29 Eylül 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14

29 Eylül 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No.1885—200 icap etti. O da beni bağrına bastı, alnımdan öptü. Ve Nigörle beni işaret ederek bizi gördüğünden dolayı çok sevindiğini, Allahın ahari ömründe ken- sine böyle bir saadet vermesinden mütevellit mem- nuniyetini izhar etti — Allah ikinizi & mes'ut etsin yavrularım, Ka- sabamız şimdiye kadar böyle güzel böyle meş'ut bir gift görmemişti diyordu. Artık vaz'iyyeti anlamıştım. Belki hala hanım daha hafif mesela nişanlı bulunduğumuzu ve ya seviştiğimizi zannediyor, halbuki enişte bey evli olduğumuzdan şüphe bile etmiyordu. Mamafih canım sıkılmaya başlamıştı. nihayet vermek istedim Yemektan sonra hala hanım bize bağçenin yolu- nu gösterdi : — Büyük, güzel, ağaçlıklı bir bağçedir evlatla- rım dedi. Geziniz memnun kalacaksınız. Nigârle el ele bağçeye çıktık, yavaş yavaş yürü- yorduk. — Nigâr dedim. Olan işlere bir mâna veremi- yorum. İzâhat alabileceğim yegâne insan sensin, lütfen bana vaz'iyyeti anlatır mısın ? Nigâr İzmire gittiği zaman halasına benden çok bahsetmiş. Küçüklükten tanıdığını, annesinibil diğimi velhasıl bir aile dostu olduğumu filan söylemiş. “Yalnız Siret hakkında hiç bir malümat vermemiş. O akşam ben gidince eskiden bir az bahsedildi- ğ&im için evde biç yabancı bir insan olarak telekki edilmemiştim. Esâsen halası hoş, meclis âra bir kadınmış. İzmirin ücra bir kasabasında doğup bü- yüme olmasına rağmen çok asri düşünürmüş. Sonra Nigâr diyorki: -- Hele bu evde kalman mecburiyeti vardı. Bir defa otel yokmuş, sâniyen küçük bir yer sen başka bir eve iner de ara sira da olsa bize gelsen muhakkak dedi kodu yaparlar. Halbuki şimdi doğrudan doğruya beraber geldik, kimse ne oldu- ğunu bilmezki.. — Peki ya eniştenin haline ne dersin dedim, — Sen ona bakma diye cevap verdi. eniştem Ona halam küçüklük arkadaşı olduğu- muzu, beraber büyüdüğümüzü söylemiş benim ev- lenip ayrıldığımı da bilmiyor işte kim bilir, bizi nişanlı ve ya sevişiyorlar sannetti, Yavaş yavaş etrafa bakınıyordum. Evimiz kasa- baya hâkim bir tepenin ortasında idi. İri, toparlak bir ay bütün kasabayı ışık içinde yüzdürüyordu. Uzakta yalnız müphem çizgirile evler, minareler ve bayırların sırtından yavaş yavaş inen beyaz ko- yun sürülerinin belli belirsiz hayalleri görünüyordu. Sırtın arkasındaki büyük beyaz bir evde gramo- fon çalınıyor. Eski İzmir efelerinin heybetli gür şarkıları işidiliyordu. igâr son cümleyi yavaş yavaş bir defa daha «tekrar etti; — Belki sevişiyoruz zannetti, Yavaşcacık başımı çevirdim, yüzüne baktım, ne demek istiyorsun diye sormak istiyordum, ve ona o mazarlarla baktım, Nigârda gözlerime baktı. İçini çekti ve başını önüne eğdi. Ancak işidebileceğim bir sesle mırmldanmaya başladı: Bu işe bir SERVETİFÜNUN 281. — Aldandı. Diyordu. Ve yahut yazısını bildi. Bevişiyorlar değil.. seviyor... Duymamazlığa geldim. Nigâra bir ağacın altına oturmamızı teklif ettim. Bir armut ağacının dibine oturduk. Arkamızı tepeye vermiştik, Karşımızda kasaba ve ay vardı. Yüksekten ayla bir hizadan, içinde karanlıklar ve tek tük ışıklar kaynaşan çukur bir yere, kasaba- nın bulunduğu yere bakıyorduk. Dakikalar geçiyor, ne Nigâr ne ben bir kelime konuşmayorduk. Aklımda bir sürü şeyler bir birini kovalayor, bazen vaz'iyyete cok kızıyor sevmediğim halde bu kadınla beraber bulumak mecburiyeti canımı sıkıyor, Siretin yaşlı gözleri ve mahzun yüzü aklıma gelince deli olacağım sanıyordum. Bazen de bu işin o kadar izamı edilecek bir tarafı olmadığını, düzelmesi imkânı olan ehemmiyetsiz bir emri vaki olduğunu kabul ederek fazla üzülmemek icap ettiğini düşünüyordum, Nigâr sükütn bozdu: — Niçin konuşmayoruz Fikret? dedi. — Bilmem Nigâr dedim. Daldık. Galiba gece pek hoşumuza giti, kulağımıza derinden sesler geliyor gibi... Bir şeyler dinleyormuşuz gibi.. biz de sukütu bozmak istemeyormuyuz nedir? Nigâr başını bana çevirdi. Dikkat ediyorum, göğsü şiddetle kalkıp iniyor, kalbinin ne hızla attı- ğını hissediyorum Başını yavaşcacık omuzuma koyuyor, içini çekerek: — Oh! Fikret diyor. Ne bahtiyarsın. Senin kul — bazı seslerin geldiği muhakkak. Bu sesler ktan, çok ez geliyor... Tâ İstanbuldan, ini) yeiler değil mi? Şimdi orada da bu mehtap ver. Orada da bu aya karşı belki aynı manzarada iki tepe arası ve ortada bu bir yığın karanlığa bakan bir çift göz. yanında birisini arayor.. Ve dudakları mütemadiyen bir ismi fışıldayor.. Evet senin kulağına, velevki çok uzak dahi olsa, dünynın bir tarafında göylenen bu kelimeler gelir... Evet bir ses kulağa gelebilmesi için mutlaka söylen- mesi lâzım, Yine hiç bir cevap veremeyorum. İçimden gel- miyor. Bu akşam hiç konuşmak istemeyorum. Of, düşünmek, yalnız onu düşünmek, Ah, ne olur, şiradi o yanımda olsaydı. Bu manzara ve bu dekorun içinde bu yabancı, henüz sokaklarını ve insanlarını bile tanımadığım küçük kasabanın bu tepeciğinde, bi? ağacın altında onunla yan yana olsaydım. Fakat kendi kendime şöyle düşünüyorum: Ma- mafih yanındaki de bir kadın, güzel, hatta belki Si- retten güzel., o da geni seviyor.. şu halde: Bir mukayesemi lâzım. Yani ne olur? Siretin yerine bu akşam o kaim olsun. Niçin olmasın? Seni bu kadından kaçıran, seni Sirete bağlayan nedir? Sirette fazla olarak ne bul- dun? Aşk bumu! Yani bu iki kadından birisini tercih etmene sebep olan bu aşk nedir? Sebebini bilmiyorsun ki... Şu halde sana aşkı o getirmedi. Sen bir aşk yarattın, yani sen sevmesen de olabilirdi.

Bu sayıdan diğer sayfalar: