız kuru» du. ve ağrıdı. Biribitimize: «Artik pek yorul- duk, Nefesimiz kesildi. Bu kadar kâfi...» gi- bi bakıştık ve sustuk... Bundan sonra işin en mühim tarafı gxi- mişti, Şimdi içeri girip daire âmirinden isin koparacaktık. odayı biribirinden ayiran kapıya yaklaştık. Hafifçe kapıyı vurduk. Cevap yok. Bir daha vurduk... Ge- ne cevap yok... Acaba bizim daire Amiri odas sinde yok mu !d17.. Yavaşça kapıyı açip ie- ri baktık. Oda boştu. Koridora çıkıp daire Amirinin odacısına sorduk: — Bugün gelmedi, dedi, artık gelmez de, Fena halde içerlemiştik. Bitişik odada #i dinliyor yanın! ile daire Âmirini methet- mekten kurumuştu. Demek boş yere o kadar nefesimizi tüketmiştik ha. Artık daire Amirinin gelmesine imkân şok- tu. Çünkü her zaman böyle öğleye kadaş gelmezse bir daha daireye uğramazdı. Biz de biraz sonra daireden Çıkıp gitmeğe ka- rar verdik. Odamıza döndük. Rifat: — Herif bizi dinliyor diye boş yere girt- ağımızı yırtmışız... dedi. Ben güldüm: — Hem de onun hakkında neler söyledik değil mi?.. Ne o tarih âlimi Imiş?.. Bari tarihten birşey bilse... Ben hayatımda bu- nun kadar cahll bir budalaya ras gelme- Rifat atıldı — Ya coğrafya âlimliğine ne dersin?... Ya- bu geçen gün kendisine Porlekizin merke- İ sini sormuşlar da cevap verememiş... Bırak Allah aşkına.. cahil değii bu herif eçhel 4ç- hel wra dirayelsiz, akılsız, budalanın bi- yok mu? Kapılardan herkesi Amma terbiyesiz herif ha Yani bu dalre Amirinin maiyetinde Şu- hşmak vallahi bir ıstırap. — Ne yaparsın birader?... Herifi uşak di- ye kullanmam amma mecburiyet... Çekce7- Üz İşte... Jurnalcı herif. Saraya mütema- diyen jumal veriyormuş. — Bonra biliyor musun? Sön derece rüş- vet de yiyor... Bizi budala mı zannediyor, ne dir:.. Sanki rüşvet yediğini biz bilmiyor miyiz... — Aman şu ciğeri beş para etmez herif- ten artık bahsetmiyelim!.. Değmez çünkü... Biz şimdi, hazır herif burada yokken çıkıp gidelim... Eğlencemize bakalım... Yarın da herife; «Dün akşamu kadar fena halde ça- hıştık. Yorulduk.» diye yuttururuz. Biz gitmek için hazırlanırken kapı bir- denbire açıldı. Daire müdürü müthiş bir su- ratia içeri girdi: — Konuştuklarınızın o hepsini işittim. Utanmıyor musunuz?... diye bağırmağa baş- adı. Meğer biz kendisini metehederken odasin- da bulunmıyan daire Âmiri sonradan gel- miş... Tam biz onun hakkında atıp tutar- ken kapıyıa kulağını dayıyarak bütün ko- Buştuklarımızı işitmiş! . Hikmet Feridun Es Eyüp klübü hakkında verilen karar Beden terbiyesi Istanbul bölgesi başkan- Uığından: 21/10/9809 tarihinde Şeref saha- sında yapılan Eyüp İdman Yuvası - Yeni Şişti liz maçında Eyüp klübü bir oyuncu- nun hüviyetini kasden tahrif maksadile teşkilâtı ve hakemi iğfal ve lüzumsuz yere başka bir sporcunun dört ay müddetle tec- ziyesine sebebiyet verdiği icra olunan ted- kikat neticesinde tebeyyün etmiş bulunma» sına binden: 1 — Eyüp kulübünün 1939 - 1940 yılı böl- ge lig maçlarından ihracma, 2 — Genel direktörlükçe tasdik buyru- lan müsabaka talimatnamemizin mevaddı mahsusasına tevfikan her vürlü hukuktan mahrumiyetine karar verilmiştir. Müttefik klüplerimizin ismi geçen Kk le hususi müsabaka yapmamaları ve aksi takdirde tecriyeleri cihetine gidileceği ta- mimen tebliğ olunur. DIN Nakleden (VA Nü) Kılavuz nâzikâne ihtar etti; — İlle her tarafa girip çıkmak is- temesek, gösterilen yerlerde otürsak, daha muvafık olur... - dedi, - Söyle. dim: Belki içerde kaçakçılık yapmak istiyenler vardır. Onlara mani olma yalım, Kafilenin geldiği, Doruk harından hissedilmiş olacaktı, Kapı açıldı; bir adam belirdi: — Kim 0? — Ben geldim, merak etme... Bun- lar da yollarını kaybeden şehirliler| Kafile, atlarından indiği sırada iki adam, alçak sesle bir şeyler konuştu, Hancı: — Buyurunuz, buyurunuz... - diye kapıları açtı. Doktor, ahlar, oflar çekiyor; başı- nr gelen belâlardan dolayı yüksek sesle yanıp yakılıyordu. Metanetini en fazla muhafaza eden yine Sezadı. Vehbi de canlılıkta ondan aşağı kalmadı, Zira Rüştünün hastalıktan âdeta yıkıldığım, hemen handa bir odaya çekilerek yattığını gördü, Stad kupası Bu karşılaşmaların neticesi ne olabilir? Stad apor mecmuası tarafından tertip edilen kupa maşlarına yarın, Taksim sta- dında başlanacaktır. Futbol lig maçlarının tadil devresinden istifade edilerek dört büyük klübümüzü karşı karşıya getiren bu maçlar hiç şüphesiz futbol meraklıları ta- Kafından büyük bir allka ile takip edilecek» ür. Lig maçlarının puvan hırsından uzak bir şekilde yapılacak olan bu karşılaşmalar dar ha farla samimi bir hava içinde geçeceği cihetle zevkli bir futbol göreceğimiz tabi!- dir. Teşkilhta bu sene giren Beyoğluspor ta- kımı, oyuncularının diğer klüplerde evvel- e Lescil edilmiş olması yüzünden nisbeten zayıf kalmış ise Ge bu maçlar hususi oldu- ğu elhetle bu oyuncularını kadrosu içine alacak ve en kuvvetli ekipile bu maçlara iştirak edecektir. Fenerbahçe takırunda Kenüz istikrar te- min edilemediği görülmekte ise de bu hiç bir zaman sarı lâciverdiilerin zayıfladığı. na deli! değildir. Her hafta değişik bir bakımla snhaya çi- kan Fenerliler lig maçlarının birinci dev- resini hiç te fena bir pozisyonda bitirme- diler. Bütün takımları mağlübiyete uğra- tarak birinellik mevkiine ulaşan Beşiktaş- lardan snra ikinci vaziyette bulunmala- n kuvvetlerinin garslmamış olduğuna de- Uldir, Sarılâcivertliler bu maçlara lglere işti- rak eden takımlarından daha kuvvetli bir kadro ile gireceklerinden muvaffakıyet ih- timalleri o nisbette fazlalaşınıştır. Sivrilmiş eleman bakımından en fazla oyuncuya malik olan Galatasarıy tâkımı geçen sene- ki milli küme maçlarında olduğu g'bi bu se- ne de yavaş yava, Jâyık olduğu mevkie ulaş- maktadır. Lig maçları bidayetinde üstüste bozuk neticeler alan sari kırmızılıların bu ganssızlıklarını zamânis telâfi edecekleri şüphesizdir. Bu kupa maçlarında mühim rol oynıya- caklarını tahmin etmekteyiz. Lig maçlarının birine devresini şayanı takdir bir şekilde hiç mağlüp olmadan birincilikle nihayet- lendiren Beşiktaşlılar son maçlarda en mü- bim elemanları olan Hakkı ile Hüsnünün sakatlanması yüzünden biraz, zayıf kal- mışlardır. Bu oyuncuların sakatlığı zail ol- duğu takdirde kupa maçlarının neticeleri Üzerinde rol oynıyabilecek bir kuvveti ol- duklarını tereddüdsüz iddia edebiliriz. Mektep maçlarına bugün Şe- ref ve Taksim stadlarında başlanıyor Mektepler arasında tertip edilen lig maç- larına bugün Şeref ve Taksim ztadlarında başlanacaktır. Müsabakalar yarımşar saat- ten iki devre olmak Üzere bir saat devam edecektir. Her sta tile cumartesi günleri dört maç oynana- caktır, Evvelce mektep maçlarının Fener siadın- da da yapılacağı ilân edilmiş is#de on yağmurların çimen olan Fener sahasını busduğu göz önünde !ulularak şimdilik mektep maçlarına yalnız Şeref ve Taksim stadlarında devam #ârureti hasıl ola tur. İlerde havalar düzeldiği takdirde stadda da mektep maçları yapılacaktır. Bugün yapılacak maçi programı aşa Bıdadır. Taksim stadı: Darüşşafaka « Munilim mektebi snat 13,30 hakem Şazi Tezcan, Galalasaray - Pertev- niyal sani 1440 hakem Adnan Akın Şeref stadı: Yüce Ülkü - Sanat mektebi saat 13,10 hakem Ahmed Adem. Boğaziçi Taksim saat 14,40 bakem Feridun Kilıç, uş- bu Oh, ne sandet!,.. Seza ona kalmış- tı... Ona karısını zemmediyor; ken- dişine çatık yüz de göstermiyordu. Hanın toprak avlusunu O geçliler. Mal sahibi kendilerine bir oda açtı, Fena değil, Bahusus birlikte getir. dikleri çarşafları serdiklen sonra, burada, Seza ile ikinci aşk devresi. nin birinci perdesi açılabilirdi. Bütün tesadüfler, Vehbiye yardım ediyor gibiydi: Seza gülümsüyor, ko- nuşuyor,.. Arkadaşları balta olmu- yor... Hancı, usta bir üşak gibi hiz met ediyor... Vehbi, o derece arzu ettiği Seza ile tatlı bir muhavere aç- tı... Ona karısını zermmediyor; ken- dine olan aşkından bahsediyor... Birdenbire durdu. Yan odadan kulağına gürültüler çalınmıştı, Hancıyı çağırıp: — Ne oluyor? - diye sordu, — Misafir bir bey var... görüşmek istiyor... Ben de: «Hanım- efendiyle beraber bulunuyor. Rahat- sız edeyim mi?» diye sordum. «Haber veriniz!» dedi. Seza derlenip toplanmağa başladı. — Nedir?,.. Nereye hazırlık? — Benim işim bitti de... — Allah Allah... O ması söz?... — Şimdi anlarsın! Genç kadın, intikamını alanlara has acı bir tebessümle gülüyordu. Sizinle | LEYLÂ ie MECNUN 'Teirika: No, 184 Yazan: İskender Fahreddin Sünnur: «Bana çölde arkadaşlık yapacak biri olsa Leylâyi çabuk kandırır, buraya kaçırırdım» dedi Sürnur kendi kendine söyleniyordu: — Vaktile Hazreti Süleyman da kuşlarla konuşur, onlara hükmedermiş. Bunu de- demden bir masal diye dinlemiçtim. Meğer insanların kuşlarin konuşup anlaşması bir hakikatmıış. (Can) bey güvere'nlerin der- dini ve dilini anlıyor. Güvercinler yere stılan et parçalarını gâ- galarının ucuna takıp birer birer uçtular ve ağaçların üstündeki yuvalarında cıvılda- şan yavrularının yanına gittiler. Güvercinlerin gereşkten karınları açti, © gece yavrularını da besliyememişlerdi. Snnur bunu görünce şaşırdı, — (Can) bey yalnız kendi kabilesine de- gü, bütün çöldeki kabilelere baş olacak bir adammış. Taner nasıl oldu da Seyld Ah- meğin sözlerine kapılıp (Can)ı dağdan ka- çırmak istedi! Yarın Taner beni almağa gelirse, ona söyliyeceğim çok sözler var. İlk önce Tanere diyeceğim ki; «Sen Can beyle meşgul olma.. Seyid Ahmedin tuzağına bi zavallıyi düşürmekten koru! Zira, ne zer. ne de kabilenizden hiç kimse onu anlıya- mitınışlar.» (Can) bey bundan sonra, gökyüzündeki yıldızlardan birine şöyle hitap etti. — Ben, tek gözlü, mütecessis bir insana benziyorsun! Güneşin kım! çehresi kara bu- lutlarla örtüldükten sonra, her gece senin beyaz, parlak yüzünü görüyorum. Diğer yıldızlardan önce doğuyor ve yüzünü bang onlardan önce gösteriyorsun! Acaba kan- dini bana beğendirmek için mi, öteki yıl- dızlardan önce -görünliyorsun? Eğer bu maksadia erken doğuyorsan, boş yere zab- met ediyorsun! Çünkü benim ufkumda sen- den önce doğmuş bir yıldız vardır. ben sen- den önce onun gül yüzünü gördüm ve onu gavdim. Benim yıldızımın adını mı öğren- mek istiyorsun? Onun adı Leylâdır. O, bir çöl yıldızıdır. Ve sözlerime inan ki, Leylâ, hepinizden daha parlak bir yıldızdır. Siz onun yanında çok cazibesiz ve sönük kali» yorsunuz! (Can) bey birdenbire ellerini göğe değ- rü kaldırdı. Ve sevinçle bağırdı: — Leylâ... İşte, benim yıldızım doğuyor. Gökteki bütün yıldızların önünde eğildikle- rini görüyorum. Akşamları erken doğan ve kendin! banz beğendirmek isteyen yıldız bi- Je onun önünde eğiliyor. Leylâma bütün gökyüzü sakinlerinin yol verdiğini, onun önünde eğildiğin! görmek benim için dayul- maz bir sandettir. (Can) beyin sesi titremeğe başladı: — Fakat, her gece bana gülen Leylâmın çehresi bu gece neden soluk acaba? Söyle Leylâcığım.. bir gizli kedi yoksa dinmez bir ıztırabın mı var? Gülüyorsun. fakat, bu gülüşün, her geceki gülüşüne benzemi- yor. Gene -her akşamki gibi. öteki yıldız- lardan çok daha parlaksın! Fakat, bu pars laklığın altında gizlenen kederini görüyo. Tum... Muztarip misin? Neyin doğmadan önce gökyüzünde dolaşan rabulut, beni endişeye düşürecek kadar kor- kunç adımlarla koşuyordu. Hâlâ babanın esiri misin, Leylâ? Hâlâ Ömerin pençesin- den kurtulamadın mı? Senin gül yüzünü görmek için beklediğim gecelere beni ulaş- tıracak olan günler o kadar uzun geliyor ki, bana. Güneşin yakıcı harareti altında uyur ken, gözlerimi bir azırdan fazla açmamışım saniyorum, Gündüzden o kadar nefret edi- yorum, geceleri o derece seviyorum ki.. Sünnur, dili tutulmuş gibi, artık ne ken- di kendine konuşuyor, ne de arkasında du- Mansura birşey söyliyebiliyordu. Bünnur 0 gece bambaşka bir Alemde ya- sadıfının farkına varmıştı. Sünnür anla- muştı Kİ, (Can) bey herkesin dediği gibi bir mecnun değildi. O belki de Türk kabilesi- nin en akıllı, en zeki bir adamıydı. Fakst, ne yaptın Ki, onu kabilesi efradından hiç kimse anlıyamamıştı. (Can) bey bir Aşıklı, Riyasız bir âşık. Onu, dağda bütün kuşlar, çiçekler, canavarlar yardımı ediyorlardı, Sünnur; Vehbinin yüreğinde bir şüphe be- Jirdi; — Misafir bey dediğiniz nasıl adam? — Ecnebi imiş... Yanında da Arap uşağı var, — Mısırlı mı? — Öyle galiba... Sezanın müstehzi ogülümsemeleri büsbütün keskinleşmişti. oNecilenin kocası, bunu yan gözle gördü. Bir tuzağa düştüğünü anladıysa da, tu- yağın mahiyetini keşfedemiyordu. Fakut ne olursa olsun amansız şekil- de mücadele edecekti. Üstünü yokladı, «— Bereket versin ihtiyatlı dav- ranmıştım...» diye düşündü. Cebinde bir hazırlık yaptı. Hancıya: — O misafir bey neredeyse beni yanma götür! - dedi. — Buyurun. Dışarı çıktıkları vakit, âdeta bir heyetle karşılaştılar, Cemil, avukat Sajdle berberi uşağı Bekirin ortasında duruyodu: — Merhaba efendim... İnsan in- sana kavuşurmuş... Hatta böyle 18 sız dağ başlarında bile... - dedi. - İş- te hesap zamanı geldi. Vehbi onu görünce şüphelerinin tam yerinde olduğunu anladı. Evet, — Bu yardımın bir minası vardır; (Can)a, canlı mahlâkların hepsi acıyor. Diyordu. Çöl yıldızı dayanamadı. Gecenin bu korkunç fakat mânalı gessize liğini ihlâl etti. (Can) beyin kölesine Yas vüşça seslendi: Bu konuşmalar ne zamana kadar de vam edecek? — Sabaha kadar. güneş doğuncaya, yıle dızlar kayboluncaya kadar. — Sen ne zaman uyursun? — Can bey uyuduktan sonra, — Nerde yatarsımız? Ras geldiğimiz yerde. Her yer bizim yan — Etraftaki hâşerat sizi rahatsız etmez mi? — Bayır. aslanlar arasında yatan kimsç- ler, küçük haşerattan rahatsız olacağını düşünür mü? — (Can) bey iler gece Laylâsile konuşur mu? — Evet. Her gece. Hem de sabaha kadar... Onunla neden birleşemediler? — Laylânın babası Türklerin düşmanıdır. Kızımı (Can) beye vermedi. — Yanık, (Can) beyin yerinde cis saydım... — Ne yapardın? — Laylâyı kaçırırdım — O da vaktile yaptı bunu, Fakat, Leylâ» nin babasının adamları dağa hücum et Leylâyı (Can) beyin wlinden zorla alip g türdüler, — Bana çölde arkadaşlık yapâcak bizi sa, Leylâyı çabuk kandırır, buraya kaçırır- dim. Mansur (Can) beyin haline çok aciyor. du. Sünnurun bir Arap kızı olduğunu görün- ce, kendisinden yardım umarak; — Bu işi yapabilirsen, Allahın en sev kulu olursun, dedi, Can bey çok muzt tir, — Leylâsını dünya gözile bir kere daha Rörse, umarım ki, aklı başına gelecektir. — Şüphesiz, bu ayrılık onu mahvedecsk. Haydi, sözünde durursan, sana arkadaş olu- rum. — (Can) beyi burada yanız mı bırakacak- #n? — O yalnız değil. Buradaki dostlari onu ber türlü tehlikeden muhafaza ederler, — Pekâlü. Sözümde duruyorum. Fakat, Leylânın yanına nası! gidebiliriz? — Güneşten evvel kalkar ve yola çıkar- sak, dağ eteklerinde iki at tedarik edebili- riz. Fakat, Taner seni ararsa Sünnur kaşlarını çattı — Yalnız kendi canını düşünüp kaçan Yı beni buralarda birakan bir adamla artık alâkam kalmamıştır. (Can) beye yardım edeceğim. Ona çok acıdım bu gece... — Öyleyse yavaşça uzaklaşalım buradan, Yavaş yavaş kayalıklar arasından geşö- Tek, dağ eteklerine indiler. «Aşk» ve «Altın» adlı kız kardeşler Mansur, dağın yamacında tanıdığı köy- lülerden iki st bularak, birine kendi bin- Sünnuru bindizdi, Âmiriler s4- yolunu tuttular. > Bünnur bu yolculukta neye güveniyardı? Gerçekten Laylâyı kandırıp Mecnunun ya- nıns getirmeğe muvaffak olabilecek mivdi? Yoksa Sünnur bu vesile ile Türklerin el den kurtulup kehdi Kabilesine kaçmak istiyordu? Bunu.şimdiden kimse kestiremezdi, surun kafasında yerleğe: Acaba |Can) beyi dağdan kim kurtara- cak? Bünnur'un: — Bu işi ben yapacağım. Demesi Mansürun ümidlerini artırmıştı. (Arkası var) mukadderatının çok hassas bir anın. daydı. Fakat kendisine ne yapacak- ardı? Bunu Okavrıyabilmek için, doktorla Sezaya dönerek: — Beni sattınız, öyle mi? - dedi, Kadın: — Benim için böyle bir şey mev- zuubahs olamaz. Zira para almadım. Size karşı da dostluk değil, düşman- lık beslediğimi gayet iyi biliyordu- nüz..: Haydi, davanızı siz erkekler aranızda hallediniz Vazifem bitti, ben çekiliyorum... — Peki, sen he diyeceksin, doktor? Kadri Ahmed, aiçaklığını gizlemediz — Canım, hayırlısı böyle, kardeş... Yirmi sene saltanat sürdüğün kâfi... Cemil bey, beni de mecbur etti; ar. zularının tahakkuku için âlet gibi kullandı... Başka türlü hareket et- #eydim, senin bugünkü şu halinden beter olacaktım... Onun için hareke. timi mazur gör! — Benden ne İstiyorsunuz? — Kolayca boşanmanızı! Vehbi: — Asla... - diye haykırdı. . Ben ka- rımdan memnunum... Hiçbir kuvvet bizi ayıramaz. Avukat Said: (arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: