8 Mart 1932 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5

8 Mart 1932 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

. : Bizde resim gigi San'ati Namık Beye cevap Resim mektebimizin yarım asır isi münmsebetile Namık İs- il Eey bizde resim san'atnın ne| den öçtimsi bünyemize giremeyişini | tetkik ediyor. Ve bunun sebebi zim Avrupa medeniyetine imtisale İlaşlarken bu medeniyeti | membar olan Yunan medeniyetine gitmediği- izde buluyor. Bende bu gibi mühim ve karışık lede lüzumu olan ilmi salâhiyet ik ir ve tet- iklerimi söylemek isterim. Evet, neden resim san'atı bizde abii bir hayat yaşamıyor da içtimai olarak yaşat istenen (san'atı ve mwhitimize abancı bir san'at olarak kalıyor. Bu üzel san'atın tuhumu meden bizim ğımızda kök tutmiyor ve yap mity or? vE Namık Bey bunun sebeplerini ara walla, senelerce karanlıkta kalan ce etimizin mühim © meselelerinden tini ilk defa ışığa çıkarmak teşeb isünde bulunuyor şimdi ortada ok esaslı bir tetkik ve münakaşa| evzuu vardır. Acaba mesele hakikaten Namık Beyin sakatlığı bulduğunu zannet- i noktada mıdır yoksa daha başka daha saklı sebepler mi vardır? | « Düşünüyorum ki bizim iyi kötü ir edebiyatımız vardır. Ve bu ede atımız. içtimai bünyemizde tabil| te girmediğine delâlet edemez. Bu Yi bir bahistir, Evet bu, Garp kültürüne yabancı maktaki kaygusuzluğumuz, Yu- ve Lâtin san'atını tanımamaklı- bayatı vel (Homüre) i (Sopbocle) u o-| pe lazumder. , (Roden) i (Despiau) yu anlamak İL Praksitel) i (Domatello) yu ichel-Ange) i bilm: Eğer (İphygönie veya (Phödre) yarında eserlerimiz yoksa bu, muhi ;pizin kadim Yunani, rönesans san” larmı, klâsikleri tanımamasın- mer. Fakat mes'ele bu değildir. ir. Bir cemiyetimiz ve onun benimse i bir edebiyatı vardır da ayni ce- sene Paris'te Concert Pad! yea'da Cemal Reşid'in (Lögende| bebec) ni dinlemiştim, Bu kom isyonu Backavs gibi bir piyanis- » çaldığı Bach gibi hir dahimin inden sonra dinlemiş olmama davullar ve zurnaların ihti lı gürültüsü ile başlıyan ahenk insanı Anadolunun milli ve st havası içine alıyor. İşte Cemal Reşit garp kültürü ve Miği ile bizim milli | havalarımızı MİZE etmiştir. Fakat üzerinde işlenecek milli ha ye ruh vardir. Halbuki (resim ve heykel san'atı le değildir. Bi izde mazi Yoktur, Eğer di heykeli menetmeseydi, bizim de Çin ve Acem resimleri yanın” “nlar kadar kuvvetli olmasa bile ” esini sanatımız olacaktı. Ace. hin, *debiyatından mülhem olan k minyaturleri te'siri altında re- yapacaktı, Bizans mimarisi ile "ulaşan ruh nasıl ki Sultanahme- öuleymaniyeyi, Yenicami yarat- ir, Bu güzelliği duyan ruhun resim. İyetinden etmek kimse- hekkı değildir. kimbilir me bü- Tessamlarımız ve heykeltraşları- > olacaktı. ; ir cok san'atkârlarımız bu din 1 karşısında heyecanlarını Ara ve Acemin yazılarını (Stylis&) 7ekle tüketmediler mi: ? akmadı da müslüman ik resim yapmadı diyecekler e. e kvvetli hars çarpışmıştı; bizi vee» mağlüp ve temsil eden in sign» medeniyeti Acem har id, sdetli mulenvemeti karşısında bizde modern söyleyenlerden Şimdiye kadar san'at hakkında söz bir çoğunun mülâhazaları bunu “ko şan, çırpışan bir makine asrının san atıdır, fikri otrafında toplanıyordu. Halbuki modern san'atın esası mü- cessem san'atlerin uzun zamandan beri edebiyatle fazla karışıp plâstik güzelliğin unutulmuş olması dolayı- sile onu sakmak için açılmış bir mücadeledir. Yunan san'atinin dekadansı Ve- nüs'ün Apollon'un güzellik ahengini unutup onların efsanelerini anlatan birer edebiyat kitabı olması idi. On birinci ve on ikinci asırda Fransa'da “Roman, ve «Gotigue» kiliselerinin bin bir aziz heykeli hacmın ve teşek külün en büyük vahdetini göstermiş ti. Fakat onların talebelerinden yeti- şen on beşinci asrın İtalyan heykel. traşları tabiatin zavallı birer kopya- cisi; on altıncı asrınkilerde “Lao coon” nun feryatlarının — mukalliği olmuşlardı. Halbuki heykel bir hacım san'atı dır. Onda her şeyden evvel düşünü- lecek şey kitlelerin biribirile ahengi ve — teşekkülütim onlarla kayna şıp, malzemesinin salâbetini göstere çek boşlukta mimari gibi yekpare | durmasıdır. Daima mevzuu, dalma manaji # rayıp katiyyen plâstik ahenk, plâs tik güzellik aramayan san'at münek kitleri bizlere daima Michel - Ange in Musa'sının gözlerindeki ateşten, Ton de » Croton'nindaki Pujet'nin " acile feryadından, Cerpenut'un Üz in'in açlıkla ıztrabından bahseder: ken bu hep deril manı hacimle katiyen kaynaşmamış “edebi” eserlerin teknik kıymetlerin: | işlerdi. Taşlarda hic den bahsetmemişlerdi. Taşlarda hü ran veya neş'e yaratan bu dahilerin eserleri san'at münekkitlerini ezdi, coşturdu,heykel mefhumlarını onlara unutturdu. Ya dahalarının büyüklü ğünden veya asırlarının tesirinden bu ateş seli akan. vicdanlar e ni Isttı, güldürdü, mermerin yanı Ke kalış bayret ettirdi. Fakat hiç bir zaman bir Mısırlı veya İ Çinli san'atlırın taşı et veya sarıtna değil, taş olarak (gösteren, içinde adele veya kemik değil, taş olduğunu şüphe ettirmeyen eseri önündeki al- zevk değildir. Yani bizlere tesir ile ayrı ayrıdır. Taeeereeeresenee Franz Franz Hals. zamanından üç yüz söne evvelinden beri tanınmış ve münuskür bir ailenin oğludur. Bu (Hale) ismi (Harlem) şeh- sinde ilk defa (1530) tarihinde si ie kaydedilmiştir. Ailesinden iyi mev kiler almış muhtelif şahsiyetler var- dır. Babası (Pierre Cines Hals) 1575 Senesi şehrin bükimi ve bilâhara vali olarak Orphanage şehrini, İspanyol- İara karşı cesurane müdafan etmiş- © Muharebe, düşmanın vahşet ve soygunculuğu o şelirin zengin silele- Sini sefalete sürükledi. Ve Pierre iz divacından bir sene sonra 1579 sene si ilkbaharında (Malimes) Şehrine #krabalarının yanına iltica. etmeğe meebur kaldı. Orada bir sene ikamet leri esnasında çok misafirperverlik gördüler. Malines'de bir oğulları ol- du ve ismini Dirk olarak kaydettirdi ler, Anvers'deki fevkalâdelik ve san” al cereyanı; (Pierre) yi fazla <parm kazanmak emelile oraya sevketti ve burasının san'at zevklerine hizmet ederek hayatını kazanacağına kani oldu. Oraya yerleştiler. Franz Hals de 1580 de burada dünyaya geldi. Na- sıl yetiştirildiği hakkında fazla bir malümat mevcut değildir. Yirmi 3e- ne ne kendisinden ve ne de ailesin den bahâeden bir vesikaya tesadüf edilmemiştir. (1600) senesi karı ko- ca iki çocuklarile tekrar Ha arlem'de bulunuyorlar. Burada (Di rk) Abraham Bloemaert'in Franz'da Kari van Mander'in atelyesine giri- yorlar, Anverâ'de iken ikiside (1518 1629) » kadar yaşayan ressam (Ot nan medeniyetinden evvel bir Türk medeniyeti varmiydi. Eğer bu tahakkuk ederse bizim bugün bu güzel | san'atlerden mah- rum kalışımızın mes'uliyeti tamamile ülömiyete ait olacak ve Türk milleti de başmı gururla tarihin medeni mil İetleri arasında yükseltecektir. Şimdilik bir musikimiz, edebiya- tuz, tezyini san'atımız vardır. Pa. kat resim ve heykelimiz yoktur. Ne den bir Türk resim san'atı ve heyke ii olmadığını söyledim. İçtimai bün- Yemize girecek (Türk penturü) ma- Sıl doğacaktır. Bunun etmek | mış tekrar kendi. çerçevesine | soyulmuş örne-| Deha ve Teknik MR eameresemasiseaasaaaamesa seksesemese Birisinin önünde tiyatroda gi diğerinin önünde sadece güzelliğe bakıyoruz. Bi fery: sokup hayattar taşm taş güzelliği dir. Birinin önünde bakmaktan ziyade okuyor, dinliyoruz; diğerine sadece bakıyor ve elimizle dokanıyoruz. Ve mermer söyledikçe, mermer inledikçe, mermer güldükçe mermer liğini kaybediyor; insan, musiki, ve tuğyanile ölü taşın n hissi kabına iğeri tekni; ya edebiyat kitabı olrak, yalnız güzel | liğile göze hitap eden bir hacım san'atı olmaktan çıkıyor. Madamki heykelin mevzuu hay- van, denin salâbetini kaybetmeden can. lanmasıdır. Maddenin salâbetini gös termesi önün kitle haline gelmesin- den doğar, Şöylece biraz evvel dediğim gil heykel hacımların kaynaşma ve ahen gile yekpare bir güzellik vücude ge | Hirmesi oluyor ki; bunun içinde ona | mimari gibi Jeometrinin yardımı el. | zem oluyor. Ve heykeltraş san'atı dairın kafasına ve heykeli indi esir ettirmesi icap ediyor. Bir hey kel ne kadar dimağın, dolayısile tek- higin eseri olursa o kadar fafzla sa- âbet, vahdet ve hayatı gösteriyor; plastik” güzellik bu salâbet, bu vah- det içinde doğuyor. Ve o zaman hey kel yalniz gözün zevknie hitap eden | güzel san'atlerden biri oluyor. İ Mademki musiki ve Şşür bize etrafımızda dalma işitip bir mecmua haline getiremediğimiz ses- şu hal de resim, heykel mimaride | bizlere renklerin veya şekillerin kompozesi le “Lyrigue,, değil «Plastigue» bir güzellik vücude getirirler, İşte modern-san'atın esası, asır. danberi kurule gelmiş, zaman zaman İ cereyanlarından ve san'at muhi tinden uzakta büyük bir heves- le çalışılmış bu heykel; Türk gençliğinin © memleketimizin çok yakın zamandan beri tani- dığı bu şubede neler: yapabilme ğe muktedir olduğunu göste ren mühim bir vesikadır. Bu genci samimiyetle tebrik ede. riz . 'dekadante uğrayıp sonra tekrar as. | lana rucu eden heykel mefhumunun fazla taassup, fazla mubalağa ile ye. niden ortaya konmasıdır. Şimdi göze hitap eden jeometrik san'atın teknik unsurların daha iyi anlamak için Rodin'den sanra gelen san'atkârları mukayese ile onları tah Til etmemiz ienbediyor. ZUHTU (Mabadi gelecek salrya) Frânz Hals ho van Veen) in atelyesinde çalı bardır. Blihüre Van Neyeia ei yesinde de çalışmışlardı kiRubens ve arkadaşı Van Balen ile orada tanış- mişlardır. Hocaları olan Van Man- der 1548 de ( Meulebeke ) de doğ- muş ressamlıkla | beraber (Hollan- tarih şinasi olarak tanınmış. n büyük eserleri Flamand ve Hollande ressamlarının hayatlarıdır. | bu üstat talebelerine | xe debileceğini) söylüyordu. On bir sene sonra bulunan bir ve sikada Franz Hals'in evlenip 1911 senesi bir çocuğu dünyaya geldiği anlaşılmıştır. 1616 senesi polis def- terinde karısına karşı fena muamele ettiğinden dolayı ittiham altında kal mış ve vadi üzerine serbest burakıl- mıştır. Ayni sene karısı öldü. Bu vak'adan pek müteesir olmadı; bir sene sonra (Lisbeth Reyniers) ismim de bir kadınla evlendi. Miz uy duğundan gayet gürültüsüz elli sene bereber yaşamışlardır. Bu müddet | zarfında dokuz çocuğu olmuştur. Ve | bu evlât bolluğu ile kendisine yeni | yeni modeller -bulmuş oluyordu. İz. divacının ilk zamanlarında modelsiz- likten çocuğun beşiğini, lamb ve bazı beğendiği eşyanın resimleri ni yapardı. Yine 1613 senesine ka- dar hayatı hakkında bir şeyler bilin miyor, O sene Haarlene'de çok tanın MILLIYET SALI 8 malzemesi madendir. O halde | onda aranılacak olan; sert bir mad- | Bir ist dıt Yukarıda fotoğrafını dercet tiğimiz heykel Eskişehir hise- si beşinci sınıf talebesinden Ke / mal Efendinin eseridir. San'at Ömer Adil Bey öldü” Ömer Âdil Beyin vukuu v fatı Sanayii nefise muhi- tinde büyük bir teessür u- yandırmıştır. Adil B., hem ressam arka- düşları arasm da'halük ta- “hiş, “hem de | bir vakitler te süs eden “Kız sanayii nefise - mektebi” ÖMER ADİL, 8 Din ilk müdürü olmak sıfatile sanayii nefisemize hizmeti sep. ketmiş bir zattır. Gerek ailesi. ne Gerekse meslekdaşlarına beyanı taziyet ederiz. rasesesranememessaseasam Hals) in hayat ve eserleri (1580-1666) miştir. Fakat bu on dört sene zarfın da yaptığı eserlerin hepsi Ya yanmış veyahut ta başka bir ressamın oldu. ğuna atfedilmiştir;belkide elan bir e- vin bodrumunda görülmüş kalmış- tar, Franz Hals yorulmadan bir çok portre yaptı. Bunu da Haarlene'de beş kere nahiye müdürü olan Aert Jan Druivesteen'e medyundur. Eski bir aile dostu olan bu adam bir ve. aim amatörü olmakla beraber (Hals) i daima çalışmağı tesvik eden bir san'at muhibbi idi. Ona bir çok defa pore etmiş ve şehrin tanmmış şahsi yetlerini de model olarak'poze ettir. miştir. (Portre) resimde en fazla rağbet gören ayrı bir yoldur.: Mühim şah. siyetler portrelerinin atiye kalmasını ister Alber Besnard (insanın tabiat te en çok sevdiği şey Yine kendisi dir.) “diyor. Portre hakkında verdiği bir kon feransta da (ölümden sonra bir ha- yal göstermesi dolayısile çok kıymet İldir. Portreler tarihin en canlı bir izah sahifesi sayılabilir, mizaçlar, ifa deler, kostümler her devre göre te. beddül ediyor. Aslarcn evvel yaşa- yan insanları bugün gibi gözlerimi- zin önünde görüyoruz. Bu itibarla portrenin resimde temsili olması nok tai nazarından çok haklı bir kıymeti vardır.) diyor ( Hals ) meclisleri, grupları tasvir eden eserlerinde on yedinci asrın Hollandali çehrelerinde büsbütün modern ve hayat adamı ifa desini yaşatıyor.. Arkası kesilmeden porire siparişleri esnasında Hals bu zengin portre sahiplerini daima daha şatafatlı ve ekserisine asl mev t olmıyan bir kudret ve azameti ilâve ederek tasvir etmiştir. Tarihçe meçhul kalan onun bu on dört sene lik hayatı esnasında yaptığı eserler- den yalnız 1614 senesi yaptığı dok- torJan Hornartı il treleri kalmıştır. binalar için tabii cesamette portrele ve san'at münakkidi bir ley e yle Eserde orta | | San'at | | Dertieri Benzinde bir damla kan kalma: | mış. Kalbi kopacak gibi öyle hı .| yor ki. Büyük Allahın ince bir | gi elem ve ıztırapla en ritmik hatlarla şiddetle sarsılıyor lâyemut Venüs Faniler gibi hıçkıra hıçkıra, kana ba) na ağlıyor. Çünkü; gadup bir ya ban domuzunun dişleri altında güzel ve Adonis (*) can vi Sicak tertemiz ruhu o gi mahzun ve serseri bir hararete mün il ları ateşten gömlekler Ne vaki: karlar dinmiş. bir karakış “mevsim” in arkası sinmiştir tabiatin misilsiz bir dekor içinde lâhuti zifafı hazırlanmakta. dır. Apollon!.. Altın gözlü, altın ba- kaşlı steak kucaklı Apollon arılar gi- bi çiçekten çiçeğe dolaşmakta mini minicik © kâseciklerden Daphnö'in (999) aşkına nektarlar içerek sar. hoş #iyalarile göz almaktadır. İı artık mey'e şetaret demi | gelmiş Adonis basebadelmevt sarrına ermi: tir. Altın filelere © güçlükle hapis ve zaptolunan âsi gümrah — saçlar takılarak fırlak göğüslü Biblos ka: larında kadim bir raksın aheste ve ilk kıvrak hareketleri tomurcuklan- mıştı... Esatir kahramanlarına mah- İ ses olan bu tenasüh, | bu idi. Genç kalış arzın çocuklarına da mevdu ve mevut değil midir?. Muhal olduğu için uzviyetimizin — diyemem fakat ruhlarımızı taravetini muhafaza e- decek bir eksir bir tılsm yok mu? İnsan zekâsının önünde aciz ve Fü- İ turla durduğu esrarengiz haydutlar İ buradan mı başlar?.. Şüphesiz ki ha İ yır.. Başka diyarlarda gıpta ile gö- Füyoruz ki ihtiyar bir kalıp içerisine pek âlâ zinde genç bir ruh yerleşebiliyor. Tecrübe ile kocamış Avrupanın kurnaz o ülki suratına gümrük kapılarımızı şiddetle ve bü- yük bir asabiyetle kaparken “genç anılmak” metamın topraklarımızdan serbestçe müruruna © göz yumalım, İhtiyar deyince maziye iç çeken üz- İ gün, bezgin bir gönül, abuk sabuk öylemek için muttasıl hareket edem düşük bir çene “deforme, olmuş bir desen enkazı bir ruh o harabesi göz önüne gelir. Bilgi nama nesi var- sa klişe halindedir. Üzerine « hiç bir şey ilâvesine tahammülü yoktur. Bil gi kavrama kabiliyeti dumura uğra- mıştır. Cisminin olduğu kadar ruhu İ mun da hezali başlamıştır. Onun | her ilerleyiş, her yenilik ham- sürçmenin veya , tekerlenip yuvarlanmak © tehlikesile (iha yetlenen temkinsiz, ihtiyatsız bir ha- rekettir. Bizde mebzulen (bulunan ve sırasına göre tecarübü adide sa- hibi, ecillei rical diye anılan | bu işe yaramayan conservatesr ihtiyar tipi içtimai bünyeyi yiyen habis bir illet- tir, Yukarıda dediğimiz gibi Avrupa da bunun tamamen aksi zahirdir. tek parmağı üzerinde döndürenlere, | 80—70 şe merdiven dayamış genç Bizim gençliğimizin #lerinden evvel inalitedir. Yaşları 35 ve kırkı te | cavüz etmemiş öyle ressamlar vardır ki unları elemişler, kalburlarını as mıştırlar. Kâfi bir etütdevresi geçir. | meden üstat oluvermişlerdir. Bu pa- yeye gerçi rahavetimizin (bağdaş kurması yan gelip © uzanması için yumuşak rahat bir divandır, tehlike. si de bir o kadar yamandır. Avrupa- meyoruz. Öğrendiğimiz abur cubura inbisar ediyor şaşkınlıkla yanlış yol İsrda istidatlar tebah oluyor. Nitekim resim tlarimiz — san'ata hizmetleri olunama. | makla beraber — bundan senelerce evevi resim san'atini, — yenilik diye memlekete mağşüş bozuk bir akade. | mizimle cmperesiyonizm © kırması kamlot şeyler getirdiler, Bunun iyi. liğinin dayanıklığının senelerce çı. gırtganlığını yaptılar. Halbuki biz bu kısık sesin tonunda “eskiler ala. yanl... nidasını işitir gibi oluyor | duk. O zamanlar garp diyarında) haşmetmaap zevk ve ceberut zekâ | akademizmi al aşağı etmiş sezan ve arkadaşlarını tahta geçirmişti. Av. | rupadaki gençlermiiz —ki şimdi üs. tatlarımızdır.— yeni cereyanlara san al hafif meşrepliğidir diye omuz çe- i gösteriliyordu. O gün kendisi İ rın talihi diğerlerine nazaran Tarihi Tefrika: 68 Sabatay Zevi Nakleden: R. N. 1Sabataydan sönra taraftarlarin idan bir kısmıda müslüman oldu Hatta bunlar münakaşa ve tereddüt etmeden islâmiyeti kabul etmişlerdi Hekimbaşı tarafından elde edilen bu netice padişaha arze- iği zaman keyfiyet memnu niyetle karşılandı. Musevi tak- vimine göre Eylül ayınmon altıncı günü olan ferdası günü batay Zeviye parlak mera- im hazırlandı, Mehmet Efendi hakında pek büyük bir itibar padişah tarafından kabul edil. di. Padişahın huzuruna gider- ken üzerindeki siyah yahudi cübbesini çıkarıp attı. Bu suret le yahudiliğinden sıyrıldığını göstermek istiyordu. Kendisi- ne bir kavuk (verilerek başına kondu. Sabatay Zevi artık res men müslüman olmuş ve Meh. met namını almıştı, Padişah kendisine sarayda mühim bir vazife verdi. Bir de cariye ihsan edildi. Çok geçme den Sara'ya da haber göndere- rek müslüman olmasını tavsiye etti, Kocasi o Mehmet Efendi. nin tavsiyesi o üzerine Sara da müslüman olmuş ve Fatma is- | mini almıştır. Aradan bir müd det geçti. Müteakiben Mehmet Efendi İzmirdeki kardeşlerine bir mektup gönderdi. Bu mek- tupta, Cenabı hakkım iradesile kendisinin müslüman olduğu bildiriliyordu. 7 “Mesih” in bu hareketi her tarafta duyulunca yahudilik & leminde az derin bir teessür hâ sıl etmemiştir. Maamafih Saba ! tay müslüman olduğunu gö- hudilerden bir kısmıda yapmıştır.. “Mesih” taraftarlarından bir çoğu da müslüman olmuşlar- dır. Bunu münakaşa etmeden ve tereddüt (o göstermeksizin müslüman olan bu yahudiler “Mesih” in bu hareketini çok isabetli bir hareket telâkki et- mişler ve zamanı gelince Meh met Efendinin bunu bizzat i- zah edeceğine kani olarak müs lüman olmuşlardır. “Mesih” in macerasındaki bu son safha yahudilik âlemin A a m şekilde almaşa © alışkınlığımızın da dahli yok değildi. Hiç düşünülmü- yordu ki sorapa bir sinir dünyasının Şoculları idik. Cevval, dinamik bir medeniyetin çarh gıcırtılarını niye duymak istemiyorduk. “Yeni cemi- yet” in yeni imanlara, yeni estetike ibtiyacı vardı. Bu kuvvetli arzu ile | baş olunabilir mi idi? İşte bu gafil nesil fevkalbeşer © kuvvetlere karşı koymanın cezasını devirlerini çabu- cak ikmal edip kapamakla çektiler. Kardeşim Elif Nacinin bir yazısında dediği gibi, onlardan tek bir kimse - hocumuz Çallı - yeniliği istiskal et- ayakta durabiliyor. Genç arlayan bu meslin mev. şimdi > Omüstakiller © bü lunuyor. Dert bir değil ki. Bunla” dah nasazdır, Resmi himaye ve sahabe lerinin semtine bile uğramamışlar. dır. Müşkülütla didişmekten baş ala mamaktadırlar. İhtiyar © olmamak! Bütün endişeleri bu noktada toplan in samimi maktadır. Çınar dibi © kahvelerinde | du, dinleyiniz. Yerinde duramıyan kabi, liyet ve seyyâl istidatlarmızı horul dayan kesme billür bir. nargilenin marpucunda salbediniz!, © Diyoruz k kendi kendini dinle- len şuurlu bir gençliğe bu bir itapt, Esmemenin © konmaz bufresine düşmemek için gençi katlanmadığı eziyet kalmadı.. İcabin da elinde keşkülü kalbinde yüksek dileğile İstanbul belediyesine el aç- tı. Ondan bir lokma değil bir hırka evet partal bir hırka istedi. Beynel- mmilel şöhretlerin beşiğini sallayacak bir galeri dilendi. Esnafı bıyık altın- dan kendine kıs kış güldüren muaz- zam ve muhteşem bir hal yerine sa- de, mutavazı, salaş bir geleri ki ile- ride bizim Palais du Bois'mız ol sun, Milletin alnının teri, elini gile Avrupada yetiştirdiği gençlerin sâyileri havaya savrulmasın. Sene. nin her mevsiminde his ve seziş âle minin cennetini kendimize açılmış. virdiler, Yeni temayülilere karşı ya- dırgama ve lâkaydi zamanımıza ka, dar uzanıp geldi. Bu bir parça kendi kafasının dediğine gitmek teknik ve | imat, lüzumsuz bir | güveniş hissinden geliyordu. Bunda | her şeyi hazırlayıp, © müstahzar bir (9) Venüsün genç sevgilisi “Ba- har, bulalım. Zağlanmış keskin bir. bıça ğn benzeyen gençliği savatlı şark kâ Tı bir kın içinde pinti paslanmağa atı cağına san'at mihraklarına akın, tek niğe akın var!., Dilsiz bir duyuştar ne işittiler, ne umulur! Hassasiyetimi ve de, biraz evvel de kaydedildiği gibi, az ehemmiyetle karşılan. madı, Fakat şu da var ki “Me. sih” in böyle dinini değiştirmiş olmasına bir türlü inanamıyan- lar da vardı. (Bunlar aldıkları bu habere inanmak istemiyor- lar, şüphe ve tereddüt gösteri. yorlardı. Bunların o iddiasınca “Mesih” hareket ve cereyanı. nı ihlâl edip parçalamak iste- yenler böyle bir şayia çıkarmış lardır!, Lâkin çok geçmeden artık bunda şüphe ve tereddüde ma- hal kalmadı. Bütün yahudiler bu mühim hâdisenin ne suretle kuvubulduğunu anlamak, me- rak ve endişesinle idi, Maama- fih hakikat karşısında zaten müracaat ettiği bir vasıta vardır: Efsane!.. İşte yahudiler de şimdi lü türlü efsaneler uydurarak Sabatay Zevinin dinini nasıl de diştirdiğini tevil edip duruyor. lardı. İşte bu efsanelerderi biri: | Sabatay Zevi padişahın huzu- runda başma bir kavuk geçirme miş miydi? Fakat bu bir kac vuk değil, bir taçtı!. Sabatay Zevi başına bir taçsgiymiş, son ra da padişahtan bir ordu iste- yerek bunun başma geçmek su retile Lehistan üzerine yürüme ğe hazırlanıyordu. Lehistanda. ki yahudileri bu suretle kurtar. mış olacaktı!, Diğer bir efsane daha: dişahın huzurunda mi olarak Mehmet Efendi namını alan adam Sabatay Zevi deği di. “Mesih” in gönderdiği bir hayalden ibaretti ki herkes bu hayali görmüş, onu hakikaten Sabatay Zevi ti. Yoksa “ Efendi arasında bir münasebet yoktu!... O halde “Mesih” ne ol müştu?. Gök yüzüne çıkmıştı Vakti gelince tekrar yer y ne inerek bir çok mucizeler terecektil. Sabatay Zeviye çok inanmış olanlar şimdi onun bu son ma. cerasile uğradıkları derin inki. sarı hayali tadil etmek için işte hep bu kabil efsanelerden yar- dım bekliyorlardı. Fakat bu ne kadar devam edebilirdi?. Ha kikat ergeç kendini kabul et- tirdi: “Mesih”, Sabatay Zevi sarayda müslüman olmuş, Meh met Efendi hamını almış, artık kendi cemaatinden © ayrılmıştı. Yoksa öyle başma “taç giyen, bir ordu alarak Lehistandaki dindaşlarını kurtarmağa giden, yahut gök yüzüne çıkan bir Mesih” yoktu. Mehmet Efen di sarayda rahat bir köşe bul muş, bol bol altınları alıyor, ha yatından memnun olarak yaşı- yordu!, Bunun haricinde söyle- necek her türlü efsaneler birer yalandan ibaret kalmıyor muy Maamafih teselli | noktu büsbütün mahvolmuş . değil “Mesih” in kendi dininden ha- riç olanlar arasında bir müddet takım işaretler vardı. İşte “Me ” olan Sabatay Zevi de şim di böylece kendi dininin hari cinde olanlar arasında yaşa mak gibi bir imtihan devresi geçiriyordu!.. , Sabatay Zevi kendi cemaati nin başımda bir rehber olmuş, fakat sonra bu cemaati birden: bire bırakıvermişti. Halbuki şimdi görülüyordu ki kendisin- den bu suretle ayrılsa bile “Me sih” fikir ve cereyanını, yahudi liğin kurtuluş ümitlerini bu ce- maat bir türlü bırakmak istemi yordu. Aradan zaman geçiyordu. Her şey yavaş yavaş tabii hale avdet eder gibiydi. Maamafih zi lisana getirecek teknik olgunlu; i bir galeri — adak )

Bu sayıdan diğer sayfalar: