13 Eylül 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

13 Eylül 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ŞUNDAN BUNDAN Eserleri beğenilmiyen muharrirler kulübü! Londrada, piyesleri ısiıkla kar | bir İskandinavca ile de biraz ko-| şılanan tiyatro muharrirleri bır klüp yapmışlardır. Bu klübe gi rebilmek için, eserin helk tara- fından fena karşılanması lâzım - dır. Bir piyes veya kitap önce fena karşılanıp, sonradan beğenilirse, bunu yazan kimse klüpten çıka rılmaktadır. Buna karşı piyesler; ancak bir defa oynanabilmiş olan tiyatro muharrirleri oObu klübün fahri üyeleridir. Bu klübü kuranlar, en fazla. başlangıçta güçlük çeken gen; muharrirleri korumak icin bu iş' yaptıklarını söylemektecirler. Fa kat, öteki klüplerin tersine ola- rak, üyeleri bir an önce klüpte*. çıkmağa can atsalar gerektir. Pahalı müsveddeler İngiliz edibi Kipling'in “Man- dalay yolu üzerinde,, adıı şiirinin müsveddesi, son günlerde yapı Jan. bir açık arttırmada 15.750 franga (yani aşağı yukarı 1.300 liraya satılmıştır. Kipling'in eserlerinin eskide: satılan müsveddelerinin fiatları na göre bu fiat çok normaldir. Bunların içinde 30 satıriık bir ta- nesi vaktile 4.300 liraya satılmış- tı. Eski otomobil yağları işe yarıyor Almanyada otomobil motör lerinde kullanılıp pislenen ve has- salarını kaybeden yağlırı “yeni- lemek,, için bir usul bulunmuştur Birkaç aydanberi kurulmuş o- lan bir sosyete, en çok garajlar. da, otomobillerin kullan;lmış yağ- larını alarak bunları fizik ve şi- mik bir operasyondan zeçirmekte, bundan sonra da yağ, kiç kulla nılmamış yağm bütün vasıflarını haiz olduğu halde yenilenmekte- dir. Resmi daireler şimdiden bu yağı kullanmağa başlamışlardır. Parmak izi yerine göz fotoğrafı Anferikada göz uzmanlarından Dr. Goldaten adam öldürenlerin parmak izlerini bozmalarına kar- şr gölmek için yeni bir çare bul muştur, Doktor binlerce tecrübe- den sonra, hiç bir insanm parmak izi bakımından başkasına benze- mediği gibi, gözlerin de ayni şe- kilde olduğu ve hiç bir gözün baş ka bir göze benzemediğini anla. mıştır. Doktorun bu buluşu polis dok- toru ve cinayet uzmanı (mütehas sısı) Dr. Karilton Simona * bildir- miş, o dö'bu usulü uygun bulmuş: tur. Bundan sonra sabıka!.ların göz resimleri de hususi bir vasıta ile almacaktır. Bir Ingiliz âliminin marifeti Moskovada toplanmış olan ar- srulusal fizyoloji kongresinin son toplantısında bir İngiliz âlimi şim. diye kadar az görülmüş bir mari- fet yapmıştır. Profesör önce Sovyet profesö- rü Pavlofa ingilizce teşekkür ede rek sözüne almanca, daha sonra fransımea ile devam etmiş; Ro mada yaprlan toplantıyı hatırlat - mak ve İskandinav dillerini güç - lükle kullandığını söylemek için nuştuktan sonra felemerkçeye ve İspanyolcaya geçmiş, sözünü biti- rirken birkaç rusça cümle söyliye- rek kongredekileri büsbütün şa- şırtmıştır. Bu âlim, Edimburg üniversite- si profesörlerinden B. Barger'dir. Zorla adam öldürüyorlar Meksikalı mezbaha memurla rından Feliks Guviterrez Ramirez şimdi Meksiko şehri hapishane sinde işitilmemiş şekilde bir a dam öldürme suçundan muhake me edilmesini beklemektedir. Ramirez beş arkadaşiyle bir likte oturdukları meyhanede içk" parasını kim verecek diys hem zar atıyorlar, hem de keyif çatıyorlar dı. Tam bu sırada kendilerinder: daha sarhoş birisi masaiarma ya- naşırak: — Marifet sadece içki parasına zar atmakta değildir. Ciye ba,ır- mıştır, Gelecek oyunda kaybeder hem içkilerin parasını vetsin, her) HABER — Akşam Postası Ne 70 ÇiNGENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Masanın üstünden sürahiyi 1 EYLUL — 1935 kapıp olanca hızı ile Latifin kafasına indirirken... Reha Beyi birçok aradıktan sonra nihayet bir akşam, Galata rıhtımındaki birahanelerden bi « rinde Benli Lâtifle yan yana ya - kaladım. Nedense bu akşam ikisi de ba - na karşı pek belli olacak bir tarz- da soğuk davrandılar. Ben bunun böyle olacağını zaten biliyordum. Onlar daha yarım ağızla: “Buyu- run!,, demeden ben yanlarma çöktüm ve onların daha: — Merhaba! Demesine vakit bırakmadan me seleyi açtım: — Kuzum Reha Bey bu Feri - dun denilen katır benden ne isti - ? de, kapının arkasında durarak ilk Pe girecek müşterinin omuzları siri —— ker lili 1 sina saldırmasını saplasın! Nasıl LL. a EY AŞAN ONAR ey içinizde bu cins kumarı göze ala- z - bilecek kabadayı var mı? Si er ne olmuş efendim? Delikanlılar bu teklifi beğen-| © “Elinin körü olmus! mişler ve sarhoşluğun heyecan a- t kt ii N rıyan haliyle böyle bir eğlenceyi enleri Fake i9 niçin daha evvel düşünmemiş ol-| | b üzül Makilkini duklarıma adetâ kızmışlardır. Za: Yök tar” m vii Ni lar atılmış ve Ramirez kaybetmiş- m ği tir. Bunun üzerine içki paralarm: d ödedikten sonra kalkıp meni bila Inan de benim birşeyden kapısının arkasına dikilmiştir. m Yi Em Beye Ni Meyhaneci bütün bu işin sade ce şaka olduğunu sandığından, kı- sa boylu mezbaha memurunun ku şağından kocaman bir (o saldırma çıkarıp kapıyı iten adamın omuz- ları arasına sapladığı una kada” hiç sesini çıkarmamıştır. Saldırmayı yiyen adam yüzü- koyun yere yuvarlanmiş, bir iki tepindikten sonra can vermiştir. Ramirez yeniden içmek için masasına döndüğü zaman da po- lisleri karşısında bulmuştur. Ka til hiç bir mukavemet göttermedi- ği gibi ne yaptığının da farkında değildi. Şimdi hapishanenin kara du-! varları arasında adamakıllı ayıl mış ve sarhoşluğa adamakıllı tö- be etmiş olmakla : beraber, iş iş- ten geçmiş bulunmaktarır. Avrupanın en büyük hasta yurdu Avrupanın en büyük kasta yur- du Pariste açılmıştır. Yeni Bo jon hasta yurdu on bir katlıdır ve bin yüz yatağı vardır. Her koğuş ta on bir yatak olup bir hekim ii daresindedir. Her serviste bir lâ-' boratuvarla etüd odaları vardır. Yapı masrafı her yatağa 4.500 dolar düşmüştür. o Fakat yapıda standardizasyon ile binunın dai mi masrafı azaltılmıştır Dıisizler şehri isveçteki dilsizler cemiyeti 405 yal işler bakanlığına başvurarak bu zavallılara mahsus bir | şehi: kurulması teklifinde bulunmuştur İsveçte 6000 dilsiz olduğu söy- leniyor. Bugüne kadar doğruda: doğruya bunların işlerine bakar. bir kurum yoktu. Yapılan teklif te, bunlara mahsus okullar açıl ması, ikişer ailelik evler yapılmas | | italyanca konuşmuş; ikisi ortası) hükümetten rica edilmektedir. iü ğim, zannedersem o sizin tayfa - nm gözdelerindenmiş... Onu siz himaye ediyormuşsunuz. Kendisi- ne söyleyin, rahat dursun, sonra iyi kaçmaz! Reha Bey manalı manalı Benli Lâtifin yüzüne baktı ve Lâtif yarı istihzalı, yarı tehditli bana sordu: — Demin Feridun için o katır buyurmuştunuz; onun katır oldu- ğunu size kim söyledi? Hemen beynim attı; fakat ge - ne kendimi tuttum: — Hiddetle ağzımdan öyle bir- şey kaçtıysa bunda beni mazur gö- rün; çünkü onun kırdığı cevizler | artık haddini aştı! — Aştıysa bize ne söylüyorsun? Biz Feridunun kâhyası değiliz ya! Aranızda halledilecek kozunuz varsa git kendisini bul, karşı kar- şıya,dobra dobra konuş! — Yaaa... Lâtif Bey, demek şim di böyle? — Şimdi de böyle, sonrada böyle, her zaman da böyle! — Eşeklik bende ki sizi büyük, söz anlar kimseler yerine koyup da buraya gelmişim! Lâtif oturduğu yerden ayağa fırlıyarak: — Yalnız eşeklik değil, bem de eşgoğlu eşeklik sende ki burada â- lemin muhabbetini bozmağa gel - mişsin? Lâtifin bağırarak savurduğu bu çek ağır hakaret üzerine bence ar- tık yapılacak birşey kalmıştı ki o- nu da hemen yaptım; etrafta otu- ranlara döndüm: * . - — Şahitsiniz ya beyler! Duy - dunuz ya bey bara eşşoğlu eşşek! Dedi. Yarım hakkında dava aça - cağım! Lâtif gene gürledi: — Beğendiğin yere, beğendiğin kapıya git, dava aç; haydi benden sana izin... İşte bir daha söylüyo - rum: Eşşoğlu €$şeklik sende ki... Bu sefer sabrım tükendi, orada! kilerin bana istihfafla bakışları| Tefrikamızdaki Gövur Etemin bal- dızı Asiye karşısında artık bende metanet fi- lân kalmadı. Masalarmın üzerin- de duran surahiyi kapınca bütün hızı ile herifin kafasma indirirken baktim, âfkadan kuvvetli bir çift el bileğimden yapıştı. Meğer, yan- Jarmdaki masada içenler bunların sıkı fıkı ahbaplarından ve benim bileğimi tutan da o ahbapların i- çindeki kabadayılardan Kasımpa- şalı Hüsamettin kaplanmış... ... Artık berikilerle büsbütün se - lâmı sabahı kestim.Kaç aydır, Su- Tukuleyi, Ayvansarayı, Balatı, Fe- neri unuttum. Çakır Eminenin mektubunu da yırtıp süprüntü te- nekesine attım... Artık gözümde ne Emine var, ne bilmem ne! Hattâ Nazlıyı filân da bu sefer gönlümden tamamiy- le dehledim. Ve şimdi öyle durul- dum, öyle duruldum ki arasıra E- temle kahvede filân buluştuğu - muz zamanlar hiç çingenelerden değil de hep başka şeylerden ko » nuşuyoruz. Benim yüzümden başı yarıldıktan sonra Eteme de büs - bütün bir sakinlik ve sessizlik geldi. Hem eski arsızlıklarını da bıraktı. Şimdi artık benden ken - disi bir kahve parası bile istemi - yor, yalnız arasıra bahçemizi bel. lemek, odunlarımızı yarmak; pa- zardan bize öteberi almak gibi iş- lerimize baktıkça ben kendisine birkaç para verirsem alıyor. Be - nim artık çingenelere ait herşeyi, her hatmayı zihnimden ve gön - Tümden attığımın © da farkında olmalı ki hiç bana öyle şeylerden yeniden bahis açmak istemiyor.Bu halden bilseniz annem ne kadar memnun... Sevincinden ağzı ku - laklarma varıyor ve: i — Seni böyle gördükçe, diyor; | kendimde o kadar iyilik görüyo - | rum ki... Gerçekten bu sessiz, gürültüsüz, üzüntüsüz hayat anneme de bana da yeniden sağlık ve neşe veriyor. Oooh! Hayat bu imiş yahu... Ney- | Benli Lâtifler; di o iki senedir tabanı yanmış gibi çeşitli çingeneler peşinde ko- şuşum... Hele neydi o bütün İstan- buldaki çalgıcı, şarkıcı ve köçek lerin ahubabası olan Reha Bey gi- bi moruklar; o kalleş, ikiyüzlü o tavşan bilmem ne kokup ne bulaşan nesi gibi i mühendis İzzetler; o sicilli kopuk Tornavida Hasanlar... O baş be - lâsı Feridunlar? Lâkni neye yanarını bilir misi » niz; o Feridun denilen sulu belâlı oğlanla o Benli Lâtif denilen heri» fi naşerifler, o Tornavida Hasan - lar karşıma çıkmasalar, araya gir- meselerdi; ben Reha Beyle İstam- bul çingenelerini biraz daha tet- kik eder; hazırlıyacağım eserime onlardan biraz daha şeyler top « lardım. Neyse... Şimdilik bu kadarı da yeter! Şimdi boş zamanlarımda iki senedir çeşitli çingeneler ara - sından topladığım intiba ve duy « ranm taslağını kurmağa hazırla « nıyorum... Eserimin adımı şimdi « den koydum bile: (ÇİNGENELER ARASINDA!) Bahar geldiği için Etemle bir - likte arasıra buluşup akşamları şöyle ufaktan kır âlemleri yapıyo- ruz. Bakalım, bu Hıdırellezde E - tem beni yakm köylerden - birine götürüp orada çirgenesi bol bir o- vada bana Tiç görmediğim yepye- ni bir Hıdırellez âlemi seyrettire- cekmiş... Dünkü sümbüli havada onunla Topkaprdan bir briçkaya atladık; Tepebağı, Yılanlı Ayaz- ma yolu ile Veliefendiye gittik... Akşamüstü orada Etemle tatlı tat- lr muhabbet ederken ellerinde tef ve yanlarında bir kocakarı ile Su- lukuleli birkaç küçük kız yanımı- za geldiler. Etem hemen ciddiyetini takm - dı: — Yüz verme hiç cenabetlere! Fakat, versek de vermesek de onlar hemen yanıbaşımızda «hen ge başladılar. Ve kocakarı bana sokuldu: — Ha bakayım, kıravatlımı, ba- na bir cigara tozla da içeyim... Zi- re başım döndü, tütünsüzlükten... Benden cigarayı almca Eteme döndü: — Ha bakayım, sen de bir kib- rit uzat da köylü dayı, şu zıkkımı yakayım! Sulukuleli kocakarı Etemin gö- çebe bir çingene olduğunu farke- dememiş, onu köylü sanmıştı! Etem kibriti uzatarak sordu: — Sen nerelisin kocakarı? — Ben mi? Ben Topkapılıyım! — Topkapıyı Edirnekapıyı bı « rak da şinci de ki haliş Sulukule » liyim! — Ne var, beğenemedin mi Su- lukuleyi? İstanbulda öyle hava - dar yer var mı başka? Önü ardı yemyeşil bahçelik; sağı solu ağaç- lık, gölgelik; ortasmdan akar san» ki bülbülderesi!... (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: