8 Mart 1932 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Si AN’A'I"H,—— | &) (NÜSAHEBESİ Heykeltraş gözile Bizde resim 9 nye San'ati Namık Beye cevap Resim mektebimizin yarım asır- lık mazisi münasebetile Namık İs- Mail Bey bizde resim san'atının ne den içtimai bünyemize giremeyişini tetkik ediyor. Ve bunun sebebini bi Deha ve Teknik Şimdiye kadar bizde modern san'at hakkında söz söyleyenlerden bir çoğunun mülâhazaları bunu “ko şan, çırpışan bir makine asrının san atıdır,, fikri etrafında toplanıyordu. Halbuki modern san'atın esası mü- cessem san'atlerin uzun zamandan- beri edebiyatle fazla karışıp plâstik zim Avrupa d b güzelliğin l olması dolayı- lhşlırken bu medeniyetin Olan Yunan medeniyetine gitmediği- Mizde buluyor. Bende bu gibi mühim ve karışık Meselede lüzumu olan ilmi salâhiyet Ve ihtisasa tabi olmadn fikir ve tet- iklerimi söylemek isterim. Evet, neden resim san'atı hizdş ı'blî bir hayat yaşamıyor da içtimai bünyemizde tufeyli olarak yaşatıl- Mak istenen san'atı ve muhitimize Yabancı bir san'at olarak kalıyor. Bu Süzel san'atın tuhumu neden bizim toprağımızda kök tutmıyor ve yap- karlanmıyor? Namık Bey bunun sebeplerini ara h:_ll—h. senelerce karanlıkta kalan ce iyetimizin mühim — meselelerinden - ilk defa ışığa çıkarmak teşeb- Üsünde bulunuyor şimdi — ortada tok esaslı bir. tetkik ve münakaşa Mevzuu vardır. Acaba mesele hakikaten Namık *eyin sakatlığı bulduğunu zannet- ği noktada mıdır yoksa daha başka Ve daha saklı sebepler mi vardır? , Düşünüyorum ki bizim iyi kötü bf edebiyatımız vardır. Ve bu ede- Yatımız içtimai bünyemizde tabii hf?ıtını yaşamaktadır Fuzuli'yi, Ne imi, Hamidi, Yakup Kadri'yi, Ha- ';'."l. Nazım Hikmet'i kim inkâr ede Aliy, Ne polis romanlarının bilmem t"li edibimizin yazılarından zla okunduğu iddiası ne bir şairi- _'Z_İn yalnız şiirlerile geçinememesi izim edebiyatımızın içtimai bünye- e girmediğine delâlet edemez. Bu Yrı bir bahistir. Evet bu, Garp kültürüne yabancı falmaktaki kaygusuzluğumuz, Yu- b N ve Lâtin san'atını tanımamaklı- imızdır. Bu birazda, fikir hayatı Sin lüzumu olan refah ve sükünun *nüz muhitimize gelmemesidir. Ve Namık Beyin iddiası bu nok- Ada kıymetleniyor. Evet yüksek bir .e biyatımız olması için (Verlaine) " (Racine)den (Corneille) den * (Yvel (Homğre) i (Sophocle) u o- Umamız lâzımdır. , (Roden) i (Despiau) yu anlamak Kin (Praksitel) i (Donatello) yu ichel-Ange) i bilmeliyiz. Eğer (İphygönie veya (Phödre) y'_hfldu eserlerimiz yoksa bu, muhi üzin kadim Yunani, rönesans san' i sile onu tekrar kendi çerçevesine sokmak için açılmış bir mücadeledir. Yunan san'atinin dekadansı Ve- tiyatroda gibiyiz, güzelliğe Birisinin önünde diğerinin önünde sadece bakıyoruz. Birisi hissin tuğyanile ölü taşın feryadı; diğeri teknigin hissi kabına sokup hayattar taşın taş güzelliği- dir. Birinin önünde bakmaktan ziyade okuyor, dinliyoruz; diğerine sadece bakıyor ve elimizle dokanıyoruz. Ve mermer söyledikçe, mermer inledikçe, mermer güldükçe mermer liğini kaybediyor; insan, musiki, ve || nüs'ün Apollon'un güzellik ah unutup onların efsanelerini -anlatan birer edebiyat kitabı olması idi.. On birinci ve on ikinci asırda Fransa'da “R kiliselerini ve «G ya edebiyat kitabı olrak, yalnız güzel || liğile göze hitap eden bir hacım san'atı olmaktan çıkıyor. Madamki heykelin mevzuu l;ııy- bin bir aziz heykeli hacmın ve teşek van, malzemesi madendir. O halde onda lacak olan; sert bir mad- külün en büyük vahd ti. Fakat onların talebelerinden yeti- şen on beşinci asrın İtalyan heykel- traşları tabiatin zavallı birer kopya- cısış on altıncı asrınkilerde “Lao- coon” nun feryatlarının mukallidi olmuşlardı. Halbuki heykel bir hacım san'atı dır. Onda her şeyden evvel düşünü- lecek şey kitlelerin biribirile ahengi ve — teşekkülâtın onlarla kayna- HAĞĞÜŞA SEREĞİR denin salâbetini kaybetmeden can- n dir. Müddenin talâbetini gös termesi onun kitle haline gelmesin- den doğar. Şöylece biraz evvel dediğim gibi heykel hacımların kaynaşma ve ahen gile yekpare bir güzellik vücude ge tirmesi oluyor ki; bunun içinde ona mimari gibi Jeometrinin yardımı el- zem oluyor. Ve heykeltraşım san'atı daima kaf ve heykeli bilgisine şıp, mal: rek boşlukta mimari gibi durmasıdır. Daima mevzuu, daima manayı a- rayıp kat'iyyen plâstik ahenk, !'ıliı— tik güzellik aramayan san'at münek kitleri bizlere daima Michel - Ange zin Musa'sının gözlerindeki ateşten, Pujet'nin M''on de Croton'nindaki acile feryadından, Carpeaut'un Ugo- lin'in açlıkla ıztırabından bahseder- ken bu hep derileri soyulmuş örne- manı hacimle kat'iyen kaynaşmamış “edebi” eserlerin teknik kıymetlerin- den bahsetmemişlerdi. Taşlarda hic- ran veya neş'e yaratan bu ı_iıhılerıı! eserleri san'at münekkitlerini ezdi, coşturdu,heykel mefhumlarını o:ılaîa unutturdu, Ya dahalarının biğy_uklu- ğünden veya asırlarının tesirinden bu ateş seli lattı, güldürdü, yekpare esir ettirmesi icap ediyor. Bir hey- kel ne kadar dimağın, dolayısile tek- nigin eseri olursa o kadar fafzla sa- lâbet, vahdet ve hayatı gösteriyor; plastik güzellik bu salâbet, bu vah- det içinde doğüyor. Ve o zaman hey kel yalnız gözün zevknie hitap eden güzel san'atlerden biri oluyor. Mademki musiki ve şiir bize etrafımızda daima — işitip — bir mecmua haline getiremediğimiz ses- ler ve hisleri kompoze ediyor; şu hal de resim, heykel mimaride bizlere renklerin veya şekillerin kompozesi- le “Lyrigue,, değil «Plastigue» bir güzellik vücude getirirler, İşte modern san'atın esası, asir- danberi kurule gelmiş, zaman zaman dekadanse uğrayıp sonra tekrar as- akan vicdanlar bizleri a8-) lmma rucu eden heykel mefhumunun mermerin bu şayanı | fazla taassup, fazla mubalağa ile ye- hayret şaklabanlığına hayret ettı'rdi.| niden ortaya konmasıdır. Fakat hiç bir zaman bir Mısırlı veya Çinli san'atkârın taş,ı et veya s[rı_tr;: değil, taş olarak gösteren, için Şimdi göze hitap eden jeometrik san'atın teknik unsurlarını daha iyi anlamak için Rodin'den sonra gelen san'atkârları adele veya kemik değil, taş « '; B kayese ile onları tah ll bedi şüphe eseri —" al- dığımız zevk değildir. Yani bizlere ZÜHTÜ (Mabadi gelecek salıya) Bir ist d-t Yukarıda fotoğrafını dercet tiğimiz heykel Eskişehir lise- si beşinci sınıf talebesinden Ke mal Efendinin eseridir. San'at cereyanlarından ve san'at muhi tinden uzakta büyük bir heves- le çalışılmış bu heykel; Türk gençliğinin memleketimizin çok yakın zamandan beri tanı- dığı bu şubede neler yapabilme ğe muktedir olduğunu göste- ren mühim bir — vesikadır. Bu genci samimiyetle tebrik ede- riğ , Ömer Adil Bey öldü. Ömer Âdil Beyin vukuu ve- fatı — Sanayii nefise muhi- tinde büyük bir teessür u- yandırmıştır. Âdil B., hem ressam arka- daşları arasın da halük ta- biatile — sevil- “rfhiş, #hem de bir vakitler te ÖMER ÂDİL B. b eösüs eden “Kız sanayii nefise mektebi” nin ilk müdürü olmak - sıfatile sanayii nefisemize hizmeti sep- ketmiş bir zattır. Gerek ailesi. ne Gerekse meslekdaşlarına beyanı taziyet ederiz. yaptığı tesir tamamile ayrı ayrıdır. ea N İlkârlarmı, klâsikl ân dır. Fakat mes'ele bu değildir. Udur, ıiğ!îir tyetimiz ve onun b hi İı_ir edebiyatı vardır da ayni ce- Yetin benimsediği resmi ve heyke Yoktur. 4 piZim birde musikimiz vardır İtri ol 'tgün dinliyemiyorsak musikimiz hi “tur mu diyeceğiz. Bugün Dede hî' tatmin etmediği gibi Bach'ide Amıyoruz. hi ?çeıı sene Paris'te Concert Pad p, Ps'da Cemal Reşid'in (Lögende n bebec) ni dinlemiştim. Bu kom isyonu Backavs gibi bir piyanis- A çaldığı Bach gibi bir dahini (Franz Franz Hals zamanından üç yüz söne evvelinden beri tanınmış eski ve namuskâr bir ailenin oğludur. Bu (Hals) ismi (Hııglçm) ;elı- rinde ilk defa (1530) tırılııııde sici- le kaydedilmiştir. Aüeıınğen iyi mev kiler almış muhtelif şahsiyetler var- dır. Babası (Pierre Claes !'l_ılı) 1575' senesi şehin hâkimi ve.bflılharı v:ılı olarak Orphanage şehîımt spany' trinden sonra dinlemiş olmama ©n davullar ve zurnaların ihti- Şönlı gürültüsü ile başlıyan ahenk hk €en insanı Anadolunun milli ve sı havası içine alıyor. &ğle Cemal Reşit garp kültürü ve B ği ile bizim milli havalarımızı TMonize etmiştir. h Fakat üzerinde işlenecek milli ha ve ruh vardır. k; Halbuki resim ve heykel san'atı Yle değildir. Bunların bizde mazi k Oktur. Eğer dinimiz bize resim heykeli menetmeseydi, bizim de Bon, Çin ve Acem resimleri yanım- * onlar kadar kuvvetli olmasa bile V resim san'atımız. olacaktı. Ace- çh edebiyatından mülhem olan Sirk minyatürleri te'siri altında re- ide yapacaktı, Bizans mimarisi ile lara karşı di etmiş- a Muharebe, düşmanın v.ıhş?l ve soygunculuğu o şehri!ı zengin ıılelç- rini sefalete sürükledi. Ve Pierre iz divacından bir sene sonra 1579 sene si ilkbaharında (Malı'ne.ı) Şehnı_ıe akrabalarının yanına iltica- etmeğe mecbur kaldı. Orada bir sene ikamet leri esnasında çok mı'ufn_-perverlık gördüler. Malines'de bir ogullırı'olî du ve ismini Dirk olarak kaydettirdi Hals) in hayat ve eserleri (1580-1666) Hals bu portreyi yaptığı zaman otuz üç yaşında idi. Ailesinin maddi ihtiyaçlarını temin maksadile yaptı- ğı portrelerin bir çokları kaybolmuş, bazılarının imzaları ve tarihleri silin miştir, Fakat bu on dört sene zarfın da yaptığı eserlerin hepsi ya yanmış veyahut ta başka bir ressamın oldu- ğuna ıtfudilmi;dı;belkıde_elın bir e- vin bodrumunda gömülmüş kalmış- tır. Franz Halş yorulmadan bir çok portre yaptı. Bunu da Haarlene'de beş kere nahiye müdürü olan Aert Jan Druivesteen'e medyundur. Eski bir aile dostu olan bu adam bir ve- sim amatörü olmakla beraber (Hals) A Frânz Hals ho van Veen) in atelyesinde çalışmış lardır. Bilâhara Van Noort'un atel- inde de çal ler. Anvers'deki fevkalâdelik ve san' 'at cereyanı (Pierre) yi fazla — para kazanmak emelile oraya uvke.ttı ve burasının san'at zevklerine hizmet ederek hayatını kazanacağına kani oldu. Oraya yerleştiler. Franz Hals 1580 de burada dünyaya geldi. Nş- sıl yetiştirildiği hakkında f.ıılı_ bir malümat mevcut değildir. Yirmi se- İisindi Orştlaşan ruh nasıl ki S k s“ıeyl'nıniyeyi. Yenicamü yarat- X"B"" Su güzelliği duyan ruhun resim b"lyeliııdeıı şüphe etmek kimse- a hakkı değildir. kimbilir ne bü- ik ressamlarımız ve heykeltraşları- a 'ğ'âeıkh. « ir çok ıın'ııürlınn'ııı bu :ı_n ne nek ve ne de ailesin- den bahseden bir vesikaya tesadüf edilmemiştir. (1600) senesi karı ko- ca iki rile bereber tekrar Ha arlem'de bulunuyorlar, Burada (Di rk) Abraham Bloemaert'in Franz'da Karl van Mander'in atelyesine giri- yorlar. Anvers'de iken ikiside (1518 1629) a kadar yaşayan ressam (Ot y lardı kiRubens ve arkadaşı Van Balen ile orada tanış- mışlardır. Hocaları olan Van Man- der 1548 de ( Meulebeke ) de doğ- müş ressamlıkla beraber (Hollan- de) in tarih şinasi olarak tanınmış- tır. En büyük eserleri Flamand ve Hollande ressamlarının hayatlarıdır. Şair ruhlu olan bu üstat talebeleri: i daima çalışmağa teşvik eden bir san'at muhibbi idi. Ona bir çok defa poze etmiş ve şehrin tanımnmış şahsi yetlerini de model olarak'poze ettir- miştir. (Portre) resimde en fazla rağbet gören ayrı bir yoldur.: Mühim şah- siyetler portrelerinin atiye kalmasını ister Alber Besnard (insanın tabiat- te'en çok sevdiği şey yihe kendisi- dir.) diyor, ei K Portre hakkında verdiği bir kon feransta da (ölümden sonra bir ha- Kü vi il ç* hm tuhaf tuhaf nasihatler veriyor, ara sıra onlara (insanin — şöhreti ancak tabiati tetkikten bıkmamakla elde e debileceğini) söylüyordu. On bir sene sonra bulunan bir ve sikada Franz Hals'in evlenip 1911 senesi bir çocuğu dünyaya geldiği anlaşılmıştır. 1616 senesi polis def- terinde karısına karşı fena muamele Ksağı karşısında hey anı Ara " ve Acemin yazılarını (Stylise) t-_'ekle tüketmediler mi? ' satıh üzerinde meselâ bir (vav) MA Zarif şeklini vermek için haya- :'. israf eden insanın bir insan çeh k ftllm ve hututunun Arabesgueleri Prien orilinal ve caracteristigue şekil No miyeceğini kim iddia edebilir. m seden islâmiyeti kabul eden A- İan TENNi bırakmadı da müslüman p“nu':"l resim yapmadı diyecekler k :ı'nlı"-'we!li hars çarpışmıştı; bizi vvi asta mağlüp ve temsil eden .,,n“.'â Arap medeniyeti Acem har lldı_şı detli mukavemeti karşısında ş"'% mesele şüdür ve bunu nan medeniyetinden evvel bir Türk medeniyeti varmiydi, Eğer bu tahakkuk ederse bizim bugün bu güzel ıııı'._ıılerden mah- rum kalışımızın ııeı'ıılıyetş_ nnıııı'ııle islâmiyete ait olacak ve Türk mfllıh de başını gururla tarihin meğenı mil letleri arasında yiilnçlk.eı:_ekhrj v iğinden dolayı ittiham altında kal mış ve vadi üzerine serbest bırakıl- mıştır. Ayni sene karısı öldü. Bu vak'adan pek müteesir olmadı; bir sene sonra (Lisbeth Reyniers) ismin de bir kadınla evlendi. Mizaçları uy duğundan gayet gürültüsüz elli sene Te üdd. yat ea z lidir. Portreler tarihin en canlı bir izah sahifesi sayılabilir, mizaçlar, ifa deler, kostümler her devre göre te- beddül ediyor. Asırlarca evvel yaşa- Ça n ai7 R | ALEMIN% San'at Dertieri Benzinde bir damla kan kalma- mış. Kalbi kopacak gibi öyle hızlı çarpıyor ki. Büyük Allahın ince bir itina, san'atkârane bir ibda ile deniz köpüğünden halk etiği kâfur vücudü elem ve ıztırapla en ritmik hatlarla şiddetle sarsılıyor lâyemut Venüs faniler gibi hıçkıra hıçkıra, kana ka- na ağlıyor. Çünkü; gadüp bir ya- ban domuzunun dişleri altında güzel ve çâlâk Adonis (*) can- vermiştir. Sicak tertemiz ruhu — gönüllerde mahzun ve serseri bir hararete mün kalip olmuştur.. Uzun boylu, uzun kirpikli, iri menekşe * gözlü, ıslak ve kalın dudaklı IıHoı (**) kadın- me ee NTT A di v dan bir kısmı da T Türühtr'tetiika: 58 -Sabatay Zevi Nakleden: R. N. Sabataydan sönra taraftarlarin müslüman oldu Hekimbaşı tarafından elde edilen bu netice padişaha arze- dildiği zaman keyfiyet memnu niyetle karşılandı. Musevi tak- vimine göre Eylül ayının on altıncı günü olan ferdası günü Sabatay Zeviye parlak mera- sim hazırlandı. Mehmet Efendi hakında pek büyük bir itibar gösteriliyordu. O gün kendisi | padişah tarafından kabul edil- di. Padişahın huzuruna gider- ken üzerindeki siyah yahudi ları ateşten g giymiştir.... | cübb Ne vaki! karlar dinmiş, — öksürüklü bir karakış “mevsim” in — arkasına sinmiştir tabiatin misilsiz bir dekor içinde lâhuti zifafı hazırlanmakta dır. Apollon!.. Altın gözlü, altın ba- kışlı sıcak kucaklı Apollon arılar gi- bi çiçekten çiçeğe dolaşmakta mini minicik — kâseciklerden Daphne'in (***) aşkına nektarlar içerek sar- hoş ziyalarile göz almaktadır. İşte artık neş'e şetaret — demi — gelmiş Adonis basebadelmevt sırrına ermiş- tir. Altın filelerde — güçlükle hapis ve zaptolunan âsi gümrah — saçlar takılarak fırlak göğüslü Biblos kadın larında kadim bir raksın aheste ve ilk kıvrak hareketleri tomurcuklan- mıştı... Esatir kahramanlarına mah- sus olan bu tenasüh, — bu idi. Genç kalış arzın çocuklarına da mevdu ve mevut değil midir?. Muhal olduğu için uzviyetimizin — diyemem fakat ruhlarımızın taravetini muhafaza e- decek bir eksir bir tılsım yok mu? İnsan zekâsının önünde aciz ve fü- turla durduğu esrarengiz haydutlar buradan mı başlar?.. Şüphesiz ki ha yır.. Başka diyarlarda gıpta ile gö- rüyoruz ki ihtiyar bir kalıp içerisine pek âlâ dipdiri, zinde genç bir ruh yerleşebiliyor. Tecrübe ile kocamış Avrupanın kurnaz — tilki — suratına gümrük kapılarımızı şiddetle ve bü- yük bir asabiyetle kaparken “genç kalmak” metamın topraklarımızdan serbestçe müruruna — göz yumalım. İhtiyar deyince maziye iç çeken üz- gün, bezgin-bir gönül, abuk sabuk söylemek için muttasıl hareket eden düşük bir çene “deforme,, olmuş bir desen enkazı bir ruh hırıbe’i göz önüne gelir. Bilgi namına nesi var- sa klişe halindedir. Üzerine — hiç bir şey ilâvesine tahammülü yoktur. Bil gi kavrama kabiliyeti dumura uğra- mıştır. Cisminin olduğu kadar ruhu nun da hezali başlamıştır.. Onun ini çıkarıp attı. Bu suret le yahudiliğinden sıyrıldığını göstermek istiyordu. Kendisi- ne bir kavuk — verilerek başına kondu. Sabatay Zevi artık res men müslüman olmuş ve Meh. met namını almıştı. Padişah kendisine sarayda mühim bir vazife verdi. Bir de cariye ihsan edildi. Çok geçme den Sara'ya da haber göndere- rek müslü l i etti. Kocası Mehmet Efendi- nin tavsiyesi üzerine Sara da müslüman olmuş ve Fatma is- mini almıştır. Aradan bir müd det geçti. Müteakiben Mehmet Efendi İzmirdeki kardeşlerine bir mektup gönderdi. Bu mek- tupta, Cenabı hakkın iradesile tavsiye Hatta bunlar münakaşa ve tereddüt etmeden islâmiyeti kabul etmişlerdi de, biraz evvel de kaydedildiği gibi, az ehemmiyetle karşılan- madı, Fakat şu da var ki “Me- sih” in böyle dinini değiştirmiş l bir türlü i yan- lar da vardı. Bunlar aldıkları bu habere inanmak istemiyor- lar, şüphe ve tereddüt gösteri- yorlardı. Bunların iddiasınca “Mesih” hareket ve cereyanı. nı ihlâl edip parçalamak iste- yenler-böyle bir şayia çıkarmış lardır!; Lâkin çok geçmeden artık bunda şüphe ve tereddüde ma- hal kalmadı. Bütün yahudiler bu mühim hâdisenin ne suretle kuvubulduğ 1 k; mes rak ve endişesinle idi., Maama- fih hakikat karşısında halkın zaten müracaat ettiği bir vasıta vardır: Efsane!.. İşte yahudiler de şimdi tür- lü türlü efsaneler uydurarak Sabatay Zevinin dinini nasıl de ğiştirdiğini tevil edip duruyor. lardı. İşte bu efsanelerden biri: Sabatay Zevi padişahın huzu- runda başmma bir kavuk geçirme miş miydi?. Fakat bu bir ka.- vuk değil, bir taçtı!. Sabatay Zevi başına bir taç»giymiş, son ra da padişahtan bir ordu iste- kendisinin müslüman olduğ bildiriliyordu. : “Mesih” in bu hareketi her tarafta duyulunca yahudilik â- leminde az derin bir teessür hâ sıl etmemiştir. Maamafih Saba tayın müslüman olduğunu gö- ren yahudilerden bir- kısmı da onun gibi yapmıştır.. “Mesih” in samimi taraftarlarından bir çoğu da müslüman olmuşlar- dır. Bunu münakaşa etmeden ve tereddüt — göstermeksizin müslüman olan bu yahudiler “Mesih” in bu hareketini çok isabetli bir hareket telâkki et- mişler ve zamanı gelince Meh met Efendinin bunu bizzat i- zah edeceğine kani olarak müs yerek bunun başma geçmek su retile Lehistan üzerine yürüme ğe hazırlanıyordu. Lehistanda. ki yahudileri bu suretle kurtar- mış olacaktı!, Diğer bir efsane daha: Pa- dişahın huzurunda müslüman olarak Mehmet Efendi namını alan adam Sabatay Zevi değil di. “Mesih” in gönderdiği bir hayalden ibaretti ki herkes bu hayali görmüş, onu hakikaten Sabatay Zevi diye hükmetmiş- ti. Yoksa “Mesih” ile Mehmet Efendi arasında bir münasebet yoktu!.. O halde “Mesih” ne ol muştu?. Gök yüzüne çıkmıştı!, Vakti gelince tekrar yer yüzü- ne inerek bir çok mucizeler için her ilerleyiş, her yenilik ham- lüman olmuşlardır. ş eT gös n Z Ağremik, Seelakk “ B ; : | terecekti!. KP leıııd nmak — tehlikesile — niha- Sat Mesih” in PaC d.!“ . Ğ yuvarla: SÜ gnn < Ki bis son safha yahudilik âlemin Sabatay Zeviye çok inanmış rekettir. Bizde l bul l şimdi onun bu son ma- ve sırasına göre tecarübü adide sa- hibi, ecillei rical diye anılan — bu işe yaramayan conservateur ihtiyar tipi içtimai bünyeyi yiyen habis bir illet- tir. Yukarıda dediğimiz gibi Avrupa da bunun tamamen — aksi zahirdir. Gençlikte sinnin uzamasile kısalan hayatın aynasına lzkim:ıî!iin. ergıı-ıılı şekilde almaşa — alışkınlığımızın da dahli yok değildi. Hiç düşünülmü- yordu ki serapa bir sinir dünyasının çocukları idik. Cevval, dinamik bir medeniyetin -çarh gıcırtılarını niye duymak istemiyorduk. “Yeni cemi- yet” in yeni imanlara, yeni estetike ihtiyacı vardı. Bu kuvvetli arzu ile ğin engin zevkini | bir baş olunabilir mi idi? İşte bu gafil nesil fevkalbeş kuvvetlere karşı lidir. Asrımızın resim düny tek parmağı üzerinde döndürenlere, 60—70 şe merdiven dayamış genç ihtiyarlardır!.. Bizim gençliğimizin ise yüzünün tire'lerinden evvel ru- hu, kalbi, enerjisi yoruluyor, buru- şuyor babayani bir gençlik — onun içindir ki memleketimize hâs bir o- rijinalitedir. Yaşları 35 ve kırkı te- cavüz etmemiş öyle ressamlar vardır ki unlarını elemişler, kalburlarını as | mıştırlar. Kâfi bir etütdevresi geçir- meden üstat oluvermişlerdir. Bu pa- yeye gerçi rahavetimizin — bağdaş kurması yan gelip — uzanması için yumuşak rahat bir divandır, tehlike- si de bir o kadar yamandır, Avrupa- ya gitmek her ne kadar Avrupayı a 4 Bit Kölayen da onda da umduğumuz devayı bula- mıyoruz. Öğrendiğimiz abur cubura jinbisar ediyor - şaşkınlıkla yanlış yol larda istidatlar tebah oluyor. Nitekim resim — üstatlarımız — san'ata hi: i - inkâr ol koy n devirlerini çabu- cak ikmal edip kapamakla çektiler. Kardeşim Elif Nacinin bir yazısında dediği gibi, onlardan tek bir kimse * hocamız Çallı - yeniliği istiskal et- memesile ayakta durabiliyor. Genç iken ihtiyarlayan bu hneslin mev- künde — şimdi müstakiller — bu- lunuyor. Dert bir değil ki. Bunla- rın talihi diğerlerine nazaran daha nasazdır. Resmi himaye ve sahabet- lerinin semtine bile uğramamışlar- dır. Müşkülâtla didişmekten baş ala ktadırlar. İhtiyar lmamak! Bütün endişeleri bu noktada toplan- maktadır. Çınar dibi — kahvelerinde dinleyiniz. Yerinde duramıyan kabi- liyet ve seyyâl istidatlarınızı horul- dayan kesme billür bir nargilenin marpucunda salbediniz!, — Diyoruz nıbfmı tutarak kendi kendini dinle- meııfıi vîyi bilen şuurlu bir gençliğe bu bır.lllptı. Esnemenin — korkunç ılîı_freıınejduşmemek için ıeır,—liiiıı makla beraber Kü bundan senelerce evevl resim san'atini, — yenilik diye memlekete mağşüş hoşuk bir akade- yan insanları bugün gibi gö .' zin önünde görüyoruz.. _Bil itibarla portrenin resimde temsili o_lı'ııııı nok tai nazarından çok haklı bir kıymeti vardır.) diyor ( Hals ) meclisleri, grupları tasvir eden e_ıerlerinde on yedinci asrın Hollandali çehrelerinde büşbütün modern ve hayat ıq:l..m ifa desini yaşatıyor.. Arkası kesilmeden p: yonizm — ki kamlot şeyler getirdiler. Bunun iyi- liğinin dayanıklığının senelerce ÇI- gırtganlığını yaptılar. Halbuki biz bu kısık sesin tonunda “eskiler ala- yım!....,, nidasını işitir gibi - oluyor- duk. O zamanlar garp diyarında haşmetmaap zevk ve ceberut zekâ akııdîmiıımi al aşağı etmiş sezan ve portre siparişleri sin _Hılı bu zengin portre sahiplerini daima daha şatafatlı ve ekserisine aslında mev- bereber — yaşı . Bu zarfında dokuz çocuğu olmuştur. Ve bu evlât bolluğu ile kendisine yeni Şimdilik bir n l y tımız, tezyini san'atımız vardır. Fa- kat resim ve heykelimiz yoktur. Ne den bir Türk resim san'atı ve heyke li olmadığını söyledim. İçtimai bün- yemize girecek (Türk p_enu;ru) ı:. yeni modeller -bulmuş oluyordu. İz et ilk b delsi; z ÇERCÜTETE İN UN cut olmıyan bir kudret ve azameti ilâve ederek tasvir etmiştir. Tarihçe meçhul kalan onun bu on dört sene lik hayatı esnasında yaptığı eserler- den yalnız 1614 senesi yaptığı dok- torJan Hogaarts ve Scherijverin por likten ç b T ve bazı beğendiği eş l GEK e ni yapardı. Yine 1613 senesine ka- dar hayatı hakkında bir şeyler bilin olan bir çok gurup r sıl doğacaktır. Bunun işın Yunan membammamı gım_ıek. yoksa Asya san'atına mı teve!:ciıh .et:ml* miyor. O sene Haarlene'de çok tanın mış ve san'at münakkidi bir dokto- . Kiliseler ve rYesmi binalar için tabii cesamette portrele tahta geçirmişti. Av- rupadaki gençlermüz —ki şimdi üs- tatlarımızdır— yeni cereyanlara san at hafif meşrepliğidir diye omuz çe- virdiler, Yeni temayülllere karşı ya- dırgama ve lâkaydi zamanımıza ka- dar uzanıp geldi. Bu bir parça kendi kafasının dediğine gitmek teknik ve anlayışına fazla itimat, lüzumsuz bir güveniş hissinden geliyordu. Bunda her şeyi hazırlayıp, — müstahzar bir ri i sipa- riş aldı. Büyük galeri ve müzelerde y ini Yaph * Beseie di ; bu büyük _'ı-upl.u tesadüf edilir. b P Ka (*) Venüsün genç sevgilisi “Ba- ğı eziyet kalmadı.. İcabın da elinde keşkülü kalbinde yüksek dileğile İstanbul belediyesine el aç- tı. Ondan bir lokma değil bir hırka evet partal bir hırka istedi. Beynel- milel şöhretlerin beşiğini sallayacak bir galeri dilendi. Esnafı bıyık altın- dan kendine kıs kıs güldüren muaz- zam ve muhteşem bir hal yerine sa- de, mutavazı, salaş bir galeri ki ile- ride bizim Palais du Bois'mız — ol- sun, Milletin alnının teri, elinin eme ğgile Avrupada yetiştirdiği gençlerin sâyileri havaya savrulmasın. Sene- nin her mevsiminde his ve seziş âle minin cennetini kendimize açılmış- bulalım. Zağlanmış keskin bir bıça- ğa benzeyen gençliği savatlı şark kâ rı bir kın içinde pinti — ve sünepe paslanmağa bırakmıyalım. Yeni san' atı öğretmek için dünyanın dört bu- cşğını san'at mihraklarına akın, tek niğe akın var!.. Dilsiz bir duyuştan ne işittiler, ne umulur!Hassasiyetimi zi lisana getirecek teknik olgunluğu için ne olur bir galeri!... Amma va- cerasile uğradıkları derin inki- sarı hayali tadil etmek için işte hep bu kabil efsanelerden yar- dim - bekliyorlardı. Fakat bu ne kadar devam edebilirdi?. Ha kikat ergeç kendini — kabul et- tirdi: “Mesih”, Sabatay Zevi sarayda müslüman olmuş, Meh met Efendi namını almış, artık kendi cemaatinden ayrılmıştı. Yoksa öyle başma — taç giyen, bir ordu alarak — Lehistandaki dindaşlarını kurtarmağa giden, xıhut__ gök yüzüne çıkan bir !Vlesıh" yoktu. Mehmet Efen di sarayda rahat bir köşe bul- muş, bol bol altınları alıyor, ha yatından memnuün olarak yaşı- yordu!, Bunun haritinde söyle- necek her türlü efsaneler birer ” Maamafih teselli noktası büsbütün mahvolmuş - değildi: “Mesih” in kendi dininden ha- riç olanlar arasında bir müddet yaşamağa mecbur — kalacağına dair eski kitaplarda mühim bir takım işaretler vardı. İşte “Me sih” olan Sabatay Zevi de şim di böylece kendi dininin hari- cinde olanlar arasında yaşa- mak gibi bir imtihan devresi geçiriyordu!.. , Sabatay Zevi kendi cemaati nin başında bir rehber olmuş, fı_kıt sonra bu cemaati birden- b.ıre bırakıvermişti. Halbuki şimdi görülüyordu ki kendisin- den bu suretle ayrılsa bile “Me sih” fikir ve cereyanını, yahudi Hiğin kurtuluş ümitlerini bu ce- maat bir türlü bırakmak istemi yordu. Aradan zaman geçiyordu. Her şey yavaş yavaş tabii hale avdet eder gibiydi. Maamafih “Mesih” unutulmuyordu. O- nun istikbalde pek mülı_igı'_vı,. PÜEPSEĞİ aK, ğ yalandan ibaret kalmıyor muy P

Bu sayıdan diğer sayfalar: