19 Şubat 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9

19 Şubat 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

19 Şabet ç Bu yeşil çamlar, bu güzel hu- zular.ne sadık, ne vefalı arkar daşlar; onların yanında istediği gibi yüreğini taşırabilird.. Kuzu- larım iki büyük çam gövdesi- nin arasındaki çimeni ğe bıraktı. Yavrular analarile koklaşırken kendi de düz bir taşın üstüne oturdu. Siyah kadife gözleri sık ormanın görünmez İoşluklarına dalmıştı. Aylardanberi her sa- bah bu ormanlarda dolaşırken duygulu yüreği her kuytu köşe- den bir ümit beklerken bu sa- bah genç hayatına içten küs kündü. Fadime her sabah, kim- senin görmediği bir gönül yol- daşile bu ormana dalar hiç kim- senin — işitemiyeceği iç sesile onunla konuşurdu. Doğanın par- lak gülüşlü hayali yamadan hiç eksilmezdi — onul Şimdi ba dünyada gatip, avare eşsiz bir kuş gibi yapayalmız kalmıştı.. Hiç ses vermiyen bu loş orma- nın durgun bağrından acıklı bir ah duyarak yüreği eziliyordu. Yüce dağlar ah ediyor de rinden Ağlamaktan —gayri — gelmez elimden Hssız orman mice böyle su- sarsın? Yüreğime benim ağu katarsın Sazlı dere -ağla benim der- dime Fadimenin duygulu yüreğin: den taşan içli sezgi çamların derin hışıltisile yamacın kıyısın- da tatlı tatlı akan Sazlı derenin şırıltisina karışıyordu. Çepkenimin kadifesi aldır al Bon burada garib garib ağ- larken Sen ellerle safa edip lıoıkç:ı Fadime güvez yemenisinin ucu ile göz pınarında birikea yaşları sildi: Yeşil giymiş işte Nisan sabahı Bir kez olsun duymadın mı n ba ahi? İnkisara —dilim varmaz ey gönül *Bin;yaşasın benim gönlümün ? şahı Fadime bir an sastu. Dudak- larının” kenarlarında acı bir gü- lümseme büküldü. Neyleyim ki “söz dinlemiyor » gönlüm Yok-yere inlemiyor gönlüm Kızmayın bana dağlar dereler © yari hiç kinlemiyor gönlüm Fadime, birdenbire sustu, bir çıtırdı işitmişti. Pınar başında ürken bir yavru karaca gibi sil- kinerek - etrafına bakındı.. Bu çıtırdı! ne di? Acaba şafak yakti yem arıyan bir tavşan ı? İşte şuracıkta ana ikoyun Fadi- menin acıklı sesini dinliyerek kuzularını emziriyordu. Tekrâr kulak verdi. Ortalık derin bir. seaşizliğe gömülü idi. Çarpıntısı geçince Nisan 'meltemi kadar nazlı ve kıvrak'sesi gene çamların nefti gölgeleri arasında dolaşmağa başladı: Ş Gerdanımda incilerden bir dizi Onlar'benim gözyaşlarımın izi Soldurdu gül yanağın reagini “Yüreğimde-hiç unmıyan bu sızı Gömleğimin - bürümceği Ömrüm artar sen girince Bu hasrete dayanmıyor yüreğim Görün bana artık bir yol gizlice Sabredenler belki murada erer Büyük köy hikâyesi Billür Köşk Sevgili, köylü kerdeşlerime 'armağan —-15— YAZAN: * Nezihe Muhiddin * Hain yarim eller elinde gezer Gün : kararsın güneş sönsün göklerde Belki o.yar benim rüyama gi ğ Derlerdi ki kalpten kalbe b%l yol var Dağlar kavuşmaz amma, vuşurmuş inıııılq"ı Bu dillere artık yoktur inanıma Ağu gibi dağlarken yüreğinli Fadime artık ağlıya ağlı! a bu son maniyi söyledi: K Kırlangıçlar sevişiyor dallarda Yanık bağrım külmü olsun, derdinle Sut ey gönlüm bir az dafo söylesin Ey vefasız nerelerdesin? nerde? Fundalıkların çıtırtıları arasın> da bir ses cevab verdi: & — Buradayım! Beni mi çax gırıyorsun Fadime?. Bu ses, bu tatlı ses gökler- den mi iniyordu, yoksa Fadime- min sevdalı yüreğinden mi taşı amıştı? Fakat birdenbire yeşil fundalar çatırdadı ve Doğanin, levent endamı — bu yeşil çerçe- venin ortasılıda gön'lııı'iyordıı.'".ı Fadime, daha gün ışımadan; mefti ormanların ıssızlığında hyarak çağırdığı sevgilisini b denbire karşısında görünce do-,; nakaldı. Tevekkeli dağların taş-. ların kulağı vardır dememişler... Şimdi ne edecekti Fadime?: Gönlünün bütün - sırlarını mı dana dökmüştü. Ah yer yar sa da yerlerin dibine saklan-. saydı... * Gane limü gaşkın ve-etangüçi halini yürek sevgisile seyreden” Doğan: t — Fadime; yavru kuşlar gibj' cıvıltılarını dinledim. Ben bura-| larda senden önce dolaşıyor-! dum, dedi. | Doğan, ellerile yüzünü hpıî_ yan Fadimeye doğru iki ıdııî', atınca genç kız bir çığlık lmpı-îl4 rarak kaçmağa davrandı. Fakat delikanlı iki üç adım seğirtişle onu sımsıkı yakaladı. Fadi: İ nin artık kımıldıyacak kuüvveti; kalmamıştı. Yorgun başı Dos; ğanın geniş göğsüne kapanarak: hıçkırdı. ” Bir dakika çamımnm gövdesine dayanarak sustular. Doğan, göğ-r |: sünde sessiz sadasız yatan buş ateşli genç başın ipek saçlarını okşadı: — Fadime; yüreğin niçin bi kadar yaralı? Senin ©o güze kalbini kimler kırdı böyle? Fadime başını kaldırip “sen diyecekti, Hakat sustu, dahi fazla sokuldu. 4 — Söyle bana Fadime.. Senil böyle ağlatan yavuklun kimdir? Fadime nasıl söylerdi bunu? Niçin hâlâ kalbini kırıyordu Doğan?.. Fadime kırgın başını çekmek istedi, fakat Doğan onu d.hıl ziyade göğsüne bastırarak: — Fadime dinle beni sana; söyliyecek bir çok sözlerim var..* Amma hiç birini söyliyemiyı rum.. Bak yüreğim nasıl çarpı-| yor? Dün gece hiç uyumadım..? Fadime yavaşça: - ben de <— dedi. j f — Sen deuyumadın mı Fadi-| me? Bıllı seni kaç günlerdiri aradım. Niçin köyden kaçıyor- dun Fdime?.. Bir ceylân yihi! benden niçin kaçıyorsun?... Bu; gece sabaha karşı kalktım.. Oret mana daldığım zaman bir çit bile yoktu.. N Siğe —e ğ Bir deli ve Deli; sinekleri okşuyor, küçü- cük yavrularım, diyordu Genç ve güzel bir kadın da aklını bozuyordu. Bu bendim!.. Çeviren: Hazar Tercüme ettiğimiz bu maka- leyi hazırlıyan Claire Deval tam altı yıl, deliler arasında hasta- ibakıcılığı yapmış genç ve güzel bir kızdır. İtiraflarında tamamen samimidir, Böyle bir vesikayı karilerine vermesinden — dolayı Parisli — meslektaşımız — sevin- mekte ve kendi kendisini tebrik etmektedir: — Hayatımın altı yılını de- lilerle birlikte geçirdim. Şüphe yok ki, bu ömür — istenilecek bir şey değildir. Bir taralta kahkahalar, bir tarafta inleyiş- ler, bir tarafta kavgalar, gürül- tüler insanı her halde memyun 9. | edecek şeyler değildir. Fakat, nasıl söyliyeyim, bil- . mem; bavulumu — hazırlarken gâyri ihtiyari içim sıkılıyor, bu- radan — ayrılacağıma — pişman oluyordum. Evet, bu hayatın da $ |kendisine göre bir cazibesi vardı. Bu cazibe beni her an kendine çekiyor, âdeta ağzımı açmış, beni yutmak istiyordu. Sze şimdi anlatacağım Bir kaç hatıradaki (mantıksızlık ve akılsızlıklar) şüphe yok ki, gün gibi gene meydandadır. Lâkin itiyadla bu akılsızlıklara insan pek âlâ alışıyor ve - delilikleri tabü bulmağa, onların da birer muhakeme ve mantık mahsulü bulunduğuna inanıyor!.. Dikkat ediyor musunuz? Be- nim için ilk uçurum, ilk tehlike, ilk yolumu şaşırdığım dakikalar işte böyle başlamıştı. — Fakat bugün şükür ki aranızdayım; sizin gibi düşünmekte, sizinle beraber yaşamaktayım. Yoksa.. . p ** Tımarhanenin duvarları, aşıl ması kabil olmıyacak derecede iksekti. İlk tanıdığım — deli, rk yaşlarında bir kadındı. Halinden memnun olarak altı yılınm bu dört duvar arasında geçirmişti. Yüzü çok ahenktar, çizgileri çok muntazamdı. Vü- cudündeki hatlar da hakikaten temizdi. Hulâsa, benim karşım- da tam manasile güzel — bir kadın duruyordu. Size deli arkadâşımın vücu- dundan bahsediyorum; — sakın onun, arasıra bana vücudunü gösterdiğ'ni zannetmeyiniz, Hw yar, yeni dostüm alli yılını da ANADOLOU eliler arasında Altı yıl nasıl yaşadım? sinekleri burada çırılçıplak geçirmiştir. Elbise nedir. bilmiyor.! Çıplak yatıp, çıplak kalkıyor ve çıplak geziyordu. ÖOna, en çok bahçedeki sıra üstünde yahut karyolada rast gelirdim. İşi, gücü sinek besle- mekti. Odasındaki bütün sinek- leri o iaşe ediyor, onların mun- tazaman yemeklerini ve sularını veriyordu. Bir gün, dizindeki ekmek par- çaları üzerinde pek fazla eğle- nen küçük bir sineğe şefkatle baktı, sonra yavaşça: — Artık yetişir; haydi git yavrum, şimdi sıra başkasına geldi. Dedi. Bütün bu meşgalesi sırasında zavallı kadın pek mesuttu; si- neklere bakarken: — Yavrular.m, küçük yavru- larım, diye mırıldanırdı. Tanıdığım ikinci kaâdın da gençti ve güzeldi. Tedavisine çalışan doktoru görür görmez elbiselerini bütün bütün kaldı- rır, yahut yırtmağa başlar: — Gel, gel! Yanıma gell İs- tediğini sana vereceğim diye bağırmağa başlardı. Bu kadına doktorun bakabil - mesi, ancak muhafızlarla imkân haline girerdi. Gördüğüm delilerden üçün: cüsü çok asabi, çok bağırtgan, çok hassas genç bir adamdı. Karanlık odasında mütemadiyen oturur, hiç dışarıya çıkmaz, ka- pısının önünde yap'lan en kü- çük tıkırtılara bile tahammül edemezdi. Bu zavallının da bir aşkı vardı. Bu aşk, şuna buna değil, kedilere aitti. Odasında küçük bir kedi ailesi vardı. Kendi ta- birile baba, anne ve amcadan ibaret olan bu kedi ailesine genç (Sylphe) 'âdeta çıldırırdı. Bu kelime de nereden çıktı de- meyiniz. O, kendisine Sylphe adını takmış, eski adını çoktan unutmuştu. Bir akşam, her nasılsa (Kedi amca) ortadan kayboldu. Bütün hastane altüst edildi. Bay am- cayı hiç bir yerde bulamıyor- duk. Sylphe durmaksızın bağı- miyor, ağlıyor, inlemeleri kori- dorlarda akisler yapıyordu. Bi- çare genç, amcanın gaybubetin- den sonra günlerce uyuyamadı ve hakiki ıstırap saatleri yaşadı. Birkaç hafta sonra onun yeni bir aşkına şah't olduk. Bu ma: şaka bahçede bulduğu — kara Delilerden bazı tipler (solda deli baba ve oğullar gözüküyor) kurbağa idi. Hakikaten üç beş gün içinde âşık ve maşuk öyle biribirine kaynaştılar ki, tarif edemem. Yidikleri, içtikleri hep beraber gidiyordu. Kurbağa kedi gibi bir şey olmuştu. Bir akşam bana kurbağayı gösterdi: — Dün mezuniyet günüydü, dedi, refikası kapıya kadar gel- miş; onu bekliyordu. Görseydi. niz ne güzel bir kadındı ol Devam etti: — Ben, muhakkak büyük bir. adamım!.. Bir saniye sonra da: — Dünyanın en aşağılığı ol- duğumu pek âlâ biliyorum. Fa- kat benim asıl kuvvetim bu alçaklıktadır! Dedi. Meşguliyetinden bir kısmı da yıldızlarla uğraşması, onlarla konuşmasıydı. Bir gece hademe kadınlardan birisi yanımızdan geçiyordu. Genç deli, beni dürttü: — Bak, dedi, ne çirkin, ne pis, saçları ne kadar deli saç- larına benziyor; nasıl kadın bu böyle? İlâve etti: —Siz ki zeki ve şık bir ka. dınsiniz, rica ederim, arasıra budala budala durmayınız! Bu çiçek ne çiçeğidir biliyor musunuz? Şişman bir aşçı kadınımız vardı. Zavallı Sylphe ona mu: sallat olmuştu. Ancak bir deli- de mazur göreceğimiz açılıp dökülmeden sonra kadının ür tüne nasıl çılgınca atıldığını azıcık görseydinizl.. Gene genç bir erkek tanımış- tım. Harikulâde güzeldi. Onun yatakta yatışına ve uyuüyuşuna bakmak benim için bir saadetti. Oturduğu yerden kıpırdamıyan bu deliyi âancak sigarâ ile ye- rinden kaldırabilir, bir kaç adım yürütürdük. Hedefe var mak için attığı her adımı yirmi dakikada ikmal ediyordu. Bu misal onun tembellik derecesini gösterir ümidindeyim. * « Yıllııdnhn,i beraber çalış- tığım genç bir hastabakıcı ka- dınin bir akşam, yemek yeme- den odasına çekildiğine va gece yarısı derin inlemelerden sonra yavaş yavaş yükselen bağırma- lardan sonra nemüdhiş br şe: kilde aklını kaçırdığına bizzat şahid oldum! Onu gözlerimin Pariste katil — karı, koca —< 0. —— — 60 yaşındaki ka- dını nasıl öldür- düler? Katil karı ve koca Pariste altmış yaşındaki Ma: dam Braultu öldüren Bouysse namında birisi ile genç karısı zabıtaca tevkif — edilmişlerdir. Kadın diyor ki: — Kapıcıya görünmeden ko: camla birlikte Madam Braultua apartmanına çıktık. Bir rovels ver, bir de demir vardı. Madam Brault üst katta bizi karşıladı. Kendisine kiralık odalardan bi- risini görmek istediğimizi söy- ledik. Bize, buyurunuz, giriniz! — Lütfen çeniri ğ önünde sımsıkı urgana vürmüş- lardı. Gene genç ve sempatik bir hastabakıcı bir kadın vardı ki, deliler en çok ondan hoşlanır lardı. O da delileri büynk bir — alâka ile severdi. Her koğuştan © İstenir; onun adı - dillerden düşmezdi. Bir gün bu kadın da geceleri uyuyamaz oldu. Bazan dehşetli kâbuslar geçiriyor, bazan da koğuşlara doğru kendisini çeken bir kuvvetin tesirile yorgun ve argın ne yapacağını şaşırıyordu! Bu sıkıntı yalnız geceleri değil, gündüz de gelmeğe başlamıştı. Lâkin gündüz, delilerin arasındâ ve onların yarattıkları gamsız hava içinde yaşaması kendisini bir az ferahlandırıyordu. Bir vizite saatinde, bu genç hastabakıcı kadını, mütehassıs doktor yanına çağırdı. Kendisini iyice bir muayeneden geçirdi. Ona müteaddit sualler sordu. Sonra, kat'i bir kararla şunları söyledi: — Yavrum; biliyorsun ki, se- nin küçük bir çocuğun vardır. Onun büyütülmesi, ona bakıl- ması lâzımdır. Sen buradayken bunların hiç birisi mümkün ol maz. Binaenaleyh yarın burasını terkedeceksin! Bu kadın, doktorun ne demek istediğini derhal anlamıştı. Daha bir ay önce hastabakıcı arka- daşının başına gelen felâket meydandaydı. Buna rağmen deli dostlarının yanından ayrılmak onun için çok müşkül, çok ıstı- raplı oldu. Tımarhanenin kap>» sından çıkarken genç kadın göz- lerinin yaşını zaptedenedi, Altı yıldanberi birlikte yaşadığı za- vallı insanlar hayalinden birer geçiyorda. Bu kadın kimdi? Söylemeğe hacet var mı? — Bu kadın bendim. Zavallı ben..

Bu sayıdan diğer sayfalar: