27 Mart 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9

27 Mart 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sabife # — Binbir gece masallarından Seyyit Sendabadın Harikulâde deniz seferleri Nakleden: İrfan Hazar - Üa — Amanl otunu elinden b | | yerden aldım, Ve bana topuz- rakmal Dedi. Kendisine yavaşça sordum: — Otsuz olan arkadaşlar ne olacak? — Belki de bu gece kebap olacak! — Deme Seyyidi? — Evet; bu böyle Sendbad! Bakalım, sıra ne zaman bize gelecekl Hindlinin bu cümleleri gene içimi altüst etti. — Eyvah, dedim, desene er geç biz de kebap olacağız! Lâkin Fakir beni duymaz gö- ründü. Sağına bakarak bana tuhaf bir nesne gösterdi: — Kendini bunlardan sakın; dedi.. Hintlinin gösterdiği şey, kü çük bir fil yavrusuna benziyor" du. Lâkin bu filin başından buruna doğru inen kısmı çok kalın ve çok biçimsizdi. Fildeki gibi hortumu da yoktu. Ben, o hayvana bakar bakmaz, ya- nımda müthiş bir feryat koplu. Bir de ne göreyim; Hicazlı ai- lenin damatlarından Fethanna- sip başka bir fil yavrusunun ağzında çırpınıp duruyor!.. Mere hus hayvan zavallı arkadaşımızı ta kalpgâhından yakalamış, ince| ve bıçak gibi keskin dişlerini Fethannasipin göğsüne takmıştı. Hep beraber — bağırış başladık, Ellerimizi gökyüzüne kaldırarak Tanrıdan necat ve rahmet diledik. Bizim bu kor- kumuzu vo telâşımızı gören si- yahiler gene arkalarını, önler rini, bacaklarını bir ileriye bir “geniye yötüre götüre tepinmiye ve ellerindeki zilleri, darbuka- ları çalmıya başladılar. Ey Tanrım! Çıplak — insanın bu kadar iğrenç ve menfur olanlarını ömrümde — görmüş değildim. Önlerinde el kadar küçük bir bez parçası bulunan ve diğer taralları tamamen açık kalan bu adamların kadın- ları da kendileri gibi üpüryan- dil Her yerleri kıl içinde, ha- yatlarında taharet yüzü görme- diği için fena halde kokan bu yamyamların yanında yaşamak, yaşamaktan ziyade ölmek de- mekti. Fethannasipin, © canavarın ağzında nasıl parçalandtğını, ve tıpkı kuzu etinden yapılmış bir pirzolanın ağzı sulandiran lezzeti ve zevkiyle arkadaşımı- zın nasıl fil yavrusunun mide- sine gittiğini görseydiniz aklı- nızi oynatırdınız! Hain ve alçak bhayvan iki lokmada zavâllı da- madı yutuvermişti. Ş mdi lerimizin önünde o —mütel yen yalanıyor, ve siyah dilin- den yere damlıyan taze kanlar yüzümüze sıçriyordu. Bu kan damla'arından bir parçası na- sılsa ağzıma kaçtı. Dehşetle geriye sıçradım. Ağzımı silmek, dilimi temizlemek — ihtiyacile elimi yukarıya kaldırmak iste- miştim ki birden başıma ye- diğim demir gibi bir topuzla gözlerimi fal taşı gibi açtım.. Eyvah! Az kalsın elden gidiyordu!.. hayatım Hindlinin seci bızır gibi ge- ne kulaklarıma çarpt: — Olu yere bıraktın! Çabuk ll çabuk! Ben, eğzıma kaçan — Fethan- nasibin kanımı ağz m-a) çıkar mak isterken, mukaddes otu yere bıraktığım için kendi ka- nımı yamyamlara teslim ed- yordum! | la | doğru demetleri Her ne hal ise, derhal otları vuran yamyamın yüzüne tuttum, — O, benim tekrar otlara yapıştığımı görür görmez derhal yanımdan uzaklaştı Bu esnada boğazımı ekşi ve tuzlu birşeyin yaktığını ve ya- karak mideme müteveccihan indiğini hissettim. Tuhaf bir kokusu da bulunan bu madde- nin ne olduğunu eyvah ki geç anladım: Evet, geç anladım. Boğazımı yakarak geçen, ve midemde fırtına koparan bu tuzlü ve kekremsi şey, zavalh —arkader şımın ağzıma düşen pelteleşmiş .kanıydı. Saatlerce Başım dön- dü, saatlerce arkadaş kanının içimde açtığı yara iltiyam buk madı. Fakat büyük vak'alar, bu kü- çük hâdiseyi unntturdu. İki eli mizde ot olduğu halde tikenli yollarda vo her an biza hücum etmeğe amade bulunan vahşi hayvan ve insanlar arasında yürümek işkencesi, — hepimizi dermansız ve takatsiz birak: miştı. Şükür ki — yamyamların merkezine geldik. Kafilemizi oruda da çalgile, oyunla, mü- tenddid marşlarla karşıladılar, Fırtınadan sonra önümüze çıkan şimdi ortada yoktu. umıza başka baş- ka mızraklılar dikildi. - Ortala- rında gene uzun boylu, dudâk- larında ve kulaklarında halkar lar olan, başında hayvan tüyle- süslü püslü bir taç parlayan reis vardı. Bizi görür görmez bunların hepsi yanımıza gel diler, Yalnız otlulara uzaktan baktılar, — otsuzların ise' burun- larının dibine kadar yanaştılar. Nihayet, aralarında birşeyler konuştuktan sonra ortaya küçük boylu bir yamyam çıktı; garip bir dille bize söz söylemeğe başladı. Bu yamyamların tercü- manı imiş. Konuştuğu dil, Arap- ça değildi. Farisi de değildi. Frenkçe de değldi. Hepimiz biribirimizin yüzüne bakmağa başlamıştık ki Fakir de ortaya geldi. Onlarda konuşma adeti böylı iş. Demek Fakir keçük boylu yamyamın dilinden — anlamıştı. Bu dil, Serendip, Kakuş, Pa- meryay adalarında da kullanı- lan Hindceden ve Çinceden azma bir nevi yamyam dili imiş. Tercüman, reislerinden aldığı sözü Fakire söylüyor; Fakir de onları bize anlattıktan sonra kendilerine cev&ap veriyordu. Evvelâ tercüman söze başladı: — Buraya nasıl geldiniz? — Denizde gemimiz battı, adanıza sığındık! -Sonu var- Kuru üzüm İngiltereye ne kada> idhal edilmis? İagiltere iktisad nezaretinin bir istatişt ğine göre muhtelif yıllarda Türkiyeden İngiltereye yapılan kuru üzüm idhalâtı şu miktardadır: 931 senesinde 5250 ton, 932 de 20147 ton, 933 senesinde 8783 ton, 934 senesinde 7413 ton, 935 senesinde 11213 ton, 936 senesinde 11696 ton, 937 senesinde 5449 ton. 938 yılı idhalâti devam et- mektedir. u ANADOLU Sinema Jon Hall ve Dorotüy - La. mourun çok nefis bir çift ola- | rak muvaffakıyetle temsil ettiği (Bora) adlı bu filimde esaret hayatile gönül — maceralarının elele yürüdüklerini görüyoruz. Bir beyazı kamçısile patak- ladiği için hapse mahküm olan bir zenci, doğdığu adadan, çıldirasiya : sevdiği- karısından ve küçük - kızından ayrılmamak istiyor. Müteaddid defalar kı- çıyor, tekrar tutuluyor ve - tek- rar kaçıyor. N.hayet son - firar rını tam 800 kilometrelik bir deniz aeyabatile yapayalnız. te min eden zenci, nihayet ada- sına kavuşuyor. Lâkin adanın valisi kanuna aykırı bir hareket yapamıyaca- ğını zenciye tebliğ ediyor ve tevkifi için emirler — veriyol - “Mavi muzıka,, Karol Lombardın en son çevir- diği guzel bir fılıın! Mavi muzıka filminden bir sahne., Filimin tsmine bakılınca, gü- lünç birşey olduğu tahmin edi- Tiyor. Bu, komedimsi bir şekilde biten filimdir. Mevzu biraz ka- rışıktır. Panama kanalının bir me- muru, bir transatlantikte çalı- şan manikürcü kıza âşık oluyor. Kızı çalgilı kahvehanelere gö türüyor, onun için dövüşüyor, verdiği nakdi cezalar yüzünden elinde avucunda metelik kalını- yor. İkisi de adi bir gazinoya, çalışmak üzere griyorlar ve az zaman sonra da evleniyorlar.. Erkek kısa bir zamanda şölr ret sahibi oluyor. Bradvay si- nema kumpanyası onu angaje etmek istiyor; fakat, tam bu sıralarda, meşum bir kadın bu ıdımı lunıındııı ayırmağa uğ- Gizli bir kuvvetin, en iyi ta- nıdığınız bir arkadaşınızı başka bir adama benziyecek — şekilde Doleres del Rio Casus aşkı filiminde.. ümidsizliğe düşürüyor, kendini içkiye veriyor. Bir gün sine- maya girmesi tekrar teklif olu. nuyor. Bu sefer, karı: olan aşkının — kuvvetile, — sefahatten si.kinerek doğru yolu tutuyor. Filimi seyredenler, maceranın hakiki olduğunu zannederler. Halbuki fotoğrafçıların mehareti, Panamayı Holivüda naklediyor! Filimde birçok eğlenceli sah-« meler var; fakat bazı kısımları şimdiye kadar gördüğünüz oyun lara benziyor. Filmi çevirenlerden Fred Mak Müörayın ve Carol Loabardın tabil ve sade hallerini, Şarl Buttervordun şahsına mahsus tuhaflığını ve Dorodi Samurun güzelliğini hatırlamak, filmin muk:mını)ıyeu hakkında insana ““Casus Aşkı,, Bir İngiliz zabitinin Alman karargâ- hında geçırdıgı heyecanlı vak/'alar.. ee at Li Bundaki hileyi farkedebilir. mi- ı tebdil ettiğini tasavvur ediniz. Sin'z? hal İşte bu tevkif sıralarında adayı baştan! mahveden ve sula- rın içinde kaybeden meşhur fırtına vukubuluyor. Bu fırtınadan kurtulan lerdir dersiniz? kim- Mart 27 Yeni bir filim: Bora Talihin bir eseri tesadülü olarak genç zenci ile güzel karısı ve biricik kızıl.. Mevsimin çok alâka uyandı- i Amerikan filimler Bir Fransız gazetesinde okunan çok garip bir hâdise, Bir Türkü “Sen Maren,, de niçin hapsetmişler? Biz bu küçük devletle 1914 tenberi harp halinde bulunuyormuşuz. “Paris-Soir, gâzetesi şu garip haberi veriyor: Türkiye, büyük harptenberi, *Saint-Marin , cumhuriyetile sulh imzalamış değildir. Ankaralı bir tacir, kendi za. rarına olarak, bunun farkına varmıştır. İki Avrupa devleti, büyük harpten sonra, aralarında sulh imzalamağı unutuyorlar. İsmail Galeciyan isminde muhterem bir Türk Aarkadaş, bu yüzden müessif bir tecrübe görüyor ve bu sebeple, küçük “Saint-Marin, cumhuriyetinin hapishanesinde 48 saat yatıyor. Bu memleketle Türkiye, 1914 “RÜ PU EARMLTAT DA CEARTAMTU SDK diyorsunuz, ne - kâ değişmiş olursa olsun ve ne derece temkinli bulunursa bu- lunsun; evelce aramızda söyle- nilen hihâyelerden veya hare- ketlerden birinin tekerrürüyle derhal katıla katıla gülmeğe başlar ve onun bu gülüşünden jahsiyeti meydana çıkarl. 'asus aşkı, senaryosu, işte böyle bir inanılmaz bir esasa istinaden kurulmuştur. 1917 senesinde bir Alman zabiti, İngilizlerin eline esir düşüyor. Bundan istifade etmek istiyen bir İngiliz zabiti, esir Alman zabitinin kıyafetine gi- rerek, Almanların yeni ve bü- yük taarruz plânlarını öğren- mek için Berline gidiyor. Bu şüphesiz ki harikulüde cesarete istinat eden casusluk maceralarının tehlikeli bir saf- hasıdır. Casusluk işlerile meş- gül olanlar, bu hali tabi ve doğru bulurlar. Onlar, casusluğun ve muka- bil casusluğun büyük bir iş göremiyen karşılıklı birer blâf olduğunu bilirler. Fakat filimde canlandırılan — bu bambaşka birşeydir. sergüzeşt, Oyunun başlangıcı, esraren- | gizdir ve maharetle çevrilmiştir. İngiliz zabitinin Alman zabiti kılığına — giriş tarzı oldukça güldürücü — ve eğlendiricidir. Fakat sonları biraz tatsızdır. Güzel fotoğraflarla süslene> bu filimde Sandersle; g ve meHııgııl: tanınmış Dol leıus | madığını | iş için gidiyor. İ şarkta, iki büyük millet biribirs ! Rio baş rolleri almışlardır. den 1918 senesine kadar mu- hariptiler. Saint-Marin cumhu- huriyeti — İtalya ile müttefikler KSPO & Türkiya ise, Almanya ile mer« kezi — imparatorluklar tarafın- daydı. Büyük harp bitince, dev- ler aralarında sulh imzalıyorlar ve iyi kötü ticaret mukaveleleri yapıyorlar. v bmal, lâkaydi veya aldırış etmemek yüzünden"SaineMarin , cumhburiyeti unutulayor. Onalar da, hernedense, eski düşmane ları Türkiye ile münasebette bulunmağı ihmal ediyor Harp sonundanberi Saint-Ma- rine ilk giden Türk İsmail Ga- leciyan oldu. İtalyada bulunma: sından istifade ederek, oraya İdare merkezi« nin eniyi otellerinden birine yerleşir yerleşmez bir polis me- muru karşısına çıkıyor ve ken: dis'ni vilâyete davet ediyor. İsmail Galceyan, resmi bir müuamelenin yapılması — lâzim geldiğini sanarak itiraz etmiyor. Fakat iç yüzünün başka olduğunu öğrenmekte geçikmi- yor. Vilâyette deki pasaport alınarak kendi hapse tıki- yorlar. İsmail Galceyana, Sainte Marinle “harp halinde bulunan, bir. memleketin vatandaşı ol ması münasebetile, küçük cum- huriyetin hudutları dabiline gi- remiyeceği izah olunuyor. Adamı cağız bu vaziyetten haberi ole boş yere söylüyor. Eni konu kırk sekiz saat ha- piste kaldıktan sonra, İtalya da Saint-Marin cumhuriyeti hu dudu haricine çıkarılıyor. Bu sebeple, yaptığı seyahat, zevksiz ve istifadeden — uzak olmuştur. İsmail Ankaraya dö: ner dönmez, memleketinin ha« ric'ye vekâletine başından ge- çen mrcerayı anlatmıştır. 1938 senesinin acayiplikleri! hı ılı Ala etmeden boj €© Avrupada, iki devse içinde — yaşıyorlar, diplomasi, baza: sek merli lerine harp ilân ğüşuyorlar. let ise sulh Siyaset ve gülünçlüğün en y besine çıkıyor ve bir flim me zuu teşkil edebi'ecek vaz. )::lâ aç arz ediyor, LE bre

Bu sayıdan diğer sayfalar: