15 Eylül 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

15 Eylül 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

; adam, ölüm döşeğinde hatıralarını anlatıyor İngilizce “The People,, güzetesi sor sayılarından birinde, Ameri - kalı muharrirlerden Rişard Hal - liburton'un imzasiyle, o Rusların son çarı ile ailesinin nasıl idem e- dildiklerini anlatan bir yazı neş - retmiştir. Muharrir, Rusyanın U - ral mintakasında Ekaterinburg" | da ölüm yatağında (yatan Petro Ermakov adlı bir adamla tanışmış bu adam on yedi yıl önce Roma - nofları idam edenlerden biri ol - duğunu kendisine söylemiştir. A- merikalı muharrir bu müldkatını şöyle anlatıyor: 16 temmuz 1918 gecesi, altı kişilik ailesiyle birlikte Çar Nikolayı öldü - ren üç bolşevikten (o biri olan Petro Zahasoviç Ermakov ölecek derecede hasta yattığı yatağından bana, Roma- novların nasıl imha edilmiş oldukla - , yn baştan başa anlattı. Her şeyi bilen iki üç kişiden biri o- Jan bu adam şimdiye kadar ağzını a- çıp da buna dair bir tek söz söyleme- | mişti. Ermakov'un tarihi itiraflarını âde- ta soluk almaksızın dinledim. Çünkü Ekaterinburg'un o facialr gecesinden yarım nesil geçmiş olmakla (o beraber, Romanovların idamları hikâyesi, Mari Antuvanın kellesinin kesilmesi, yahut Linkoln'nun katli hâdisesi gibi tarih- te en dramatik ve en canlı fasıllardan biri olarak kalacaktır, Eksterinburgdaki evine girdiğim da kikadan İtibaren, yarı açık kapıdan öteki odada öksüren hırıltılı nefes a- Tan Ermankovu İşitmeğe başlamıştım. Yatağı, durduğum yerden ancak bir , metre ötede idi. "Ermaköv'âlçak ve kaba saba bir Rus yatağına uzanmişti, Kırmızı yjz- Tü yorganlar, hastanın çırpınmasiyle kaymıştı. Soluk alabilmek için boyu - na dönen ve depreşen elli yaşlarında kâdar şişman bir adam gördüm. Be- ni bekletmedi; söze başladı: — “Çar geldiği zaman ben istasyon- da İdim. Yanında çariçe ve kızı Mari- ya olduğu halde trenden indi. Çocuk- lardan dördü Toholsk'da kalmışlar - dı. Çaroviç mahut Hemafili o hasta -| lığından rahatsızlanmış olduğu için! seyahat edemiyecek bir halde idi.,, Ermakov biraz dinlendi. Soluk al mak için çabaladr. Sonra gene söze de- vam etti: “— Ben çar kendisini hiç gör - memiş, yalnız resimlerini görmüştüm. Fakat onu sakalından derhal tanı - dım. Görünüşte şahane © hiç bir şeyi yoktu. Soluk benizli, kısarak boylu, cılız adamın biri idi, Renksiz gözlerini hâlâ hatırlarım. Beni tam dokuz yıl zindanda tutmus olan adam işte bu idi. Öyle bir zin - dan ki sürgün arkadaşlarımdan kaç babayiğit orada ( gözlerimin önünde| can vermişti. Oracıkta, İstasyon sa . hanlığında herifi boğmak isteğini içim | de güç zaptettim. İmparatoriçe keskin dilli bir Alman mürebbiyesine benziyordu, hem de si- nirli ve küstah bir mürebbiye! Sır - tında uzun siyah bir manto, kulakla- rında iki tane koskocaman inci kü - pe, kucağında da çirkin, miskin bir fi- no köpeği taşıdığını hatırlarım. Çarla hükümetini bu kadının âmira- ne idare etmekte olduğunu işitmiştim. Onu görür görmez işittiklerime inan- dım, Çünkü bu kadın her şeyi idare için ısrar edecek yaradılışta görünü. yordu. Bu kadınım bizi çok üzeceğini der - hal anladım. Pek de yaşlı değildi. Kırk beşlikti, fakat saçları kırçıllaş - mıştı. Kızı prenses Mariya on sekiz, on dokuzunda idi. Bilhassa güzel ol - mamakla beraber, fena da değildi. © Ermakov'un soluk almak için her duruşunda, benim de artık gücü kal - mıyacak diye korkudan ödüm patlı - yor, soluk alamıyordum... Çünkü hn. kikati öğrenmek için böyle hir fırsa - tm bir daha ele geçirilemiyeceği mu- hakkaktı. Hastaya biraz daha dayan - ması için içimden hep dualar ediyor- dum. Nihayet güçlükle söze başladı: “— Komiserlerimizden (ikisi mah - pusları teslim aldı ve bir subayla on —— —— — Rus çarını ben öldürdüm! idam hükmünü yerine getiren Akşzm Postası No 72 Benim bu sözüm üzerine asker- lerin eller kalçada durumu gibi sekiz asker muhafız olarak komiser -| iki elini birden kalçalarına daya- lere verildi. Katedral omeydanındaki İpatievin evini Çara hazırlamıştık. Çar, karısı ve kızı bir araba ile bu- raya götürüldü. Ertesi günü evin et- rafım üç metre boyunda tahta perde ile çevirdik. Mahpusların, o dışardaki beyaz casuslara temasa girebilmeleri- ni istemiyorduk. İmparatoriçenin beraberinde getir - miş olduğu çamaşır, perde ve sofra ör- tülerini görmeli idiniz. Bunlarm hap- se değil de, sanki saraya gitmekte ol. duklarmı sanırdınız. Eve girer girmez bu kadın yemek listelerini kenarları yaldızlı © sofra kartları üstüne yâzmağa, şunu bunu istemeğe başladı. Fakat biz haddini bildirdik. Ona ve bütün ailesine ame - lelerin askerlerin yedikleri o yemeğin aynını verdik. Yemek hep ayni mutfak tan geliyordu. Üğle yemeği için çor - ba ve bir tabak sebze, o akşamları da ayni yemek., Çarın mahpus olarak elimize gel - diğinden üç hafta sonra öteki üç prensesle Çaroviçi getirdiler. Bunları da ben istasyonda karşıladım. Tren - den bir bahriyeli nefer, kucağında A- leksiyi taşıyarak indi. Çaroviçin resim lerini o kadar çok görmüştüm ki ba- bası gibi onu da kölayen tanıdım. Yü- zü kireç gibi beyaz ve çok hasta idi. Arabaya kucağımızla koyduk. Romanovların ikinci takımı gelince, mahpuslar, on iki kişi oldu: o Çar ve altr kisilik ailesi, doktur o Botkin, bir oda uşağı, Anna Demidova adlı bir hizmetçi kadın.. İmparatorun iki ah- çısı vardı. Bunlardan birisi Çaroviçin yanında Leonid adlı hir çocuktu. Bunlara her sabah bahçede dolaş - mak için yirmi dakika izin verdik, Fakat hariçten kimseyi görmemeleri- ne çok dikkat etti. “Beyaz Ruslarla Çekler, şehre hergün biraz daha yak- aşmakta idiler. Ekateriburg'u ele ge- çirerek aileyi kurtarmak İstediklerini biliyorduk. Burnumuzun altında firar plânları yapılmasını istemiyorduk. Aleksinin bahriye neferi ikide bir de isyan edip duruyordu. Bu sebeple onu evvelâ hapsettik, sonra da öldür- dük. Çaroviç hâlâ oyürümiyecek kadar hasta idi. Nöbetçilerden birisini, onu bahçede taşımağa memur ettik. İm - paratoriçeden başka kimse bu vaziye- te aldırış etmiyordu. Çar gayet sakin davranıyor, sabahtan akşama kadar boyuna sigara içiyordu. Artık kral olmadığının, şimdi âdi bir Rus, ayni zamanda bir mahpus olduğunun far- kında değil gibi idi. Bir iki hafta sonra Leningrada vi - deceğine inanıyordu. Her gece İncil o kurdu, Halbuki kraliçe dalma kızgın, daima hırçın, boyuna kavga ediyordu. Bir gün bana dışardaki askerlerin faz la gürültüsünü durdurmamı söyledi, Ben de askerlerin istedikleri (okadar gürültü yapabileceklerini söyledim. Ben evin kumandanı değildim, fa- kat daima girip çıkıyordum. yıp kollarını birer testi kulpu bi - çimine soktu, böylece karşımda gerdan kırarak; — Amanın da beyimin canca - zını sevsinler; bu ne kurum ayol, bu ne caka, bu ne fiyaka? Acaba sen mi öyle şeylerden elini çek - tin, yoksa başkaları mı sana böy- le şeylerden el çektirdiler... Ben hiç cevap vermeyip yürü - düm ve o, peşim sıra tekrarladı: — Ha de bakayım bana, benim tonton İrfan Beyciğim, sana öyle; şeylerden kimler, hangi boyu bo-! su devrilesiceler el çektirdi tosu- num? Canım sıkılarak geriye dön - düm: — Küheylân kendine gel, ter - biyeni takın, sırnaşıklığın sırası değil! ii Benim bu sert sözüm ona do » nduve hemen tavrını değiştir. di: — Darılma benim güzel İrfan- ÇiNG cığım, darılma benim tonton İr - fancığım, ben şaka yapiyorum sa- na... Bir zamanlar senin pek ho - şuna giden çengi Küheylâncığın sre Mn LAME şeyi biliyorum... Seni bizden 80 - ğutanlar dilerim Allahlarından bulsunlar, Ne yazık ki Reha Bey gibi kırk yıllık uslu akıllı, kibar, nazik beybabamız da onlara uy - du da senin gibi aslan bir deli - kanlıyı gücendirdi. Ne olacak o da artık yaşlana yaşlana bunadı. O Feridun denilen zıpçıktı oğlan- la o oğlanın bir dediğini iki etmi- yen Benli Lâtif kartalozuna uy - dü; senin gibi alnı açık, yüreği te- miz, gülbeşekeri bir civan deli - kanlıyı darılttı. Sen onlara bak - ma İrfan Beyciğim, benim kapım, bacam sana her zaman açık; sa- na bir değil yüzlerce Emineler Rânalar feda olsun... Kurban ol. sun Küheylân abla, seni yarada - na anacığım... Onlara darıldınsa bana da darılmadın ya... Gel şe kerim, gel civanım, şel elmasım, bana gel... Ne zaman istersen gel.. Güzel ses, aynalı keriz, yanık ut, keman salt onlarda mı? Bunlar bende yokmu, bende onlarm da - niskası ne hanendeler, ne çengi - ler, ne köçekler var ki senin Su - lukuleli Emineler, Rânalar onla - rım pabuçları bilem olamazlar, Bu aralık iskelenin dış tarafm- Orada | da koltuğunda udu ile Küheylânı olan biten her şeyi gözden kaçırmı - | smmummumuzmumuuuzusunuamuunnunnun yordum. Evin ilk kumandanı Avdief adlı birisi idi. Çok içen o bir adamdı, fakat Nikolayı olduğu yerde tutmağa yeterdi. Muhafızların hepsi buradaki fabrikadan devşirilmiş işçilerdi, Bun- lar bu işin kendilerine verilmesini is- temişler ve taclı katilin © kaçmasına meydan vermiyeceklerini söylemişler- di. Evde herkes için bir tek yemek oda. sı vardı. Mahpuslarla (o muhafızları hep bir sofraya oturuyorduk. Ben de ara sıra orada yiyordum. Avdief dü - şündüğümüz derece sert bir adam çık. madr. Çara karşı yumuşak ve hassas davtanmağa başladı. Muhafızlar da ona uydular, Onları kızlarla konuşup ike girl sigaraları da alıyorlar- dı. Böyle bir işe müsaade edemezdik. Nerede İse mahpusları kacırmağa yar. dım edebilirlerdi. Gidip Çekaya bunu söyledim. Ertesi günü Advief ve mu - hafızları hep birlikte atıldı. Başka bi- risi idareyi ele aldı, Ben kendimi katr yürekli bilirdim. Binlerce kişinin öl- dürüldüğünü gördüğüm gibi kendi el- lerimle de adam öldürdüm. Fakat ye- ni kumandanın yanında ben yumuşak yürekli sayılabilirdim. Onun idaresi altında prensesle konuşmak gibi mi - nasebetsizlikler olamazdı. (Sonu yarın) “ beklemekte olan Ayvansaraylı ut- gu Bekir ona seslendi: — Haydi Küheylân abla, bırak| çeneyi, yürü, geç kaldık! | Küheylân: 1 — Dur ayol, patlama, yeliyo N rum... Bekle biraz... — Bekliyemem artık, geç kal - dık diyorum! | — Ulan anan karının karnın - da dokuz ay on gün nasıl bekle - din? Birazacık da bunun bura . sında bekle! Çoktandır cemalini Topkapı Maltepesinde Bay Şerifin nir iki, harmanet; güzeli | görmediğim İrfan Beyciğim ile a- yakta biraz kaynatıyoruz! Çaresiz, lâf olun diye sor - dum: — Siz şimdi nereye böyle? — Kulaksızda bir düğün var - mış da oraya gidiyoruz! İstersen haydi gel, sizi de götürelim, ora- sı yabancı değil! — Beni mazur görün, bugün işim var, — Başka vakit bize geleceğine söz ver bakayım! Yarım ağızla: — Gelirim! — Yemin et bakayım! — Gelirim diyorum! — Gelmezsen gençliğinin hay - rını görmiyesin mi? — Öyle olsun! — Öyleyse gözlerim beklerim gel! — Peki! — Haydi rabbiye emanet ol tosunum ! — Güle güle Küheylân hanım! Küheylândan ayrıldıktan son - ra baktım, içi rengârenk yeldir - meli sazende ve hanendelerle do- hu bir Balat kayığı da gelmiş is - keleye o yanaşıyordu. Anlaşılan bunlar vapuru kaçırmışlar;, aynı düğüne yetişmek için sandalla Balattan geliyorlardı. Bunları görünce ödüm patla - dı. Çünkü içlerinde Ayvansaray - dan, Sulukuleden beni tanıyan - lar vardı. Aksiliğe bakın ki korktuğum da başıma geldi. Cemaat beni iskelede görüp tanıyınca Suluku- leli kızlardan biri yenmdakilere beni göstererek: | — Bir Huca Alim var! İ Diye bağırdı. g yolda ad in slaıği kia Md, İŞ yl İğ ENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir mâcera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Küheylân abla İrfanı yakalamış, birtürlü yakasını bırakmıyordu Ötekiler: — Her kime? — Topçularlı İrfan Bevimi » ze! — Ala ala ala hey! Artık bütün iskeledekem maskara olmuş, kaçacak delik a- riyordum. Bereket, vapur geldi de, kendimi vapura dar attım! e ve Etem artık boyuna yeni sevgi « lisinden bahsediyor; boyuna ba » na koynundan onun resmini çıka- rıp gösteryior; boyuna gittikçe l İ yaklaşan Hıdırellezde yapacağı - mız eşsiz âlemi sayıklıyor. Etem sözde dün gece sevgilisini rüya - sında görmüş, kız ona demiş ki: — Etem bu sıralarda dolaşır tepeniz üzerinde bir kara bulut... ille velâkin yoktur ziyancığı... Çünkü bu bulut yaz bulutudur; bugün yarın şırlıyacak, arka. sından açılacak havanız... Ola - cak gene günleriniz eskisi gibi sütlimanlık... Etem bizim evin geniş bahçe » sinde bu rüyasını bana anlatırken bir şopar gelip bahçe kapısından Etemi çağırdı: — Huy Etem dayr, huy Etem dayı sokerdan? Ale kapis mani mani! (Orada ne yapıyorsun? gel çabuk kapıya) Etem hemen çapayı birakıp bahçe kapısma koştu: — Neoulan sümüldü şopar, ne istersin? Çocuk orada beni görünce bu sefer türkçe söyledi: — Gelmiş iki candar (jandar- ma) bizim kulubaya, sorarlar a - namdan hukumatças bir sival.. Ha bilemez o da ne cuvap itsin! Jandarma sözünü duyunca E- tem telâşla: — Ben, dedi, varıp bakayım, ne isterler, sonra gene gelirim! Etem gittikten on dakika son « ra gülerek geldi; dedi: — Bana getirmişler bir celep pusulası ! — Ulan sen kasap mısın, ko - yun tüccarı mı, celeplerle senin ne işin var? — Diyil öyle celep... Bu celep gelir hukumattan... Kavas (mü- başir) getirmiş, bırağmış candar karakoluna, onlar da ulaştırmış - lar bizim çadırlara... (Kuşağmın arasındaki celbi çıkarıp bana u - zatarak:) Te sülemez bu meret bana, hafızla (oku) bakalım sen şu celebi de ne karalamışlar için- de anlıyalım! — Ulan bu celep değil, celp celp... Seni mahkemeden istiyor. lar. Hani Tornavida Hasan senin kafanı yarmamış mıydı, iste onun için... — Hay Allah razı olsun huku- mattan... O nasıl yarmıştı benim kafacığımı, şinci de yakalasınlar kuyruğundan onuda tıksınlar deliğe o da görsün nineciğinin kirmanını! (Devamı var) a ei Ölüme “ei ağa

Bu sayıdan diğer sayfalar: